devam ediyor 9s önce güncellendi
YANSIMALARIN KAPANI
@aytengul
Okuma
3.78k
Oy
165
Takip
106
Yorum
82
Bölüm
7
Vladik Varoslav, Ekmel`i kucağında taşırken adımlarının sertliği ve taşıdığı yük, içinde kopan fırtınaların bir yansımasıydı. Kollarındaki güç, yıllardır uğraştığı acıları ve kayıpları taşıyan bir adamın kudreti gibiydi, ama Ekmel’in bedeni, o güçlü kolların arasında savunmasız bir yaralı gibi hissediliyordu. Kafasında hala geçmişin yankıları çınlıyordu, ama bu anda, hissettikleri karışık, belirsiz bir duyguydu. Onun içindeki her şeyi değiştirebilecek bir güç vardı Ekmel’de.
Koğuşa girdiğinde, adımlarını hızlandırarak ve odasına yöneldi. Odasının kapısını açtığında, içerisi başka bir dünyadan gibiydi. Hapishanenin karanlık ve kasvetli havasına rağmen, burada sıcaklık ve bir tür huzur vardı. Sanki yıllardır hapsolmuş bir adam, nihayet bir an için özgürleşmiş gibi. Her köşesi özenle düzenlenmiş, zarif bir düzenin izlerini taşıyor, burada her şey sanki Vladik’in kimliğini yansıtan bir yansıma gibi duruyordu.
Ekmel’i yavaşça odanın ortasına bıraktı ve üzerine serilen battaniyeyi alıp ona sardı. O an, suyun vücudundan akarken tüm çıplaklığı gözler önüne serildi. Bu, ona bir tür yabancılık hissi vermişti. Vücudunun her detayı, daha önce bir başkasına ait olan her şey, şimdi buradaydı ve bu durum ona rahatsızlık veriyordu. Kendini savunmasız hissetti, ama başka bir tür savunmasızlık vardı içinde. Geçmişi, kimliğini, şerefini her şeyini arkasında bırakıp buraya gelmişti. Herkesin onu yargıladığı, her köşede başka bir tehlike barındıran bir dünyadaydı. Kendini güvende hissetmiyor, ama bir yandan da ne olursa olsun hayatta kalmaya kararlıydı.
Vladik, odasının huzuruna kendini bırakarak bir anlık bir rahatlama hissiyle gözlerini kapadı. Her şeyin alt üst olduğu bu dünyada, Ekmel’i içeri getirmişti. O kadar zorlayıcı bir hayatın içinde, onun varlığı bile ona başka bir dünyayı hissettirmişti. Ama Ekmel’in, suyla ıslanmış vücudunu gördüğü an içindeki o karmaşık duygular yeniden yüzeye çıkmıştı. Kendi içindeki güçlü hisleri bastırmak, kendini bir kez daha kontrol altına almak zorundaydı. Ekmel’e, buradaki hayatta ve dünyasında bir tehdit değil, bir destek olma sözü vermişti. Ancak Ekmel, onun sınırlarını test etmekteydi. O an, içindeki karışık hislerle baş etmeye çalışırken, Ekmel’in gözlerindeki o soğuk ve savunmasız bakışları düşündü.
Ekmel bir şeyler hissetmişti, ama o kadar derin ve yoğun bir duygu vardı ki, açıklamak neredeyse imkansızdı. Yavaşça gözlerini açıp Vladik’in yüzüne baktı. Bir adım geri atmak için hazırlansaydı da, o an ne yapacağını bilemedi. Hem kendini savunmasız hissediyor, hem de içindeki dirençle mücadele ediyordu. Kendisini hissettirmeden bir köşeye doğru çekilmeyi düşündü, ama odada hiçbir şekilde yalnız değildi.
Vladik, Ekmel’e yaklaştı ve onu nazikçe kaldırarak yatağına yerleştirdi. "Sakın korkma," dedi, ama bu sözler daha çok kendisini rahatlatmak içindi. Ekmel’in gözlerindeki buğulu bakışı ve içindeki huzursuzluk, ona ne kadar uzak olsa da, bir an için Vladik’in kalbinin derinliklerinde yankılandı. "Burada güvende olacaksın."
Ekmel, hem buna inanmak hem de inanmamak arasında sıkışıp kalmıştı. Bir cehennemdeydi, ama Vladik’in odasında her şey daha farklıydı. Onun güvenliğini, bir şekilde sağlayabileceğine inanan bir adam vardı. Ama bu güvenden ne kadar faydalanabilirdi? Ve güven, burada, bu dünya içinde gerçek bir şey miydi? Vladik`in söylediklerine rağmen, içindeki boşluk, kaybolmuş bir umut vardı.
"Ne istiyorsun benden?" dedi Ekmel, sesi titreyerek ama kararlı bir şekilde.
Vladik, gözlerini ondan ayırmadan kısa bir süre sessiz kaldı. "Sadece... hayatta kalmanı istiyorum," dedi. Bu sırada Ekmel’in gözlerine dikkatle bakarak, içindeki karmaşayı gördü. "Herkes burada bir şey kaybediyor, ama senin kaybetmek için hiçbir şeyin yok. Burada kalmanı sağlayacağım. Ama senin kendi savaşına da katılman lazım."
Ekmel, daha fazla ses çıkarmadan, batırdığı başını yastığa yasladı. Ne kadar zorlansa da gözlerini kapatmadı, çünkü uykusuzdu. Bir şekilde, yaşadığı cehennem gecelerinden sonra bu sakin anı, korku dolu duvarlarının arkasına gömdü. Hayatta kalmak zorundaydı, ama bunu hangi bedelle başaracağını henüz anlamış değildi.
Vladik, ona baktı ve sessizce ayağa kalktı. Her şeyin nasıl ilerleyeceğini kestiremese de, tek bildiği bir şey vardı: Ekmel Şimal, ona benzeyen kararlı ve güçlü bir kadındı. Ve ona yardım etmeliydi.
Ekmel, Vladik Varoslav’ın sözleriyle irkilerek elindeki kıyafetleri aldı. Bedenindeki soğuk, sanki ruhunu donduruyormuş gibi hissediliyordu. Pantolon ve siviti üzerine geçirdiğinde, dışarıdaki soğuk, içindeki derin yalnızlıkla birleşerek onu daha da sarmıştı. Her bir dikiş, her bir iplik, ona bir şekilde buradaki gerçekliği hatırlatıyordu: Ne kadar çabalamış olursa olsun, kaçış yoktu.
Vladik, odadan çıkarken bir an Ekmel’in gözlerine baktı, ama ne söyleyeceğini bilemedi. Ne olursa olsun, Ekmel’e yardım etmek istiyordu; ona bir çıkış yolu gösterecek, onu buradan çekip çıkaracak gücü bulmak zorundaydı. Fakat bir yanda da içinde bir boşluk vardı. Ekmel’in ne düşündüğünü, nasıl hissettiğini görmek, onu daha da anlamak istiyordu. Ama o an tek bir şey vardı: Ona bir şey yapmadan önce, Ekmel’in buradaki varlığını kabul etmesi gerekirdi.
Ekmel, odayı terk ettikten sonra kapı sertçe kapandı. Derin bir nefes aldı, başını eğdi ve elleriyle pantolonunun eteklerini düzeltti. Kollarında soğuk bir titreme vardı, ama bunu dışa vurmadı. Her adımı, içinde birikmiş olan korkuyu, öfkeyi ve çaresizliği taşıyordu. Odaya geri döndüğünde, Vladik’in duruşu, her zaman soğukkanlı ve mesafeli, ona karşı bir şeyler söyleme isteği uyandırıyordu.
"İçeri gir," dedi Vladik, yalnızca sessiz bir emir gibi. Ama bu emir, içinde bir şeyleri harekete geçirdi. Ekmel, içeri girerken, kapının ardındaki sessizliği hissetti. İçeri girdiğinde gözleri, Vladik’in yüzünde onu bekleyen bir boşluk aradı. Bir an için, sesli bir şekilde konuşmak, olan biteni anlamaya çalışmak istedi. Ama o sırada Vladik, gözlerinde bir anlam arayan bir kadın vardı, ona güvenebilmesi için içindeki karmaşayı çözmesi gerekiyordu.
"Beni neden buraya getirdin?" Ekmel, sesi biraz titreyerek ama kararlı bir şekilde sordu. İçindeki o korku, ona kendini savunma fırsatı vermişti.
Vladik, ona doğru adım attı. Gözleri, donmuş gibi görünen bu kadında bir şeyler arıyordu. "Burada sadece hayatta kalmak yok, Ekmel. Burada bir şeyler inşa edebilirsin. Ne kadar güçlü olduğunu biliyorum, ama senin gücünü benimle paylaşmaya karar vermen gerek. Buradaki düzenin seni zorlayacak, ama senin gibi bir kadın asla kaybolmaz."
Ekmel, derin bir nefes aldı ve gözlerini ondan ayırmadı. İçinde yükselen duygulara engel olmaya çalıştı, ama içinde fırtınalar kopuyordu. "Seninle mi?" dedi, hafifçe gülümsedi ama bu gülümseme acı doluydu. "Benimle bir şeyler inşa etmeye karar verdin. Ama unutma, buradaki herkesin bir amacı var. Senin amacın ne?"
Vladik, gözlerinde bir ışık parladığını fark etti. "Amacım, seni hayatta tutmak. Sana yardım etmek, buradaki cehennemden seni çıkarabilmek. Ama unutma, Ekmel. Benimle hareket etmek, seni kimseye boyun eğdirmeyecek bir pozisyona getirebilir."
Ekmel, uzun bir sessizlik içinde gözlerini Vladik’e kilitledi. Bir adım geri attı ve titreyen ellerini sardığı kıyafetin kenarlarına sıkıca tuttu. "Hayatta kalmak istiyorum," dedi sonunda, sesindeki hüzün ve kararlılık bir arada. "Ama kendim için, kendi yollarımla."
Vladik, her bir kelimesini dikkatle dinleyerek bir adım daha attı. "Ekmel, seninle bu yolda ilerleyeceğim. Ama unutma, her adımda seni savunmak için ben buradayım."
Ve o anda Ekmel, Vladik’in ne kadar güven verici bir insan olduğunu, aynı zamanda karanlık bir gücün içinde ne kadar güçlü olduğunu fark etti. Ancak içinde taşıdığı isyan, belki de her şeyin başlangıcıydı.
Vladik, bir an için gözlerini Ekmel’den ayırmadı. Sözleri, sert ve sorgulayıcıydı, her bir kelime sanki bir yargıç gibi havada yankı yapıyordu. "Kız kardeşini neden öldürdün?" dedi, sesindeki tını keskin ve soğuk. Onun bakışlarındaki karmaşa, içinde bir çatışmanın olduğunu belli ediyordu. Ama Ekmel, gözlerinde ne bir pişmanlık ne de korku gördü. Bu soru, ona aynı zamanda bir anlam ifade ediyordu.
Ekmel, başını yavaşça kaldırdı, gözlerinde bir derinlik vardı; adeta yıllar süren acı ve kayıplarla şekillenmişti. İçinde kaybolan bir hikayeyi anlatmak, ruhundaki izleri yeniden hissetmek zor olsa da, bu an, doğru zamanı bulmuştu. "Ben onu öldürmedim," dedi, sesi kararlıydı. "O, kendi hayatını seçti. Benim elimde değildi."
Vladik, şaşkınlıkla ona bakarken, bir anlık sessizlik hüküm sürdü. O, Ekmel’in gözlerindeki sükûneti hissetmeye çalıştı. Birisi birini öldürdüğünde, içindeki acı ve öfke, onları bir şekilde dışa vururdu. Ama Ekmel, öyle bir kadındı ki, ruhundaki fırtınaları dışa vurmak yerine, onları kendi içinde yaşıyor gibiydi.
"O, hayatına son vermek istemedi ama şartlar…" Ekmel devam etti, derin bir nefes alarak. "Zor bir seçim yapmak zorunda kaldı. Beni ve her şeyi korumak için bir yol seçti. Benim elimde olsaydı, o seçimi yapmazdım. Ama o, o anda kendi hayatını korumak için bir şeyler yaptı." Gözleri bir an için uzaklara kaydı. "O bir savaşçıydı, kendi yolunda gitmek istedi. Ama ben onu kaybetmek zorunda kaldım."
Vladik, Ekmel’in sesindeki derin acıyı ve pişmanlığı hissetti. Kadın, sanki bir dünya yükünü taşımış gibi görünüyordu. "Bunu bana ne kadar açıklamaya çalışsan da, bunu kabul etmek kolay olmayacak," dedi, sesindeki sertlik biraz yumuşamıştı. "Ama bir şey daha söyleyeceğim, Ekmel. Gerçekten öldürmedin mi, yoksa hayatın seni buna zorladı mı?"
Ekmel, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. "Benim bir seçimim yoktu," dedi, bu sefer daha yumuşak bir tonla. "Herkesin bir sınırı vardır, Vladik. O sınır geçildiğinde, bazen yaşamak için yapmak zorunda kaldığın şeyler seni değiştirir. Ama o kadının ölümünde benim hiçbir suçum yoktu. Benim suçum, hayatta kalmaya çalışmamdı."
Vladik, ona yaklaşarak ellerini avuçlarının içine aldı. "Hayatta kalmak için yapılan her şey, seni değiştirebilir, Ekmel," dedi. "Ama senin gibi bir kadının, bu dünyada kalmak için ne kadar çok şey feda ettiğini görmek… Bunu kabul etmek zor. Senin güçlülüğün ve cesaretin, seni buraya getirdi. Ve sana yardım edeceğim. Ama seni anlamak, belki de bana bile öğretilecek bir şey."
Ekmel, bir anlık bir sessizlikle ona baktı. Gözlerinde, hiç görülmemiş bir kararlılık vardı. "Benim için kolay olmayacak," dedi, ama içindeki acı yine de o kararlılıkla birleşti. "Ama ne olursa olsun, bu hayatta bir şeyleri değiştirebilirim. Kız kardeşimi kaybetmiş olabilirim ama her şeyimle devam edeceğim."
Vladik, ona bakarak başını hafifçe salladı. "O zaman bir şey daha söyleyeceğim," dedi, gözlerinde bir ışık yanarak. "Senin gibi bir kadın, bu dünyada yok olacaksa, bunu engellemek için ne gerekiyorsa yapacağım. Ve senin yanında olacağım."
Ekmel, bir an duraksadı. Vladik’in söylediklerinin gerçekten bir anlamı olup olmadığını sorguladı. Ama o an fark etti ki, buradan çıkmak, hayatta kalmak ve bir yol oluşturmak için belki de birlikte ilerlemeleri gerekirdi. Ve bu, yalnızca
bir başlangıçtı.
Ekmel, gözlerinden süzülen yaşlarla birlikte öfkesinin doruk noktasına ulaşmıştı. Bir yandan, içindeki fırtına patlamış, bir yandan da çığlık gibi yankılanıyordu. "Neden?" diye bağırdı, her kelimesi havada yankılandı. "Neden?" diye tekrarladı, sesi her geçen an daha da sertleşiyordu. Gözleri, bir anda kararmıştı; yaşadığı bu duygusal karmaşa, kendini kaybetmesine neden oluyordu. "Sen kimsin? Beni neden bu kadar acı içinde bırakıyorsun? Ne istiyorsun benden?"
Vladik, bir adım daha ileri atarak Ekmel’in öfkesini sessizce izledi. İçindeki duyguların bir anda kontrolden çıkmasına, gözlerindeki bu nefret ve karmaşaya rağmen, kendini soğukkanlı tutmayı başararak yanıtladı. "Ekmel..." dedi, sesi derin ve kararlıydı. "Bunu anlatmak o kadar kolay değil. Ama sana bir şey söyleyeyim, seni seviyorum. Evet, seni seviyorum. Ama bu delicesine bir aşk değil, aklım başımda. Her bir kelimem ve duygum sana karşı derin ve net."
Ekmel, şok içinde ona bakarken, gözlerindeki öfke hızla yerini kararsızlığa bırakıyordu. "Seviyorsun?" dedi, sesi titreyerek. "Beni seviyorsun, değil mi? Peki, bu kadar kolay mı? Beni sevmek bu kadar kolay mı?" Yavaşça adım attı, ama içindeki karmaşayı engelleyemedi. "Bana, senin için, bu kadar basit bir şekilde, `seni seviyorum` demekle her şey çözülür mü? İyi niyetin var mı gerçekten? Benim içimdeki o fırtınayı, kırıkları, acıları görmüyor musun?"
Vladik, Ekmel’in her sözünde bir derinlik, bir anlam, bir kalp kırıklığı olduğunu fark etti. "Evet, seni seviyorum," dedi, bu kez sesi biraz daha yumuşayarak. "Ama bu sadece seni sevmenin ötesinde bir şey. Benim için, seninle her şey daha farklı. Seninle her şey bir anlam kazanıyor. Ama bu dünyada senin gibi bir kadına sahip olmak, seni sevmek, bana yalnızca huzur değil, bir anlam da veriyor. Sana her şeyimi vermek istiyorum. İnan bana, benim duygularım gerçek."
Ekmel, şaşkınlık içinde onu dinlerken, kalbi hızlıca çarpıyordu. "Gerçek mi?!" dedi, sesindeki alayla. "Gerçekten mi? Vladik, her kelimenin altına nasıl imza atabiliyorsun? Benimle oynayamazsın. Benimle her şeyin bu kadar kolay olduğunu düşünemezsin."
Vladik, derin bir nefes alarak gözlerini ona sabırla yönlendirdi. "Hayat bazen seni öyle zorlu bir şekilde sınar ki, ne yapacağını bilemezsin. Ama ben seni seviyorum, Ekmel. Ve seni kaybetmekten korkuyorum." Bu sözleri söylerken, yüzündeki kararlı ifade kayboldu. Ekmel’in gözlerinde bir kırılma yaşanıp yaşanmadığını görmek için sabırsızlanıyordu.
Ekmel, bir adım geri atarak derin bir nefes aldı. "Korkuyorsun?" diye sordu, sesi biraz daha sakinleşmişti ama hala öfkesinin izlerini taşıyordu. "Beni kaybetmekten mi korkuyorsun? Beni kaybetmek o kadar kolay mı sanıyorsun?" Yavaşça başını sallayarak devam etti, "Beni kaybetmek demek, içimdeki her şeyin yok olması demek. Beni seviyorsan, o zaman ne yapman gerektiğini göster. Kelimeler yeterli değil. İyi niyetle söyleyeceğin her şey bana yetmez."
Vladik, gözlerinin içine bakarak, her sözcüğü dikkatle seçerek konuştu. "Sana nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum Ekmel," dedi, biraz pişmanlıkla. "Ama seni kaybetmek, bu dünyada beni yıkacak tek şey olurdu. Sadece seni seviyorum, ve seninle birlikte olmak istiyorum. Bu basit bir şey değil, bu gerçek."
Ekmel, gözlerinden akan yaşları silerken, bir süre sessizce durdu. İçindeki karmaşa, yavaşça çözülmeye başlamıştı. "Gerçek mi?" diye fısıldadı, "Gerçekten seviyorsun ve bunu kanıtlamak istiyorsun, öyle mi?"
Vladik, bir adım daha attı ve Ekmel’in karşısında durarak, "Evet, gerçekten seviyorum. Bunu ispatlamak için her şeyi yaparım. Seninle her şeyi geçirebilirim, Ekmel." dedi ve bir anlığına gözleri, tüm duygularını dile getirdi. "Ama sana sadece sözlerim yetmez. Zamanı geldiğinde, seninle olmayı hak ettiğimi göreceksin."
Ekmel, derin bir nefes alarak gözlerine son bir kez baktı. "Göreceğiz," dedi, bu sefer daha sakin ve anlamlı bir sesle. "Ama unutma, kolay olmayacak. Ve belki de her şey düşündüğün gibi sonuçlanmayacak."
Her iki taraf da birbirine bakarak bir sessizlik içinde kaldı, kalplerindeki duygular ve söyledikleri her kelime, sadece daha büyük bir sorunun cevabıydı.
Ekmel, her kelimenin vurgusuyla sanki kalbini parçalayan bir acı hissediyordu. İçindeki fırtına, sözlerinin ağırlığıyla birleşerek onu boğuyordu. "Sence bunu göze almadım mı?" dedi, sesi kırılgan ve titrek, ama bir yandan da kararlıydı. "Ben seni on üç yaşımda kanlar içinde, bana elini uzattığın o gün aşık olmuştum. O günden beri, içimdeki o yangın hiç sönmedi. Her geçen yıl, her geçen saniye seni düşündüm, seninle yaşadım. Ne kadar hırpalandıysam da, seni unutmadan yaşadım."
Gözleri, geçmişin acılarını, ihanetleri, kayıpları ve umutları taşıyan bir okyanus gibi derindi. İçindeki duygular birden bire patlamaya, onun yıllardır süren bekleyişini anlatmaya çalışıyordu. Ekmel, derin bir nefes aldı, kalbini göstererek Vladik’e dönüp, "Kaç senedir, kaç senedir tam burada, kalbimi sana teslim etmişim, bir tek seni bekledim," dedi. "Sana güvenmiştim. Yıllardır seninle bu yolda yürümeyi hayal etmiştim. Ama sen ne yaptın? Nereye gittin? Hangi yolda yürüdün?"
Vladik, Ekmel’in gözlerindeki acıyı ve öfkeyi derinden hissetti. Söyledikleri her kelime, ruhunda bir yankı yapıyordu. Ekmel’in kalbinde hissettiği sevda acısı, yıllarca süren bir bekleyişin sonucuydu. Her şeyin, her zaman daha kolay olması gerektiğini düşünmüştü ama şimdi, Ekmel’in sözleriyle her şey daha karmaşık hale gelmişti.
"Beni unutmadın, değil mi?" diye fısıldadı Vladik, sesi sanki geçmişin o derin izlerini hissettiriyordu. "Beni hep bekledin, hep düşündün. Ama ben seni hak etmedim. Birçok hatam oldu, birçoğunu telafi edemedim. Ama seni kaybetmekten korkuyorum Ekmel, ve bu korku beni her geçen gün daha fazla sarhoş ediyor."
Ekmel’in gözlerinden bir damla yaş süzüldü. "Ben seni kaybetmekten korkmuyorum, Vladik," dedi, derin bir iç çekişle. "Benim korkum, seni bulduğumda sana güvenip güvenemeyeceğim. Korkum, yıllar önce kalbimi sana teslim ettiğimde seninle yaşadığım o hayallerin, bu gerçeklikle nasıl yüzleşeceği... Bu korku beni her gece uyandırıyor."
Vladik, Ekmel’in içindeki acıyı ve sevgiyi derinden hissetti. "Biliyorum," dedi, her sözcüğü dikkatle seçerek. "Ama bir şey var, Ekmel. Benimle kalırsan, seni kimse kırmaz. Kimse seni incitmez. Söz veriyorum sana."
Ekmel, başını kaldırıp Vladik’in gözlerine uzun süre bakarak derin bir sessizlik içinde kaldı. Kalbinin ne kadar kırık olduğunu, ne kadar kırgın olduğunu hissetti. Ama bir yandan da içindeki umut, o eski aşkla karışıyordu. "Bunu görmek istiyorum, Vladik," dedi, yavaşça. "Sözlerine inanmadan önce, görmek istiyorum."
Her şey bir anda değişmişti, yılların sonunda kalplerindeki duygu tekrar yeşermeye başlamıştı. Ama bu sefer, her adım daha dikkatli, her söz daha anlamlıydı.