devam ediyor 2a önce güncellendi
İlk fısıltılar
@nermdl69
Okuma
1
Oy
0
Takip
0
Yorum
0
Bölüm
1
1. Bölüm: İlk Fısıltılar
Başta her şey sıradandı. Dersler, teneffüsler, koridorların bitmek bilmeyen uğultusu... Sınıfın en arka sıralarında oturur, fazla dikkat çekmeden günümü geçirirdim. Ne çok parlaktım, ne çok silik. Orta halli, sessiz bir öğrenciydim sadece. Ta ki fısıltılar başlamaya başlayana kadar.
İlk kim söyledi hatırlamıyorum. Belki Zeynep’ti, belki Rabia. Yanıma yaklaşıp kıkırdayarak sordu:
“Seninle Yasin Hoca arasında bir şey mi var?”
Ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi kaçırdım, “Ne diyorsun sen, saçmalama,” dedim.
Ama bitmedi. Ertesi gün başka biri sordu. Sonra başka biri… Herkes aynı şeyi konuşuyordu.
“Sen hocayla çok iyi anlaşıyorsun ha.”
“Yasin Hoca sana ayrı ilgi gösteriyor farkında mısın?”
“Seninle uğraşması hoşuna mı gidiyor?”
Sınıfın havası değişmişti. Fısıltılar büyümüş, artık açık konuşmalara dönüşmüştü.
Oysa ben sadece dersime giren bir öğretmendi o. Evet, fazla takılırdı bana. “Senin gibi bir öğrenci çok az var,” derdi bazen. Herkesten farklı davranırdı. Ama ben bunun sadece bir öğretmenin öğrencisine ilgisi olduğunu düşünüyordum. Ta ki herkes başka şeyler söylemeye başlayana kadar...
2. Bölüm: Öğretmen Masası
Nöbetçiydim o gün. Sınıf sessiz, ben öğretmen masasındaydım. Kalem kutuları, defterler, küçük çatlaklarla dolu tahta… Her şey yerli yerindeydi ama içim karmakarışıktı. Kafamda dönüp duran şey sadece ödevler değildi artık, insanlar... Öğretmenler... O fısıltılar.
Derken kulaklarıma bir şey çalındı. Kapı hafif aralıktı. Koridordan geçen sesler arasında tanıdık iki ses vardı. Yasin Hoca ile İngilizce öğretmenimiz… Alçak sesle konuşuyorlardı ama kahkahaları yüksekti.
“Seninki yine sınıfta ha,” dedi biri.
“Bugün biraz sessizdi, acaba bana mı kızdı?” dedi diğeri, gülerek.
Donup kaldım. “Seninki”... Yani ben miydim?
Kalbim hızlandı. Kulaklarım ateş gibi yanmaya başladı. Öğretmenlerin bile böyle konuştuğu bir yerde, ben kendimi nasıl savunabilirdim ki? Sanki adı konmamış bir etiket yapışmıştı üstüme. İstemediğim bir ilgiydi bu. Hem dikkat çekici, hem incitici. Herkesin bildiği ama benim kabul etmediğim bir şeyin ortasında gibiydim.
Sınıfa döndüklerinde hiçbir şey olmamış gibi davrandılar. Ben de hiçbir şey duymamış gibi yaptım. Ama içimde bir şey kırılmıştı artık. Sadece arkadaşlarımın değil, öğretmenlerin bile diline düşmüştüm. Şaka yollu cümleler, göz göze gelişler, gereksiz ilgiler… Hepsi üst üste yığılıyordu.
Yemekhanede Ömer Hoca, Yasin Hoca’ya “Seninki geldi,” dediğinde artık gözler yere kayıyordu. Öğretmenler bana sıradan bir öğrenci gibi değil, sanki küçük bir oyun malzemesi gibi davranmaya başlamıştı.
Yasin Hoca sürekli beni çağırıyor, küçük görevler veriyor, bazen gözümün içine bakarak “Sen akıllısın, senden ricam,” diyordu.
Ben de sadece başımı eğip “Peki hocam,” deyip geçiyordum. Ama içimden bir ses, “Biri seni izliyor,” diyordu. Her zaman, her yerde...
3. Bölüm: Gizli Günlük
Yazmak, benim için sessiz bir çığlıktı. Söyleyemediklerimi, korktuklarımı, kimseye anlatamadıklarımı kelimelere saklardım. Defterim, kapağı çizilmiş sade bir günlüktü ama içindekiler koca bir dağın sessiz ağırlığı gibiydi. Her sayfa, bana ait bir dünya demekti. O dünya kimseye açık değildi. Özellikle de öğretmenlere.
Bir gün ders çıkışı sınıfta yalnız kalmıştım. Masama eğilmiş, defterime yazıyordum. Sessizce, içimden taşanları döküyordum sayfalara.
O sırada bir gölge yanımda belirdi. Kafamı kaldırdım — Yasin Hoca.
“Ne yazıyorsun bakalım?” dedi gülümseyerek.
“Bir şey değil hocam, sadece karalama,” dedim.
“Okutsana bana.”
“Yok hocam, özel.”
Ses tonu değişti. Hafif bir ciddiyetle, ama hâlâ o tuhaf gülümsemeyle konuştu:
“Okutmazsan, arkadaşlarına sıfır veririm.”
O an içimde bir şey koptu. Kalem elimde titredi. Ama gözlerim dimdik bakıyordu ona.
“Beni ilgilendirmez hocam,” dedim kararlı bir sesle.
“Ben kimseye gönlümü okutmam. Bu benim özelim. İsterseniz sıfır verin, hepsine. Bana da verin. Ama bu defter benim, içindekiler de bana ait.”
Bir an sustu. Göz göze geldik. Sonra arkasını dönüp çıktı. Ama ben ilk defa o gün kendimi korumuş gibi hissettim.
Kalbim hızlı atıyordu ama bir yandan içimde gururlu bir sessizlik vardı.
Artık sadece yazan değil, yazdıklarının arkasında duran biriydim.
O andan sonra, günlüğüm daha da değerli oldu benim için. Çünkü orada sadece duygularımı değil, sesimi de saklıyordum. O defter, kimsenin bana biçtiği rolleri değil, benim kendi çizdiğim sınırları anlatıyordu.
4. Bölüm: Dilime Düşen Sır
İnsan bazen kelimelere dönüşür.
Bir gülüşe, bir bakışa, bir fısıltıya…
Benim adım da bir süre sonra sınıftaki herkesin dilinde dolanan, anlamı benden kopmuş bir kelimeye dönüştü. Kim olduğum değil, kim olduğum zannedildiğim konuşuluyordu artık.
Koridorda yürürken omzuma eğilen arkadaşlarım, sıraya girerken arkadan dürten öğrenciler, teneffüs arasında kulaklarıma çalınan o cümleler...
“Hee, seninki geldi.”
“Hoca yine seni bekliyor.”
“Sende bir şey var, boşuna değil bu ilgi.”
Sanki ben de bu oyunun gönüllü bir parçasıymışım gibi.
Bir gün, beden eğitimi öğretmenimiz Ömer Hoca’nın sesi yankılandı yemekhanede:
“Seninki geldi Yasin!”
Tüm başlar döndü bana.
Gözler bana çevrildi.
Ama ben dönüp bakmadım.
Başımı eğdim.
Çünkü ne söyleyeceğimi bilemiyordum artık. Ne kadar inkâr etsem de, insanların zihninde yazılmış hikâyeyi silmeye gücüm yetmiyordu.
Rabia bir gün yanıma gelip şöyle dedi:
“Yasin Hoca seninle ilgileniyor. Farkında değilsin ama herkes farkında.”
“Hayır,” dedim hemen. “Ne ilgisi? Ne alakası?”
Ama inanmıyorlardı. Çünkü artık benim ne dediğim değil, başkalarının neye inandığı önemliydi.
“Sen farklısın. Hocalar seni seviyor, bizden ayrı tutuyorlar,” dediler.
Sanki bu ‘farklılık’ bir ayrıcalık değil de, bir yük gibiydi omzumda.
Ben sadece normal olmak, görünmemek, unutulmak istiyordum.
Ama her gün birileri gelip beni bana hatırlatıyordu.
Üstelik ben olmayan bir halimle…
O sırada içimde yalnızlık büyüyordu.
Dışarıdan bakan biri "ilgi" gören bir öğrenci sanırdı beni.
Ama içimde, görünmeyen bir buz dağının tepesinde tek başımaydım.
5. Bölüm: Benim Sınırlarım
Bazı insanlar görünmeden büyür.
Görülmemeyi isterken, herkesin gözü üzerindeyse...
Kendini korumak için, önce kendini tanıman gerekir.
Ben, ortaokulun o karmaşık yıllarında, istemediğim bir ilginin ortasında kaldım.
Dost bildiklerimin bakışları değişti.
Öğretmen dediğim insanlar bazen çizgiyi aştı, bazen sınır bilmedi.
Ben ise o çizgilerin tam üstünde yürümeye çalıştım; düşmeden, kaybolmadan.
Ama en sonunda şunu anladım:
Ben kim olduğumu biliyorum.
Ben ne yaşadığımı, ne hissettiğimi, ne istemediğimi biliyorum.
Ve bu bilgi bana güç verdi.
Kimseye bağırarak anlatmam gerekmedi.
Yalnızca durarak, dik durarak, “hayır” diyerek anlattım.
O gün günlüğümü okutmadım ya…
İşte o, belki de hayatımda ilk kez “kendi sınırlarımı” çizdiğim gündü.
Ve o çizgi, o kadar netti ki… kimse artık beni oradan geçemedi.
Zamanla sesler azaldı. Fısıltılar kayboldu.
Arkadaşlar başka konulara yöneldi.
Öğretmenler başka öğrencilere…
Ama ben, içimde bir şeyle kaldım:
Kendimle.
O çocuk halimle ne kadar gurur duysam az.
Çünkü o günlerde biri bana sınır koymadıysa, ben koydum.
Biri beni korumadıysa, ben korudum kendimi.
Ve şimdi, yıllar sonra o günlere dönüp baktığımda,
“Keşke yaşanmasaydı” demiyorum.
Çünkü o günler beni ben yaptı.
Ve ben, o çocuğun sessiz ama kararlı sesiyle büyüdüm.
---
SON