O yeni dünyayı yaratacak, düzeni tekrar kuracak olan, binlerce yıllık kehanetlerde işaret edilen gece doğan bebekti. O bebek Leydia, eski mahşeri bitirirken kendi mahşerini yaratacak olan, ailesinin korkulu rüyası, yaşadıkları dünyanın yeni lideri, ve yenilmez denen imparator varisinin gözbebeği olacak kadın. Biz ise sadece onun zorlu, acımasız , adaletli ve tükenmesine neden olacak aşkına şahit olacağız. Sizi Leydia Arronson’ın dünyasına şahitliğe davet ediyorum.

Hyunjin, Chris, Harley ve Kazuma… Dört farklı karakter, dört ayrı hayat… Ama bir noktada kesişen yollar, eğlence dolu maceralar, dostlukla yoğrulmuş duygusal sahneler… Bu kitapta sadece bir hikâye değil, “dostluk nedir?” sorusunun cevabını da arayacaksınız. Enerjisi yüksek, sürükleyici bu romanla hayal gücünüzün sınırlarını zorlamaya hazır olun! Peki ya sen, bu yolculuğa çıkmaya cesaretin var mı?

--- Önsöz Ben Wiusa. Beni unuttular. Öyle sandılar. Bir zamanlar ateşle mühürlenmiş bir lanettim— şimdi ise gölgelerin içinden yürüyen, Gümüş Diş’in yegâne taşıyıcısıyım. Dost dediklerim ilk ihanetti. Ustam büyümü mühürledi. Kanımdan doğanlar sırtını döndü. Ama kılıcım sessiz kalmadı. Ve hiçbir mühür… sonsuza dek dayanmaz. Ay ışığı benim yeminimdir. Her adımımda sırlar uyanır, kadim yaratıklar gözlerini açar. Beni arayanlar ya cevap buldu… ya da kayboldu. Çünkü bu yolun sonunda sadece biri kalacak. Ve o… ben olacağım...

İki kankanın birbirinin abisine aşık olması

Bir savaş... Acaba bu koca aşkı nasıl bir şeye dönüştürecek onları ayıracak olan ölüm mü? Olacak yoksa onları birbirine bağlayan bir düğüm mü olacak

Eclipsea, mutluluk ve huzur içinde yaşayan bir krallıktı.Bu topraklar hem ışığın hem de karanlığın dengesini koruyordu. Krallığın bilge ve güçlü yöneticileri Kral Solvian ve Kraliçe Heliara ve iki güzel kızları Solaire ve Selene’ydi. İlk olarak Solaire dünyaya geldiğinde, tanrılar onu Güneş’in vârisi olarak kutsadı. Onun ışığına yaraşır bir armağan verdiler: Omzunda, altın gibi parlayan bir güneş lekesi belirdi. Bu, onun kutsal gücünün bir nişanesi ve kaderinin bir mührüydü. Yıllar sonra, Selene doğdu. Bu kez tanrılar, ona Ay’ın vârisi olma onurunu bahşetti. Teninde, soluk gümüş ışıkla parlayan bir ay lekesi belirdi. Selene, ailesinin sevgisi ve halkının şefkatiyle büyüdü. Ablası Solaire ile birlikte, Eclipsea’nın geleceği için kaderleri birbirine bağlıydı. Selene’nin dünyası, huzur ve mutlulukla doluydu. Ta ki bir gün, her şey yerle bir olana kadar…

Arkadaştan aşka ilerliyen 2 kişi

Hiçbir hatıranın kalmadığı yerde, kader yeniden yazılır. Adını unuttu, geçmişini değil. Gökyüzü çatladı o gün, dünya nefesini tuttu. Alina, susturulmuş bir hayalin içine düşerken üç yabancıyla bir sırrın ortasında uyandı. Fiora`nın kırılgan bakışları, Nysa`nın sessiz öfkesi, Zaira`nın yıkıcı sözleri, hepsi bir aynanın parçalarıydı. Ve bir gölge, uzaktan izliyordu. Adı söylenmeyen. Yolu çizilmiş. Hiçbirinin seçmediği bu yazgı, birbirlerine mecbur bıraktı onları. Kimin düşman, kimin yeminli dost olduğunu anlamanın bile vakit alacağı bu yerde tek bir kural vardı: "Hatırlamayanlar, itaat eder." Bazı kapılar yalnız içeriden açılır. Ve bazı kızlar sadece düşerken uyanır. Hazır mısın? Çünkü ben değilim. Ama bu hikâye çoktan başladı.

"Aslında her şey basitti. Sadece biz uygun açıdan bakmıyorduk... Göremiyorduk... Ama artık görebiliyorum... bu konuda daha da uzmanlaştım. Her şeyi anlayabiliyor ve çözebiliyorum. Onlar beni yanlış tanıdılar... artık hiç tanıyamazlar... Çünkü değiştiğimi bilmiyorlar. Ne kadar güçlendiğimi bilmiyorlar... Görmüyorlar..." "Belki bir dönem onların tarafındaydım. Ve şimdi geri dönüyorum. Ama dost olarak değil... Onlara göstereceğim... karşımda diz çökecekler... belki kaçacaklar ama nereye gideceklerini biliyorum. Ne yapacaklarını, kime gideceklerini biliyorum. Köşeye sıkıştıkları zaman yalvaracaklar... ama işe yaramayacak... yaptıklarının hesaplarını verecekler!" "`Ne kadar yakından bakarsan... o kadar az görürsün... uygun açıyı bulduktan sonra her şeyi görebilirsin...` Ah, onun şu sözleri... Bana tüm yolu gösterdi... Teşekkür ederim..." "Ben eski büyükler üyesi Mira. Onlara karşı kaybetmeyeceğim... Bu savaşta ben kazanacağım... belki bizim yerimize birisini buldular ama bu beni durdurmaya yetmez..." "Geliyorum... Hem de hiç olmadığı gibi..." * * * " Ah, benim sevgi dolu koruyucu meleğim... keşke beni görseydin..."

İngiltere`nin Prensesi Donna`nin hikayesi. İngiltere Kralının en küçük kızı olan Donna taht yolunda zorlu bir görev onu bekliyordur. Donna Kara Prenses adında ün salmıştır. Lakin Prensesler tahtta söz sahibi olamadığı gibi Donna` nin da kendine koca bulması gerekmektedir. Veliaht Prens olan Dominic Donna ya olan ilgisini belli etse de kurallar gereği Dominic ve Donna`nın birleşmesi imkansızdır. Dominic`in Veliaht Prensden atılması içi gereken tek şey kralın 3 kızından her hangi birinin erkek çocuğunun olmasıdır.

Mevra krallıgı yedi krallıllıgın en büyügü beş krallıllıgın genç leydileri buraya eğitime gönderiliyor....bu leydiler buraya egitimemi yoksa köleligemi gönderiliyor birde büyük bağlanlanma günü var .

"Elimi Mina`nın sırtına doğru uzattım. Arkasında olduğumu farketmiş olacak ki hemen geri çekildi. Elim boşluğa denk gelince dengemi kaybedip taşlı patikaya doğru sendeledim. Mina adımlarını hızlandırmış, neredeyse koşacaktı. Bu kızı anlamak çok zordu. Daha az önce bacaklarım ağrıyor diye yakınan Mina şimdi ceylan gibi sekerek koşuyordu... "

uhlar Âlemi’nin ve ölümlü dünyanın kesişiminde doğan Violet, daha bebekken gökyüzünde beliren mavi hilalle işaretlenmiştir. Onun kaderi, yüzyıllardır kehanetlerde geçen “Ruhun Veliahtı”nı işaret eder. Büyürken gücünün farkına varır: Elleriyle ölüm ve yaşam arasında geçitler açabilir, karanlığı çağırabilir, ama aynı zamanda kalpleri de iyileştirebilir. Gücünü kabullenen Violet, zalimlere karşı acımasız, masumlara karşı ise adil bir koruyucuya dönüşür. Ancak denge bozulmuştur. Ruhlar âleminden kaçan karanlık varlıklar, ölümlü dünyaya sızarak hem insanları hem de doğayı zehirlemeye başlar. Bu varlıkların lideri olan Gölge Efendisi, Violet’in gücünü ele geçirmek için planlar kurar.

Elonor`un Krallığı

Lina Kara, geceleri kahvesini alıp laptopunun başına geçtiğinde, yazdığı her hikayenin içine dalan biriydi. Ancak bu kez, kelimeler sadece hayal dünyasında kalmayacaktı. Bir gün, romanının baş karakteri olan Arlen, aniden karşısına çıktı. Arlen, Lina’nın hikayelerinde yarattığı mükemmel erkekti—gizemli, tutkulu ve her zaman doğru anda doğru yerde olan biri. Fakat ortada büyük bir sorun vardı: Lina onu sadece yazmıştı, yaratmamıştı. Peki ya Arlen yalnızca bir kurguysa, Lina onunla nasıl konuşabiliyordu? Nasıl dokunabiliyordu? Ve en önemlisi… Arlen neden Lina’nın yazmadığı şeyleri hatırlıyordu? Giderek Lina’nın dünyası ve yazdığı hikaye iç içe geçmeye başladı. Yazdığı her kelime, sadece romanının değil, kendi hayatının da bir parçası oluyordu. Ama farkına vardığı bir şey vardı: Artık hikayenin sonunu o yazmıyordu. Lina, gerçeği keşfetmeye çalışırken, yazdığı karakterlerin kendi bilinçleri olup olmadığını, onların gerçekten var olup olmadığını sorgulamak zorundaydı. Eğer Arlen bir karakterse, o zaman ona âşık olmak ne anlama gelirdi? Daha da önemlisi… Eğer Lina bir yazar olarak kendi hikayesini kontrol edemiyorsa, acaba o da birinin yazdığı bir karakter miydi? Gerçek ile kurgu arasındaki çizgi bulanıklaşırken, Lina’nın elindeki tek ipucu “Yazgının Kalemi” adını verdiği eski bir dolma kalemdi. Ama bu kalem sadece kelimeleri değil, Lina’nın kaderini de yazıyor olabilir miydi? Bu hikaye, aşkın yalnızca bir kurgu mu yoksa en güçlü gerçeklik mi olduğunu sorgulayan büyülü bir macera. Eğer bir yazar yazdığı dünyaya sıkışırsa, peki ya onu kim yazıyor? 🩷

Bir kitap karakteri gerçek hayata ışınlanırsa ne olur?

Karanlık seni çağırdığında, kaçamazsın. Onu kabul etmeden özgürleşemezsin. Arin Shadowblade sıradan bir savaşçı değildi. O, Aetheria`nın gölgeleriyle mühürlenmiş kadim bir mirası taşıyordu. İçinde iki zıt güç-ışık ve karanlık-birbirini tüketmek üzereydi. Ancak geçmişinden kaçtıkça, karanlık yüzüyle yüzleşmek zorunda kaldı. Ve bir gün... Umbra Fang ortaya çıktı. Artık Arin sadece hayatta kalmaya değil, kendi kaderini yazmaya da kararlıydı. Ama onu bekleyen sadece karanlık değil; Aether Avcıları, gizemli tarikatlar ve bastırılmış sırlarla dolu bir evren. Bu, içsel bir savaşın, ihanetin, dostluğun ve karanlıkla yapılan barışın hikayesi. "Umbra: Karanlığın Mirası", gölgelerin ardında saklanan kaderle yüzleşmeye cesareti olanlar için...

Valorian Hanedanı, yüzyıllardır ihtişam ve güçle hüküm sürdü. Ancak bu görkemli cephenin ardında, tahtın varisleri arasındaki acımasız bir savaş gizleniyor. Her bir soylu kan, Kızıl Taht`ın keskin gölgesinde kendi oyununu kuruyor; ittifaklar kuruluyor, sırlar fısıldanıyor ve ihanet, sarayın taş duvarları arasında yankılanıyor. Beklenmedik bir kaderin çizdiği yolda ilerleyen genç Elara, kendini bir anda bu entrika dolu ağın merkezinde bulur. Ailesinin hırsları ve taht kavgaları arasında hayatta kalmaya çalışırken, Valorian Hanedanı`nın köklerine uzanan karanlık bir sırrı da keşfeder: Kızıl Taht`ın kendisi lanetli bir kanla lekelenmiştir. Bu lanet, yalnızca hükümdarın aklını değil, tüm krallığın geleceğini tehdit etmektedir. Elara, hem tahtın gölgesindeki düşmanlarıyla mücadele etmek hem de hanedanın üzerindeki bu kadim laneti çözmek zorundadır. Ancak bu tehlikeli yolda, kimin dost kimin düşman olduğunu kestirmek giderek zorlaşır. Sadakat sınanırken, kan bağları çözülürken ve sırlar açığa çıkarken, Kızıl Taht`ın gölgesi tüm Valorian diyarını yutmaya hazırlanmaktadır. Acımasız bir taht mücadelesi, karanlık bir lanet ve ihanetin kol gezdiği bu dünyada, Elara hayatta kalmayı ve Kızıl Tahtın gölgesini dağıtmayı başarabilecek midir?

Iki farklı dönem iki farklı güç ama aynı aşk

“Bazı kitaplar iradelidir, çocuğum,” demişti fısıltıyla, sanki bir sır veriyormuş gibi. “Okuyucusunu kendi seçerler. Çünkü içlerindeki dünya çatırdamakta, duvarları yavaş yavaş yıkılmaktadır. Ve o dünya, kendisini onaracak olanı arar. Bazen bu yolculuk bir kelimeyle başlar… Bazen bir bakışla… Bazense yalnızca bir dokunuşla kader değişir.”

Nazira... Doğduğu evreni unutturacak kadar uzak bir dünyada ama ruhunda gölgelerle konuşan büyük gücü ile büyür. Küçük yaşlardan itibaren rüyalarında göğe asılı şehirler, sisler içinde ona fısıldayan varlıkları görür. Ama hiç kimse ona nedenini söylemez.  Bir büyücü onu Erealth adındaki gizemli bir evrenden dünyaya göndermiştir.  Çünkü Nazira`nın kendisi bir anahtardır.  Gün gelir içindeki mühür kırılır... Ve Nazira gerçek kimliğini Kalp Anahtarı olduğunu öğrenir.  Erealth artık tehlikededir.  Gölgeler şehri düşmüş, Rüzgarlar susmuştur... Işıkla karanlık arasında bağ kopmuştur.  Nazira artık kendi içindeki gölge ile yüzleşmeli ve Erealth`ın unuttuğu umutları hatırlatmalıdır.  BU SADECE BİR KURTULUŞ HİKAYESİ DEĞİL Bir aidiyat, dostluk, cesaret ve yeniden doğuşun hikayesi... Çünkü bazen dünyanı bulmak için evrenden düşmen gerekir...

"Dünya`nın solgun ışıkları söndüğünde, ruhlar yıldızlararası bir yolculuğa çıkar ve yeni bir gezegenin şafağında yeniden doğarlar."

O gün Su elementi taşıyıcısı Felix herşeyde. habersiz ortak ders salonuna indi...

Bir kasaba korkutucu bir yangın çıkar. Kasabadaki çocuklar gizemli bir şekilde kaybolur. Polisler bu durumu araştırırken kasabadaki insanlaeın yanıgından diğilde zehirlenerek öldüğünü tespit edilir. Bu olayı her nekadar araştırsalarda bir türlü sonuca varılamaz ve bu zamana kadar gizemli bir şekilde kalmaya devam etmiş. Not:Kitapta bazı rahatsız edici sahneler vardır rahatsız olacak insanlar okumasın. Not2:Kitapta interseksüel birey vardır rahatsız olacaklar okumasın. İnterseksüel:Doğuştan gelen bir rahatsıslıktır. Kromozonların normalden fazla veya normalden az olması durumunda insanın çift cinsiyetli doğmasıdır. Bu benim ilk kitabım bu yüzden yazım yanlışları olabilir. Umarım seversiniz. İyi okumalar.❤️❤️ ❤️

Kalp Krallığı yıllar önce taşa döndü. Gölge canavarlar orayı kontrol ediyordu. Ama bir kızla her şey değişecekti. Her şey ortaya çıktığında 3 arkadaş ve 1 küçük kız krallığın kaderini değiştirecekti.