devam ediyor 9s önce güncellendi
VÂVEYLÂ | ASKERÎ
@nedenkineeee
Okuma
0
Oy
0
Takip
0
Yorum
0
Bölüm
0
Bir savaş esnasında esir düşen Yüzbaşı ve getirildiği krallık tesisi. Krallığa, yıllardır esir olmasına rağmen başkaldırır çünkü bir sebebi vardır:
Hedefindeki her şeyi ve herkesi, elde etmek.
Bazen dış bir güçle, bazense kendi iç gücüyle savaşırdı insan. İki savaş da bizi bir harabeden çıkmışızcasına yorar; hatta bazen üzer, ağlatır, diri diri gömerdi. Savaşlar hiçbir zaman mutlu son yazmazdı. Savaş, yalnızca ölümden önce bize verilen son haberlerdi.
Hayatım savaşlarla, çöküntülerle, harabelerin içinde yaşamaya çalışarak geçmişti. On sekiz yaşından küçük, reşit olmayan bir kızın içmesi yanlış görülürken; kimse, o daha reşit dahi olmadan içen kızın ne yaşadığını, yıllardır annesiz babasız büyüdüğünü, daha da kötüsü, anne babasının kim olduğunu bilmeyen bir kızın on sekiz yaşına girmeden bu kadar acıyı, yükü taşımasının ne kadar doğru olduğunu sorgulamıyordu.
Demiştim ya, benim hayatım hep hapisti. Bir gün ise o karanlık zindanların birinde attığım acı dolu çığlık, birinin beni yıllar sonra duymasını sağlamıştı. Belki bu yüzden bir daha asla konuşamayacak, sesli gülemeyecektim; fakat sesimi birisi duymuştu. Geride kalan her şey gereksizdi...
O asker, hayatıma iyi ki girmişti.
✈︎
"Özgürlük için," dedi, alnını sertçe alnıma yaslarken. "Özgürlük için dayan, Sarışın. Lütfen." İlk defa birisine emir verircesine konuşmuyor, bana yaşamam için yalvarıyordu.
Gözlerim dolarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Yaşlar bir bir aktı gözlerimden. Gözümden akan her yaş, onun için kasıp kavurmuştu.
"Git artık." Sesim o kadar zayıf ve kırılgandı ki, duyup duymadığını bile anlayamadım. "Yüzbaşı," derken sertçe yutkundum; gittikçe zayıflayan nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum.
Titreyen elimi havaya kaldırdım. Avuç içim ıslak olan yanaklarına değdi. Dünyanın en güzel hissiydi. "Tıraş olmuşsun." Gülümsemeye çalıştım. Sonlara doğru sesim tamamen kesilmişti.
Büyük elleri yüzümü çepeçevre sararken, en sonunda dayanamayarak kendisini güçlükle yanıma bıraktı.
"Gitmeyeceksin." Gözlerimin en içine, öyle bir baktı ki, onun için bir avuç ateş olup küllerimde savrulacağım sandım. Başı bu sefer de, kalp atışlarımı dinlemek veya yalnızca sakinleşmek için göğsümü buldu. Zaten nefes alamıyordum; fakat onu oradan kaldırmak hiç istemedim. "Avcı," dedim bu sefer de. "Bırak artık, ne olur. Canım yanıyor sen dokundukça." Kesik kesik inledim. Yaram iyileşecek gibi değildi ve ben ölecektim.
Sevdiğim adamın kollarında, bunu ona itiraf edemeden ölecektim. Yaram iyileşse de, o zehiri benim kanımdan kimse temizleyemezdi.
Her şeyi onun için yapmıştım. Beni affetmeyecek, mezarıma gelmeyecekti. Ama tüm bu yaptıklarım, onun yüzünü son kez doyasıya izlemek ve gözlerimde hissedeceğim sıcaklık için son kez de olsa değerdi.
Son güç kırıntılarımı umutla toplayarak yüzüne doğru döndüm. Dudaklarımı araladım sadece; sesim hiç çıkmadı, fakat o anlardı beni.
"Beni sakın unutma... ve beni oraya götür, Avcı..." Üzerindeki kamuflajının göğüs kısmındaki bayrağı işaret ettim. "Beni ülkene, ülkemize götür."
Beni, seni sen yapan, geceleri durmadan haberlerini, marşını okuduğun vatanına götür...