Fırat aktan.
Ferda'ın uyuduğun dan emin olduktan sonra yataktan yavaşça çıktım.
İçimdekiler dökmem gereken biri vardı. Banyoya gidip soğuk bir duş aldım. Abdest aldıktan sonra evin kapısını yavaşça çekip çıktım. Evin bahçesinden bile bakıldığında rahatlıkla gözüken dağa yürümeye başladım. Sıcak bir ağustos gecesi olmasına rağmen bedenim üşüyor ve titriyordu. Tepeye tırmanmaya başlamadan büyük çınar ağacının dibine gömdüğüm silahımı almayı ihmal etmedim. Bir süre sessiz ve temkinli bir şekilde yürüdüm. Dağın yarısına geldiğimde haberci tam tepemde uçuyor arada gaklıyordu.
"Hadi kardeşime geldiğimin haberini ver." Dediğimde başımın üzerinde daire çizdi. Ardından gecenin eşsiz karanlığında kayboldu. Tek başıma ıssız ağaçlığın içinde yürürken gördüğüm siyah bir köpekle gülümsedim. Yanından geçip gidecekken yıllar önce kardeşimden duyduğum sözler düştü aklıma.
Ne zaman bir sokak hayvanı görse 'bana benziyorlar.' derdi. İlk zamanlar anlam veremezdim. Onu tanımaya başladığımda anlamıştım nedenini.
Başı boş hayvanları kendine benzetirdi. sebebi ise kendini tıpkı hayvanlar gibi kimsesiz görmesiydi. İkizi Ayla'yı kaybetmek çökertmişti onu. Mavi gözlerinde benden başka kimsenin görmediği bir hüzün vardı. Siyah köpeğin yanına gidip ağır ağır yere çöktüm. Ne kadar dinç dursam da yaşlı bir adam olduğumu kabul etmeliyim.
"İyi geceler karabaş" Dediğimde zihnimde büyütemediğim kızımın surat asması gözlerimin önüne geldi.
'Öyle deme baba.' diye cırlardı burada olsaydı. Hayatı boyunca en sinir olduğu şey hayvanlara renklerine göre isim takılmasıydı. Ne zaman siyah renkte bir hayvan görse 'pamuğum' diye severdi. Daha Ankara'ya gideli bir kaç saat anca olmuştu ama çok özlemiştim prensesimi. "Kendine dikkat et pamuk oğlan." Dedim kafasını okşadığım köpeğin yanından ayrılırken.
Dakikalar süren yürüyüşün ardından nihâyet kardeşimin yattığı eve gelmiştim. Burası dağın eteklerinin üzerinde bir köydü. Şimdilerde tamamem terk edilmişti ve neredeyse kimse korkudan bu bölgeye uğrayamıyordu. Eskiden yaşayan insanların anlattığına göre köyü cinler basmıştı ve insanları rahatsız ediyordu. Yerseniz tabii.
Kuzgun intiharından hemen önce bu köye gömülmek istediğini söylediğinde ilk başlarda hepimiz karşı çıkmıştık.
Çünkü Kuzgun'un bizden istediği şey ailesi için göstermelik bir şehitlik ve asıl mezarının ise mezar olduğunun bile belli olmayacak bir yer olmasıydı.
Ancak daha sonrasında Kuzgun hepimize isteğinin nedenini açıklamıştı ve bizi bir şekilde ikna etmeyi başarmıştı. Evin bahçe kapısından girip arkasına dolaştım.
Mezarının baş ve ayak ucunda birer tahta vardı. Tahtaların üzerinde ise ona ait olan tek bir bilgi yoktu. Kuzgun simgesinden başka. Mezarının tam yanında fidan olarak ektiğimiz artık koca bir ağaç olmuş kızılçam vardı.
Bir sürü kuzgun kuşu kızılçamın dalları arasına tünemiş adlarını paylaştıkları adamın mezarını koruyorlardı. Ağır adımlarla mezarın yanına gelip oturdum. Kuzgun'a olan mahcubiyetim hiçbir zaman bitmeyecekti. Kızımın hayatını ona borçluyum.
Mezarın yanına oturup sırtımı ağaça yasladım. "Selamün aleyküm kardeş"
Elimi kurmuş olan toprağına attım. Daha dün sulamıştım ama sıcaktan kurumuştu. Mezarı boş bırakmazdım her gün sadece sulamak için bile olsa mutlaka gelirdim. Eğer ben gelemeyeceksem Serçe gelirdi. Ama mutlaka biri gelirdi. "Özledin mi beni?" Diye sordum sesimi dalga geçer gibi çıkartarak. Her zaman olduğu gibi cevap alamadığımda gözlerim sulandı. Sanırım insan yaşlandıkça daha duygusal oluyordu.
"Ulan varya kesin beni izlediğin yerden tribe girmişsindir şimdi. Özlemedim. Neden özleyecek mişim diye kendi kendine bağırıyorsundur.
Ama sana bir şey itiraf edeyim mi? Ben seni çok özledim lan." Boğazıma bir yumru geldiğinde sesim çatallaştı. Kendimi toplamaya çalışarak buraya gelmemin asıl sebebini anlatmaya başladım. "Her neyse bunları daha sonra konuşuruz şimdi asıl konumuza dönelim. Zelal ile Reyhan bir kaç saat önce Alkan'ın yanına Ankara'ya gitmek üzere yola çıktılar. Yanlarında ise Hozan var." Hozan'a üzülmediğimi
Söylersem yalan olurdu. Zavallı çocuk ne zaman bizim kızlarla bir şey yapmaya çalışsa mutlaka başlarına bir iş geliyor bu işten ise en çok etkilenen kişi ise Hozan oluyordu.
"Bakalım bu sefer başlarına ne gelecek." İçten içe her zaman yaptıkları gibi kavga etsinler ve karşı taraf şikayetçi olsun istedim. Çünkü bu sefer iş başkaydı. Onlar bir şey yapsalarda yapmasalar da ayaklarına bir kötülük mutlaka dolanacaktı.
"Yavrular iyi anlaşacaklar gibi duruyor." Dedim alakasızca. Toprağa dostça iki kere vurdum. "Belki yanılıyorumdur ama galiba Alkan, Zelal'den hoşlanıyor. Ha sanmaki Zelal'de bir şey yok o daha fazla sadece farkında değil." Kabul etmeliyim ki bu duruma sevindiğim kadar üzülüyordum da tahmin edersiniz ki böyle bir durum hiçbir kız babası için hoş değildi.
Sen prenses gibi bak büyüt elin oğlu gelip alsın. Olacak iş değildi. En azından onu üzmeyecek biri dedi bir tarafım. Ama yinede kızımızı alacak dedi diğer tarafım. "En azından bir torunumuz olcak." Dedim.
Mezarın yanına tünemiş olan kuzgun ötmeye başladığında garip dir ki bana güldüğünü hissettim. Parmağımı ona sallayarak "çok ayıp bu yaptığın." Dedim kızar gibi. Zerre ciddiye almadı. Biraz daha kardeşimle sohbet ettim. Kuzgun bazen acı acı öttü. Bazen ise güler gibi bir hali vardı.
𝕂𝕦𝕫𝕘𝕦𝕟 (𝔸𝕤𝕚 ℂ̧𝕒𝕜ı𝕣 𝕊𝕠𝕪𝕜𝕒𝕟)
Elimde bir pasta ile kabristana girdim. Yanımda her zaman olduğu gibi can yoldaşım vardı.
Tarih: 29 Kasım. Saatler 23:50'yi gösteriyor. Dakikalar sonra doğum günümüz var. Bir kaç saat önce Hakkâri dağlarından indim. Evime gidip duş aldım ve diğer yarımın yanına gelmek için yola çıktım. Tabii yol üzerindeki bir pastaneye uğrayıp pasta almayı ihmal etmedim. Kardeşimin yatağını gördüğümde omuzlarımı dikleştirip derin bir nefes aldım. Adınlarım hızlandı. Diğer yarımın baş ucuna geldiğimde soğuk mermeri okşadım. "Ben geldim diğer yarım." Annemin kabrinin taşını okşadım. "Ben geldim Firuze sultan." Dedim ikisinin ortasına geçip otururken. Cebimdeki gofreti çıkarıp Ayla'mın toprağına koydum. "Baştan söyliyeyim fazla vaktim yok. Bu seferlik beni affet. Zemheri ve Kurt olmasaydı gelemiyordum. Benim için insiyatif kullandılar. Hattâ Kurt kendisine yazılan izin kağıdına benim adımı yazmış bana verdi. Bir öğrenseler kazığa oturturlar."
Gülerek kolumdaki saatte baktım.
30 kasıma 3 dakika vardı. Pastayı kutusundan çıkarmaya başlarken anlatmaya devam ettim. "Kabul etmesende sanırım seviyorum onları. Hattâ belki Kurt'u bir tık daha fazla seviyor olabilirim."
Yalan değildi. Kurt'a kaç sefer ondan nefret ettiğimi haykırdığımı ben bile bilmiyordum. Bıkmadan usanmadan yanıma geliyor dinlemediğimi bile bile bana ailesiyle arasında geçen sorunları anlatıyordu. Hafif kafadan kırıktı o'da benim gibi. Pastayı nihâyet hazırlamayı başarmıştım.
Saatime baktığımda saniyeler kaldığını görüp kendime kızdım.
"Ulan 3 dakikada bomba yaparsın ama bir pastayı becerip açamazsın."
"Aynen Çakır bende zaten her gün pastaya mum dikiyorum dimi?" Diye çıkıştım kendi kendime.
"Kapa çeneni Kuzgun."
"İyide ben Kuzgun değilim ki." Dedim şaşkınlık içinde.
Bu kez araya giren Kuzgun oldu.
"Sence pastayı ben açsam bu kadar uzun sürer miydi?"
Gözüm kolumdaki saatte kaydığında bağırdım. "Susun be! Bu gün doğum günümüz."
Hepsi aynı anda "tamam" Dediler ve beklenen an geldi.
Saatler aynı anda 00:00 gösterdiğinde takvimler; 30 kasıma döndü. Ve yirmi beş yıl önce bu gün Soykan ikizleri Dünya'ya gözlerini açtı. Ne ara geldiklerini bilmediğim intikam timi tam arkamdan alkış tutmaya başladığında mavi gözlerime yaşlar akın etti.
"İyi'ki doğdunuz Soykan ikizleri."
Zemheri dâhil hepsi buradaydı.
Gözümden tutamadığım bir damla yaş süzüldüğünde hepsi benimle aynı anda ağlamaya başladı. Timin en küçüklerinden biri olan Safir koşup kollarını bana doladı. Bir elimde pastayı tutarken diğer elimle ince belini sardım. Laz dayanamamış olacak ki yanıma gelip pastayı elimden aldı. "Neyli pasta bu?"
Kör'de yanımıza geldi. "Çıkolatalı bence."
Kulaksız kasaturasını çıkarıp pastadan küçük bir dilim kesti.
"Dışı kara çikolata içi beyaz."
Serçe daha fazla dayanamadı hepsine birer tane patlattı. "Mundar ettiniz pastayı bırakında üflesin."
Pastayı Laz'ın elinden alıp yüzüme tuttu. "Dilek tut üfle."
Safir benden ayrılıp yanımda durduğunda ne dileyeceğimi merak ettiği için dikkatle bana bakıyordu.
Böyle şeylere inanmasamda eğer dilek tutmaz ve pastayı üflemezsen kavga çıkacağını bildiğim için dilek tutup pastayı üfledim.
"Ne diledin? " Diye sordu Kör.
"Kesin benimle evlenmeyi diledi." Dedi Kurt. Yüzümü ekşittim. Hayali bile berbattı. "Niye senle evlenmeyi dilesin?" Diye sordu Zemheri.
Kurt kendinden emin bir şekilde.
"Duymadınız mı beni sevdiğini söyledi. Demek'ki bana aşık." Dedi.
"Kusmama ha bu kadar var." Dedi Laz baş ve işaret parmağını ortasında küçük bir boşluk bırakarak gösterdiğinde. Serçe pastayı Safir'e verip boynuma sarıldığında bütün bedenim kasıldı. Serçe'nin bana karşı duyguları olduğunu biliyordum ve ona ümit vermek istemiyordum.
Sarılmasına üstün körü karşılık verip diğerleri ile kucaklaştım.
Herkes pastadan ince dilimler kesip yemeye başladığında Kurt yanıma oturdu. "Her şeyi duyduk."
Kendi kendime konuşmamdan bahsediyordu muhtemelen.
"Sanki hiç duymuyırsunuz arada kendimle konuştuğumu."
"Yok lan ondan bahsetmiyorum. Hani en çok beni seviyormuşsun ya onu diyom."
"Öyle bir şey demedim." Diye Kurt'a laf anlatmaya çalışırken bir patırtı koptu ve Kulaksız annemin mezarının üzerine düştü. "Ay pardon anneciğim kusura bakma." Diyerek kalkmaya çalışırken Laz ensesine vurdu. "Ezdin kadını be Allah seni bildiği gibi yapsın."
"Yanlışlık oldu."
"Ne yanlışlığı amına koyim toprak çöktü. Hala yanlışlık diyor utanmadan."
Zemheri kavga etmek üzere olan ikiliyi ayırdı. Hiçbiri bilmiyordu ama Soykan ikizlerinin en mutlu doğum günü bu gündü. İçten içe hepsine teşekkür ettim ölmeden bu günü gördüğüm için. Onları seviyorum...
𝙔𝙖𝙯𝙖𝙧𝙙𝙖𝙣.
30.11.2023
Arhan oğlunun mezarı başında oturmuş onunla dertleşiyordu.
Aslında bu gün kızının kabrini görmek istemişti ama imkansız demişti Zemheri. 'Bu gün karın ve çocukların şehitlikte ve Ayla'nın kabrinde olur. Seni görmemeliler.' demişti. Bu sebepten Mardin'e oğlunun asıl kabrine gelmişti.
Şehitlik göstermelikti. Oğlunun kabri bulunmamalıydı. Şehitliğin içi boştu. Oğlu Mardin'de bir evin bahçesinde yatıyordu. Kendini izleyen bir çift gözden habersiz oğlunun toprağına eğilip. "Özür dilerim." Dedi. Sesinde gizlemeyi beceremediği bariz bir pişmanlık vardı. "Seni koruyamadım oğlum affet beni."
Oğlunun soğuk toprağına sarılıp ağladı. Sayısız özür diledi.
Çok yakın olmayan bir ağacın arkasında kendini izleyen gözlerden habersiz oğluna karşı duyduğu suçluluk duygusunu dindirmeye çalıştı ama nafileydi. Ellerinde iki evladının kanları vardı. Oğlundan sayısız af dilemişti ama kızından dilemeye hiç fırsatı olmamıştı. İçindeki yangın hiç sönmeyecekti.
Telefonu çaldığında arıyan kişi; Zemheri'ydi. Acil oradan çıkması gerektiğini Fırat'ın oraya gelmek için yolda olduğunu söyledi. Arhan telefonu kapattığı gibi mezarlığı terk etti. Onun çıkması ile uzaktaki bekleyen kişi elindeki hediye paketi ile bahçeye girdi. Kuzgun kuşları onu gördüğünde delirmiş gibi ötmeye ve uçuşmaya başladı. Yüzünde bir maske üzerinde uzun kaşe kaban vardı. Ne kim olduğu belliydi. Nede cinsiyeti. Uçuşan kuşlara baktığında yüzünde sadistçe bir gülümseme oluştu.
"Ne o beni çok mu özlediniz?" Diye sordu. Kuşlar daha şiddetli uçmaya başladığında fazla vaktinin olmadığını anladı. Elindeki sarı hediye paketini mezarın üzerine bıraktı. Üzerine ise evsiz bir çocuğa yazdırdığı küçük notu sıkıştırdı.
"Fazla vaktim yok. Uzun zaman sonra seni gördüğüme sevindim Asi. En kısa zamanda tekrardan geleceğim. "
Mezarın baş kısmına eğildi. "Seni çok özledim Asi." Diye fısıldadı. Vahşi bir kıkırtının ardından toprağa küçük bir öpücük kondurdu. "Yine geleceğim. Umarım hediyeni seversin."
Sadist bir gülüşün ardından kuzgun kuşlarına öpücük attı. "Hoşçakalın... "
Kabirden uzaklaşıp gelecek ilk kişiyi beklemeye başladı.
Dakikalar sonra yakından tanıdığı Şahin kabrin başında belirdi.
Sarı renkteki hediye paketini gördüğünde eli belindeki silaha gitti.
Kim bırakmıştı bu hediyeyi?
Eline aldığı paketi inceledi. Üzerindeki notu gördüğünde çekti aldı.
Beni ne kadar özlediğinizin farkındayım. En kısa zaman'da görüşmek üzere...
Şahin elindeki notla etrafına bakındı kimse yoktu. Hediye paketini açtığında içinden özel yapım bir kar küresi çıktı. Kuzgun ve ikiz kardeşi Ayla'nın çocukluk halleri vardı. Kürenin altındaki düğmeye bastığında etraflarında kuzgun kuşları uçmaya başladı.
Bu ne demekti?
Çetin, Asi'nin mezarını bulmuş olabilr miydi?
Bölüm sonu.
İkizlerin doğum gününü üzülerek bu güne çekmiştim. En başından bilsem ilk bu gün yapardım. Lütfen kusura bakmayın.
Sizce hediye paketini bırakan kimdi?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
12.56k Okunma |
1.02k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |