36. Bölüm

Sezon finali ilk part (ilan-ı aşk)

Anastasia Zeze
zezeizim

merhabalar. Sezon finalinin ilk partı ile geldim. Bölümü tamamen yazmıştım ama wattpad tarafından tamamen silindi. Maalesef baştan yazdım ama yetiştiremedim.

birazda demoralize oldum. Bu sebepten sezon finalini iki parta bölmek zorunda kaldım.

keyifli okumalar. Satır aralarında buluşalım. 😘

 

Zelal aktan.

 

 

Birlikte masaya geçtiğimde yemek yemeye başladık. Sütlaç ise sofradaki yemeklere en rahat sulanabileceği yerdeydi. Reyhan'ın kucağında.

Reyhan tabağına aldığı salatalığı Sütlaç'a uzattığında, "verme şuna salata dan hastalanacak." Diye kızdı Hozan. Sütlaç her zamanki gibi yine umursamadı ve Reyhan'ın tabağına salça olmaya devam etti.

 

Reyhan ise Hozan'a göz devirdi.

"Aç mı kalsın? Sofradan yemediğin de kendi mamasını da yemiyor çocuk."

 

Hozan ağzına attığı patatesi çiğnemeden yuttu. "Aç kalırsa yer. Senin sayende aç kalmıyor ki ne bulsan ona da veriyorsun."

 

"Ne yapayım kıyamıyorum bu danaya." Reyhan, Sütlaç'ın kafasını mıncıklayıp öptüğünde rahatsız olan sütlaç tarafından pati yemesi kaçınılmazdı.

"Sende hiç sevilmeye gelmiyorsun. Ne olacak bir öpücük alsam."

Hozan gür bir kahkaha attı. "Benim yeğenim namuslu bir çocuk. Teyzesi de olsan öptürmez."

Birbirleri ile didişen ikiliye kıkırdamakla yetindim.

 

Bir süre sessizce yemek yedik ardından Hozan, "farkettiniz mi tim deki herkes hem çok yakışıklı hemde çok samimi. Gerçi ailenin kadınlarıda güzel ve samimi ben buraya gelirken bizi bu kadar seveceklerini ve aileye dahil edeceklerini düşünmemiştim."

 

"Ben bir tek Kaya'yı sevmedim. Gerisi çok iyi insanlar." Dedi Reyhan.

Hozan'ın kahverengi gözlerinde munzur bir ifade belirdi.

"Ha Kaya kötü biri yani?"

Reyhan düşünür gibi dudaklarını aşağı büktü. "Yani kötü biri diyemem. Ama biraz şey biri, hmm" Reyhan kaçamak bir cevap vermek için düşünürken ağzına masadaki tavuk etinden attı. Hozan masanın altından ayağımı dürttü. Bakışlarımı ona çevirdiğimde yüzünde sinsi bir gülüş vardı. "Reyhan amma düşündün. Yakışıklı ve karakterli bir adam. Heriflerin hiçbiri karaktersiz değil."

 

Hozan çok haklıydı. Hepsi gayet iyi insanlardı. Pilavdan koca bir kaşık aldığımda bu kez Hozan bana sataşmaya başladı. "Oha Zelo boğulacaksın."

 

Ağzımdaki pilavla dolu dolu konuştum. "Sen yemeğini yesene, ne diye bizimle uğraşıyorsun."

 

"Ne uğraşacağım seninle, boğulma diye uyardım."

 

Küçümser bir bakış attım. "Sen olmasan ne yapardık canımın içi."

 

Birkaç dakika süren sessiz yemeğin ardından Hozan, Serdar tarafından çay içmeye çağırılmış ve gitmişti. Reyhan mutfağı topluyordu. Bana ise Sütlaç'ın uzun siyah tüylerini tarama görevini vermişti. Telefonumdan bir şarkı açıp yanıma bıraktım ve koltuğun üzerinde uyuyan Sütlaç'ı kucakladım. Kucağıma Sütlaç'ın kendine ait olan havlusunu serip tüylerini yavaşça taramaya başladım.

 

Şarkıya mırıltılarla eşlik ederken Sütlaç'ın göbeğini açtım ve tarağı kadifemsi göbek tüylerinde gezdirmeye başladım.

 

Ne zaman onu tarayacak olsam kısık bir şarkı açar yada mırıldanırdım. Bu hem onu hemde beni rahatlatıyordu sanki. Çok sevdiğim bir sanatçı olan Bariş Manço'nun şarkısına eşlik ederken Sütlaç'ın uzun tüylerini tarıyor ve seviyordum. Dakikalar süren tarama işimiz bittiğinde Reyhan'a biraz uzanmak istediğimi söyledim ve yatağıma geçtim. Bu gün üzerimde bir halsizlik vardı.

 

Yanımda getirdiğim kitaplardan birini seçip hava ne kadar sıcak olsa da yorganın altına girerek okumayı tercih ettim. Çok geçmeden kapı açıldığında içeriye Sütlaç girdi.

 

"Kapıyı kapatmayı tahminen ne zaman öğrenirsin." Diye sorduğum sırada geriniyordu.

Sarı gözleri odanın içinde birşey arar gibi turladığında miyavlayarak tırmalama tahtasına gitti. Henüz yeni evimize alışamamıştı.

 

Tırmalama oyuncağıyla kısa bir cebelleşmenin ardından yatağa çıktı ve bu kezde kendini yalamaya başladı. Çıkardığı sesler yüzünden kitaba ilgimi veremiyordum. Huzursuz homurtular çıkartarak Sütlaç'a arkamı döndüm ve bu kez elime telefonumu aldım. Sosyal medya hesabıma girerek akışta gezinmeye başladım.

 

Kısa bir süre sosyal medya hesabımda oyalandım ve gözlerim kapanmaya başladığında telefonu bir kenara bırakıp yorganıma gömüldüm.

Uyumayı benden daha fazla seven biri varmıydı. Sanmıyorum.

 

Uykuya dalmama yakın Sütlaç'ın kafasını çenemin altına soktuğunu hissettim. Tabii ki oğlumda benimle uyuyacaktı.

 

Alkan Soykan.

 

Evin kapısını açtığım gibi Limon kapıya koştu. Bacaklarımıza dolanıp bizi selamladığında eğilip kucakladım. Minik kafasına koca bir öpücük kondurdum.

 

Miyavlayarak yeni uzayan sakallarıma sürtündü.

 

Kucağımda onunla birlikte kendimi koltuğa bıraktım. Atahan'la buluşup durumu anlatmıştım. Bir süre gözlem yapıp kimseye birşey söylememeye karar vermiştik. Ortalığı ayaklandırmaya gerek yoktu.

 

Atahan üzerini değiştirmek için odasına geçtiğinde kapı çaldı.

Söverek kapıyı açtığımda Kaya ve Armanç'ın geldiğini gördüm.

"Niye geldiniz lan?"

 

Kaya ayakkabılarını çıkartıp Limon'u kucakladı. "Dağlar kızı Reyhan çağırdı."

 

"O zaman Reyhan'ın evine gitseydin."

Armanç'ı sıkıştırdım. "Niye Reyhan'a gitmediniz de bize geldiniz lan?"

Seslice yutkunup önümden kaçtı.

"Ben ne bileyim abi." Diye mırıldanıp salona geçti. Kapıyı kapatacağım sırada yukarıdan adım sesleri gelmeye başladı. Kapı pervazına yastlanıp beklemeye koyuldum.

Çok geçmeden ablamla Reyhan merdivenlerin başında belirdi.

 

İkisinin elinde de tabaklar vardı.

Bize yemek mi getirmişlerdi?

O zaman hoş gelmişlerdi.

Ablamın üzerinde her zamanki siyah fırfırlı elbiselerinden biri vardı. Elbisesinin fırfırlı etekleri kalçasının altında bitiyordu. Buda beni oldukça sinir ediyordu.

 

Reyhan'ın üzerinde pembe mi? yoksa mor mu? olduğunu anlayamadığım mini bir etek vardı. Üzerinde ise tek kolu olmayan garip bir badi vardı.

Kıkırdayarak kapının önüne kadar indiklerinde beni yeni fark etmişlerdi.

 

Kaşlarımı çatıp boğazımı temizledim.

"Ne bu eteklerinizin boyu?"

 

İkiside önce eteklerine sonra bana baktılar. "Ne varmış eteklerimizde?" Diye soran kişi Reyhan'dı.

"Etekleriniz yok ki ne olsun. Diye hafifçe yükseldim. Ablam göz devirirke içeri girdi. "Rahmetli babama benzemesen kesinlikle üvey olduğunu düşünürdüm." Diye söylenmeyide ihmal etmedi tabii.

 

Ablamdan istediğim etkiyi alamamış olmanın verdiği rahatsızlıkla içeri giren Reyhan'ı yakaladım. "Senin eteğin niye bu kadar kısa?"

 

"Sen sor diye."

 

"Bir daha bu kadar kısa etek giyme." Dedim sataşmak adına. Evet, kıskanç bir adamdım ama kimseyi kısıtlayacak kadar da yaboz değildim.

Göz devirip elindeki borcamı kucağıma itelerken, "sana ne sırık" Demeyide ihmal etmemişti.

 

Borcamın üzerindeki bezi hafifçe açıp içinden bir kurabiye aldım. "Ne demek sana ne? Ben senden kaç yaş büyüğüm." Kurabiyeyi ağzıma tıkıştırdığımda arkasını döndü. "Kaç yaş?" Beklenmedik anda gelen soruyla duraksadım. "Bilmem. Büyüğüm işte yaşın önemi yok. Ben senin yeni abinim." Dedim. Kafasını şefkatle okşayıp.

 

"Alkan, bir siktir git ya"

 

"Zelal niye gelmedi? Sizden sonra mı gelecek?" Diye sorduğumda omuz silkti. "Zelal uyuyor, gelmez muhtemelen." Düşen yüzüme engel olamadım. "Kurabiyeleri sen mi yaptın?" Diye sordum peşinden salona girerken. Kafa salladı. "Zelal daha güzel yapardı." Şu dilimi sikeyim. Aklımdan söyleyeceğim şeyi dışarı vurmuştu. Uygun bir zaman diliminde kendisini bıçaklayacaktım.

 

Reyhan'ın imalı bakışları bana döndüğünde arkasından Kaya'nın kafası çıktı. "Yengeye aşık olduğunu bu kadar gözümüze sokmasan da olur aslında." Reyhan aniden arkasında beliren Kaya ile irkilmeden edemedi.

"Bir daha aniden arkamda belirirsen ağzının ortasını yumruğumu indiririm." Reyhan sinirle Kaya'ya söylendiğinde Kaya hafifçe kaşlarını çattı. Birşey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçit. Reyhan'ı baştan ayağa süzüp içeri yürüdü. Odama ilerlediğini fark ettim ama birşey demedim.

 

Kendimi salonun girişindeki koltuğa gürültülü şekilde bırakıp borcamı Armanç'a iteledim. "Kalk tabakla şunları." Kafasını sallayıp ayaklandı.

Atahan ve ablam balkonda sigara içiyordu. Reyhan tekli koltuğa geçtiğinde imalı bakışları üzerimdeydi. "Hayırdır?"

 

"Bilmem, hayır mı?" Reyhan dış görünüş olarak Zelal'e ne kadar benzese de karakterleri oldukça farklıydı. Reyhan sürekli Zelal'e ablalık, hatta analık yapıyordu. Zelal ise bu durumdan pek şikayetçi değildi. Tam tersi kendini Reyhan'ın yanında daha rahat hissediyor gibiydi.

 

Kalabalık bir sofraya oturduğumuz da Reyhan, Zelal'in tabağına yiyeceği şeyleri koyup eline veriyordu.

Kendini rahatsız hissettiği anda ise dibinde bitiyordu. Bu hareketleri bana fazlasıyla abimi hatırlatıyordu.

 

Babam ve annemle arası ne kadar kötü olursa olsun eğer yakınımızdaysa o'da tıpkı Reyhan gibi davranırdı. Ne yemek istediğimizi, ne oynamak istediğimizi anlar ve bize buna göre davranırdı.

 

Abimi kaybetmek beni derinden etkilesede ablamı tamamen sarsmıştı.

Bir süre benim dışım da kimseyle konuşmamış ve tamamen içine kapanmıştı. Daldığım düşüncelerden Reyhan'ın, "Alkan, iyi misin?" Diye soran meraklı sesi ile arındım.

Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerimden sıyrılıp Reyhan'a döndüm. "İyiyim. Neden sordun?"

 

"Daldın gittin bir anda, sorumda arada kaynadı."

 

Yerimde dikleştim. "Biraz yorgunum sanırım o yüzden oldu. Sen ne sormuştun?"

 

"Durgunsun diyorum bugün, normalde gözlerin bu kadar baygın olmazdı senin hayrola?"

Dudaklarımı sarkıttım. "Canım sıkkın gibi biraz." Kaşlarını kaldırdı. "Ali İhsan yüzünden mi?"

Kafamı iki yana salladım kararsızca. "Hem evet hemde hayır"

 

"Demek'ki başka bir sorun daha var"

 

"Evet. Var."

 

Düşünür gibi dudaklarını aşağı sarkıtıp kafasını sola yatırdı.

"Ailevi bir sorun mu?"

 

Bilmem. Zelal benim ailemden birimiydi?

 

Hayır. Dedi içimden bir ses.

 

Ama ona aşığız. Dedi bir diğer ses.

Hayır, diyen sesi susturmak daha cazip geldi bir anda.

Elimi görüş hızasına çıkardım.

"Ailevi gibi ama çokta değilde gibi. Vallahi bilmiyorum Reyhan."

 

Armanç elime bir tabak ve çay tuttuşturup hızlı adımlarla salonla bitişik olan mutfak tezgahına ilerledi.

Bir tabak ve bir çay da Reyhan'a verdi. Ablam ve Atahan'da şakalaşarak içeri girdiklerinde limonlu kurabiye'lerden bir tane alıp ağzıma attığım sırada kafama çarpan bir cisim yüzünden boşta kalan elimdeki çay üzerime dökülmüş bulundu. "Yandım lan!" Diye bağırdığımda arkamdan Kaya'nın sesini duydum.

 

"Alkan. Bi'şey oldu mu? Oğlum ne işin var orada?" Ablam ve Reyhan cırlayarak yanıma geldiklerinde ablam pantolonuma yapıştı. Bir taraflarımı göstermek suretiyle pantolonumu aşağı çekmeyi denediğinde Kaya ve Armanç diğer taraftan donuma asıldı. "Açma abla ayıp!" Diye bağırdı Armanç.

 

"Reyhan dön arkanı ayıp." Diye daha gür bağırdı Kaya.

"Yandı kardeşimin erkekliği! Çocuk erken emekli mi olsun?" Diye cırlayan ablam donumu soymaya çalışıyordu.

"Ya abla dursana." Diye yükseldim donuma hakim olmaya çalışırken.

 

"Ben arkamı döndüm Alkan bakmıyorum." Dedi Reyhan. Arkasını dönmüş yüzünede yastık bastırmıştı saftirik.

 

"Çay soğuktu zaten." Dedi Atahan ablamı tutmaya çalışırken.

"Abla bi bırak." Diye bağırıp kaçtım.

İlk anda anlamamıştım ama çay gerçekten de soğuktu. Asıl mesele Ata'nın bunu nereden biliyor olduğuydu.

 

Donumu toplayıp tamamen köşeye kaçtım. "Sen nereden biliyon lan çayın soğuk olduğunu?" Atahan tezgahın arkasına dolandı.

Eline aldığı demliği boşta olan avucuna döktü. "Bu demlik dün geceden kalma." Ocağın üzerinde duran diğer çaydanlığın demliğini eline aldı bu kez. Bir bardak çıkarttı ve demliği yukarıdan tutarak bardağı doldurdu. "Buda bu gerizekalının ocağın üzerine koyduğu ama karıştırdığı demlik." Kinayeli bakışları Armanç'a döndü. "Mal."

 

Armanç salakça gülümsedi. "İyi'ki karıştırmışım demlikleri."

 

"Alkan giyiniksen döneyim mi?"

 

"Dön Reyhan dön" Dedi ablam.

 

Ardından çıkardığı terliği kafama fırlattı. "Ne yapıyon ya?"

 

"Madem yanmadın, ne diye yandım diye bönürüyon."

 

"Yandım zannettim. Ne var bunda."

 

"Seni bir yakacağım o zaman göreceksin ne olduğunu mal."

 

Ablamın sayısız hakaretlerinin ardından üzerimi değiştirdim ve sohbet eşliğinde bir şeyler atıştırdık.

Ve nihayetinde yarın akşam Hakkari'ye çocukların yanına gidebileceğimizi öğrendik.

 

Yazardan.

 

Dora dakikalar önce İstanbul havaalanına iniş yapmıştı. Hızlı bir şekilde Havaalanı'nda ki işlerini bitirmiş ve taksiye binmişti. Kurt amcasının avucuna sıkıştırdığı not kağıdını taksiciye uzattı ve yerine yerleşti. Yolu uzundu ve ikna etmesi gereken bir Pars vardı.

 

Pars yıllardır babası ve abisi ile görüşmemişti. Sebebi ise babasının küçükken onları terk ettiğini düşünmesiydi. Ama yanılıyordu.

Babası onları hiçbir zaman terk etmemişti. Dora kafasını cama yaslayıp yolu izlemeye başladı.

 

Pars'ı ikna etmek hiç kolay olmayacaktı, farkındaydı. Ama ailesi bildiği intikam timi'ni yaşatmak için tek şansının Pars olduğunu da iyi biliyordu. Pars, Çetin'e karşı gelebilen sayılı çetelerin elebaşıydı.

 

Sayısız kez Çetin'in mallarına el koymuş, tırlarını yakmış, gemilerini kaçırmış ve iş yerlerini darmadağın etmişti. Çetin belli etmesede bu genç oğlan dan korkardı. Bunu en iyi bilen kişi ise intikam timinin komutanı olan Kurt'tu. Bunu bildiği için oğlunun gelmesini istemişti.

 

"Abla geldik." Dora cama yasladığı başını kaldırıp taksiciye baktı.

Orta yaşlarda göbekli bir adamdı. Saçlarının ortası hafif keldi.

"Ne kadar tuttu?" Diye mırıldandı hâlâ uykusu vardı.

 

"1000 lira tuttu abla." Dedi taksici.

Dora'nın gözleri faltaşı gibi açıldı. Uyku muyku kalmamıştı.

"Ney?" Dedi şaşınlıkla, sinir arasında bir sesle. Taksici tekrar fiyatı söylediğinde Dora bir cüzdanına baktı birde adama. Yol boyunca adamın bakışlarını üzerinde hissetmişti.

 

Gözleri hınzırca parladığında taksici başina gelecek felaketin farkında bile değildi. Dora taksiciye çaktırmadan cüzdanda ki paranın fazlasını çantasına attı. Cüzdanda ki tüm bozuk paraları avucuna topladı.

"Abi sana zahmet ellerini açar mısın?"

 

Taksici ellerini açtığında Dora bozuklukları adamın avucuna tek tek saymaya başladı.

 

"1, 2,3,4,5... 50"

Taksici şaşkınlıkla avucuna bozuk para sayan genç kızı izliyordu.

Dora bozuklukları saymayı bitirdiğinde kağıt paraları çıkardı. Hepsi beşlik ve onluk banknotlardan oluşuyordu. Bu kez taksici adamın avucuna banknotları saymaya başladı.

 

"5, 10,15,20,25... 100. Tüm param bu kadar." Dedi gülümseyerek. Taksicinin şaşkın ve öfkeli bakışları Dora'nın üzerinde dolaştı. Üzerinde siyah yırtık bir kot şort ve salaş bir tişört vardı. Kollarında ve bacaklarında çeşitli dövmeler, kulaklarında rengarenk küpeler vardı. "Abla dalga mı geçiyorsun?" Dedi taksici sinirlenmeye başladığı çattığı gür kaşlarından belliydi.

 

Peki bu durum Dora'nın ne kadar umurundaydı? Tabii ki hiç.

"Bundan başka param yok." Dedi gülümseyerek.

"Abla ne demek param yok? 1000 liraya karşılık 150 lira verdin. 100, 200 eksik olsa hadi birşey demeyeyim ama olur mu yani bu?"

 

Dora kısa saçlarını çekiştirerek düzeltti. "Öğrenciyim. Başka param yok."

 

"Abla yaktığım benzini bile karşılamaz bu para,"

 

"Abicim öğrenciyim diyorum. Başka param yok diyorum neden anlamak istemiyorsun. Bu memleketin öğrencisi açlıktan ölsün mü? Bunu mu demek istedin?"

Taksici kendine bağıran Dora'ya arabanın ön kısmını gösterdi. "Abla maden paran yok ne diye arabaya biniyorsun?"

 

Dora taksici adama küçümseyici bir bakış attı. "Ne yapayım şimdi param yok diye ebesinin nikahına yürüyerek mi gideyim." Gerilmişti taksici. "Beni ilgilendirmiyor ablacım. Ver benim benzin paramı."

 

Dora bir elini göğsüne attı. "Ayy sen şimdi beni mi aşağıladın kel kafalı. Ne demek bu? Sen şimdi bana araba alacak paran yoksa öl mü demek istedin. Araba alsan benzin almazsın mı dedin? Ne dedin yani."

 

Taksici, Dora'nın her hareketinde daha'da şoke oluyordu. "Ne diyon abla? Deli misin?"

 

Dora derin bir nefes alıp taksiciye kendini işaret etti. "Beni tanıyor musun?"

 

Şaşkın ve bir o kadar sinirliydi taksici.

"Hayır."

 

Kafa salladı Dora. "Bende zaten sizi tanımıyorum."

 

"Ne diyon abla?" Diye çıkıştı taksici.

 

"Bilmem ne diyom?" Dora kapıyı açtığı anda kendini dışarı attı. korumaların beklediği kapıya koştu. Taksici arkasından bağırdı ancak korumalar dan bir tanesi elindeki bıçakla taksiye yöneldiğinde saniyeler içinde arabasıns binip uzaklaştı.

 

Dora kapıdaki korumaya kendini tanıttığında koruma, Dora'nın içeri girmesine ses çıkartmadı. Dora yer altına inen merdivenlere yöneldi.

Her adımında içeriden gelen şarkı sesi ve tezahüratlar daha'da yükseldi.

 

Çetenin mekan adı verdiği bu bina tam anlamıyla bir yeraltı binasıydı.

Dışarıdan görünen yalnızca küçük bir kahve dükkanıydı ama merdivenler yedi kat aşağı iniyordu ve her kat başka bir suça yataklık ediyordu.

Dora merdivenlerin sonuna geldiğinde gözleri kafese kaydı.

Kafeste gördüğü kişi Kılçık'tan başkası değildi. Yerde yatan dört adamın ortasında dimdik duruyor etrafındaki insanlara kafeste olmasına rağmen korku veriyordu.

 

Siyah saçları yüzüne dökülmüş terden sırılsıklam olmuştu.

Kafasını geriye savurarak yakışıklı yüzünü ortaya çıkardı. Rakipleri ayağa kalkana kadar kafesin içinde gezindi. Dora biraz daha kafese yaklaştığında artık Kılçık'ın yüzündeki derin yara izi de belliydi.

Dört adamdan ikisi ayağa kalktı ama atağa geçmediler. Kılçık tepki vermeden duygusuz gözlerle rakiplerini izliyordu.

 

Uzun boyu, kavruk teni ve iri bedeni ile yalnızca rakiplerine değil, adını haykıran hayranlarına ve taraftarlarına da korku veriyordu.

 

Yeraltı dünyasında Kılçık namını almayı başaran sayılı adamlardan biriydi Pars.

 

Ona bu adın verilmesinin sebebi elbette sıska bir vücut olamazdı.

Ona bu adı veren kini ve sinsiliğiydi.

Bir kez birinden nefret ettiğinde kolay kolay öldürmez, ölmek için yalvarmasını sağlardı.

 

Rakiplerin hepsi ayağa kalktığında Pars kafesin içinde kendince çalan şarkıya ritim tutuyordu. Yüzü kan içinde kalan rakiplerden biri olan sarışın adam bağırarak Pars'ın üzerine koştuğunda Pars şaşkın şaşkın rakibine baktı. Koşarak üzerine gelen adama sağlam bir tokat çaktığında sarışın adam kafesin tellerine yapışmak durumunda kalmıştı.

Sarhoş seyirciler adını haykırdığında diğer üç rakipte aynı anda Pars'ın üzerine koştu. Fakat Pars zeki ve çevik bir adamdı. Üzerine koşan rakiplerine duygusuz gözlerle baktı.

 

Araşarında üç adım kaldığında kendini hızla yere attı ve bedenini yerde yuvarlayarak rakiplerinin ayaklarını hedef almış oldu. Ne olduğunu idrâk edemeyen rakipler kendilerini yerde bulduklarında Pars köşesine çekilmiş kahkaha atıyordu.

 

"Beyler yerde yuvarlanmaktan vazgeçseniz de dövüşsek nasıl olur?"

 

Dört rakibin öldürücü bakışları Pars'ın üzerinde geziniyordu.

 

Dört adam birbirlerine bakıp işaretleştiğinde Pars kafa salladı.

Sıkılmıştı bir an önce işlerini bitirmeliydi.

 

Kafesin ortasına gelen rakiplerine koştu ve ortadaki adamın yüzünün ortasına yumruğu çaktı.

Sağdaki adam üzerine atılacak olduğunda dirseğini adamın boğazına vurdu ve soldaki adamı boynundan kavradığında sırtına sert bir tekme indi. Bozuntuya vermedi gelen tekmeyi hissetmemiş gibi yapmayı seçti. Boynunu kavradığı adamı nefessiz bırakana kadar boğazını sıktıktan sonra dizini adamın gövdesine vurmaya başladı. Arkasımdaki adam kafasına vurduğunda bıkkınca ofladı işlemiyordu işte yumrukları ne diye vurup dikkatini dağıtıyordu.

 

Nihâyet boğduğu adamın nefesi tamamen tükenmiş geriye yalnızca cesedi kalmıştı. Kan içinde kalan cesedi bir köşeye savurup arkasını döndü. "Seni neden sona bıraktım biliyo musun Basri?"

 

Basri kafasını iki yana salladı. Sarı saçları kanlı yüzüne dökülmüş kendi kanına bulanmıştı. "Çünkü seni sikeceğim." Diye fısıldadı Pars sesinde ürkütücü bir tını vardı.

 

Basri kaçacak yer aradı ama bulamadı. "Kılçık yapma. Kulun köpeğin olayım yapma." Geriye giden adımları hızlandı. Çıplak ve kanlı sırtı kafesin soğuk demirlerine değdiğinde içi ürperdi. Pars ağır adımlarla Basri'nin önüne geldi. Bu kez bakışları ifadesiz değildi mavi gözlerinde can alıcı bir parıltı vardı.

Daha fazla kan istiyordu. Daha fazla ölüm istiyordu. Döktüğü kanlar, aldığı canlar hiçbiri yetmiyor içindeki ateşi söndürmüyordu.

 

Büyük elini Basri'nin çenesine attı. Soğuk kanlı bir şekilde Basri'nin çenesini açtı ve dilini kavradı.

Basri çenesini tutan adamı ittirmeyi denedi ama başaramadı. Hayvani bir güce sahipti Pars. Dora kafesin tellerine yaklaştı. Pars'ın düşündüğü şeyi yapacağımdan deli gibi korkuyordu. Ve Dora'nın korktuğu gerçekleşti. Pars tuttuğu dile kuvvetlice asıldı. Basri kuvvetlice inledi. Dora nefesini tuttu. Pars elinden kayan dile bu kez tırnaklarını geçirdi. Kuvvetlice yukarı çektiğinde Basri'nin boğazının derinliklerinden bir yırtılma sesi geldi. Basri kafesin bulunduğu salonu inletecek kadar gür inledi.

 

Pars, Basri'nin boğazının derinliklerinden gelen yırtılma sesini duyduğunda hırıltılı bir soluk aldı. İçinde bir yerde vahşi bir içgüdü vardı. Biraz daha çekiştirdiğinde Basri'nin inlemesi salonu doldurdu ve dili Pars'ın elinde sallanıyordu. Pars koparttığı dili havaya kaldırıp salladı. Basriden kısık inlemeler duyururken kanlar içinde kalan ağzına ellerini kapatmıştı. Kafesin kapısı açıldığında Pars gülerek dışarı çıktı. Boşta kalan avucunu öptü ve adını haykıran seyirciye el salladı. Dora ise bakışlarını kanlar içindeki Basri'nin bedeninden bir an olsun çekmedi.

 

Pars odasına giden koridora adımlarken elinde tuttuğu dili inceliyordu. Odasına girdiğinde elindeki dili akvaryumda beslediği piranalara attı. Dil saniyeler içinde piranalar tarafından yok edildi.

Kan içinde kalmış bedenini temizlemek için bir havluyu akvaryumun suyuna daldırdı.

 

Islanan havluyu bedenine sürterek kanlardan arınmaya çalışıyorduki odanın kapısı gürültülü bir sesle açıldı. Omuz unun üzerinden açılan kapıya baktı. Davetsiz misafiri Kulaksız amcasının dolandırıcı kızı Dora'ydı.

 

Melodik bir ıslık çalmaya başladı.

Dora ise oda da bulunan koltuklardan birine kurulmuştu çoktan.

"Hoş geldin dolandırıcı prenses"

Derin bir nefes aldı Dora.

"Pek hoş gelmedim Kılçık."

Pars masasına ilerleyip Dora'nın karşısına oturdu. Bu soytarı kılıklı kız bu kadar durgun olduğuna göre bir sorun vardı. Ama neydi?"

 

"Hayrolsun. Anlat hadi." Masanın üzerindeki viski ve bardağı eline aldı. Bir kadeh kendine bir kadeh çocukluğunu geçirdiği Dora'ya doldurdu. Kadehi Dora'nın önüne ittiğinde beklemedi Dora uzandığı kadeki dudaklarıyla buluşturdu.

 

Genzini yakan soğuk viski bile ellerinin titremesine engel olamıyordu. "Baba'nın sana ihtiyacı var Kılçık" Pars'ın dudakları arasındaki bardağı ağzına boşalttı. Elinin tersiyle dudaklarını sildi.

"Benim bir babam yok Dora." Sesinde tek bir duygu kırıntısına yer yoktu.

 

"Ama abin var."

 

"Abimle babamın görüşmediğini biliyorum Dora"

 

Dora derin bir nefes aldı.

"Alkan ve Zelal'e saldıracaklar. Kuzgun amcamızın biricik emanetlerine saldıracaklar Pars. Onlara yardım etmek zorundayız."

 

Pars çekmeceden telefonunu çıkardığında Dora onu izliyordu.

"Ne yapıyorsun?"

 

"Abimi arayacağım saldırıdan haberi olsun."

 

"Olmaz" Dedi Dora sert bir sesle.

"Bilmemeliler Pars."

 

Umursamazdı Pars. "Sebep?"

 

"Çünkü babam ve Kurt amcam, Çetin'e teslim olmaya gidiyorlar."

Pars masanın üzerinde duran gofretlerden bir tane alıp sakın hareketlerle açtı ve yemeye başladı.

"İstiyorsan alabilirsin." Dedi Dora'ya masayı işaret ederek.

 

İçki şişesini bu kez kafasına dikmeyi tercih etti. Kıbarlıkta bir yere kadardı.

"Bak Dora, baban için üzgünüm ama yapabileceğim birşey yok."

 

"Var." Dedi Dora'nın ümitli sesi.

 

"Babalarımızı kurtarabiliriz. Yardım edersen olur Kılçık."

 

"Babalarımız diye birşey yok Dora. Senin baban ve amcan onlar, benim hiçbir şeyim değiller."

 

"Sadece babalarımız değil bütün Şahin timi tehlikede Pars. Onlara yardım etmelisin lütfen."

 

Pars sinirinin son demlerindeydi.

"Benim babam öldü Dora. Anlıyor musun? Öldü."

Hızla ayağa kalktı. "Abimi arayıp söyleyeceğim. Dikkatli olurlar destek ekip falan temin ederler ama canlarını korurlar."

 

"Bir kere olsun geçmişi bir kenara atamaz mısın ya. Bir kere unutamaz misin o lanet olası geceyi."

 

"Unutamam!" Elindeki şişeyi hızla duvara vurdu. "Unutamam Dora. Unutmam. Sik gibi ortada bırakıldığım geceyi unutmam."

 

"Bırakmadı!" Diye bağırdı Dora.

"Bırakmadılar. Bırakmazlar da. Mecburdular bize zarar gelmesin diye yaptılar."

 

Pars iki adımda Dora'nın karşısına geçti. "Ne olduğu sikimde bile değil. Çık git burdan hadi! Defol git!" Kolundan tuttuğu kızı ayağa kaldırıp kapıya yürüttü. Dora kolunu çekmeye çalıştıysada başaramadı. Pars'ın iri bedeninin yanında çocuk gibi kalmıştı. "Geçmişte ne yaşanırsa yaşansın o hâlâ senin baban."

 

Pars, Dora'nın kolunu bırakıp tekrar sandalyesine bıraktı kendini.

"Babam bizi terk edip gittiği gün öldü Dora. Üzgünüm. İnan bana onu yaşatmayı çok kez denedim. Ama olmuyor... "

 

"Son bir şanş Pars, bu kez babanın değil benim istediğim son bir şans."

 

"Dora babam yüzünden abimle kaç yıldır görüşmüyorum biliyor musun?

Bir hiçliğin ortasına terk edildim."

 

Bir şişe daha içki çıkardı. Açmak istedi ama titreyen elleri izin vermedi.

Cam şişenin ağzını masaya vurup kırdı. Küçük cam parçaları şişenin içine girdi ama umursamadı. Kırık yeri üfleyerek minik camları ittirdi. Kırdığı bölgeyi ağzına alıp içki sinden koca bir yudum aldı. Şişenin kırık camı dudaklarının içini kesti. Bunu da umursayacak durumda değildi.

 

Dora cevap veremedi. Pars dakikalarca düşündü. Madem terk edilmişti o hâlde o'da terk edecekti. Canlarını yakacak kendini derin yalnızlığa bu kez o sürükleyecekti.

 

"Bir şartım var." Dedi yüzen piranaları izlerken.

 

"Ne?"

 

Şişenin parçalanmış ağzını tekrardan dudakları arasına aldı. Şişenin kestiği yerlere değen içki etini yaktı. İçindeki yangının büyüklüğünden hissetmedi bile dudaklarını. Şişeyi dudaklarından ayırdığında elinin tersiyle dudaklarından akan kanı sildi.

 

"Kafese gireceksin. Eğer kazınırsan sana yardım edeceğim."

Mavi gözleri dakikalar sonra Dora'ya değdi. Gözlerinde akmayı bekleyen yaşlar vardı. İçi acıdı. Belli etmedi.

Üzüldü. Belli etmedi. Dora'nın kalbini kırdığını farkındaydı ama başka şansıda yoktu. Kendi kırıklarını toplamak için karışında ki kızı kırmak zorundaydı. "Ama ben... Ben hiç kafese girmedim ki" Diye mırıldandı Dora.

 

"Bende hiç kafese girmemiştim. Ama terk edilince girmek zorunda bırakıldım Dora. Şimdi sende terk edildin say ve kafese gir." Kırık içki şişesinden bir yudum daha aldı bu kez camlar dudaklarını değil dilini kesmişti. "Ha oldu da yenildin. Yardım bekleme yenilen birini arkama almam. Arkasınada girmem."

 

Dora'nın içinde bir yerde hep hissettiği annelik hasreti belirdi.

Madem Kılçık terk edildiğinde kafese girmişti o hâlde o da terk edildikten on sekiz yıl sonra kafese girebilirdi.

 

Canı yanmıştı, can yakması şarttı.

Arkasını döner gibi oldu Pars'a ardından hırsla masanın üzerine ellerini yasladı. "Eğer babamları yaşatmak için sana ihtiyacım olmasa yüzüne bile bakmazdım Kılçık."

 

Pars'ın kalbi bin parçaya bölündü. Ne zaman insanlar onuda karşılıksız sevecekti. Onuda sevseler ne kaybederlerdi. Dora hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti. Pars dakikalarca yüzen piranaları seyretti.

Bir gün herkes O'na yapılanlar için pişman olacaktı. Bu pişmanlığı görmemeyi diledi içten içe.

 

Ağır adımlarla odasından çıkıp üst kata geçti. Adamlarından kendisine içki getirmesini istedi. Ve düşündü eğer Dora maçı kazanırsa ne olacaktı.

 

Alkan Soykan.

 

Kaya'nın evinde balkonda çay içiyorduk. Yarın akşam Hakkari'ye gitmek üzere yola çıkacaktık.

Kaya'nın verdiği dosyayı incelerken çayımdan bir yudum aldım. Hiçbir eksik yoktu. "Ali itinin burnu çatlamış." Dediğinde dosyadan bakışlarımı çekmeden kafa salladım.

"İyi olmuş"

 

"Kızı bu kadar seviyorsun ama bir türlü açılmıyorsun ya hayret ediyorum."

 

"Hayret edecek birşey yok. olacak şey var, olmayacak şey var. Bizimkisi olacak birşey değil." Dedim dosyayı imzalayıp kapatırken.

 

"Olmayan ne? Hadi önceden kızın kalbinde başka bir adam var diyordun. Şimdi ne var."

 

"Belki de Reyhan yanılıyor." Dedim aklındaki sorulara yanıt olması için.

 

"Hiç sanmıyorum. Dağlar kızı çokta iyi tanıyor Zelal'i eğer senin dediğin gibi birşey olsaydı net bilirdi."

Kaya'yla aynı fikirdeydim ama tek sorun bu değildi. Abimin intikamını almak istiyordum. Zelal'le evlenirsem bir çocuğum olduğunda intikamı alamazdım. Durmak zorunda kalırdım. Kaldı ki Zelal'i böylesine zor bir durumda da bırakmak istemiyordum. "Yine de olmaz." Diye mırıldandığım sırada kafama uçan yastıkla sendeledim.

 

"Madem olmayacaktı o zaman kızdan en başında uzaklaşacaktın kardeşim."

 

Kafama çarpan yastığı alıp sırtıma koydum ve geriye yaslandım.

Çayımda bitmişti zaten.

"Zelal'e yakın davranmıyorum zaten." Dedim kaşlarımı çatarken.

 

"Evet, sadece ciğerci kedisi gibi uzaktan izliyorsun. Daha doğrusu izleyebiliyorsun. Çünkü malsın."

 

Mal kelimesini o kadar vurgulu söylemişti ki bir an gerçekten mal olabileceğimi düşündüm. "Sen gel beni dinle yarın sabah git açıl kıza Allah'ın izniyle şu Hakkâri işi bittiğinde gider isteriz. Sende mis gibi yuvanı kurarsın."

 

Kaya'nın fikri ne kadar mantıklı gelsede hâlâ yerine oturmayan bir şeyler vardı. "Ayıp olur lan. Aylarca adamın evinde kaldım. Onlar sayesinde yaşadım. Adam dönüp demeyecek mi ulan piç kızıma mı göz koydun. Yok olmaz." Kafamı olumsuz yönde salladım kesinlikle olmazdı.

 

"Allah'ım sabır ver. Beni delirtmek mi istiyorsun Alkan. Ulan aşık olmuşsun işte kıza nesi ayıp bunun." Kafama ikinci bir koltuk yastığı daha uçtu.

Şerefsiz sanki yastık değil bomba atıyordu. "Atma amına koyduğum." Diye hafifçe yükseldim. "Alkan, seni bu kızdan başkası çekmez kardeşim yarın sabah git açıl kıza sende kurtul bizde kurtulalım. Yeter sikecem aşkınıda seni de. Bizim köyün delisi Cevşin bile sevdiği kıza senden daha hızlı açılmıştı amına koyim."

 

Tek sorun buymuş gibi, "Cevşin diye isim mi var?" Diye sordum.

 

Daha demin sinirlenmemiş gibi arkasına yaslanıp dudak büzdü.

"Bilmem ki. Bende bir tek bizim köyde duymuştum. Olmasa niye koysunlar?"

 

Arkama yaslanıp kolumu koltuğun başlık kısmına yasladım.

"Cevşen olabilir, Cevşin diye isim yok. Belki sen yanlış hatırlıyorsundur"

 

Düşür gibi dudaklarını büktü. Eliyle bıyıklarını aşağı doğru taradı.

"Babamla konuştuğumda bir sorayım bende merak ettim şimdi." Dedi ardından aklına ne geldiyse çay tabağını bana fırlattı. "Ne yapıyon lan?"

 

"Konuyu çevirme sikerim belanı. Git şu kıza açıl. Vallahi döverim seni Alkan."

 

"Düşüncem." Dediğim sırada gayet sakince ayağa kalktı ve çenemin sol tarafına sağlam bir yumruk çaktı.

İki askerin hızlı refleksleri birleşirse ne mi olurdu? İki seçenek olurdu. Birincisi; kaçınılmaz dayak.

İkincisi; ani kaçış ve kovalama.

 

Biz tabikide birinci seçenekten gittik.

Kaya'ya tekme savurduğumda üzerime atladı. "Bana bak lan pezevenk." Sevgi sözcükleri ile boğazımı sıkarken oldukça sessizlik çünkü içeride uyuyan bir adet Serdar vardı ve ikimizde onu rahatsız etmek istemiyorduk.

 

"Kıza açılıyorsan açıl. Açılmıyorsan Allâh çarpsın seni babamın deli yengesi Songül'le evlendiririm. Elli küsür yaşında kocasını baltayla kesti. Benim kadar bıyığı var."

 

Tıslar gibi fısıldayarak söyleniyor ve boğazımı sıkıyordu. Sağ tarafına kuvvetli bir yumruk vurduğumda sendeledi. Ardından aynı yumruğu iade etti. "Bırak yoksa seni sabah iştimasında donla koştururum."

 

Yapacağımı iyi biliyordu o yüzden son bir yumruk vurup geri çekildi.

Omuzumdan tutup ayağa kaldırdı. "Gözünü seveyim siktir git. Bıktım senden de aşkından da."

Üstümü düzenleyip ayakkabımı giyerken cilveli bir kadın gibi göz kırptım. Kaya, senden adam olmaz bakışları atmaya başladığında birde öpücük attım. "Lezbiyensin dimi lan göt? O yüzden açılmıyon kıza."

 

Binada yankılanacak bir kahkaha attığımda Kaya iğrenti ile yüzünü buluşturdu. "Defol git göt." Kapıyı yüzüme kapattığında eve çıkmak için gülerek merdivene yöneldim.

 

Evimin kapısına geldiğimde saksıya eğildim. Anahtarı çıkaracağım sırada yanağımdaki sızlamayla doğruldum.

Kaya iti yüzünden dişim ağrımaya başlamıştı. Köyün delisi kadar olamadın. Dedi içimden bir ses.

 

Bakışlarım üst kata çıkan merdivenlere kaydığında Kaya'nın yarın git açıl kıza. Diyen sesi beynimde yankılandı.

 

Madem açılacaktım o halde ne diye sabahı bekliyordum ki? Ağır bir o kadar da heyecanlı adımlarım üst kata çıktı. İlk başta Zelal'lerin kapısını çalmaya meylettim sonrasında vazgeçtim. Aile apartmanı olduğu için herkesin yedek anahtarları kapı önü saksısının altında olurdu.

 

Eğilip ablamların anahtarını aldım. Sessizce kapıyı açtığımda Gölge kuyruğunu sallayarak üzerime atıldı. Sakin olması gerektiğini fısıldarken anahtarı eski yerine koydum ve ayakkabılarımı elime aldım.

 

Ablamın uykusu fazlasıyla ağırdı uyanmayacağına emindim.

Başak ise ablamın tam tersini. Kuş uykusuna yatar yerde böcek tıkırdasa uyanırdı. O yüzden olabildiğince sessiz olmalıydım.

 

Gölge koca kıçını sallarken kapının girişindeki büyük ve biçimsiz vazoya vurduğumda yere düşmeden yakalamayı başardım. Lâkin ses çıkarması kaçınılmazdı.

 

"Gölge, gel buraya. Gece gece ses yapma." Koridorun sonundan Başak'ın uykulu sesi yükseldiğinde Gölge koşarak odasına gitti.

Başak'ın homurtularını duyabiliyordum.

 

Yavaş ve seri adımlarla balkona yürüdüm. Kapıyı yavaşça aralayıp balkona çıktığımda sessizce kapıyı geri örttüm. Yan dairelerin balkonlarını ayıran tek şey ince duvarlardı. Ayağımı korkuluklara atıp tül perdeden içeriye baktım. Salon sakin gözüküyordu. Ayakkabılarımı yavaşça balkona bıraktığımda kendimi Zelal'lerin balkonuna attım.

 

Heyecandan hesap edemediğim birşey vardı. Kapının kilitli olması.

Ağzımın içinden söverek cebimden kılçık çakımı çıkardım. Kapıyı hafifçe zorladığımda ufak bir ses eşliğinde açmayı başarmıştım.

 

Ayakkabılarımı alıp kapıyı geri kapattım. Sessizce mutfağa yönelip bir bardak su içtim. Koridor sakindi. Muhtemelen evdeki herkes uyuyordu.

Zelal ve Hozan'ın uykusunun ağır olduğunu Mardin'de kaldığım süre zarfında öğrenmiştim. Ancak Reyhan hakkında bir fikrim yoktu. İçimden bir ses eğer her konuda olduğu gibi bu konuda da Zelal ile benziyorlarsa onunda kolay kolay uyanmayacağını söylüyordu.

 

Ağır adımlarla koridora yürüdüm.

Üç odadan hangisinin Zelal'e ait olduğunu bulmaya çalışıyordum. Sol taraftaki odanın kapısına kulağımı yaslayıp içeriden gelen sesleri dinledim. Ağır bir nefes sesi vardı. Bu hırıltılı sesin Hozan'dan geldiğine emindim.

 

Kaldı iki seçenek.

 

Ortadaki odanın kapısını yavaşça araladığımda yataktan düşmek üzere olan Reyhan'la karşılaşmayı elbette beklemiyordum. Gerisin geriye kapıyı örteceğim sırada aklıma Reyhan'ın düşmesi durumunda çıkaracağı sesler geldi. Yavaşça odaya girip kapıyı aralık kalacak kadar kapattım. Perdesini kapatmadığı için sokak lambasının yaydığı bütün ışık odaya vuruyor loş bir ortam oluşturuyordu.

 

Reyhan'ın açılan üstüne bakmadan yakınlaştım. Tişörtü yukarı çıkmış karnı yarıya kadar açılmıştı. Ayaklarının atına attığı yorganı yakınlaşmadan üzerine attım.

 

Açılan üstü kapandığında rahat bir nefes alıp yataktan düşmek üzere olan kolunu ve bacağını tuttum. Yorganla birlikte itelediğimde huzursuzca homurdandı. Ama bu kezde saçları boynuna dolanmıştı.

 

"Saçına sıçayım Reyhan. Ne için geldim neyle uğraşıyorum." Homurtular eşliğinde ensesindeki saçlarından bir tutum tutup çektiğimde acıyan saç dipleri yüzünden homurdanıp saçlarını geriye attı. Uyandırmadan düzeltmiş olmanın haklı gururu ile perdeye yöneldim. Sessizce perdesini çekip odasını terk ettim.

 

Köşeye koyduğum ayakkabılarımı alıp Zelal'in odasına girdim. Sütlaç'a sarılmış halde uyuyordu. İçeri girip kapıyı kilitledim. Ayakkabılarımı odanın köşesine bırakıp yatağın köşesine oturdum.

Odanın içi pek aydınlık değildi o yüzden kıyafetlerinin rengini seçemiyordum. Yorganı yatağın yanına yere düşmüştü. Sıyrılan tişörtü ince ve kıvrımlı belini açıkta bırakmıştı.

 

Şortunun bir bacağı dolgun kalçasının altına kadar sıyrılmış beyaz tenini karanlığa rağmen açığa çıkarmıştı. Seslice yutkunup tişörtünün eteklerine uzandım. Belini kapattım ve yorganı kalçalarının üzerine kadar örttüm Sütlaç gerinerek Zelal'in kucağından sıyrıldı ve benim kucağıma geldi. Kafasını sakallarıma sürttü. Birkaç dakika Sütlaç'ı sevdikten sonra yönümü tekrar Zelal'e çevirdim.

 

Kıvırcık kahveleri yüzüne dökülmüş güzelliğini gölgelemişti.

Karanlık odaya rağmen gözlerini örten uzun ve kıvrımlı kirpiklerini görebiliyordum.

 

Uzanıp yüzünü saklayan kıvırcık tutamları geriye çektim. Yumuşacıktı saçları. Alnı ve boynu terden sırıl sıklam olmuştu. Yavaşça ayağa kalkıp pencereyi araladım. Sineklik teller olduğu için Sütlaç çıksada düşmezdi zaten.

 

Önce uyandıracak oldum. Sonra aklıma eğer bu gece beni reddederse Hakkari'den sonra bir daha görüşmeme ihtimalimiz geldi ve vazgeçtim. Kemerimi çıkartıp yanına uzandım. Alnında biriken terleri avuç içimle sildim.

 

Parmaklarımın tersi bir süre yanaklarında oyalandı. Uykulu homurtular çıkardığında arkasını dönmeye meyletti. Yorgana ufak bir baskı yaparak dönmesini engelledim.

 

Uykulu homurtular çıkararak elini üzerime attı. Çok kadınla birlikte olmuştum ancak hiç biri bu denli yakmamıştı tenimi. Küçük bir temasla soluğumu kesmeyi başaran kıvırcığa delicesine bir bağlılığım vardı.

 

Ne ara bu denli bağlanmıştım ona?

 

Mardin'de ilk gözümü açtığımda karşımda onu gördüğümde mi?

 

Belki. Dedi içimden bir ses. Belki Mardin'de.

 

Değil dedi diğer ses.

Diyarbakır hastanesinde.

 

Belkide daha öncesi dedim kafamdaki sesleri bastırarak. Diyarbakır hastanesinde onu ilk gördüğüm an gözlerimin önünde belirdi. Sedyeden düşen eli. İlk temas o günde en az bu günkü kadar yakıcıydı. Engel olamadığım bir dürtü ile yüzüne yaklaştım. Sıcak nefesi yüzüme vuruyor tenimin altında bir ateşi harlıyordu.

 

Dolgun dudaklarına kaydı bakışlarım.

Kısık bir nefes verdi Zelal.

Kendimi geri çekmeyi isterdim ancak dolgun yanaklarını öpmekten zarar gelmeyeceğini düşündüm.

 

Yanlıştı. Biliyordum ama engel olamıyordum. Dudaklarımı belli belirsiz yanağına bastırdım. Kokusundan derin bir soluk çektiğimde. Karnımın üzerinki elini geri çekti. Huylanmış olmali ki yanağını kaşıdı. Belkide sakallarım battı.

 

Mırıldanarak şekil değiştirdiğinde yorganı üzerinden attı. Bir bacağını üzerime attığında soluksuz kalmıştım.

Nefes almak hiç bu kadar zor olmamıştı.

 

Elini göğsümün üzerine koyup belli belirsiz sıvazladı. Bedenim kaskatı olmuştu. Ne kadar süre o şekilde durduk hiçbir fikrim yoktu.

Artık açılmanın vakti gelmişti.

 

Zelal'in elini ve bacağını üzerimden atıp yerimde dikleştim.

"Kıvırcık" Dedim sessizce.

"Zeloş, uyansan mı acaba?" Dediğimde arkasını döndü.

 

Kolundan tutup dikleştirmeye çalıştım. "Ya bırak" Homurdanarak kafasını tekrardan yastığa gömdü.

"Kıvırcık, bir dakika uyan sonra geri uyursun söz." Fısıldayarak konuştuğum için gözünün tekini açar gibi oldu ancak sonrasında vazgeçti ve yorganı kafasına çekip altına saklandı. "Zelal bi beni dinler misin?"

 

Bir şeyler söyledi ama yalnızca sabah dediğini duyabilmiştim.

"Sabah ney?"

 

"Uykum var" Diye belli belirsiz yükseldi.

 

"Kıvırcık, bari beni seviyor musun onu söyle öyle uyu."

 

Yüz üstü dönerken onaylayan bir mırıltı çıkardı. Heyecanıma yenik düşerek kollarının altından tutarak kucağıma çektim. Yüzü artık bana dönüktü. "Seni seviyorum." Diye mırıldandım kulağına doğru.

Kollarını boynuma doladı. "Biliyorum." Diye mırıldandı. Kafasını boynumun girintisine gömdüğünde omuzuna minik bir buse kondurdum.

 

Kucağımda yan oturuyordu. Büyük bir bebeği andırıyordu kucağımdaki bedeni. Birkaç dakika ikimizde konuşmadık ve yalnızca sarılarak anı değerlendirdik. Daha doğrusu ben öyle yaptığımızı düşünüyordum lâkin Zelal çoktan uykuya geçiş yapmıştı. Boynuma vuran ılık nefesi düzene girdiğinde bedenide hafifçe ağırlaşmıştı.

 

"Kıvırcık, sakın uyumuş olma."

Kollarının altından tutup kendimden uzaklaştırdığımda yanılmadığımı anladım. "Hayatımda gördüğüm en öküz kadınsın. Ama ben seni buzağı niyetine severim."

Saçlarının arasına bir öpücük kondurduğumda "uykum var" Diye mırıldandı. Daha fazla uykusunu bölmek istemediğim için yatağına yatırdım.

 

Arkasını dönüp homurdanarak uyumaya devam etti.

Aklıma gelen düşünceyle omuzunun üzerinde kafamı yasladım.

"Kıvırcığım, bende burda uyuyayım mı?"

Belli belirsiz bir mırıltı çıkardığında saçlarını öpüp geri çekildim. Odadaki tırmalama tahtasıyla didişen Sütlaç'ı yanıma çağırdım. Zelal'in kucağına girip kafasını göğsüne yasladı. Biraz olsun sakinleşmiş gibiydi.

 

Zelal'in üzerini kalçasına kadar örtüp büyük kaşık pozisyonuna geçtim. Yüzümü mis gibi kokan kıvırcık saçlarına gömdüm. Aramıza yorganı sıkıştırdım ve bel hizasından sıkıca sarıldım.

 

Bölüm sonu.

Devamı gelecek.

Alkan'ın, Zelal'e açılmasını bekliyor muydunuz?

Kılçık'ı sevdiniz mi?

Dora maçı kazanır mı?

 

Bölüm : 06.01.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...