41. Bölüm

Sevgilim. (Yeni sezon)

Anastasia Zeze
zezeizim

Yazardan.

 

Kurt deli gibi bir sağa bir sola volta atıyordu. Dora'nın, Pars'ı ikna edebilmesi için her ikisinede yalan söylemişti. Dora, Kurt'un bu gece teslim olacağını zannediyordu. Bu sebepten dolayı ne yapacak ne edecek Pars'ı Mardin'e getirecekti.

 

Asıl olay onlar geldikten sonra başlayacaktı. Kurt, Pars'ı yanına çektiğini Çetin'e belli etmeyecek ve teslim olacaktı. Alkan ve Zelal güvenli bölgeye geçene kadar bizzat kendisi Çetin'i oyalayacak gerektiği yerde yem olacaktı.

 

Çocuklarını koruyacaktı.

Bu güne kadar gözü gibi baktığı Emanetlerine sahip çıkacak onlara zarar gelmemesi için gerekirse kendini yok edecekti.

 

Kör yumruğunu sertçe masaya indirdi. "Kurt, deli danalar gibi dönüp durma. Güce ihtiyacımız var. Bu şekilde gücünü yiyorsun. Unutma ki kırk beşi geçtin."

 

Kurt iki elini birden şakaklarına bastırdı. "Dora, Pars'ı getiremezse ne olacak? Çocukları nasıl koruyacağız."

 

"MİT destek vermiyor mu? Yada adam sağlamıyor mu? Sizi bu denli telaşlandıran ne?" Arhan'ın soruları ile Zemheri yorgun bir nefes verdi.

"Kuzgun operasyonu devletten gizli bir operasyon Arhan."

 

"Devletten gizli derken?"

 

"Devletten gizli çünkü devletin içinde Çetin'in bir sürü yemlediği hain var." Dedi Efkâr.

 

"Devlet'ten gizli; çünkü Ankara Başsavcısı Nail Baltacı başta olmak üzere bir çok savcı bu ite çalışıyor." Diye ekledi Laz.

 

"Suç işliyoruz. Yaptığımız yanlış." Dedi Arhan. Vatanına ve milletine olan bağlılığı evlatlarını bile ezerdi.

"Korkuyorsan defol git." Serçe'nin yüksek tiz sesi odayı doldurduğun da Şahin masanın altından Serçe'nin dizine vurdu. Kendini dizginle diyordu.

 

Umursamadı Serçe emanetlerine kan değmesinden korkuyordu.

"İllegal yönetiyoruz bu operasyonu, varsa evlatlarını koruyacak yüreğin kalırsın bu masada. Haa diyorsan ki bende o götte, yürekte yok. O zaman kapı orada. Defolup girsin. Ama Arhan andım olsun senin hatan yüzünden o çocuklara birşey olursa eğer seni diri diri keser ateşte yakarım."

 

Arhan derin bir nefes verdi. Bu kadının ona olan öfkesi ne zaman bitecekti? "Evlatlarımı koruyacak götümde, yüreğimde var. Sen içini ferah tut." Sesi hissiz ve bir okadar kısıktı.

 

"Birbirimizle didişerek bir şey yapamayız Serçe." Kör toplantının başından beri ilk kez sessizliğini bozmuştu. Kafasını Kurt'tan tarafa çevirdi. "Mâdem çocuklara kan değecek o halde ilk kanı biz dökelim."

 

Kurt dahil masadaki herkesin dikkatli bakışları Kör'e çevrildi. "Yani?" Diye sordu Zemheri anlamamıştı.

 

"Yani diyorum ki; gidip Çetin'in mekanlarından birini karıştıralım. Hem Çetin'i gözümüzün önüne çekelim hemde dikkat dağıtalım."

 

Kurt parmak şıklatıp Kör'ün yanına oturdu. "Doğru söylüyor. Çetin'in dikkatini çekerek çocuklara zaman kazandırabiliriz."

 

"Çocuklar birşey bilmedikleri sürece ne yaparsak yapalım bu saldırıyı önleyemeyiz. Üstelik saldırının tarihini bile bilmiyoruz. Yarın diyoruz ama belki bu gece saldıracaklar." Dedi Şahin. Masanın üzerindeki suya uzandı ve ekledi. "Armanç'ı ara Kurt. En azından onun haberi olsun."

 

Kurt'tan önce Zemheri karşı çıktı.

"Armanç'ı deşifre edemeyiz. Alkan güven duygusuna çok bağlı eğer güvenini kıracak bir hareket yaparsak bir daha Armanç'a güvenmez."

 

"Doğru, " Dedi Efkâr "Alkan tıpkı abisine benziyor bu konuda güveni sarsılmamalı. Başka bir yöntem bulmalıyız."

 

"Önce Çetin itinin ilgisini dağıtalım. Pars ve Dora geldikten sonra gerisi düşünülür." Dedi Kurt masadan kalkarken. "En geç yirmi dakikaya hazır olun çıkıyoruz."

 

Efkâr alelacele ayaklanıp çantasına yapıştı. Koşar adımlarla tuvalete girdiğinde Kulaksız ve Serçe göz devirdi. Şu halde bile süslenmeye çalışıyordu. Herkes bir yere dağıldığında Serçe kendini zorda olsa dışarıya atmayı başarmıştı. Boğazına oturan bir yumru, göğsünü sıkan da bir daraltısı vardı. Titreyen ellerine hakim olmak zordu. Yıllarca uzaktan sevdiği adamın emanetlerine ihanet ediyormuş gibi hissetmesi ise Kuzgun'a olan bağlılığındandı.

 

Elini cebine atıp sigara paketini çıkardı. Hakim olmak zordu ama başardı. Sigarasında bir dal çıkartıp ellerinden daha fazla titreyen dudakları arasına sıkıştırdı. Paketi cebine geri tıkarken kibritini çıkardı.

Titreyen ellerine rağmen kibriti yakmayı başardı. Ateşlediği zehrin dumanını önce ciğerleriyle ardından temiz hava ile buluşturdu.

 

Arkasındaki adım seslerini işitti. Umursamadı. Emanetleri için endişeliydi. "Serçe" Diye seslendi Şahin. "Biraz konuşalım mı?"

 

"Zaten yıllardır sadece konuşmuyor muyuz Şahin? Şimdi ne konuşacağız?"

Şahin'in yüzüne bir an olsun bakmadı gözyaşları akmak için hazır bekliyordu. "Bu konudaki hassasiyetini anlıyorum. Senden ricam Arhan'a bu kadar yüklenme." Lafı dolandırmadı derdini tekte söyledi. "Anlamayacaksınız diymi o adama neden bu kadar öfkeli olduğumu?"

 

Şahin arkaşının öfkesinin sebebini bilse de karşısında ki adamın değiştiğini ve evlatları için korkan bir baba olduğunu'da biliyordu.

"Geçmişinde ne kadar hatalar yapsa da çocuklarının canı tehlikede Serçe, kabullenmek iste yada isteme Arhan'da bir baba. Ve sen ona saygı duymak zorundasın. Hata yapmadığı sürece Arhan'a kötü davranamazsın."

 

Serçe her ne kadar kabullenmek istemesede dostunun haklı olduğunu biliyordu. Ağır adımlarla arkasına döndü. Şahin'in tam karşısına dikildi.

"Ben sevdiğim adam sevilmeyi bilmediği için yıllarca aşkımı içimde yaşamış kadınım Şahin. şimdi Arhan'a duyduğum nefreti de gizli yaşarım. Emin ol benim için sorun olmaz."

 

Akmak için bekleyen yaşları geri itmeyi denedi. Başardığını zannetti ancak sol gözünden akan arsız damla yanılmış olduğunu belli etti.

 

Arkadaşına arkasını dönüp Kulaksızın arabasına yöneldi. Kalçasını arabanın tamponuna yaslayıp kollarını göğsünde bağladı. Başını karanlık gökyüzüne kaldırıp gözlerini kapattı.

 

Şahin ise içindeki burukluka elini cebine atıp sigarasını çıkardı.

Üzülüyordu arkadaşına ancak elinden birşey gelmiyordu. Sigarasını dudaklarının arasına sıkıştırıp ateşledi. Sigarasından derin bir soluk çekip karşısında dikilen kadına döndü bakışları. Ne diyeceğini bilemez bir şekilde yerinde kımıldandı.

 

Sevdiği adam hayattayken aşkını yaşayamamıştı Serçe, sevdiği adamı kaybettikten sonra ise hayatını yaşayamamıştı. Serçe'nin hiçbir zaman bir hayatı olmamıştı.

 

Ekibin geri kalanıda gürültülü bir şekilde kapıdan çıktığında herkes arabalara yöneldi. "Safir, sencede kıyafetin biraz abartılı olmamış mı?" Diye sordu Kör.

 

Safir üzerindeki yırtmaçlı ve derin göğüs dekoltesi olan siyah elbisesine göz gezdirdi. "Ne abartısı be? Gayette sade bir elbise. Sen kendi çirkin pantolonuna bak asıl, Kör."

 

Kör sabır dilenerek arabaya bindiğinde İntikam timinin olaylı yolculuğu başladı.

 

🎇🎇🎇🎇

 

Kurt elindeki rakı kadehiyle oturduğu yerden ayaklandı. Pavyonun büyük pistinde dans eden iki kadının ortasına geçti. Mardin'in izbe kentlerinden birinde olan pavyon dışarıdan bakıldığında bir türkü bardı. Ancak mekanın üst katı pavyon olarak kullanılıyordu.

 

Kadınlarla iki tur kıvırttı ama şarkıyı beğenmemişti. Hem saz çalan hemde şarkıyı canlı söyleyen adama ilerledi.

Rakısından bir yudum aldı.

"Selamun aleyküm kardeş."

 

Sazcı adam şarkıyı kesmedi ama Kurt'u da yanıtsız bırakmadı. Selamına karşılık kafasını yavaşça sol omuzuna yatırdı. "Çok afedersin, çaldığın şarkılar osuruk sesine benziyor." Orta yaşlardaki sazcı adam derin bir nefes aldı. Her gece sarhoşlarla uğraştığı için tepki göstermedi. "Sen bize bir Ankara havası çalda neşemiz yerine gelsin, hadi abisi." Sazcı aynı zamanda da solist olan adam kafasını Kurt'a çevirdi.

 

Tanımıştı bu adamı. Ne zaman geldiğine tam emin değildi ancak yanında genç bir kızla geldiğini hatırlıyordu. Kız pavyonda ki bütün kadınlara bu adamı pazarlamıştı. Gece sonunda adam kaçar gibi ayrıldığında kız tarafından dolandırılan birkaç müşteri olay çıkarmıştı. Şarkı bittiğinde mikrofonu kapatıp yanındaki adama tamamen döndü.

 

"Özel olarak istediğin bir şarkı var mı abi?" Kurt düşünür gibi kafasını sağa yatırdı. "Var. Hovarda, çal."

Solist orkestraya dönüp istek şarkıyı söylediğinde orkestra çalgısını ayarlamak için birkaç dakika izin istedi. Kurt ise masada oturan Safir'in önüne gitti. Orkestra henüz çalmaya başlamamıştı ama Kurt kıvırtmaya başlamıştı. "Safir, bak şimdi hangi şarkı çalıcak. Sen seversin."

 

Boşalan rakı bardağını masaya koyup bir dumbe daha doldurdu.

Orkestra ise ufaktan çalmaya başlamıştı. Kurt kıçını bir sağa, bir sola sallayarak tekrar piste çıktı.

 

🎤🎼🎹🎶Gece gündüz gezersin

Paraları ezersin

Gece gündüz gezersin

Paraları ezersin

 

Masada oturan Safir oturduğu yerden oynamaya başladığında, Kulaksız ayaklandı. Tıpkı Kurt'un yaptığı gibi eline dumbesini aldı. Hem içiyor hemde oynuyordu.

 

Rakısından bir yudum alıp bağırarak şarkıya eşlik etti. "Bir sarışın, bir esmer, kızları çok üzersin."

Kurt'la karşılıklı geçtiklerinde ikiside kollarını iki yana açtı.

 

"Tarabyada villası, cafcaflı arabası,"

Kulaksız, Kurt'u göstererek şarkıya eşlik ettiğinde Kurt kendi etrafında bir tur döndü. Sarışın kons gülerek Kurt'a yanaştığında Kurt elindeki boş bardağı kadının eline tutuşturdu. Kadın garipsedi ancak belli etmedi.

 

Şahin ve Safir ise oturdukları yerden konslardan daha iyi oynayan ikiliyi izliyordu. Kurt yanın gelen kadına yan yan yaklaşıp kalçasını kadınınkine vurdu.

 

Şaşıran kons gür bir kahkaha attı. İlk kez bu tarz bir müsterisi oluyordu.

 

Kör silahının dürbününden gördüğü görüntüye kısık bir kahkaha savurdu.

Her ne kadar bir gözünü kaybetmiş olsa da hâlen daha keskin nişancılık yapabiliyordu.

 

Mardin'in izbe bir yerinde olan pavyon'a gelirken içeri girecek olanlar ve dişarıda kalacaklar belirlenmişti. Kurt, Kulaksız, Safir,Arhan ve Şahin içeri girmişti.

 

Laz, Çetin'in geleceği sokakta nöbet tuttacak ve geldiğine haber verecekti.

Kör keskin nişancı olduğu için tepelik bir alanda içerideki grubu gözetliyordu.

Serçe ise Kör'ün yakınlarında bir köşede yola koyacağı tuzakları hazırlıyordu.

 

"Ne oldu? Neden gülüyorsun?" Diye sordu Serçe. Kör kafasını kaldırıp Serçe'ye silahını işaret etti. "Ne olacak çoluk çocuk sahibi adamlar içeride oyun çeviriyor. Kulaksız'la, Kurt sahnede döktürüyor."

 

Serçe bir elini alnına atıp sıkıntıyla sıvazladı. "Hiçbir zaman yetişkin gibi davranmayacaklarına eminim. Çocuklarından daha çocuklar."

 

Serçe kulaklıktan dakikalardır ses çıkmayan Laz'a seslendi. "Laz ne durumdasın?"

 

"Daha demin bir trafik kazasi oldi, adamun biri kiza furdi kaçti."

Kör omuzuna dayalı silahını yavaşça yere bıraktı. "Yıllardır anlayamadım bu herifin bir anda Türkçesi niye kayıyor."

 

"Ee ne oldu kıza?" Diye sordu Serçe.

"Kiza bi şey olmadi, kalktı gitti."

Laz'ın düzelen Türkçesine karşı Kör yine hayretler içindeydi. "Laz gözünü seveyim ne oluyor da bu şiven kayıyor sonra anında yerine geri geliyor? Yıllardır çözemedim."

 

"Ne bileyim ben istem dışı oluyor." Diye terslendi Laz.

 

"Hayır doğru da konuşmuyorsun çoğu zaman laz şivesini"

 

"Laz şivesi diye birşey yok." Diye ikinci kez terslenen Laz'ı susturan Serçe oldu. "Tamam kapatın çenelerinizi."

 

Kör tekrardan silahını omuzuna dayadı ve içeriyi görüş açısına aldı. Bir anlık gafletle kör olan gözünü dürbüne dayadığında ise kendine sövdü.

 

Arhan zorla köye götürülen ergenler gibi masada oturuyor kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyordu. Yalnızca önünde deli gibi oynayan ikiliyi izliyordu.

 

Nasıl oluyordu da bu kadar neşeli kalabiliyorlardı? Hele Kurt, belki dakikalar belki de saatler sonra çocuklar için yem olacak ve ölecekti.

Ne ölmeyi umursuyordu nede çocukları ile küs olmayı yalnızca eğleniyordu. Sanki dünya yansa ateşinde mangal yapacaktı.

Arhan hayretler içerisinde Kurt ve Kulaksızı izledi. Dakikalar belki de saatlerce belki de önündeki adamlarda oğullarından bir parça aradı? Kim bilir belki de buldu.

 

Düşüncelerinden arınmasını sağlayan ise Safir tarafından dürtülmesi oldu.

"Sahneye çıkacağım, var mı istediğin şarkı?" Usul usul kafa salladı.

"Dargın mahkum." Safir seslice yutkunup sahneye ilerledi. Bu elbiseyi boşa giymemişti ya? Bu gece sahne onundu.

 

🎤🎼🎹🎶Darıldım, darıldım ben sana canım, böyle mi olacaktı?

Vuruldum, vuruldum baksana, kanim yerde mi kalacaktı?

Darıldım, darıldım ben sana canım, böyle mi olacaktı?

Vuruldum, vuruldum baksana, kanım yerde mi kalacaktı?

 

Safir şarkıya giriş yaptığında oturan gruplardan alkış ve ıslık sesleri havada uçuştu. Arhan'ın yaşlı elleri usulca dublesini kavradı. Usulca midesine yolladı içkisini.

 

"Allah'sız karı ne ses var be!" Diye bağırdı kalabalığın arasından bir adam.

 

"Küfür etsin sabaha kadar dinlemezsem anam avradım olsun." Dedi bir başka ses.

 

🎤🎼🎹🎶Yoruldum, yoruldum hal bilmezden, yaş geldi kırka çıktı

Dirildim, dirildim geri oldum, dostlar bizi bıraktı

Yoruldum, yoruldum hal bilmezden, yaş geldi kırka çıktı

Dirildim, dirildim geri oldum, dostlar bizi bıraktı

 

Safir söyledi tüm mekan eşlik etti. Şahin'in içini derin bir huzursuzluk kapladığında ise bir sigara yaktı.

Bir baba için belki de en çaresiz anlardan birini yaşıyordu. Evladının canı tehlikedeydi ve elinden hiçbir şey gelmiyordu. İçinden kendine sövdü. Faydasızdı, biliyordu ancak elinden gelen tek şey buydu.

 

Yanında oturan Arhan'a çevirdi kafasını yaşlı yüzü son derece ifadesizdi. Telefonuna düşen bildirimin sesi ile elini cebine attı.

 

Dora: Amcaların bir tanesi kılçığı ikna ettim. Geliyoruz 😜

 

Afferin benim güzel kızıma.

Beni dolandırmaya çalışıyoran

avucunu yala. Ben Kurt değilim.

😁

 

Dora: Ee o zaman ben şansımı

bir kör amcamdan yana deneyeyim.

 

Bol şans.

 

Telefonunu gerisin geriye cebine attığında yüzünde içten bir gülümseme vardı.

Sahnedeki Safir şarkısı bittiğinde seyircisine bir öpücük gönderdi.

"Bir istek şarkımız daha var şimdi ona geçeceğim ama önce minik bir sorunu çözmem lazım."

 

Sol taraftaki bir masaya ilerledi.

Kendi halinde içki içen orta yaşlı bir adamı kolundan tutup ayağa kaldırdı.

"Aynı eski kocama benziyorsun, defol git arkada otur." Mikrofondan konuştuğu için bütün pavyon bir kahkaha patlattı. "Bırak kolumu deli misin kadın?" Diye bağıran adamı Safir tekrardan ittirdi. "Bana bak indiririm şimdi mikrofonu kafana defol git. Kalk arkada otur sinirimi bozma."

 

Sarhoş olan adam ayakta durmakta zorluk çektiği için tekrardan kendini sandalyeye bıraktı. "Hadi git başımdan." Elini Safir'e sallarken.

Safir arkasını dönüp mikrofondan seslendi. "Kurt gel at şunu arkaya moralimi bozuyor. Aynı eski kocama benziyor it." Adamın yüzüne tükürüp kıvırtarak sahneye ilerledi. Kurt adamı alıp arka masalardan birine bıraktı. Çöp gibi masaya atılan adam bozuntuya vermedi tekrardan sahneye dönüp el şaklatmaya başladı.

 

Safir el şaklatan adama göz devirip bir başka şarkıya geçti. Şarkıya başlamadan önce ise, "bu şarkı pek sevimsiz eski kocalarıma gelsin." Demeyide ihmal etmedi.

 

🎤🎼🎹🎶"Benim için hep sen vardın"

Bunu hep senden, senden duyardım

İki gözüm kör olsun

Of, nasıl sana inandım?

 

Kendini sandalyeye bırakan Kulaksız anlamsız bakışlarla Safir'i süzdü.

"Bu hangi şarkı?" Arhan ve Şahin dudak büzdü. Onlarda bilmiyordu.

Masaya geri dönen Kurt ise şarkıya eşlik ediyordu. Kulaksıza dönüp, "Allah belanı versin." Dediğinde ise Kulaksız sabır çekti. "Sarhoş mu oldun?"

 

"Hayır."

 

"O zaman ne diye bela okuyon sikik."

 

"Bela mı okudum? Ne zaman?"

 

"Oğlum dedin ya 'Allah belanı versin' çok içme dedik sana elli kere."

 

"Demedim öyle birşey." Kulaksız'ı yalanlayan Kurt'un kafasına vurdu Şahin. "Sana içme dedik o kadar dimi? Görev başında içki mi içilir?"

Uzanıp içkisinden bir yudum aldı.

"Ben içki içiyom da sen ne içiyon? Zemzem suyu mu var bardağında göt?"

 

Meze tıkınan Kulaksız, "biz adam gibi içiyoz." Dedi Kurt'u sarhoş olduğuna ikna etmek için. "Ben maymun gibi mi içiyom pezevenk?"

 

Masadakiler didişirken şarkı söyleyen Safir ünlü bir şarkıcı edasıyla masaları gezmeye başladı. İlk gittiği masa ise tabiiki eski kocasına benzettiği adamın masası oldu.

 

Adamın yüzüne bakıp şarkının nakaratını söylemeye başladı.

 

🎤🎼🎹🎶Allah belânı versin

Allah seni kahretsin

Bana gelen, sana gelsin ya

Hayatımı sen mahvettin

Acımadın, neler çektim

Kader seni de kör etsin

 

Adam kendisine söylenen sözlerin bir şarkıya mı yoksa beddua'ya mı ait olduğunu anlamaya çalışıyordu.

"Solist deli heralde." Dedi yanındaki bir diğer sarhoş adama dönüp. Safir ise adamın suratına bir kez daha tükürüp bu kez Arhan'ın olduğu masaya koştu.

 

🎤🎼🎹🎶Allah belânı versin

Allah seni kahretsin

Bana gelen, sana gelsin ya

Hayatımı sen mahvettin

Acımadın, neler çektim

Kader seni de kör etsin

 

Arhan karşısına geçmiş şarkı diye beddua okuyan kadına bakıp sabır çekti. "Ben senin eski kocan mıyım Safir?" Şarkıya kendini kaptıran Safir

elini Arhan'a sallarken yanlışlıkla gülmekte olan Kulaksız'a vurdu.

Elinin tersiyle vurduğu için parmağındaki kalın taşlı yüzüğü Kulaksız'ın kaşını anında kızartmıştı.

 

Ağzının içinden küfür savuran Kulaksız'a birşey yok gibi bir işaret yapan Safir tekrardan sahnesine çıktı.

Kurt'un ise gülerken sandalyesini geriye attığı için bir anda arka masadaki genç ve esmer kızın üzerine düştü. "Yuh amca! Yıkıldın üzerime." Diye bağıran genç kıza, "ne amcası be sen benden büyüksündür." Diye çıkıştı Kurt.

 

Genç kızı tutan yanındaki genç adam oldu. "Boşver hayatım adam sarhoş işte takma kafana"

 

"Ama hayatım ayağımın üzerine düştü." Genç kızın ağzını bükerek konuşmasına sinir olan Kulaksız, Arhan'a eğildi. "Bu dua etsin Dora burada değil. Yoksa buna pikni mikli bi'şey söyler sonra'da döverdi." Dedi

Ayağa kalkmaya çalışan Kurt, Kulaksız' dan duyduğu kadarıyla, "sus kız piknik tüpü." Diye bağırdı kıza.

 

"Piknik tüpü nasıl bir küfür lan?" Diye mırıldandı Arhan.

 

"Ne bileyim bu pikni mikli bi'şey söyleyince aklıma o geldi, onu söyledim."

Kızın yanındaki genç adam olayın büyümemesi için sevgilisiyle yer değiştirdiğinde Şahin'de arkadaşını çekmişti. "Çetin itinin geleceği yok. Ben boşa bekliyorum." Laz'ın kulaklıktan gelen sesi ile Kurt derin bir nefes aldı. "Gelmese bile bu akşam buradayız."

 

"Neden?" Diye sordu Arhan.

 

"Gelmese bile burada olduğumuz biliyorda o yüzden."

 

Kör konumlandığı yerden sessizce içeriyi izlerken telefonuna bir bildirim düştü.

 

Dolandırıcı

Yeğen: Amcaların en yakışıklısı ne yapıyormuş?

 

Defol git Kurtu dolandır.

 

Dolandırıcı

Yeğen: iyice adımı dolandırıcıya

çıkardınız.

ayıp.

 

Kurtun başına defol.

 

Dolandırıcı

Yeğen: paraya ihtiyacım var.🥺

Kurt amcamı geçen gün

pavyonda bir kadına pazarladığım

İçin bana kızgın.😒

Bilet parası atsan yeter amcam.👀

 

Sadece geliş bileti parası atarım

başka atmam.

 

Dolandırıcı

Yeğen: aç mı dönelim?

Mesleğimiz dolandırıcı diye

yemek yemeye hakkımız yok mu?

Tüm para mı taksiye verdim.

Bilet+yemek+içmek+taksi parası

Sen hesap edip ona göre atarsın amcam. Seni seviyoreee😘

 

Kör dolandırıldığının farkında olsa da ne yazık ki Dora'ya kıyamıyordu.

Belki de çocuk gerçekten açtı?

Dora'nın yazdığı ihtiyaç listesine göre ortalama bir miktar para gönderdi.

Ne yaparsa yapsın Dora onun yeğeniydi. Kıyamazdı.

Para gider gitmez bir bildirim daha düştü ekrana.

 

Dolandırıcı

Yeğen: kandırdım.😁

Kılçığın helikopteri varmış

Onunla geleceğiz.🙃

Para için teşekkürler 🤪

 

"Şerefsiz yeğen." Gene para kaptırmıştı Dora'ya. "Şu operasyon bir bitsin Kulaksız'ın bütün mal varlığına el koymazsam bana da Kör demesinler."

Kör'ün isyanını bölen yanına gelen Serçe oldu. "Kör, Dora'ya para attım ben haberin olsun."

 

Tek gözünü devirdi Kör, "beş dakika önce gelseydin ne olurdu yani Serçe?"

Serçe kısıkça kıkırdadı. "Senide mi dolandırdı?"

 

"Başka kimi dolandırdı?"

 

"Laz'ı"

 

"Tanıdığım en şerefsiz insan yeğenim."

 

 

Zelal aktan.

 

Göğsümde hissettiğim ağırlıkla uykulu gözlerimi araladım. Hâlâ uykumun olması ise hiç normal değildi. Hareketlenmek istedim ama bedenimi sarmaşık gibi saran kollar buna izin vermedi.

 

Kafamı hafifçe eğdim ve göğsümde yatan kuzenimi görmeye çalıştım.

Bakış açıma giren kömür karası saçlar ise asla görmeyi beklediğim şey değildi. Kafamı gerisin geriye yastığa bıraktım. Hızlanmaya başlayan kalbim ise hiç yardımcı olmuyordu.

 

Hozan'nın saçları kahverengiydi.

Ki siyah olsa bile yanımda ne işi vardı?

 

Böyle kömür karası saç tanıdığım üç kişide vardı. Biri Başak'tı ama onunda saçları uzundu.

 

İkinci kişi Armanç'tı. O ise yanıma bile az oturuyordu.

 

O halde bu saçların sahibi Alkan'dan başkası olamazdı. Peki ama Alkan'ın benim yatağımda ne işi vardı.

Bedenime sarılı koları biraz daha sıkılaştığında kaburgalarımın üzerinde feci bir baskı vardı.

 

Mardin'de uyandığında boğazıma yapıştığı için bir süre onu nasıl tedirgin etmeden uyandıracağımı düşündüm. Aynı zamanda zihnimin derinliklerinde onun buraya ne zaman geldiğini arıyordum.

 

Dün gece uyku ile uyanıklık arasında bana sarılması geldi aklıma. "Beni seviyor musun?" Diye sorması.

Ardından "seni seviyorum" Demesi.

Sol göğsümün üzerindeki kafasını şak diye kaldırıp kara gözlerini gözlerimle buluşturduğunda irkilmeden edemedim.

 

Düşüncelerimden sıyrılıp hareketlenmeye çalıştım ama koca bedeni üzerimdeydi.

"Günaydın kıvırcığım." Dedi gülerek. Yeni uyandığı için sesi kalın ve hırıltılı çıkmıştı. Bu kadar çabuk ayılması ise şaşırtıcıydı.

"Sana'da günaydın." Diye mırıldandım üzerimden Alkan'ı itelemeye çalışırken.

 

Başarısız olduğumda oflayarak geri uzandım. "Kaç kilosun sen ya?" Diye kısıkça çıkıştım. "Ezildim altında"

Bacağını üzerimden çekip yanıma yan yattı. Altımdaki kolunu çekip kafasının altına koydu. Boşta kalan eli ise karnımın üzerindeydi.

 

"Tam 100 kiloyum yavrum." Dediğinde "hıh" Dedim salakça.

Kısık bir kahkaha savurup burnumu sıktı. "Sabahları üzerinde ayrı bir şapşallık oluyor." Burnumu sıkan eline bir şamar attım. "Bırak şimdi sabah şaşkınlığını sen ne zaman geldin benim yanıma yattın?"

 

Elini tekrardan karnımın üzerine koydu. "Gece geldim."

 

"Kim aldı seni eve?"

 

"Balkon kapısı."

Sabah sabah Alkan mı şaçmalıyordu? yoksa ben hâlâ rüya mı görüyordum?

"Balkon kapısı mı?"

 

Uzanıp tişörtün üzerinden omzumu öptü. "Ablamların balkonundan sizin balkona atladım."

Dediğinde gözlerimi yuvalarından çıkacak kadar açtım. "Alkan sen geri zekalı mısın? Ya düşüp ölsen" Diye cırladığımda büyük avucunu ağzıma kapattı. "Şhh bağırma. Diğerlerini başımıza toplama. Burada olduğumu bilmesinler."

 

Ağzımdaki elini ittirdim. "Burada olduğunu evdekiler bilmiyor mu yani?"

Benimki de soru muydu şimdi. Elbette bilmiyorlardı. Bilseler neden balkondan gelsin ki?

"Tabiiki bilmiyorlar fıstığım."

Alkan'ı kovmak için yerimde hareketlendiğim sırada Sütlaç yatağa atlayıp Alkan'ın göğsüne sindi.

 

Ki kovmayıda pek istemiyordum zaten. Bu sebepten oturur pozisyona geçip yüzümü birbirlerini seven ikiliye döndüm. Sütlaç, Alkan'ı fazlasıyla seviyordu. Aslında Alkan'a olan güvenimde buradan geliyordu.

Hayvanlar hisleri kuvvetli canlılardı.

Genelde kötü insanları sevmezler ve yanına sokulmazlardı. Sütlaç genel olarak kimseyi sevmiyordu ama bununda elbette bir sebebi vardı. Alkan'a karşı olan sevgisi ise gözle görülür düzeyde fazlaydı.

 

Şuan odamda olan adam Alkan olmasa çoktan kalayı basmıştım. Ama Alkan farklıydı. Garip bir adamdı. Sanki kendini zorla sevdiriyordu.

Yanında güvende ve rahat hissettiğim sayılı insanlardandı.

Sanki onu doğduğum zamandan itibaren tanıyormuşum gibi hissetmemse asla normal değildi.

Düşüncelerimden arınmamı sağlayan ise Hozan'ın deli gibi kapıya vurması ve bağırması oldu.

 

Ellerimi ağzıma kapatıp Alkan'a döndüm. Benim telaşımın ve korkumun aksine fazlasıyla rahattı. "Zelal, Nil abla kahvaltıya çağırıyor."

Diye bağıran Hozan'ın sesini kesen Reyhan oldu. "Ayı gibi dayanma kızın kapısına belki müsait değildir."

 

"Belki de uyanmamıştır. Zelal'in uykusu ölmüş eşek gibi sonuçta."

Eğer Alkan burada olmasa Hozan'a küfür edebilirdim.

Tedirginlikle Alkan'a eğildiğimde arsızca dudaklarını öne uzattı.

Senden adam olmaz. Bakışları atarak geri çekildim. "Oha Alkan." Diye sessizce çıkışıp dudaklarına bir fiske attım. "Şansımı denemek istedim." Diye mırıldandı.

 

Hozan ve Reyhan didişerek kapının önünden ayrıldığında kolunu kavradım. "Kalk git yakalanıcaz."

Herşeyi alaya aldığı gibi bunu da alaya aldı. "Gazete'de üçüncü sayfaya basılır mıyız sence?"

 

"Biraz ciddi olsan ölür müsün?"

Kolunu mıncıkladım. "Nasıl çıkacaksın sen buradan?" Yatağa sırt üstü kendini bırakıp kollarını iki yana açtı.

"Aslında çıkmasamda olur. Ben sevdim burayı." Benden tarafta olan omuzuna iki kez hafifçe vurdu. "Gel biraz daha uyuyalım."

 

Gözlerimi kocaman açtım. "Alkan şaka mı yapıyorsun? Reyhan birazdan kapıya dayanır. Kalk git buradan."

Dudaklarını aşağı büküp munzurca göz kırptı. "Şimdi ben kapıdan böyle elimi kolumu sallayarak çıksam, soran olursa da 'Zelal ırzıma geçti.' desem. Töreniz gereği benimle evlenir misin?"

 

Gerçekten sabır sınavı gibi bir adamdı. Basılma ihtimalimiz vardı ve onun tek düşündüğü bana sataşmaktı.

"Töremiz gereği namusunu temizlemek için seni vururum, nasıl fikir?" Konuşurken Mardin ağzına geçiş yaptığımda kısık kısık gülüp koca elini ağzıma atıp dudaklarımı mıcırdı. Sıkışan dudaklarım sızladığında kendimi Alkan'ın pençesinden kurtarmaya çalışıyordum.

 

Dişlerini sıkarak, "küçük ağzını yerim." Dediğinde kendimi nihâyetinde pençesinden kurtarmıştım. "Beş dakika sonra yiyebileceğin tek şey tokat olacak, haberin olsun." Dağılan saçlarımı ve tişörtümü toplamaya çalıştım.

 

"Zelal uyanmadın mı hâlâ?" Reyhan'ın sesini duyduğumda panikledim.

Ayağa kalkıp odanın içinde telaşla gezinmeye başladım. Alkan'ı saklayacak yer arıyordum. "Zelal. Kız kime diyorum açsana şu kapıyı."

Reyhan hem kapıyı açmaya çalışıyor hemde yumrukluyordu.

 

"Uyandım. Müsait değilim bekle bir dakika." Reyhan'a seslenip iyice yatağa yayılmış olan Alkan'a ilerledim. Sol elimin baş parmağı ise dişlerimin arasındaydı.

"Müsait mi değilsin?" Diyen Reyhan'ın şaşkın sesine karşılık. "Çıplağım" Diye seslendim. Sağ elimle kaldırmaya çalıştığım Alkan'ın "ben niye üzerinde kıyafet görüyorum acaba?" Diyen homurtusunu duymamazlıktan geldim. "Aç şu kapıyı Zelal. Seni hâlâ ben yıkıyorum ne utanmasıymış şimdi bu?"

 

Kolundan tuttuğum Alkan'ı yatağın altına sokmaya çalıştım. "Senden değil, Hozan olduğu için açmıyorum." Diye seslendim. Alkan ise homurdanıyordu. "Allah bana Reyhan Aktan şansı versin." Dediğini duyduğumda Arsızlığı karşısında şaşkınlıktan bayılmak üzereydim.

 

"Hozan çoktan Nil ablalara geçti." Diye seslenen Reyhan'ın kapımdan uzaklaşması için dua ediyordum.

"Sende git ben geliyorum beş dakikaya."

 

Hem Reyhan'a laf yetiştiriyor hemde yer yer çekelemek, yer yer itelemek sureti ile yalı kazığına benzeyen Alkan'ı saklamaya çalışıyordum.

 

"Sen bir işler çeviriyorsun ama hadi hayırlısı. Ben gidiyorum sende çok oyalanma."

 

"Tamamdır. Beş dakika sonra oradayım." Odanın tam ortasında durmuş Reyhan'ın evden çıkmasını bekliyorduk. Evin kapısının açılma ve geri kapanma sesi geldiğinde odadan çıkmak için kapıya yöneldim.

 

Kapının önünde durduğumda Alkan, "Reyhan evden çıkmadı. Sadece kapıyı açtı kapattı. Mutfak tarafında bir şeyler yapıyor." Dedi.

"Sen burada bekle ben Reyhan'ı gönderip geleceğim." Kilitli kapıyı açıp çıktığımda Sütlaç'ta odadan kaçtı. Mutfağa geçtiğimde Reyhan'ın buzdolabından bir şeyler aldığını gördüm.

 

"Ne yapıyorsun?" Soruma karşılık koca bir sürahi çıkarıp tezgâha koydu.

"Limonata yapmıştım geceden onu alıyorum. Sende hazırlan hadi bekletme bizi sofrada."

 

Kafa mı salladım hızlı hızlı, "hemen giyinip geliyorum."Reyhan evden çıktığında koşar adımlarla odama gittim. Alkan yatağa oturmuş telefonla uğraşıyordu. Rahat bir nefes alıp yanına oturduğumda telefonunu kenara bırakıp yüzünü bana döndü.

 

"Gel bakalım kıvırcık hanım, dün gece uykundan uyanıp beni dinleyemedin şimdi dinleyeceksin." Kömür karası hareleri yüzümde gezindi. İçli bir soluk aldığında yanakları hafifçe kızardı. Oysa daha demin arsız arsız dudaklarını uzatıyordu. Kalbim kanat çırpan bir kuş gibi göğüs kafesime vurmaya başladığında parmak uçlarımın buz gibi olduğunu hissediyordum.

 

Gözlerini kocaman açıp onu dinlediğimi belli eden bir mırıltı çıkardım. Boğazını temizleyip pat diye, "seni çok seviyorum ben." Dediğinde dilim tutulmuş gibi kalakaldım. Oysa biliyordum Mardin'den dönerken bandanamı almış olduğunu, biliyordum ablasına gidip aşık olan birinin nasıl hissedeceğini sorduğunu, midesinde ki kelebekleri hastalık sandığını tüm bunları biliyordum ancak ondan duymuş olmak farklıydı.

 

"Belki Mardin'de aşık oldum sana, belkide..." Cümlesini yarıda kestiğinde dahi devamını soracak durumda değildim. Siyah gözlerindeki beklentiye karşılık vermem gerektiğini biliyordum. Konuşacak kelime bulamadım ama onu kendime çekmeyi başardım. Aramıza rüzgarın bile giremeyeceği kadar sıkı sardık birbirimiz. Göz pınarlarımdaki ıslaklığın sebebi ise kollarımın arasına sığmayan mutluluktu.

 

Başını boynuma gömdüğünü hissettim. Kollarımın aradından taşan omuzlarının bu denli geniş olduğunu ise yeni fark ediyordum. Sırtımdaki ellerinden biri beli diğeri ise sol uğluğuma sıkca sarmaya devam ederken kucağına çekti ardından omuzlarını saran kollarımı çekti. Dizlerinin üzerinde bacaklarım iki yanına açık bir şekilde oturuyordum.

 

Büyük elleri arasına aldığı avuçlarımı öptü. Parmaklarımı, onun ellerine göre ince kalan bileklerimin iç kısımlarını öperken bir şeyler mırıldandı ama seçemedim. Benimle değil kendisiyle konuşuyordu sanki.

Uzanıp dolgun siyah saçlarının arasına bir öpücük bıraktım.

Yanağımı hafifçe siyah bir pamuğu andıran saçlarına sürttüm.

İç gıcıklatan bir yumuşaklığa sahiptiler.

 

Kıkırdadığım sırada ani bir hareketle beni kendine çekip göğsüne bastırdı.

Kabarık olduklarına emin olduğum saçlarıma sayısız öpücükler bırakırken sırtıma düşen saçlarımı okşamayıda ihmal etmiyordu.

Kıkırtım kahkahaya dönüştüğünde göğsüne daha çok sindim.

 

Sarılmamızı bölen Alkan'ın çalan telefonu oldu. Ağzının içinden bir küfür savurup aramayı yanıtladığında dizlerinin üzerinden kalkarak dolabıma yöneldim. Aynalı dolabın önüne geldiğimde fark ettiğim şeyle yerin dibine girmek istemem bir oldu.

Dün geceden beri Alkan'la sarmaş dolaştık ve benim yine üzerimde sütyenim yoktu. Ve üzerimdeki tişörtüm incecikti.

 

Alkan'ı göderdikten sonra kesinlikle sütyenimi üzerime dikecektim.

Alkan'ın konuşmalarından anladığım kadarıyla arayan kişi Atahan'dı.

"Tamam, kapat." Deyip telefonu kapattı ve ayaklandı. Yanıma gelip bir elini belime koydu. "Bir kere öpüp gideceğim. Sende çok bekletme hemen gel."

 

Onaylayan bir mırıltı çıkartıp yanağımı uzattım. Boşta kalan elini diğer yanağıma bastırarak yanağımdan sert bir öpücük aldı. Kızacağımı anladığı için olsa gerek kaçar adımlarla evden çıktı. En azından ben öyle sandım. Taki geri dönüp odanın köşesine bıraktığı ayakkabılarını alana kadar.

 

Alkan'ın çıktığına emin olduktan sonra saçlarımı düzenleyip üzerimi değiştirdim. Sütlaç'ın mamasını ve suyunu değiştirdikten sonra evden çıkmaya hazırdım.

 

Alkan Soykan.

 

Sonunda kıvırcığıma açılmış olmanın rahatlığıyla eve girdim. Hızlıca üzerimi değiştirip ellerimle saçlarımı şekillendirdim. Atahan, Limon'un mamasını, suyunu koymuş kumunu temizleyip canı sıkılmasın diye televizyon açıp evden çıkmıştı.

 

Koltukta uyuklayan Limon'u kucaklayı küçük kafasını art arda öptüm. Sıkıştırılmaktan rahatsızlık duyan Limon tarafından sağlam bir tırmık yiyerek evi terk ettim. Tabii güzeller güzeli kızıma söylenmeyide ihmal etmedim.

 

Üst kata çıkıp ablamların kapısını çaldığımda kapıyı bir insanın açmasını bekliyordum ama sevgili yeğenim Gölge açtı. Üzerime atlayıp oyun yapmak isterken beni düşürmesine sinirlensem de mutlu günümde olduğum için boşverdim.

 

İçeri girdiğimde herkes mutfak ve salonu birleştiren bar masada oturuyordu. Kahvaltı sofrası hazırdı ve iki eksik vardı. Biri ben diğeri ise Nas'dı. Ben gelmiştim ama Nas henüz ortalarda yoktu.

 

İhtiyar grup ortalarda gözükmediğine göre Ahmet Albay'ın evinde kahvaltı yapacaklardı. Masada sadece gençler vardı. Ablam limonataları doldururken Reyhan, Kaya ve Atahan'a çay dolduruyordu.

 

"Günaydın millet." Selam vermesem geldiğimi kimse fark etmemişti bile.

Hepsi bana dönüp günaydın dediğinde Lâl hızlıca alkış yaptı. Bakışlarımı üzerine çekmeyi başardığında ellerini salladı. Bunun yeterli geleceğini hissetmemiş olacak ki yerinden fırlayıp boynuma atladı.

 

Sarılmasına karşılık verip beyaz saçlarını öptüm. Masumluğu ve saflığı bir çocukla eşdeğerdi. Hozan'a ve kızlara alışmış olacak ki sarılması bittiğinde ellerini kaldırdı.

 

İşaret diliyle, (hoş geldin Alkan abi.) dedi. "Hoş buldum abicim." Dedim kolumun altına çekerken.

Yavru kedi gibi sırnaşıp benimle birlikte koridora yöneldi. Ablamın evinde eller yıkanmadan sofraya oturmak yasaktı.

 

Lavaboya yöneldiğimizde içeriden çıkan Sıla ile şaşırmadan edemedim. Sanırım kendisi geniş ailemizin yeni üyesi olma yolunda ilerliyordu.

Samimi olmak adına gülümsedim.

"Günaydın."

Suratı asık, kahve gözleri hafif kızarıktı. Sanırım bir sorunu vardı.

"Günaydın," Mırıltı şeklinde cevap verdikten hemen sonra burnunu çekti. Ağlamış mıydı? Aman bana neyse?

 

Lâl tarafından tuvalete iteklendim ve kapı üzerime kapatıldı. Ellerimi yıkayıp salona döndüğümde herkes bir köşede kavga ediyordu.

Kaya masanın en başında mutfak tarafında oturuyordu. Reyhan ise elinde büyük çaydanlıklarla Kaya'nın tam başında dikiliyordu. Reyhan Kaya'nın boşalan bardağını doldurduğun da Kaya tek seferde çayı içti. "Bak Kaya son kez dolduruyorum insanlar gibi yudum yudum iç şu çayı. Hayvan gibi tekte içme."

 

Kaya'nın en nefret edilen huyu kesinlikle sıcak içecekleri tekte içebiliyor olmasıydı. Genellikle Başak'ın muzdarip olduğu konudan bu kez Reyhan muzdaripti.

 

Reyhan çay bardağını doldurduğun da mavi gözlerini kısıp Kaya'yı izlemeye başladı. Kaya'nın, Reyhan'a olan bakışlarını göremiyorum ancak yüzünde piç bir sırıtış olduğuna adım gibi emindim. Kaya'nın tam karşısında oturan Armanç yanında oturan Serdar'la nedenini anlayamadığım bir konu hakkında tartışıyordu. Reyhan elindeki çaydanlığı ocağın üzerine bıraktığında Kaya tek seferde çayını bitirdi. Oturmak için sandalyeyi çeken Reyhan ise vazgeçip Kaya'ya yöneldi. Kaya sırıtmaya başladığında Reyhan, Kaya'nın kafasına soğan kırmak ister gibi bir yumruk indirdi.

Yumruktan zerre etkilenmeyen Kaya gür bir kahkaha attı.

 

"Kalk kendi çayını kendin al. Salak."

Kaya gülerek kafasını geriye yatırdığında ablama seslendi. Bense çoktan masanın sonundaki yerimi almıştım. "Abla, çay." Ablam hayvan gibi bönüren Kaya'ya göz devirdi.

"Git al." Kaya yüzünü buruşturup bardağını bir sandalye ilerisinde oturan Sıla'nın önüne ittirdi.

 

Sıla'nın anlamayan bakışları bir süre Kaya'nın yüzünde gezindi. Kaya, Sıla'nın kendisini anlamadığını fark ettiğinde ofladı. "Çay istiyorum."

"Kendin neden almıyorsun?"

 

"Üşeniyorum."

Sıla birşey diyecek gibi oldu ardından vazgeçip önüne uzatılan bardağı eline alıp ayaklandı. Zavvalı kız çayı doldurup uzattığı gibi Kaya hayvanı tekte içti çayı. Sinirlenen Sıla belli etmemeye çalışarak bir bardak daha doldurdu. Kaya tekrar aynı hareketi yaptığında ise bu kez önüne çaydanlığı bırakıp yerine oturdu.

"Çaydanlığı direkt ağzına dökerek içmeyi dene bence. Daha kolay olur." Demeyide ihmal etmedi.

 

Herkes yerini aldığında sol tarafımda Lâl sağ tarafımda ise biricik ablam oturuyordu. Ablamın boyalı sarı saçlarının renginin daha açık olduğunu fark ettiğimde kolunu ısırdım. "Sen saçını mı boyattın?"

Acıyan kolunu ovuşturuken kafa salladı. "Kömür karası saçlarını niye sarıya boyadın yine?"

 

Son birkaç yıldır saçlarını sürekli sarıya boyuyordu ve ben bundan zerre hoşlanmıyordum. Onun kömür karası yumuşak saçları ile oynamak kendimi bildim bileli benim için dünyanın en harika şeylerinden biriydi.

 

Kolunu ısırdığım için sinirlenmiş olmalıydı ki, "sanane lan sıçtığım bok." Diye fısıldadı kulağıma.

 

Ahh biricik ablam ve bana olan şu iltifatları. "Bana olan sevgin yine gözlerimi yaşarttı." Dedim hayali göz yaşlarımı silerek. Abartılı bir şekilde göz devirip önündeki omlete çatalını batırdı. Yanımda oturan Lâl'e döndüm. "Ben birşey mi yaptım?"

Omuzlarını kaldırıp indirdi. Bilmiyordu demek'ki.

 

Tam karşımda oturan kıvırcığıma bakıp göz kırptım. Ablamın tripleri ile daha sonra ilgilenebilirdim.

Gözlerini kocaman açıp masadakilerden birinin görüp görmediğine baktı. Atahan dışında gören yoktu. O da Zelal'in kendisine baktığını görünce kafasını çevirmişti.

 

Yüzümdeki piç sırıtışla ablamın tabağına baktım. Peynirleri, zeytinleri, salatalık, domatesleri dahi nizami bir şekilde dizilirdi ve bozulmaları onu deli ederdi. Çatalımı uzatıp peynirine batırdım. Çaldığım peyniri yiyemeden tokadı yemiş bulundum. Haliyle çaldığım peynirde geri alındı tabii. Masadaki herkes bana bakıp güldüğünde kaşlarımı çattım. Kar yağdığında Başak hariç hepsini donsuz koşturacaktım. O zamana kadar bekleye bilirlerdi.

 

Ablam peynirini benden geri almayı başarmıştı ama diğer yanında oturan Serdar'a kaptırmıştı. "Geri ver peynirimi köpek." Diye çıkışıp Serdar'ın kumral saçlarına yapıştı.

"Kusayım mı abla ne istiyon."

 

"Niye benim tabağıma saldırıyorsunuz? Önünüzden yesenize." Serdar munzurca gülümsedi. "Hoşumuza gidiyor."

 

Ablam, Serdar'ı pataklarken Nas heyecanla yerinden fırladı.

"Ay ben neyi unuttum?" Sanki bize değilde kendine soruyordu.

"Biz nereden bilelim? Unutan sensin." Dedi Hozan.

 

"Sabah erkenden uyanıp limonlu kek yaptım. Getirdim hatta durun vereyim birer dilim." Limonlu kekin adını duyunca Zelal'in gözleri parlamıştı. Ablam ise durgunlaştı.

 

Aklına rahmetli abim gelmişti muhtemelen. Burnu kırıştığında kendini ağlamamak için sıktığını fark ettim. Eli masanın ortasına koyduğu ve kimse tarafından kullanılmayan süslü peçetelerine uzandı. "Rahmetli Asi abimde çok severdi." Dedi ağlamaya başladı sırada.

 

"Başka abimiz mi vardı?" Dedim ilgisini dağıtmak için.

Serdar çatalına taktığı bir domatesi ablamın ağzına iteledi. "Abla gözünü seveyim kahvaltıda ağlayıpta iştahımızı becerme. Önce ye sonra ağla."

 

Ablam ağzına tıkıştırılan domatesi çiğnerken Arkın, Nas'a dönüp kızmaya başladı. "Çok mu lazımdı kahvaltı sofrasına limonlu kek?"

Nas omuz silkti. "Canım çekti yaptım." Diye diklendi Nas.

 

Zelal elindeki kekten bir ısırık alıp ablama döndü. "Abinizin adı; Asi'miydi?"

 

Ablam burnunu çekip Zelal'e döndü.

"Evet, Asi Ça-" Ablamın sözünü kesen Arkın'ın acılı feryadı oldu.

"Yandım! Yandım gitti geleceğim! Cayır cayır yandım!"

 

Masadaki herkesin bakışları Arkın'a döndüğünde ablam hızla ayaklandı.

"Ay gitti çocuğun geleceği."

"Çay üzerime döküldü yandım." Arkın ayağa kalkmış pantolunu tutarak feryad ediyordu. Armanç ise masanın karşı tarafında olan Arkın'ı üflüyordu.

Ablam, Arkın'ın yanına gidip pantolonuna yapıştı. "Kot ıslanınca yapışır indir hemen."

 

Kaya hemen Arkın'ın beline yapıştı.

"Abla ne yapıyon kız dolu masa."

Masa'ya döndü. "Kapatın lan gözünüzü." Lâl, Nas, Reyhan, Zelal ve Sıla ellerini yüzlerine kapatırken Sıla Uzanıp Reyhan'ın çay bardağını havaya kaldırdı. "Buz gibi olmuş çay. Soğuk çayla mı yandın?"

 

Arkın'a masanın karşı tarafından elleriyle yelpaze yapan Armanç ayaklandı. "Yanmasa niye yalan söylesin abla, adam. Yanmış işte,"

Ablam ve Kaya, Arkın'ın donu inecek mi? İnmeyecek mi? Kapışması yaparken Reyhan lafa atladı. "Sıla doğru söylüyor çay Kaya yüzünden buz gibi oldu." Serdar uzanıp Atahan'ın çayını içti ve yüzünü ekşitti.

"Püh Allâh belanı vermesin Arkın,"

Başak'ın yanında yerde oturan Gölge'yi işaret etti. "Şu hayvanın sidiği bile daha sıcaktır."

 

Ablam Kaya'dan fırsat bulamayacağını anladığında koluna yapışıp misafir banyosuna götürdü.

Ablamın, Arkın'ı götürmesi üzerine Kaya derin bir nefes aldı.

"Soğuk çayla yanmış pezo."

 

"Öyle deme abi belki adamın cildi hassastır." Diyen Armanç'a karşılık Kaya demliği açıp elini içine soktu.

"Gel Armanç bak bakalım sıcak mı? Bu kız yüzünden buz oldu çay."

Boşta kalan eli ile Sıla'yı işaret ettiği sırada Sıla'dan önce Reyhan savunmaya geçti. "Asıl senin yüzünden soğudu çay. Başında mı bekleyecektik. Bir bardağı tekte içen sensin."

 

"Ne diyon dağlar kızı? Sinirden kelimelerin yerini karıştırdın."

 

"Çay diyorum çay senin yüzünden soğudu."

 

"Hadi oradan be." Kaya elini yıkamak için musluğa ilerlediği sırada ablam geldi. "İyi iyi yanmamış çocuk şükür."

 

"Abla zaten çay soğukmuş nasıl yansın gözünü seveyim." Dedi Atahan.

 

"Ay ne bileyim ben Allah aşkına çocuk yandım deyince bende telaş yaptım."

 

Hafifçe öksürerek ilgiyi üzerime topladım. "Kahvaltınız bittiyse bu gün Alay'a uğramamız lazım."

Başak dahil timin hepsi ayaklandı. "Kapının önünde sizi bekliyorum."

 

Ayakkabılarımı giymek için kapının önüne çıktığımda Sıla telefonda konuşarak ablamın odasına girdi.

İçimden bir ses bu kızın ciddi bir sıkıntısı olduğunu söylüyordu. Yapmayacağım birşeyi yapmaya karar verip sessizce ablamın odasına en yakın olan odaya girdim. Kapıyı kapattığımda kulağımı duvara yaklaştırdım.

 

Çok iyi olmasa da Sıla'nın bıkkın sesini duyabiliyordum. "Ama baba" Dediğinde anladım Nail Baltacı ile konuştuğunu.

 

Nail Baltacı dışarıya ne kadar kötü bir adam olsa'da evlatlarına iyi bir baba olduğunu duymuştum. Baba kız konuşması beni ilgilendirmez diyerek odadan çıkacağım esnada Sıla'nın "baba sen değil miydin Nil Soykan ile iş yapman benim hoşuma gider diyen? Şimdi ne oldu da onlardan uzak durmamı istiyorsun?" Diyen sesini işittim. Nail Baltacı'nın, ablamla ne ilgisi olduğunu düşünmeden edemedim. Ardından Sıla'nın hafif yükselen sesi tekrar kulaklarıma doldu. "Baba anlamıyorsun, Arkın denen adamla da Alkan'la da bir işim yok. Ben yalnızca mesleğimi yapacağım."

 

Aldığı cevap hoşuna gitmemiş olacak ki oflayarak telefon görüşmesini sonlandırdı. Ondan önce odadan çıkıp kapıya yöneldiğimde koridorda kavga eden Serdar ve Arkın'a rastladım.

 

Ne olduğunu anlamak için sessizce yanlarına gittiğimde Arkın, Serdar'ın yakasına yapıştı. "Ver lan paramı köpek."

Sinirli olan Arkın'ın aksine Serdar oldukça sakindi. Yakasındaki Arkın'ın ellerini tuttu ve göz devirdi. "Param yok."

 

"Paran yokta yeni telefonu neyle aldın?"

 

Başak'ın mutfağa koştuğunu gördüm döndüğünde elinde bir paket fındık vardı. Bir avuç aldıktan sonra yanındaki Zelal'e uzattı ve yere oturdu. Timin en sevdiği kavga başlamıştı. Fındık paketi elden ele dolaştığında alan yere oturuyordu.

 

"Telefonum eskimişti, bende taksitle yenisini aldım." Serdar elindeki son model telefonu havaya kaldırdı. Yüzünde zafer kazanmış bir gülümseme vardı.

 

"Ulan aynı maaşı alıyoruz ne demek paran yok?"

 

Yere oturan Atahan yüzünü sıvazladı.

"Ben vereyim bu borcu da bitsin artık yeter be."

Arkın, Söylenmekte olan Atahan'a döndü. "Hayır. Sen değil o verecek."

Dedi Serdar'ı işaret ederek.

 

"Anladığım kadarıyla bu bir borç davası," Dedi yanıma yaklaşan Sıla.

Kafa sallayarak onayladım.

"Ayıptır sorması ne kadar bu borç?" Diye soran Hozan'dı.

 

Sinirden kızaran Arkın dişlerinin arasından "200 tl" Diye homurdandı.

"Bende birşey sandım." Diye homurdanan Sıla'ya çevirdim kafamı.

"Altı yıllık bir borç bu, ve biz bunu beş yıldır her ay yaşıyoruz."

 

Şaşkınlıkla yüzünü buruşturan Sıla meraklı bir sesle, "Serdar niye vermiyor borcunu?" Diye sordu.

Yere çömelirken omuz silktim.

"Serdar'ın inadından dolayı."

 

"Anlamadım." Dediğinde Nas elini Sıla'nın omuzuna koydu.

"Ben sana anlatayım. Serdar abi altı yıl önce Arkın abiden iki yüz liracık bir borç alıyor. Sonrasında ise Serdar abi, Arkın abiye kızdığı için bu borcu ödememeye karar veriyor."

 

Nas'ın anlattığını anlamamış olan Sıla bu kez Serdar'a döndü. "Niye kızdın ki?" Serdar hafifçe öksürdü ve tiksinti içeren bir bakışla Arkın'a döndü.

"Sağlam döneceğine söz verdiği görevden karaciğerin de bir mermiyle döndü. Bende sözünü tutmadığı için sinirlendim."

 

"Mantıksız bir sebep" Diye homurdandı Sıla.

 

"Ablacım askerde mantık aranmaz." Diye bağırdı Armanç.

 

"Sen niye sürekli bağırıyorsun göt?" Diye ona da atarlandı Arkın.

 

"Ben ne zaman bağırdım amına koyayım?" Diye soran Armanç alakasız bir şekilde Hozan'a bakıyordu.

 

"Daha demin bağırdın ya" Diyen Hozan son derece rahattı.

 

"Bağırdım mı cidden?" Diye sordu Armanç. Herkes kafa salladığında bu kez Arkın'a döndü "bağırmışım ben,"

 

"La havle ya" Diye bağıran Arkın Serdar'a son bir yumruk atıp dışarı çıktı. "Hadi herkes Arkın'ı takip etsin." Diye bağırdım ve kıvırcığıma döndüm.

 

Sarılacaktım ama merdiven boşluğunda çıkan ikinci kavga ile bu düşüncem sekteye uğradı.

 

Bölüm sonu.

 

Kısa bir bölüm ve eksik sahnelerimiz çok fazla. Ancak iyi haber sezon finalini bitirdim sayıyorum. Bölümler çok düzenli gelmez biliyorsunuz ablam hâlâ yoğun bakımda yatıyor ancak biraz kafa dağıtmak için yazmaya ihtiyacım var.

 

 

 

 

Bölüm : 06.06.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...