Bu kurgunun gerçek kişi ve kurumlar ile ilgisi yoktur.
Keyifli okumalar.
8 sene önce.
Diyarbakır.
Asteğmen Alkan Soykan ve timi zorlu bir operasyon'u daha ardında bırakmıştı. Ancak Şafak timi için aynı şey geçerli değildi. Alkan'ında içinde bulunduğu Hançer timi ile ortak yürüttükleri bir operasyon da farklı bir bölgede bir şehit vermişler, iki tane yaralı arkadaşları ile dönmüşlerdi.
Teğmen Onur Tekin operasyon sırasında ağır yaralanmış ve dakikalar içinde şehitlik mertebesine ulaşmıştı.
Üsteğmen Deniz Sungur ve teğmen Oğuz Yücel ağır yaralıydı. Askeri helikopter iki timi de en yakın hastane olan Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne bırakmıştı. Alkan'ın omuzunu kurşun sıyırdığı için pansuman odasındaydı. Yanında ise yakın arkadaşı Kaya Eryiğit vardı. Kaya oturduğu refakatçı koltuğuna biraz daha yayılarak bacaklarını açtığında Alkan'ın öfkeli bakışlarının hedefi olması kaçınılmazdı.
"Ne bakıyon?" Diye sordu Kaya. Oturduğu koltuğa sığamadığında ağzının içinden bir küfür savurdu.
Yirmi bir yaşında genç bir adamdı ama cüssesi bir hayli genişti.
"Kaya biraz insan olmayı mı denesen kardeşim. Birazdan bayan hemşire gelecek içeriye sen öküz gibi yayılıyorsun. Ayıp."
Kaya, Alkan kadar bu konulara önem veren birisi değildi. Onun ayıp kavramı daha farklıydı. "Bayan dediğini duymasınlar ağzına sıçarlar kardeşim. Kadın diyeceksin." Dedi Kaya.
Geçen hafta çarşı izninde bir hanımefendiye, bayan dediği için kafasına topuklu terlik yemişti.
Alkan siyah kaşlarını düz bir çizgi olacak kadar çattı. "Sence tek sorun bu mu be sikik?" Kaya oldukça rahattı.
"Başka bir sorun göremedim."
Kapı açıldığında içeriye genç esmer bir hemşire girdi. Koltukta yayılmakta olan Kaya'ya garip bir bakış atıp sedyede bağdaş kurmuş olan Alkan'a yöneldi. "Beyefendi lütfen botlarınızı sedyeye sürmeyin ama." Diye kızan hemşireye Alkan ters bir bakış attı.
Ne yapsaydı yani ayaklarını mı kesseydi?
Kaya yayıldığı koltuktan düşmek üzere olduğunu fark ettiğinde hızlı bir manevra ile doğruldu. "İnan bana botları çıkarmamız hiç hoşuna gitmez. Aralıksız dört gündür giyiyoruz bu botları." Bakışları saat'e kaydığında cümlesini düzeltti. "Hatta beş gündür."
Hemşire, Kaya'ya ters bir bakış atıp eldivenlerini giymeye başladı.
"Beyefendi lüften çikar mısınız?"
Kaya damağını şıklattı. "Maalesef çıkamam." Hemşire bıkkınca Kaya'ya döndü. "Sebep?"
Kaya tekrardan yayılmaya çalıştığı koltukla birlikte geri doğru düştüğünde hiçbir şey olmamış gibi cevap verdi.
"Binbaşı git bu ayının yanında bekle dedi." Zorda olsa düştüğü yerden kalkmayı başarmıştı. Okkalı bir küfür savurup koltuğuda kaldırdı. Alkan ise bezgin ve bıkmıştı. Genç yaşında âdeta solmuştu. Kaya tekrardan kendini küçük koltuğa bıraktığında hemşire kafa sallayarak Alkan'a döndü.
"Üzerinizi çıkarın beyefendi."
Alkan sorun çıkarmadan verilen komuta uyup kamuflajının üst kısmını soydu. Kaslı ve pürüzsüz bedeni gözler önüne serildiğinde hemşire yutkunmadan edemedi.
Kaya'nın imalı bakışları Alkan'a döndüğünde Alkan sabır çekerek sedyeye uzandı.
Hemşire malzemeleri hazırlayıp Alkan'ın üzerine yeşil bir örtü örttü.
Örtünün küçük penceresinden Alkan'ın yarası görünüyordu.
Kaya koltuğa sığamayacağını anladığında boylu boyunca yere uzandı. Biraz dinlenmeliydi.
Hemşire şaşkın gözler ile Kaya'yı izledi. Kaya yerde kendine rahat bir pozisyon bulup gözlerini kapattığında hemşire bu kez Alkan'a döndü.
"Ne yapıyor?"
Alkan umursamazca Kaya'yı süzdü.
"Uyuyor."
"Neden?"
Dudak büktü Alkan.
"Uykusu var."
"Onu anladım zaten ama neden yerde? Sonuçta orası beton."
"Dağda bize kuş tüyü yatak mı veriliyor sence?" Kaya açmadığı gözleri ile mırıldandığında hemşire şaşkınlığa bir son verip Alkan'ın yarasıyla ilgilenmeye başladı.
Çok asker görmüştü ama hiç böylesine deliye denk gelmemişti.
Hemşire Alkan'ın yarasını dikerken Kaya yerde uyuyordu. Bir kaç dakika sonra kapı tıkladı ve açıldı. Gelen genç orta yaşlarda bir hemşireydi.
"Serpil işini çabuk bitir Ferda ablanın kızı kalp krizi geçirmiş. Buraya getiriyorlar."
Serpil hemşire dikişin son düğümünü atıp bandajı yapıştırdı. "Gene mi be abla bu ay kaçıncaya kriz geçirdi bu çocuk. Allah korusun ama sonu iyi gözükmüyor."
Orta yaşlı hemşire kaşlarını çatıp odadan çıktı. Serpil ise Alkan'a gerekli bilgileri veriyordu. Yaraya üç gün su değmeyecek dediğinde Alkan kendisini dinlemeyi çoktan bırakmıştı.
Hemşire geçmiş olsun deyip dışarı çıktığında Alkan yavaşça ayaklandı.
Ayağı ile Kaya'yı itekleyip uyanmasını sağladı. Odadan dışarı çıktığında kapıda çocukluk arkadaşı olan Atakan Çevik vardı. "Binbaşı Bahadır geldi. Hepimizi acil karşısında görmek istiyor."
Alkan kafa sallayıp önden yürümeye başladığında arkasında kalan Kaya ve Atahan ise didişmekle meşguldü.
Acil bölümünün çıkış kapısına ilerlerken kapıda yirmilerinin başında bir adam belirdi. Kucağında ise genç bir kız vardı. Kızın toprak rengindeki uzun kıvırcık saçları genç adamın kolundan sarkıyordu. Alkan'ın adımları istemsizce durduğunda sadece telaşlı adamın bağırmasını dinliyor ve izliyordu.
Genç kızın üzerinde sarı papatyalar olan bir elbise vardı. Telaşlı adamın arkasından baygın kıza birebir benzeyen sarı saçlı, mavi gözlü aynı yaşlarda bir kız içeri girdi.
Adam kucağındaki kızla ilgili bilgi vererek kızı getirilen sedyeye yatırdı.
Sedyede yatan kıvırcık saçlı kız Zelal Aktan'dı.
Alkan orada hoşlandığı kızı yıllar sonra tekrardan göreceğinden habersiz yanına adımladı. Bu adımlama istem dışı bir hareketti. Tamamen dürtüsel bir hareket. Alkan sedyeye yaklaştığı anda genç kızın Alkan'dan tarafta kalan eli sedyeden sarktı.
Arkadan gelen Reyhan, kardeşi olarak gördüğü kuzeninin elinin sedyeden sarktığını gördüğünde dizlerinde adım atmaya derman bulamadı ve dizlerinin üzerine çöktü. Ellerini başının iki yanına atarak hıçkırmaya başladı. Atahan gözünün önünde beliren geçmişi ile olduğu yere çivilenmiş gibi kaldı. Kaya ise dizleri üzerine çökmüş ağlamakta olan genç kıza yöneldi.
Alkan sedyede yatan genç kızın elini tuttuğunda midesinde bir balon patlamış gibi hissetti. Sedyede yatan genç kızın duran kalbi ise eline temas eden sıcak ellerin etkisi ile yeniden atmaya başladı. Saniyelik bir kalp durması aşk adındaki nankör duygu sayesine tekrardan atmaya başladı. İki genç bu gün bilmiyordu ama yıllar sonra aynı temas sayesinde aşklarının farkına varacaklardı.
Şimdilik iki gönülde farklı şehirlerde birbiri için atacaktı. Alkan kalbinin ait olduğu kadını bir süre rüyalarında görecek. Zelal ise onu hiç görmeden kalbinde büyütecekti. Ve günü geldiğinde iki kalpte birbiri için vuracak biri durduğunda diğeride duracaktı.
Alkan genç kızın avucuna küçük gelen elini tutarak onunla birlikte içeri girdiğinde doktorlar tarafından geri çıkartıldı. Aklıda kalbide birkaç dakika sonra terk edeceği bu şehirde, aşık olduğu genç kızda kalacaktı.
Atahan gözünün önündeki geçmişine bir kez daha lânet okudu. Kaya ise bu gece gördüğü mavilerde kayboldu.
Kendini tekrar bulması ise yıllar sürecekti. Bu gece dört gencin kaderi birbirine düğümlendi. Fakat dördünün de ruhu duymadı. Kaderlerine atılan düğümü ise yıllar sonra amansız bir olayda öğreneceklerdi.
Yazardan:
Kulaksızın sesi toplantı odası'nda yankılandığında Dora'ın sırtından soğuk terlerde eş zamanlı olarak akmıştı. Dede halinden memnundu. Babasına ne oluyordu yani?
"Dolandırmadım ki." Diye mırıldandı.
Kurt kıskıs gülerken Dora seslice yutkundu. Babası ağzına sıçacaktı.
Dedeyi dolandırmak iyi bir fikir değildi. Dolandırıldığını yeni öğrenen Arhan şaşkındı. Kulaksız ve Laz, Dora'ya güvenmemesi gerektiğini söylemişti ama bu kadar olacağını tahmin etmemişti.
Kulaksızın kızının dolandırıcı olduğuna mı şaşırsın. Yoksa bu pırlanta gibi genç kız tarafından dakikalar içinde dolandırıldığına mı?
Kulaksız hızlı adımlar ile kızının sandalyesinin arkasına geçti.
Kulağını tutup çektiğinde Dora canı çok az acımasına rağmen çok acımış gibi cırladı.
"Baba yapma acıyor."
"Acısın! Ne yapayım acıyorsa? Ben seni dolandırıcı ol diye mi yetiştirdim itin eniği?"
Dora babasının elini kulağından çekmeyeceğini anladığında Kurt amcasının koluna yapıştı. "Amca yardım et! Kendi kulaksız benide kulaksız yapacak."
Kurt, Dora'nın canının yanmadığını bilse de kıyamadı yeğenine yapıştı arkadaşı Kulaksız'ın koluna. "Bırak yeğenimi vurmayım seni."
Kulaksız, Dora'yı bıraktı. Bu kez yapıştığı kulaklar yakın arkadaşı Kurt'a aitti. "Ulan varya bu çocuk hep sizin yüzünüzden böyle oldu. Özelliklede senin yüzünden."
Kurt kulaklarının acısı ile inleyip Dora'nın saçına yapıştı. "Baban olacak it biraz daha kulağımı çekerse yolarım seni."
Dora gelen tehdit ile hemen babasına sarıldı. "Kurbanın olayım bırak baba."
Arhan ise sandalyesinde olup biteni izliyordu. Kırklı yaşlarında koca adamlar kavga ediyordu ve onları genç bir kız ayırıyordu.
İntikam timine girmek kolay olmuştu da alışmak pek kolay olacak gibi durmuyordu.
Toplantı odası'nın kapısı şiddetli bir ses ile açıldığında içeriye timin geri kalan üyeleri girdi. Laz, Safir, Serçe, Şahin, Kör ve Zemheri gelmişti.
Giren herkes ilk önce kavga etmekte olan üçlüyü ayırmaya koştu.
Zemheri masanın başına geçip elini masaya vurduğunda dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.
"Kesin tartışmayı ve oturun." Dedi otoriter bir sesle.
Kulaksız ağzının içinden Kurt'a küfür ederek yerine geçti. Dora babasının yanına oturmak yerine Kurt ve Serçe'nin ortasına oturmayı seçti.
Kulaksız ve Arhan yanyana oturuyordu. Herkes yerine geçtiğinde Zemheri, Safir'e bir işaret verdi.
Safir ayağa kalıp Zemheri'nin arkasındaki büyük duvara bir şifre girdiğinde büyük bir ekran açıldı.
Safir bağlantı kurduğunda dev ekranda bir adam belirdi. Bu adam Akrep'ten başkası değildi.
Akrep, Zemheri'nin yetiştirdiği nadir adamlardan biriydi. "Selam ihtiyar timi." Dedi Akrep elini sallarken.
Safir hiçbir zaman yaşlandığını kabul etmediği için bu girişe hayli sinir olmuştu. "Arhan ve Zemheri yüzünden neden bana yaşlı muamelesi yapılıyor?"
"Çünkü yaşlanıyorsun" Dedi Laz umursamazca. Masadakiler gülmeye başladığında Safir daha'da sinirlendi.
"Yirmiliklerden bile daha genç gözüktüğümü farkında mısın?"
Laz göz devirdi. "Estetik yaptırdığın için olabilir mi?" Safir önündeki siyah kapaklı dosyayı Laz'a fırlattı. "Paramla genç kalıyorum. Birde size bak. Hepiniz dedem gibi duruyorsunuz." Kurt bu lafları zerre üzerine alınmadı. Yaşlı bir adam olduğunu inkar etmiyordu ama hâlâ yakışıklı olduğunuda biliyordu.
Seneler O'nu yormuştu ama yaşlandırmayı başaramamıştı.
Serçe bıkkınca oflayıp ekrana döndü.
"Safir kapa o süslü çeneni de çocuk anlatsın. Seni dinliyoruz Akrep."
Safir arkadaşının sinirlendiğimi fark ettiğinde istemesede susmak zorunda kaldı. "Alkan, Arkın ve Kaya üçlüsü ile dakikalar önce ayrıldık. Kabul etmeliyim ki beklemediğim şeyler oldu. Bu işe girerken çekindiğim iki kişi vardı. Biri Alkan diğeri ise Atahan'dı ama yanılmışım Zemheri asıl korkmam gereken kişi Arkın'mış."
"Söylesen Akrep neden onlardan bu kadar çekiniyorsun." Diye sordu Serçe.
Akrep rahat gibi görünmek için ellerini ceplerine soktu. Kolay kolay kimseden korkmazdı ama kendisine birşey olursa arkasında bırakacağı küçük kızınıda düşünmeliydi.
"Bakın sizinle açık konuşacağım. Beni en ürküten Alkan'ın zekasıydı. Alkan'ın zekası bana göre farklı bir boyutta salağa yatmayı seviyor. Neyi anlayıp anlamadığını hissetmek çok zor. Garip ve zor bir karakter. Sağ gösterip sol vurmayı seviyor."
Arhan'ın göğsü kabardı. Küçük oğlu da tıpkı abisi gibi zeki bir adam olmuştu. Akrep boğazını temizleyip devam etti. "Atahan hakkında zaten birşey söylememe gerek yok. Geçmişini hepimiz biliyoruz. Ayrıca Alkan'ın, Atahan için ne kadar değerli olduğunu Alkan'ın esir düşmesini sağladığımızda zaten anlamıştık.
Bu işin altında bizim olduğumuzu anladığında yapacağı katliamı hayal bile edemiyorum."
Dora'nın dolandırıcı zekası bu masada durmuştu. Neden burada olduğunu bilmesede tahmin edebiliyordu.
Çocukluğundan beri babası tarafından bu iş için özel olarak eğitilmişti. Kimse bilmiyordu ama çoktan Nilay Soykan'ın yanına sızmıştı. Şahin timi'ni az çok tanıyordu ama Arkın denilen adamdan neden korktuklarını hâlâ anlayamamıştı. Salağın teki gibi gözüküyordu.
"Alkan ve Atahan abiden korkma sebebini anladım. Sonuçta Alkan abi, Kuzgun amcamın kardeşi eğer zekasını babasından değilde abisinden aldıysa korkmak için güzel bir sebep. Atahan dersek herif kendi ailesine acımamış zaman'ında şimdi size acır mı? Bence hayır." Önündeki siyah kapaklı dosyayı karıştırıp Arkın'ın fotoğrafının olduğu sayfayı buldu. Dosyayı havaya kaldırıp Arkın'ın fotoğrafını gösterdi.
"Şimdi şu abinin gül yüzüne bir bakın. Allah aşkına sizce bu adam korkulacak biri olabilir mi?"
Kurt'un şoke olmuş bakışları Dora'ya döndü. Ne anlatıyordu bu kız çocuğu?
Safir yüzünü ekşitti. "Kız sen deli misin? Arkın'ın öyle saf salak durduğuna bakma şeytanı bile kandırır o. Senden daha beter bak o kadar diyorum."
Dora inanamıyormuş gibi Arkın'ın fotoğraf'ına bir daha baktı. "Yahu adam 2+2 kaç eder onu bile bilmiyor. Ne şeytanı? Benim bunu dolandırmam iki dakika sürer."
Kurt, Dora'nın kafasını okşadı.
"Zavallı yeğenim" Dora'nın kafasına minik bir teselli öpücüğü kondurdu.
"Sen, Arkın'ı dolandırına kadar o senin götünden donunu alır haberin bile olmaz." Kulaksız kafa salladı. "Tanımadığın için onu salak zannediyorsun o timdeki en zeki adam. Sence, Kurt amcan salak birini şahin timine sokar mıydı Dora?"
Dora şaşkındı. Masadaki herkes Arkın denen adamdan korkuyordu.
Peki nedeni neydi?
Dora şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışırken Kurt tekrar Akrep'e döndü.
"Sana verdiğim kayıtı Alkan'a izlettin diymi?" Akrep sıkıntı ile kafa salladı. Ortada büyük bir tehdit vardı ama Kurt umursamıyordu.
"İzlettim. Bak Kurt, Arkın denen adamı kendi iyiliğimiz için Şahin timinden uzaklaştırmalıyız."
Kurt'un masanın üzerindeki eli yumruk şeklini aldığında kavisli kaşları çatıldı. "Sana verdiğim işleri hallet gerisine karışma Akrep."
"Anlamıyor musun Kurt? O adam salak gibi gözüküyor ama değil. Çeteyi bile biliyor bizim için tehlikeden başka birşey değil. Eğer anlarsa hepimiz için çok kötü şeyler olacak."
Masadaki herkes Kurt'un ağzından çıkacak olan kelimeyi bekliyordu.
Timdeki adamları seçip bir araya toplayan kişi oydu eğer birisi uzaklaşacaksa buna Kurt karar verirdi. Kurt boynunu esneterek sakinleşmeyi denedi. "Arkın'ın timden uzaklaşması demek Çetin itinin Alkan'a yakınlaşması demek. Yani Arkın'ı uzaklaştırırsak Alkan ve Zelal'i, Çetin'in önüne atarız. Çocuklarımın başına birşey gelmesindense kendi başımın kopmasını tercih ederim.
Unutmayın Arkın'ı o time boşa sokmadım. O Alkan'ın arkasındaki en büyük destek sayılır. Onun zekası olmasa Çetin çoktan Alkan'ın işini bitirmişti."
Kimse kabul etmek istemesede Kurt haklıydı. Çetin yıllardır Alkan ve Zelal'i peşindeydi. Üstelik henüz Asi'nin kalbinin Zelal'in bedeninde can bulduğunu bile bilmiyordu. Bu bilgiyi saklamak için hastane kayıtları yok edilmişti. Eğer Çetin, Asi'nin kalbinin Zelal'de olduğunu öğrenirse geçmişte Asi'ye yaşattıklarının daha fazlasını Zelal'e yaşatırdı. Yıllardır Çetin'in fişini çekmek için türlü yollar deniyorlar ama her yolun sonu büyük bir başarısızlığa çıkıyordu.
Çetin'in arkasındaki destek çökmeden Çetin'in fişini çekmek imkansızdı.
Şahin Timi'nin kurulmasının sebebi ise Çetin'in arkasındaki gücü çökertmekti. Onlar Çetin'in arkasındaki örgütü bitirecekti intikam timi ise bizzat Çetin'le ilgilenecekti.
Akrep gerekli bilgileri verdikten sonra bağlantıyı kesti.
Zemheri, Safir'e elindeki USB'i uzattı ve işaret verdi. Safir bilgisayardan dev ekrana bağlanıp bir video kaydı başlattı.
Video'da ilk beliren koca bir karanlık ve ard arda alınan derin nefesler oldu. Ardından karanlık normale döndüğünde ekranda siyah tulumlu bir adam belirdi. Kim olduğunu anlamak çokta zor değildi. Kafasındaki şapkayı ve yüzündeki maskeyi indirdiğin de Kuzgun'un kanlı yüzü ekranda belirdi. Kaşının üzerinde derin bir yara vardı. Dolgun dudaklarının arasından kan sızıyordu.
Video kaydını izleyen Serçe'nin midesine ve kalbine giren kramplar yüzünü ekşitmesine sebep oldu.
Aşık olduğu adamı yıllar sonra bir video kaydında görüyordu. Değişmeyen tek şey ise Kuzgun'un çektiği acılar ve yüzündeki yaralardı.
Yakışıklı yüzü hep yara içindeydi.
Belli etmesede hep canı acıyordu.
Safir destek olmak ister gibi elini Serçe'nin bacağına koydu. Dolan gözlerini ise arkadaşına değdirmedi.
Kuzgun ellerindeki eldivenleri çıkardığında ellerinden masaya kanlar akmaya başladı.
Nefesini hâlâ toparlayamamıştı belliki. Kulaksız'ın masanın üzerindeki eli yumruk oldu. Yıllar sonra komutanını bir video kaydından görüyordu ama video kaydında bile acı çekiyordu.
Kör komutanını yıllar sonra bu şekilde görmenin hüznü ile sadece ekranı izliyor hiçbir tepki veremiyordu. Şahin kardeş olarak bildiği adamı yıllar önce kaybetmenin acısını atlatamadan onu yine acı çekerken gördüğü için gözünden süzülen bir damlaya engel olamadı.
Laz belli etmemeye çalışsada ağlıyordu. Emindi komutanı mezarında bile rahat değildi.
Arhan hiçbir zaman oğlunu mutlu görememiş bir babaydı. Ekrandaki oğlu acısını hafifletmek için karnındaki yaraya bir paçavra bastırmaya başladığında oğlunun küçüklüğü düştüğü gözleri önüne.
Kardeşi için yediği dayaklar, köpek mamaları, çiğ etler, annesinin cesediyle saatlerce kalması ve daha niceleri. O evlatlarını hiçbir zaman hak etmemişti.
Hepsini düşüncelerinden sıyıran video kaydından konuşan komutanları ve dostları oldu.
"Fazla vaktim yok!" Dedi Kuzgun'un hışırtılı sesi. Etrafına kısa bir bakış attı. "Yaralıyım. Belki de dakikalar sonra can vereceğim. Ama bilmenizi istediğim birşey var. Çocuklar ben öldükten yıllar sonra tekrar bir araya gelecekler bunu hepimiz biliyoruz."
Yarasına bastırdığı paçavrayı bir kenara fırlattı. Yanında duran sırt çantasını açıp içinden bir atlet çıkardı. Yırttığı atletin bir parçasını yarasına bastırıp devam etti.
"İşte o zaman için işinize yarıyacak bir sandık var. Bu sandığın yeri Şahin'de gizli, şifre ise Nil'de.
Sandığı bulduktan sonra eğer gerekirse operasyonu Nil'e deşifre edin." Video'dan bir araba sesi duyulduğunda Kuzgun acele ile kaydı kapattı. Masadaki herkesin dikkatli bakışları Şahin'i buldu.
"Bahsettiği sandık getirdiğimiz mi?" Diye sordu Kör.
"Evet. Ama şifre hâlâ Nil'de."
"Nasıl alacağız şifreyi Nil'den?" Laz'ın sorusu ile Şahin'in bakışları Safir'i buldu. "Şifreyi alacak kişi belli."
Safir özgüvenle saçını savurdu. "Hiç meraklanmayın o iş bende."
"Şifre kolay iş asıl sorun şu Çetin'in yönettiği pavyon. Mekanı kontrol altında tutmalıyız aynı zamanda Çetin itini de öyle."
"Laz doğru söylüyor. Önce Çetin'i bir tartalım hâlâ eskisi kadar zinde mi bir ölçelim." Dedi Kurt.
Zemheri kısaca düşündükten sonra iş bölümüne başladı. "Kurt, Safir, Laz ve Dora dördünüz pavyon işini halledin. Diğerleri ile işim var." Kurt ve Laz'ın korku dolu bakışları Dora'yı buldu.
Aynı anda, "bizi satmaya çalışırsan ağzına sıçarım." Dediler. Dora ise tehditlere karşı dudak büzdü. "Söz vermiyorum."
Safir ise çoktan akşam ne giyeceğini düşünmeye başlamıştı.
Yapılacakların üzerinden kısaca bir kez daha geçip dağıldılar. Herkes kendi işinin başına dönmeliydi.
𝘼𝙡𝙠𝙖𝙣 𝙎𝙤𝙮𝙠𝙖𝙣
Eve geleli henüz birkaç dakika olmuştu annem arayıp yemeği bahçede yiyeceğimizi söylediği için üzerimizi değiştirip bahçeye inmiştik.
Arkın salağı markette domates kasasına düşmüş ama umursamadığı için Akrep'le buluşmaya bile o kıyafeleri ile gelmişti. Kaya onunla dalga geçerken ben ise bahçenin arka tarafına dolanıyordum. Zelal bahçedeki büyük koltuğa oturmuş annemle bir şeyler konuşuyordu.
Reyhan, ablam ve Başak üçlüsü ise yemek masasının önünde ayak üstü bir sohbete dalmışlardı.
Nas ve Lâl ise bahçedeki hamakta sallanıyorlardı. Tayfanın geri kalanı ise mutfakta olmalıydı. Atahan elinde koca bir tepsi ile ihtiyarın mutfak kapısından dışarı çıktığında kaşları çatıktı. Belli ki her zaman olduğu gibi bu günde istemedi bir iş kendisine kitlenmişti. "Niye siz sohbet ederken ben Nazlı anneye yardım etmek zorundayım?" Diye sordu sınırlı bir ses ile.
Zelal ve annem sohbete okadar dalmıştı ki Atahan'ı duymadılar bile.
Nas ve Lâl ikilisinin duymamazlıktan geldiklerine emindim. Ablam ise çattığı boyalı kaşları ile Atakan'a döndü. "Çok pardon sen varken biz niye Nazlı anneye yardım ediyoruz. Bir işe yarıyorsun işte ne güzel."
"Bir işe yaramak istemiyorum ama."
Diye çıkışan Atahan'ın abla terliği yemesi kaçınılmaz bir sondu.
Ablam ayağından çıkardığı terliği Atahan'a fırlattı. Atahan'ın koluna çarpan terlik yere iniş yaptığında Atahan hafifçe ablamın üzerine koştu.
Elindeki büyük tepsiyi Reyhan'ın eline iteleyip kaçmaya hazırlanan ablamı yakaladı. Kucakladığı ablam başına gelecek olanı bildiği için bağrınmaya başladığında Atahan, "sus bıktık senden. Kurtulacağız senden şimdi. Atacam seni bir yerlere." Diye hafifçe yükseldi. Annem ve Zelal tartışan ikiliyi seyredip gülmeye başladı. Başak ve Reyhan ise tepsidekileri büyük masaya diziyorlardı. "Bırak lan beni deve!" Diye bağıran ablam artık Atahan'ın omuzundan sarkıyordu.
"Bırakacağım ama çöpe bırakacağım. Yeter artık hepimizi bıktırdın. Belki çöpten birisi bulup sahiplenir senide bizde kurtuluruz." Atahan çırpınan ablamı şekilden şekile sokarak bahçenin dışındaki büyük çöp kutusuna yöneldi.
"Ben yavru hayvan mıyım lan niye millet beni çöpte bulup sahiplensin? Bırak beni deve. Allah'ım gücümde yetmiyor." Gariban ablam Atahan'ın omuzunda çırpınırken pek sevgili koruma köpeği olan gölge ise bahçenin bir köşesinde Serdar'a göbeğini kaşıtmakla meşguldü.
Ablam Atahan'dan kurtulamayacağını anladığında son çareyi evladı gibi büyüttüğü köpeğine seslenmekte buldu. "Gölge! Gel buraya ye bunu."
Gölge kendisine seslenen anasına dönüp baktığında cebelleştiği kişinin dayısı Atahan olduğunu fark etmiş olmalı ki yattığı yerden havlamakla yetindi. Eğer ablam gölge'nin güvenmediği birisi ile şakalaşıyor olsaydı gölge'nin karşı tarafı parçalaması muhtemeldi.
Atahan, gölge'nin havlamasına gür bir kahkaha atarken ablam çok sevgili oğluşuna sövmekle meşguldü.
"Kafana kuşlar sıçsın gölge. Ananı çöpe sokuyorlar burada sen hala yat."
Gölge uzaktan cırlayan anasına daha fazla dayanamamış olacak ki ağır hareketler ile ayaklandı.
Önce kendini esnetti. Ardından ağır adımlar ile ablam ve Atahan'ın yanına gitti. Atahan bir eli ile ablamı tutarken diğer eli ile gölge'nin başını okşadı. Herşeyin bir oyundan ibaret olduğuna tamamen emin olan gölge Atahan'la oynamaya başladı.
Atahan, ablam ve gölge oynaya dursun ben ise annemle Zelal'in yanına gideyim. Büyük koltuğa kendimi bıraktığımda Zelal ve annemin bakışları beni buldu. Fakat bakışları pekte hoş değildi.
"Ne oldu? Neden bakıyorsunuz?" Diye sordum.
"Alkan sofrayı kurmaya yardım et annem. Biz Zelal'e birşey konuşuyoruz."
"Konuşun anne ağzınızı bağlamadım ki." Dedim Zelal'in kucağında yatmakta olan sütlaç'ı kucağıma çekerken. "Alkan özel bir konu konuşuyorduk." Dedi Zelal. Sesinde bariz bir uyarı vardı. Sütlaç'ı kucaklayıp tripli bir şekilde ayağa kalktım. "İyi konuşun." Dedim sinirli bir sesle. Ne kadar umursandığım ise tartışmaya açıktı. Bahçenin köşesinde yuvarlanan kızım limonu görünce sütlaç'la birlikte onun yanına gittim.
Limon'u kucağıma çağırıp sağ dizime oturmasını sağladım. Sütlaç'ı ise sol dizime aldım. Artık tanışmaları şarttı.
Sütlaç, limon'u umursamadı ve yatmaya devam etti. Limon ise önce sütlaç'ı kokladı ardından patiledi.
"Aaa limon çok ayıp ama" Hafifçe limon'u azarlayıp patisine bir fiske attım. Tabiki canını yakacak değildim bu fiske uyarıydı.
"O da kardeş kızım. İyi anlaşmalısınız kedi dediğin kardeşini döver mi?"
Bu kez sütlaç, limon'u koklamayı denedi ve buda büyük kapışmayı alevlendiren şey olduk. Limon ikimizi birden dövüp kaçtığında sütlaç bana, bense ona baka kaldık. Tırmalanmış elimi havaya kaldırıp sütlaç'a gösterdim. "Buda demek oluyor ki dişi varlıklar biraz daha asabi oluyor."
"Ne yaptın oğlum?" Diye bağırdı annem. Hemen ardından ise Zelal yanıma geldi. "Alkan ne yaptın ya?"
Ne yapmıştım ki sadece çocukları arkadaş yapmaya çalışıyordum.
"Birşey yapmadım ki. Tanıştırıyordum." Diye mırıldandım.
"Ne oldu burada?" Diye soran kişi Sıla'ydı.
"Gitmedin mi sen?" Diye parlayan ise Arkın'dan başkası değildi.
"Sanane be aptal!" Diye tekrar çıkıştı Sıla.
Zelal ise yanıma çökmüş kanayan elime bakıyordu. "Gel hadi yıkayalım elini." Dedi kucağımdaki sütlaç'ı alıp yana bırakırken. Kafamı sallayıp ayaklandım. Annemin kızgın bakışları ise üzerimdeydi. Annemi umursamayacak Zelal'le birlikte bahçenin diğer tarafında kalan çeşmeye yürümeye başladık.
"Yani Alkan olmayacak şeyi olduruyorsun ya hayret ediyorum." Diye beni azarladığında tepki bile vermedim. Çünkü sağ elim Zelal'in avuçlarındaydı. Konuşursam kekelemekten korkuyordum.
Geçiştirmek ister gibi "sıkıntı yok. Alışkınım." Dedim. Konuşmak hiç bu kadar zor olmamıştı. "Abi senin bir sesin kısılmış hayırdır?" Yanımda beliren Armanç'ın ağzına yumruğumu sokmamak için kendimi zor tuttum. "Elim parçalandı ondandır." Dedim uyarı dolu sesim ve bakışlarımla.
"Bence yengemden dolayı sesin çıkmıyor ama hadi neyse." Dedi ağzını bükerken. Sadece dudaklarımı kımıldatarak küfür ettiğimde gülüşü soldu. Yanından uzaklaşırken omuzuna vurup fısıldadım. "Zelal'in olmadığı bir yerde hatırlat döveyim seni."
"Emredersiniz komutanım."
Armanç'ı tehdit etmemiş gibi gülerek çeşmeye yakınlaştım. Çeşme bahçenin arka kısmında kaldığına kimse bizi görmüyordu.
Zelal elimi yıkayıp tırmık izlerine bakarken kendimi açıklamak zorunda gibi hissettim. Sonuçta kalbinde başka bir adam vardı ve benim timim onu yenge diye darlıyordu.
"Zelal, sen bizim çocukları umursama onlar sana şakasına şey ediyorlar." Dedim utana sıkıla.
Şaşkın bakışlarını gözlerime çıkardı.
"Ne ediyorlar bana?"
"Şey ediyorlar ya işte, şaka için yani"
Dedim utanç içinde. Normalde pekte utangaç bir herif değildim ama Zelal'in yanında istemsiz bir utanç kaplıyordu içimi.
Zelal şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu.
Ne zaman yüzünü bu şekle soksa mıcırmak geliyordu içimden ama kendimi tutuyordum. "Alkan şeyin bir adı yok mu?" Diye sordu. Kaşlarını biraz daha çattığında ne kadar tatlı gözüktüğüne dair hiçbir fikrinin olmadığına emindim.
"Yani şey demek şey yani... " Dediğim sırada bir şarkı sesi yükseldi.
Sevgili Ankaralı Namık, dar geldi sana Ankara isimli şarkısını okuyordu. Zelal'le karşı karşıya durduğumuz için ben Zelal'in arkasında kalan aparmanın köşesini rahatlıkla görüyordum. Ama onun arkası dönük olduğuna göremiyordu. "Arkın açacağın şarkıya sokayım." Diye hafifçe yükseldi Serdar. Ağız okuma yeteneğim küçüklüğümden gelirdi.
Abim ve babamın arasındaki o gizemli şeyi öğrenmek için edindiğim bir alışkanlıktı ama iş hayatımda oldukça işime yarıyordu.
"Ver şunu salak." Reyhan, Arkın'ın elinden telefonu çekip aldığında Zelal'in şaşkın bakışları daha'da şaşkın bakıyordu. "Bu şarkı ney ya?" Diye sordu gülerken. Ah bir bilsem.
Bi'şey değildir bizim çocuklar eğleniyorlar işte dedim. Geçiştirmek için çeşmenin yanında duran kağıt havlu dan birazcık alıp elinde tampon şekli verdi. Elimi tekrar sıcak avuçlarına çektiğinde "birşey diyordun?" Diye sordu.
Diyeceğim bir şeyler ama dinleniyoruz be güzelim.
Sıla ve Reyhan kafa kafaya telefondan şarkı seçerken bakışlarım Arkın ile kesişti. Çattığım kaşlarımın ardından gözlerimi belerttim. "Alkan? Birşey diyordun?" Zelal sorusunu tekrarladığında geçiştirmek için gülümsedim. "Aman neyse boşver."
Ankaralı Namık sustuğunda bu kez çok sevdiğim bir sanatçı olan Sezen Aksu 'ben sende tutuklu kaldım.' diyerek söze girdi.
Allah'ım tan şuan yar yeri ve ben içine gireyim.
Tabikide böyle birşey olmadı ve Zelal'in garip bakışları etrafına döndü. "Sizin çocukların eğlence anlayışı biraz ilginçmiş" Dedi. Duvar dibine tünemiş olan ekibi görmediğine eminim. Bu kez bakışlarım Sıla ile kesiştiğinde kaşlarımı kaldırdım. Gidin oradan. Demekti bu hareket.
Ama kendisi omuz silkip şarkının ritmi ile kafasını sağa sola sallamaya başladı. Anlaşılan onunda benim şerefsizlerden eksik kalır bir yeri yoktu. Zelal elimi kağıt havlu ile kurulamaya başladığında daha fazla dayanamadım. "Bu gün gündüz bana sormuştun ya hani ölen birini nasıl yaşatırım diye."
Toprak rengindeki gözleri sulandı. O adamı hatırlamak onu üzüyordu.
"Evet sormuştum."
"Neden onu yaşatmaya çalışıyorsun?
Belkide onu yaşatmak sana zarar veriyordur."
"Asıl onu unutmak bana zarar veriyor Alkan." Dedi gözlerindeki hüzün hiç bu kadar belirgin olmamıştı.
Sulanan gözlerini yere bakarak saklamaya çalıştı. "Ona bir söz verdim. Sözümü tutmalıyım. Yattığı yerde huzurlu olmasını sağlamalıyım." Dediğinde içimdeki denize bir taş atıldı. Dalgası ise beni savurdu. "Bazen sözleri tutmak bize zarar verebilir. İstemesekte unutmak bizi iyileştirebilir." Diye mırıldandım.
"Sen olsan seni yaşatan birine sırtını döner misin?" Diye sorduğunda ise cevap veremedim. Boğazım düğümlendi. Zelal kalbinde yer edinmiş olan o adama aitti.
Gece karası gözlerime yağmurlar toplandı ama geri ittim. Kimse için ağlayıp kendimi yıpratamazdım.
Ama bu dakikadan sonra Zelal Aktan'la arama ciddi bir mesafe koymayı kendime görev belledim.
O başkasına aitti. Ben ise ona tutuklu şekilde yaşayacaktık. Kabullenmek istemesemde ona olan bağlılığım yaralıyken gözlerimi açtığımda ilk onu gördüğümde oluşmamıştı.
Yıllar önce toprak gözleri dünyaya kapanıp elini tuttuğumda geri açılması ile oluşmuştu. Kader bizi pamuk ipliği ile bağlamıştı. Ama onları zincirlemişti.
Zincir kopmazdı ama pamuk ipliği ilk zorlukta kendini bırakırdı. Benim Zelal'e olan bağım bu gün koptu mu bilinmez ama onun bana olmayan bağlılığı kopmuştu.
Zelal'in elinden elimi çekerek kağıt havluyu çöpe attım. "Sarsaydık elini. Yara çok derin gibi duruyor." Dediğinde yüreğime açtığı yaranın derinliğinden haberi olmadiği açık ve netti. Gerek yok diyecektim ki Kaya salağının sesi pek sevgili Sezen hanımı bastırdı.
"Yine bana tadını tattıramadın
Yine kalamadık baş başa
Ayarını canım tutturamadın
Yediremedin şak şuka
Şak şuka şak şuka şak şuka şaka da şuka
Doyamadım tadamadım yiyemedim şaka da şuka
Şak şuka şak şuka şak şuka şaka da şuka
Doyamadım tadamadım yiyemedim"
Birinci katın camına çıkmış anırmakta olan pek sevgili askerime yerden aldığım küçük bir taşı fırlatmak durumunda kaldım.
"Allah sizi bildiği gibi yapsın! Ne biçim insanlarsınız lan?" Diye kelimenin tam anlamı ile bönürmek durumunda kaldım. "Bırakın didişmeyide yemeğe gelin." Diye seslenen ablamın yanına ilerleyip saçını çektim. Tabii tokat yemem kaçınılmazdı ama olsundu. Biraz modum yerine gelsindi.
Hep birlikte keyifli bir yemek yedik.
Ardından ablam kızlar ile kız gecesi yapmaya karar verip hepsini zorla kendi evine topladı. Erkekler ise ihtiyar tarafından kovulmuştu. Saat epey geç olduğu için Sıla'da ablamlarda kalmaya karar vermişti.
Herkes evlerine dağıldığında Hozan'da sütlaç'ı alıp yeni evine çıkmıştı. Bana ise bahçede dertlerim ile boğuşmak düşmüştü.
Bir aklım sandığın şifresinde kalsada aklımın tamamı Zelal'in geçmişindeki o herifteydi.
Ablamın evladı gibi gördüğü köpeği ise bu gece ablam tarafından koltukları kemirdiği için bizim eve kovulmuştu. Kucağıma yatan seksen kiloluk gölge'nin tüylerini okşarken dertli dertli dalmış olmalıyım ki omuzuma vuran el ile kendime geldim. "Ne yapıyon burada? Gitsene evine." Diyen Serdar'a esneyerek cevap verdim. "Eve gitsem daralıyorum. Bahçede otursam Kovuluyorum. Böyle hayatın amına koyayım."
Gülerek kendini yanıma bıraktığımda, "yengenin yanına git. Rahatlatır seni." Dedi.
"Ne yengesi yavşak. Sinir etme beni." Diye sakince çıkıştım.
"Tamam sustum. Hemen kudurma."
Ayaklandığında benide ayaklandırdı.
"Arkın defteri incelemeye gitti işi bittiğinde sizin eve gelecek. Eve çıkıp bekleyelim."
Kabul edip ayaklandığımda birlikte yukarı çıktık. Atahan çay demlemiş ama duşa girdiği için içmemişti. Beleş çayı kaçırmayan Serdar birer bardak çay koyup balkona yanıma geldi. Gölge ise limon'u yanına koltuğa çıkıp çizgi film izlemeye başlamıştı.
"Çeşme başında ne konuştunuz yengeyle?" Omuzumu dürttü. "Aşk itirafımı yaptın?"
Somurtmaya devam ederken çay kaşığını masaya fırlattım. "Ne aşkı ne itirafı lan? Yok öyle birşey." Diye çıkıştım. Çayından bir yudum alıp.
Götünü işaret etti. "Gel götüme anlat sen onu."
"Serdar ya sus yada siktir git evine." Dedim. Yastığı suratına fırlatırken.
"Gudubet herif. Aşıksın işte kıza kabul et kurtul."
"Değilim." Dedim gayet sakın bir şekilde.
"Aşıksın"
"Değilim."
"Aşıksın kardeşim kabul et kurtul."
"Değilim it!"
"Tamam değilsin. Peki hâlâ onu görünce midende kelebek etkisi oluşuyor mu?"
İnkar etmenin bir boka yaramadığını anladığımda kafa sallayarak onayladım.
"Oluşuyor."
"
O zaman sen bu kıza aşıksın kardeşim kabul et kurtul."
"Değilim." Dedim inat ederek yüzüm düştüğünde "olsamda birşey değişmez zaten" Diye mırıldanmadan edemedim.
Çayından bir yudum aldığında şaşkındı. "O ne demek lan?"
"Öyle işte dedim geçiştirmek ister gibi elimi sallarken.
"Bir kerede beni sinir etmeden anlatsan bir yerin eksilir dimi gudubet herif? Anlat hadi tek seferde." Diye hafifçe yükseldi.
"Kalbinde yaşatmaya çalıştığı bir adam var. Daha ne olsun? " Dedim pes ederek. İçtiği çayı püskürttü. " Yok daha neler? Ben sordum yok dedi. Lan bana yalan mı söyledi şimdi yengem?" İnanmıyormuş gibi kafa salladı. "Ama aşıksın yani kabul ettin dimi? Çünkü ben ona göre gidip davetiye bastıracağım. Gerçi önce düğün salonu tutmak lazım dimi?" Dediğinde sinirim tepeme çıktı.
Elindeki bardağı alıp. Kapıyı gösterdim. "Allah için defol git evimden."
"Ayıp ediyorsun ama gudubetciğim" Diyerek yerine yayıldı.
Tekrardan kovacaktım ki kapı çaldı.
"Git kapıya bak lan." O kapıya bakarken bende salona geçtim. Balkonda defterle ilgili konuşamazdık.
Arkın en önde sımsıkı tutuğu defter ile içeri girdiğinde peşi sıra diğerleride gelmişti. Tek eksik Başak'tı. "Var mı bir şey?" Diye sorduğumda Arkın çatık kaşları ile kafa salladı. Bu piçin ciddi halleri canımı sıkmaya yetiyordu.
Yemek masasına geçip oturduk. Arkın elindeki defteri açıp bulduğu bir çizimi gösterdi. "Çizimlerin çoğunluğu karalama tekniği ile çizilmiş olsada hepsinde bir şeyler var. Bu çizime iyi bakın ve bana ne gördüğünüzü söyleyin. " Dedi defteri önümüze iterken. İlk ben baktım. Hiçbir şey yok gibi duruyordu. Tek görebildiğim dokuz sayısına benzeyen garip bir figürdü. "Dokuz gibi bişey var burada sanki." Dedim defteri evirip çevirirken.
Arkın önündeki başka bir deftere not aldı. "Serdar'a ver şimdi."
Defteri Serdar'a uzattım. Elindeki defteri evirip çevirirken "zincir var." Diye mırıldandı. "Yani öyle bir figür var." Arkın onuda not etti.
Defter elden ele dolaştı ve herkes gördüğü bir figürü söyledi. Arkın hepsini not aldı.
En son defteri kendine çekip kırmızı kurşun kalem ile bir yeri daire içine aldı. "Alkan 9 sayısını gördü. Serdar zinciri, Ata Z harfini, Armanç ise N harfini gördü. Kaya ise 7 sayısını gördü. Ama hiç biriniz resimdeki kız çocuğunu ve köpeği fark edemedi."
Nasıl yani lan? O resimde nasıl bir kız çocuğu ve köpek olabilirdi?
Arkın daire içine aldığı yeri işaret etti. "Burada bir kız çocuğu var kendi dizlerine sarılan." Hepimiz aynı yere baktık ama sanıyorum hiçbirimiz göremedik. "Atma lan yok orada çocuk falan." Diye söylendi Serdar.
Çizimlerin hepsi karalama gibiydi.
Arkın eline aldığı mavi bir kalem ile çizgilerin üzerinden geçtiğinde sahiden bir kız çocuğu oluştu resimde. Bu ne demekti şimdi?
"Hadi kız burada köpek nerede?" Diye sordu Armanç.
Arkın bu kez farklı renkte bir kalem alıp yerde yatan bir köpek figürü oluşturdu. "Ne demek oluyor tüm bunlar?" Diye sordu Ata.
Arkın boğazını temizleyip andığı notlara bakarak anlatmaya başladı.
"Köpek figürü, insan psikolojisinde derin anlamlar taşıyan bir figürdür.
Anlamını net çıkarmak mümkün olmasada araştırmalarıma göre köpek figürü; sadâkat, bağlılık, dostluk ve koruma iç güdüsünü oluşturuyor.
Başka bir sürü anlamı olsada biz bunlardan baz almalıyız. Tahminlerime göre Çakır'ın ciddi psikolojik sorunları vardı. Kendini çizim yaparak rahatlatmaya çalıştığını düşünüyorum. Ama aynı zamanda çizimleri ile geleceğine bir mesaj verdiği de bariz ortada. Bana bu görseli anlat derseniz eğer size şunu net söylerim. Bana göre buradaki kız çocuğu Ayla Soykan. Köpek ise Çakır'ın ikizine duyduğu bağı ve koruma içgüdüsünü temsil ediyor."
Bir bok anlamamıştım. Diğerleride anlamamış olacak ki hepsinin bakışlarında bariz bir sorgu vardı.
"Yani?" Diye mırıldandı Kaya bıyıklarını ovuştururken.
"Yanisi şu olabilir. Ama bu sadece benim teorim. Çakır ikizine karşı beslediği duyguları ikizini kaybetmesine rağmen canlı tutmuş. Bu ise insan psikolojisini yıpratan bir etken. Ölmüş birisini zihninde yaşatmak belirli bir sürenin sonunda gerçeklik algısını yitirmesine sebeb olabilir."
"Yani abim delirmiş olabilir?" Dediğimde Arkın kaşlarını çattı.
"Ama sizinle birşey yapılmıyor ki. İyi dinleyin baştan detaylı anlatıyorum."
Hepimiz kafa sallayıp dinlemeye başladığımızda Arkın yeniden detaylıca anlatmaya başladı. Arada detayaları analmadığımız için bizi azarladı. Ve sabaha kadar anlamamız için başa sarıp sarıp tekrar anlattı.
Ne kadar anladığımız ise tartışmaya fazlası ile açık bir konuydu.
Saatime baktığımda sabah 7.15'e geldiğini gördüm. Biraz uyusak iyi olacaktı bu gün bizim için oldukça yoğun geçecekti.
"Hepiniz gidip biraz uyuyun en fazla iki saat'e ablam kapıya dayanır."
Çocuklar için başlattığımız kampanyanın asıl sorumlusu ablamın derneğiydi. Bu gün derneğe gidin gerekli. Evrakları halledecek iki gün içinde Hakkari'ye geçiş yapacaktık.
Kafamda dönüp duran sorularla yatağa uzandığımda uykuya çalmakta zorlansamda bir şekilde uyumayı başardım. Dakikalar sonra kendimi karanlık bir uykunun kollarına teslim ettim.
𝙕𝙚𝙡𝙖𝙡 𝘼𝙠𝙩𝙖𝙣.
Saatler öğleden önce 10:15'i gösterirken hep birlikte evden çıkmıştık. Bu sabah Nil ablanın derneğine gidip son işleri halledecek tık. Kızlar grubu olarak geç uyumuş ve erken uyanmıştık. Nil ablanın evinde kahvaltı yapıp Alkan'ları uyandırmaya gitmiştik onlar kahvaltılarını geç edeceklerini söyleyip hazırlanmamızı istemişlerdi.
Şimdi ise hep birlikte aşağıya inmiş arabaları hazırlayan ekibi izliyorduk.
Kaya telefonda birisine söylenerek arka mahalleye arabasını almaya gitmişti. Alkan kendi arabasını nereye park ettiğini unutmuş diğer mahalleleri geziyordu. Arkın esneyerek telefonda bir şeylerle ilgileniyor. Armanç ve Hozan sohbet ediyor. Serdar kendi arabasının başında bana küskün bakışlar atıyordu. Kaya son model Mercedes jipini önümüze çektiğinde bakışları Reyhan'ı buldu.
"Gözün araba görsün diye benimkini getirdim." Dedi Reyhan'a sataşarak bu ikisi asla anlaşamıyordu.
Kaya sürekli Reyhan'a sataşıyordu.
"Çattık ya." Reyhan elini referans verir gibi Kaya'ya uzattı. "Bak algısız kardeşim. Benim zaten bir arabam var. Sadece ufak bir fren sorunu yaşadık hepsi bu."
Kaya ukala bir tavırla arabasından inip kapıya yaslandı. "Kardeş deme lazım olur."
Reyhan'ın yüzü düşerken Kaya ileride ön tamponu düşmüş olan selami'yi gösterdi. " Allah aşkına Sen bu külüstüre arabamı diyorsun cidden?"
Reyhan arabasına atılan lafı umursamadı. Kaya'nın göğsüne elini vurarak. "Ne demek lazım olur be! Sen bana hiçbir şekilde lazım olmazsın Kaya abi." Dedi.
Abi kelimesini Kaya'yı sinir etmek için vurguladığı oldukça belliydi.
Alkan kendi arabası ile sokağın başında belirdiğinde arabayı ablasının üzerine sürdü. Nil abla söylenerek topuklu ayakkabısını çıkarıp arabaya fırlattı.
Reyhan ve Kaya ise didişmeye devam ediyordu. Arka tarafta ne olduğu bilinmez Kaya, Reyhan'ı tutup arabaya fırlattı. "Gelmiyorum ben." Diye bağırdı arabanın arka koltuğundan inmeye çalışan Reyhan.
"Hepten cennet mahallesi gibi olduk." Diye söylendi Hozan. Serdar'ın arabasına yöneldi. Kavga gürültü herkes araçlara bindiğinde Sıla çattığı koyu kahve kaşları ile telefonda konuşan Arkın'ı izliyordu.
"Sıla gelmiyon mu?" Diye bağıran Nil abla ile Sıla söylenerek Alkan'ın arabasına yöneldi. Bende Reyhan'ı yalnız bırakmamak için Arkın'la birlikte Kaya'nın arabasına yöneldim.
Dakikalar sonra derneğe geldiğimizde bizi kapıda Ali ihsân diye bir adam karşıladı. Açık kahve düz saçları geriye doğru taranmıştı. Sinek kaydı traşından olsa gerek kavruk teni ışık altında parlıyordu. Nil abla üst katta bir işi olduğunu söyleyip yanımızdan uzaklaşmıştı. Ali İhsân beyle birlikte bir masada oturuyorduk. Alkan ise kendi timi ile birlikte başka bir masaya oturmuş Ali beye öldürücü bakışlar atıyordu. Sıla camın önünde babası ile telefonda ufak bir tartışma yaşıyordu. Reyhan telefonu ile oynuyordu. Hozan ise Alkan'ın yanında timle sohbet ediyordu.
Ali Bey masanın üzerindeki eli ile ritim tutarken bana bakıp gülümsedi.
"Saçlarınızın çok güzel Zelal hanım." Dediğinde isteksizce "teşekkür ederim Ali ihsân bey." Diye mırıldandım.
Ali İhsân lüzumsuzca yılışmaya başladı. Zaten geldiğimizden beri çapkın bakışları üzerimdeydi.
Başka zaman olsa ağzına ayakkabımı sokardım ama bu gün biraz daha sabırlı davranmaya karar vermiştim.
"Lütfen bana bey deme Zelal'ciğim. Ali demen yeterli."
Sıçacaktım adına ama bana fırsat kalmadı. Yan masada oturan Alkan'dan, "Ali ben sana hiç yumruk atmış mıydım?" Sorusu geldi.
Ali, Alkan'dan tiksiniyormuş gibi bakarak, "hayır da, ne alaka şimdi?" Diye sordu.
"Piç bize şehir hayatında leş toplatacak." Dedi Armanç.
Alkan ise yumruklarını ovuşturuyordu.
"Alkan sen yine gergin bir günde misin acaba?" Diye sordu Ali.
Alkan ayağa kalktığında Serdar gergin bir sesle, "şehir hayatında leş toplatma bize Ali! Uza!" Dedi."
Bölüm sonu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
12.56k Okunma |
1.02k Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |