34. Bölüm

B planı

Anastasia Zeze
zezeizim

Bu kurgunun gerçek kişi ve kurumlarla bağlantısı yoktur.

 

1998.01.10

Ankara

 

 

Soykan ailesinin evinde büyük bir telaş vardı. Çünkü bu gün evin en küçük üyesi olan Alkan'ın doğum günüydü.

Kendisi dört yaşına girecekti ve en önemlisi ise abisi Asi Çakır'da doğum günü partisine gelecekti.

 

Asi genelde evde olmadığı için Alkan abisini çok özlerdi. Kendi doğum gününe heyecanlanıyor gibi gözüksede asıl heyecanı abisi geleceği içindi. Heyecanla odasından çıkıp mutfağa koştu. "Anne doyma-" Durdu boğazını temizledi aklında dolma kelimesini heceleyip yavaşça, "dolma pişti mi?" Diye sordu. Doğum günü menüsünğ abisin sevdiği yemeklerden oluşturmuştu.

 

"Pişti oğlum pişti." Dedi Nilay bıkkın sesi ile. Küçük oğlu sabahtan beri yemeklerin yetişmeyeceğini düşündüğü için evde kargaşaya sebep oluyordu.

 

"Tamama. Çimdi ben odaya didip giyiniyoyum." Dedi Alkan. Dilinde küçük yaşının sebep olduğu ciddi bir pelteklik vardı. Peltek konuştuğunu fark ettiğinde arkasını dönüp ağzına vurdu. Abisi peltek konuşmuyordu. Peki ama o niye istemsizce peltek konuşuyordu? Peltek konuşmamalıydı. Artık büyümüş, kocaman adam olmuştu. Yani o öyle olduğunu sanıyordu.

 

Nilay heyecan içinde odasına koşan oğlunun ardından geniş bir tebessüm ile baktı. "Anne! Anne çabuk gel. Çok kötü birşey oldu." Diye bağıran kızının sesini duyduğunda koşarak kızı Nil'in odasına koştu Nilay. Odaya girdiğinde korktuğu senaryolardan hiçbiri ile karşılamamıştı. Ama odanın ortasında saçları ile cebbelleşen kızı için aynı şey pekte geçerli değildi. Zavvallı Nil saçlarını yapmaya çalışırken birbirine dolandırmış uzun siyah saçlarını yoluyordu. "Ne yaptın anneciğim ya?" Diye homurdandı Nilay.

 

Kızının uzun siyah saçları onun için çok değerliydi ama kızı her fırsatta saçlarına zarar verecek birşeyler yapmayı başarıyordu. "Dolandı anne. Saçlarım dolandı. Kahretsin ya! Abim ilk kez Alkan'ın doğum gününe gelecek ve ben çirkin gözükeceğim."

 

Nil sulanan gözleri ile siyah saçlarından ellerini çekti. Nilay kızının saçlarını yataktan kurtarmaya çalışıyordu. "Sen hiçbir zaman çirkin gözükemezsin Nil. Sen dünyanın en güzel kızısın." Dedi Nilay. Yalan değildi. Her çocuk annesi için özel ve güzel olurdu. "Ama anne" Diye hayıflanan kızının kafasına bir fiske attı.

 

"Aması yok. Benim dört evladım var hepside birbirinden güzeller. Tamam mı? Aksini iddaa edemezsin."

 

Nil yorgunca gülümsedi genç bir kız olma yolunda ilerliyordu. Artık gerçek annesinin Nilay Soykan olmadığını ve bir ablasının toprağa hediye edildiğini öğrenmişti. Annesini kabul etmesi sanılanın aksine oldukça kabul olmuştu. 'Rahmetli annemi üzmemek gerek yok. Madem bizi sana emanet etti ve sen bize bakıyorsun o zaman sende annemsin.' demiş ve hayatına kaldığı yerden zorlanmadan devam etmişti. Neredeyse her gün üvey annesi ile birlikte öz annesi ve ablasının kabrini ziyaret ediyor yüzünü fotoğraflar dışında görmediği annesi ve ablasıyla zaman geçirmeye çalışıyordu.

 

Nilay kızının saçlarını açmaya çalışırken yan odadaki küçük oğlu ise peltekliği ile adeta bir savaş halindeydi.

 

Aynanın karşısına geçmiş abisi geldiğinde yapacağı konuşmayı tekrarlıyor dili peltekleştiğinde ise kendi ağzını tokatlıyordu.

Aynanın karşısında siyah saçlarını düzeltip konuşmasını başa aldı.

Yavaş ve sakin konuşmaya çalışıyordu.

"Hoş geldin abiciğim. Doğum günüme geldiğin için teşekküy edeyim." Bu kez hata yaptığında yalnızca ağzını tokatlamadı siyah asi saç tutamlarına asılıp şiddetle aşağı çekti. Kısa bir kriz anıydı bu çabucak topladı kendini. Önce boğazını temizledi. Birazda öksürdü. Siyah düz saçlarını düzenledi.

Ardından konuşma minik bir ara verip üzerini düzenledi. Kıyafet olarak tıpkı abisinin giydiği gibi siyah boğazlı bir kazak ve siyah kot pantolon tercih etmişti bu gün.

 

Kendini bilmeye başladığı zamandan itibaren abisine karşı ciddi bir hayranlığı başlamıştı. Çoğunlukla onun gibi giyiniyor, onun gibi konuşmaya çalışıyor, mimik ve jestlerini bile abisi ile aynı yapmayı deniyordu.

 

Kazağının boğaz kısmını düzeltip tıpkı abisinin yaptığı gibi siyah kaşlarını çattı. Gözlerine ürkütücü bir bakış ekleyip kendini süzdü. Neden sakalının olmadığını ve saçlarının sarı olmadığını düşündü kısaca. Sebep bulamadığında bunları önemsememe kararı aldı.

 

Abisi babasının yanında olduğu zaman omuzlarını diker ve sert bakardı.

Alkan'da aynısını yapmaya çalıştı.

Minik omuzlarını dikeltti, kafasını eğik bakışlarını ise dik tutu. Kendini tekrar süzdüğünde sırıtmadan edemedi.

Abisine benziyordu.

 

Hemen ciddiyetini toplayıp ellerini pantolonunun ön ceplerine soktu.

Serseriler gibi bir elini cebinden çıkartıp saçlarını karıştırdı.

 

Siyah asi tutumları alnına döküldüğünde yüzüne hınzır bir gülümseme yerleştirdi. Konuşmasını tekrarlayacağı sırada ise pek sevgili ablası Nil kapıda belirdi. "Alkan? Ne yapıyon burada?" Alkan kapıda aniden beliren ablasına öfkeli bakışlar attı.

"Haşılanıyom abla." Diye hafifçe yükseldi. Sinirlendiği zaman dilindeki pelteklik daha'da çoğalıyordu.

 

Nil gür bir kahkaha attım kardeşinin yanına geldi. Dolgun yanaklarına sulu birer öpücük bıraktı. "Sen acaba abımı taklit ediyor olabilir misin?"

 

Alkan yakalanmanın siniri ile ablasını itti. "Yoo hişte bile," Nil kardeşinin peltekliğinden ne denli sinirli olduğunu gayet iyi biliyordu.

 

Küçük kardeşi büyüdükçe daha'da peltek oluyor, sinirlendiğinde ise ne dediği anlaşılmıyordu.

İki kardeş didişirken kapının zili duyuldu. "Abim geldi." Dedi Nil kapıya koşarken. "Abi değdi" Diye bağıran Alkan ise ablasını takip etti.

Nil kapıyı açtığında koca bir hayal kırıklığına uğradı. Gelen abisi Asi değil. Babası Arhandı ve yanında da Nil'in nefret ettiği kardeşi vardı.

 

Nil düşen yüzünü saklama gereği görmedi. Amcası Sungur'dan haz etmezdi. Bu sevgisizliğin en büyük nedeni ise abisi Asi'den gelirdi.

 

Kendini bildi bileli Abisi, amcasından nefret ederdi. Bu nefretten Nil ve Alkan'da nasiplerini almıştı tabii.

 

İki kardeş kapıda abileri yerine baba ve amcalarını görünce somurtmaya başladılar. Oysa kapıya koşarken yüzlerinde gülücükler vardı.

Sungur güler yüzü ile kapı eşiğine girip Nil'e baktı. "Vay canım yeğenim büyümüşsün. Özledin mi amcayı bakalım."

 

Nil gülen amcasına göz devirdi.

"Büyümeyip ne yapacaktım? Yıllar geçtikçe sen büyümüyor musun amca?

Ayrıca seni özlemedim."

Sungur yeğeninden almayı beklediği tepkiyi alamamıştı. Ama bozuntuyada vermedi. Şansını küçük yeğeni Alkan'da denemeyi seçti.

 

"Doğum günü çocuğu da buradaymış."

Saçlarını karıştırdı Alkan'ın.

"Heyecan var mı? heyecan."

Minik Alkan'ın öfkeli bakışları amcasını değil babasını buldu.

 

"Baba şöyle şaşıma dokumaşın."

Arhan gülümsedi. "Sungur, Alkan saçlarına dokunulmasından hoşlanmaz." Sungur dudak büktü.

Bu veletler de hiçbir şeyden memnun olmuyordu. Arhan kızını kolunun altına çekip sıkıca sarıldı. Siyah saçlarından derin bir soluk çekti.

Baba kız sarılırken Sungur kendisine nefretle bakan küçük yeğeni ile bakışıyordu. Bu velette aynı abisi gibiydi. Kendini gülümsemeye zorladığında Alkan göz devirdi.

 

Neyse ki bu sırada yengesi Nilay kapıda belirmişti. "Hoş geldin Sungur." Dedi Nilay güler yüzlü olmaya çalışıyordu ama kaynını pekte sevmiyordu. Sebebi ise büyük oğluydu.

Büyük oğlu Çakır kimseyi sevmezdi ama nefrette etmezdi. Ama amcasına karşı duyduğu bariz nefret mavi gözlerine yansırdı her defasında.

 

Kapıdakiler selamlaşma aşamasını henüz bittirememişken Alkan'ın siniri minik bedeninden taşıyordu. Sınırlı adımlarla mutfağa yürüdü. Son bir kontrol yapmalıydı. Buzdolabını açtı.

Limonlu pasta burada yenilmeyi bekliyordu. Masanın üzerine baktı.

Abisinin en sevdiği kurabiyeler de buradaydı. Küçük bir tadım testinden zarar gelmeyeceğini düşünüp en küçük kurabiyeden minik bir ısırık aldı.

Tadı çok güzeldi.

 

Altına küçük sandalyesini çekip ocağın üzerindeki yemeklere baktı.

Biber dolması, tavuk pilav, sigara böreği ve poğaça vardı. Mönü biraz alakasızdı ama sorun görmedi Alkan. Bunlar abisi ve ablasının en sevdiği yemek çeşitleriydi. Ağzının kenarlarındaki kurabiye kırıklarını eli ile süpürdü. Salona geçtiğinde amcası ile babası tekli koltuklara oturmuş annesi ise ikili koltukta tek oturuyordu. Sinirli ifadesini bozmadı.

 

Somurtarak annesinin yanına geçti.

Gözleri oda'daki saat'e ilişti. Bu lânet şeyden anlamadığını fark ettiğinde gözleri biricik ablasını aradı.

Burada olmadığına göre odası'nda giyiniyor olabilirdi.

 

Bakışları babası ile kesiştiğinde çatık kaşlarını daha'da çatmayı denedi.

Arhan'da yalandan oğlunu taklit edip kaşlarını çattığında Alkan sinirle yerinden fırladı. Babasının kucağına tırmanıp yakasına yapıştı.

 

"Ni işi vay bunün buyada?" Yine sinirinden dili kaymıştı.

Sungur gür bir kahkaha attığında Nil giydiği siyah elbisesi ile içeri girdi.

"Ne gülüyon kardeşime lan?" Diye çıkıştı amcasına. Alkan peltekliğine güldükleri zaman çok kızardı.

 

"Gülmedim kardeşine." Diye çıkıştı Sungur. Alkan ablasını görünce babasının kucağından atlayıp ablasına koştu. Beline sarılıp alttan melül bakışlar atarak amcasını ispiyonladı. "Yayan şöyledi. Bana düldü."

 

Nil kardeşinin siyah saçlarına kokulu bir öpücük bırakıp ters bakışlarını amcasına diktiğinde babasından. "Hayır, Nil." Sesi yükseldi ama çok geçti. Küçük kardeşinin yerde bıraktığı oyuncak arabayı yerden kaptığı gibi amcasının kafasına savurdu. Sanki hiçbir şey yapmamış gibi kardeşini alıp koltuğa oturdu. Alkan'ın yüzünde sinsi bir gülümseme yer edinmişti bile. Ablası varken kimse ona birşey diyemezdi.

 

Sungur kafasına yediği oyuncağın acısıyla iki elini kafasına attığında Arhan karısına döndü. "Nilay buz getirir misin Sungur'a şişmesin kafası."

 

"Evde buz yok ki." Dedi Nilay. Yalandı. Yalan olduğunu kocasıda biliyordu elbette. "Nasıl yok? Bir bak hayatım vardır belki." Dedi Arhan.

 

Nilay kaynının gelmesinden zaten memnun değildi. Burada öleceğini de bilse o buzu vermezdi.

"Arhan'cım yok dediysem yoktur. Ocak ayındayız dışarıda dize kadar kar var farkındasın değil mi?

Şişmez zaten abartmayın alt tarafı plastik oyuncak. Alkan ve Nil bu oyuncakları günlük birbirinin kafasına vuruyor hiçte birşey olmuyo."

 

Sungur sinirini belli etmeden, "tamam abi iyiyim." Dedi.

 

Alkan başını ablasının dizine yasladı. Ablası saçlarını olşamaya başladığında o ise ablasını izliyordu. "Abim ne zaman gelecek abla?"

 

Nil'in bakışları duvar saatine kaydı. Saat henüz 10'u çeyrek geçiyordu.

"Sanırım bir saatte gelir." Diye mırıldamdı Nil. Yetişkinler sohbet ederken çocuklar abilerini bekledi.

Saat ilerledi ama abileri ne yazık ki gelmedi. Nilay'ın bakışları saat'te kaydığında oğlunun yetişemeyeceğini fark etti. Oğlunun siyah saçlarını okşadı. "Anneciğim hadi artık yemek yiyelim ve siz uyuyun"

 

Alkan kafasını iki yana salladı.

"Olmaz anne. Abim gelmedi." Konuşmalarına dikkat ediyor. Peltekleşmemeye çalışıyordu. Abisi geldiğinde peltek konuşmak en son istiyeceği şey bile değildi.

 

"Belli ki abinin acil bir işi çıktı ve gelemeyecek. Pastamızı kesmeyelim yarın abin geldiğinde keseriz bak hepimiz acıktık. Senin bile miden gurulduyor." Nilay oğlunu ikna etmeye çalışıyordu ama oğlu pek ikna edilecek gibi durmuyordu. "Ben yemiycem ve abimi bekliycem." Dedi minik Alkan.

Çoktan dudakları iki yana sarkmış gözleri dolmuştu. "Nilay gitme üzerine. Sen kur sofrayı hiç değilse Nil yesin." Dedi Arhan. "Ben yemiycem." Dedi Nil. O'da küçük kardeşi ile abisini bekleyecekti.

 

"Nil benimle mutfağa gelir misin bir dakika." Diye sordu Nilay.

 

Mutfakta kızını yemek yemeye ikna ederse oğluda yemek yerdi.

Anne kız mutfağa gittiler. Nil istemesede kardeşi için yemek yemeyi kabul etti ve sofra kurmaya yardım etmeye başladı. Alkan ise koltuğun köşesine sinmiş ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ablası ve annesi ellerinde tabaklarla salona girdiğinde öfkesi ufak boyunu açtı.

 

Aklına ilk gelen şey abisinin babası ile anlaşamaması ve amcasından nefret etmesi oldu. Gözlerinden yaşlar yanaklarına akın ettiğinde ayağa kalkıp babası ile amcasının önüne dikildi. "Abim sizin yüzünüzden gelmedi." Diye bağırdı. Çoçuk kalbinden taşan öfkesini kusabilceği kişiler babası ve amcasıydı.

 

Nilay salonun kapısımda elinde tabaklarla kaldığımda Nil tabakları masaya bırakıp kardeşinin yanına gitti.

"Siz gelmeseydiniz abim gelicekti. Keşke gelmeseydiniz." Alkan bağırıyor ve ağlıyordu. Kendine sarılan ablasını geri itti. Peltekleşen dilini imkanı olsaydı kopartırdı. "Doğum günüm bitti ve abim gelmedi. Hepsi sizin yüzünüzden." Peltek konuştuğu için kelimeleri zar zor anlaşılıyordu.

 

Arhan evlatlarından tepki görmeye alışık bir baba olduğu için Alkan'a kızmadı. Gücenmedi. Alkan hırsını alamadı. Kendine sarılan ablasından kurtulup masaya koştu. Tabaklardan dolma dolu olanını zorla kucaklayıp mutfaktaki çöpe koştu. "Abim yemiycekse sizde aç kalın!" Diye bağırıyor ve ağlıyordu. İki dolma çöpe düşmüştü ki kapı çaldı. Nil koşarak kapıyı açtığında abisi tam karşısındaydı. Sarı saçları alnına dökülmüş mavi gözleri baygın ama parlaktır. "Alkan abim geldi." Diye fırladı Nil abisinin kucağına atlarken.

Alkan koşarak mutfaktan çıktı. Kapıda abisini gördüğünde ağlaması daha'da şiddetli bir hal almıştı. Bu kez üzüldüğü için değil sevindiği için ağlıyordu.

 

Nil'in siyah elbisesine abisinin üzerinden kan bulaştı ama fark etmedi bile. Zaten elbisesi köyü renkti. Çakır kucağındaki kardeşi ile birlikte içeri girdi. Diğer elinde büyük bir hediye paketi vardı. Yere eğilip paketi bıraktı ve Alkan'ı kucakladı.

 

"Gel abim. Ağlama gel."

 

Alkan zorda olsa abisini kucakladı.

Çakır kucağına aldığı iki kardeşi ile birlikte içeri girdiğinde Nilay hediye paketini eline aldı. Hediye paketi dahi kanlıydı.

 

Belli etmeden silmeye çalıştı hediye paketini ama kan daha'da yayıldı.

Çakır iki kardeşi ile koltuğa oturdu.

Amcası Sungur şaşkındı ama o değildi. Amcası yüzünden yolda saldırıya uğramış yaralanmıştı ama kardeşini üzmek en son isteyeceği şey bile değildi. Yarasını sarmadan eve gelmişti. "Anne ayakkabılarla girdim ama kusura bakma. Heyecandan çıkarmayı unutmuşum." Dedi Nilay'a bakıp. Normalde ona anne demezdi ama amcası buradaydı.

 

"Siz mutlu olunda batan halılar olsun."

 

Alkan hâlâ abisinin burada olduğuna inanamıyordu. Hayal gibi geliyordu ona. "Anne paştayı detiy." Dedi Alkan. Çakır peltekleşen kardeşinin alnına kokulu bir öpücük bıraktı.

 

Böyle anlarda daha tatlı olıyordu küçük kardeşi. "Siz oturun ben bir üzerimi değiştirip geleyim." Dedi Çakır.

Babası o an'a dek ellerinin kanlı olduğunu fark etmemişti bile.

 

Çakır odasına gidip kanlı kıyafetlerini değiştirdi. Elini yüzünü yıkadı. Annesi ise bu sırada sofrayı kurmuştu bile.

 

Üç kardeş masadaki yerlerini aldığında Alkan yapacağı konuşmayi çoktan unutmuştu bile. Pastayı üfledi ve sadece abisinin hediyesini açtı. İçinden kocaman siyah bir oyuncak araba çıktı.

10 ocak gecesi 3 kardeş ilk kez birlikte uyudu. Abileri onlara masal okumak yerine rahmetli ablalarından bahsetti.

 

Alkan'ın en mutlu doğum günü 4. Yaş günü oldu.

 

 

Alkan Soykan.

 

Sabah'ın köründe ablamın derneğine geldiğimiz yetmiyormuş gibi birde bu Ali itinin sırasıyla kızlara özellikle Zelal'le yavşamasını çekiyorduk.

Geleli yarım saat olmuştu ama Ali'nin canı dayak istiyor olmalı ki geldiğimiz dakikadan beri Zelal'le karşı canımlı cicimli konuşuyordu. Zelal'in bu durumdan rahatsız olduğu belliydi ama hiçbir tepki vermiyordu.

 

Masanın üzerindekş ellerimde muhteşem üssü bir kaşınma vardı.

"Bu gavatı ben daha önce dövmüş müydüm?" Diye mırıldandım Kaya'ya.

 

"Sen dövmemiştin Atahan dövmüştü diye hatırlıyorum."

 

"Ben dövmedim. İki tane tokat atmıştım Lâl'e yavşadığı için." Dedi Atahan.

 

"Birazdan ben döveceğim kendisini." Diye homurdandım.

 

"Yengeme çok kızgınım ama rahatsız olduğu çok belli bu sik kazığından. İstersen sen yorulma kendisine ben girişeyim." Serdar'ın önerisini başka zaman olsa kabul edebilirdim ama şuanda ellerimin kaşıntısından zor duruyordum.

 

"Normal şartlarda ciguli buna girişirdi. Hasta mı lan acaba?" Kozan'ın homurtusu ile bakışlarımı Ali'den çekip Zelal'e diktim. Dik bakışlarımı hissetmiş olacak ki çattığı kaşlarının ardından vatan toprağı gibi parıldayan kahveleri beni buldu.

 

Bana olan bakışlarında anlamlandıramadığım bir duygu sezdim.

S

 

anki biraz kırgın biraz öfkeli gibiydi.

Dün akşamdan sonra aramıza mesafe koymaya başlamıştım. Belkide aramıza çizdiğim sınırdan rahatsızdı.

Ali saçlarına iltifat ettiğinde sıkılgan bir tavırla teşekkür etti.

Masanın üzerinde yumruk yaptığım ellerimi ovuşturuyordum.

 

Az sonra kaşıntının dineceğinden emindim. Ali bırkaç şey daha zırvaladığında bakışlarımla etrafı tarafım. Sıla camın önünde babası ile tartışıyor. Reyhan, Ali iti ile uğraşmamak için telefonuyla uğraşıyordu. Zelal ise aralıklarla göz devirsede ayıp olmasın diye Ali itini çekiyordu. Yani. En azından ben öyle olduğunu düşünüyordum. "Ali ben hiç sana yumruk atmiş mıydım?" Diye sorduğumda bıkkın ve tiksinti dolu bakışları beni buldu.

 

"Hayır da, ne alâka şimdi?" Diye sorduğunda sinirden sıktığım yumruklarım yüzünden kısa tırnaklarım kendi avuçlarıma girdi.

 

Serdar sinirimin farkında olarak Ali'ye küçük bir uyarıda bulundu.

"Şehir hayatında ceset toplatma bize Ali! Uza!"

 

Ali'nin tepki göstermesine fırsat vermeden ayaklandım.

Sıktığım yumruğumu burnuna geçirdi. Beklemedim. Art arda sıkı yumruklarımı yüzüne indirdiğim de dernek binasındaki insanların şaşkın nidaları ve korkmuş cığlıkları birbirlerine karıştı.

 

Üzerime atılan Kaya göstermeli bir şekilde beni çekmeye çalışıyor, Serdar ise kendisini dinlemeyen Ali ihsân'a kızıyordu. "Ben demedim mi uza diye? Ne diye mal gibi yüzüme bakıyon. Kaç işte."

 

Kaya yalandan beni çekmeye çalıştığında Zelal yanımda belirdi ve Ali'ye vuran elimi tutmayı denedi. Tabiki başarılı olamadı. Onun gücü ile benimki bir değildi. Zelal'in bağırmalarının arasında Reyhan'ın "bırakın tutumayın. En fazla iki yumruk atıp bırakır zaten." Dediğini işittim. Ali İhsan'ın kan içinde kalan suratını görmenin bende oluşturduğu zevk ve mutluluk ise Zelal'in bana güldüğü anlara eş değerdi.

 

Atahan üzerime çullanıp beni çektiğinde Zelal önüme geçti.

Tekrardan Ali'ye yumruk atmak için atak yapacaktım ki Zelal'in, "Alkan beni hasta ediyorsun." Diyen sesi beni durdurdu. Yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Derin bir nefes alıp sakinleştim. Ali'ye karşı olan tavrım yalnızca Zelal ile alâkalı değildi ama o şuan için öyle olduğunu zannediyor olmalı ki kendi kötü hissetmişti.

 

Ali'yi uzun yıllardır tanır ama sevmezdim. Ukala ve küstah tavırları beni hep delirtirdi. Bunun yanı sıra ablama olan yakın davranışları da vardı tabii ki. Tüm bunlar birleştiğinde ise bende akıl almaz bir nefrete sebep oluyordu.

 

Yıllarca bu heriften ablamı kıskanmıştım. Bu gün Zelal'de yakın olduğunda kendimi tutamamıştım.

Sıla yüzü kan içinde kalan herifle ilgilenirken ben derin bir nefes alıp sakinleşmek adına kendimi dışarı attım. Olabildiğince öfkeme sahip çıksamda arada gözüm dönmüyor değildi.

 

Dışarı çıktığımda bir sigara yaktım. Kim bilir Zelal ne düşünmüştü hakkımda. Öfkeme hakim olamamamın unancı ile arabama yürüdüm. Biraz soluklanmaya ihtiyacım vardı.

 

Sigaramı parmaklarım arasında söndürüp arabamda ki boşalan su şişesine attım. Doğayı kirletmeye hakkımız yoktu sonuçta.

 

Dakikalar süren yolculuğun ardından kendimi abim ve babamın şehitliği'nde buldum. Abimin soğuk mermerinde yalnızca bir kuzgun simgesi ve uğruna can verdiği Türk bayrağı vardı.

 

Babamın mermerinde ise yalnızca ölüm tarihi ve Soykan yazıyordu.

Taşına ismi değil soyadı yazılmıştı.

Elbette bunun bir sebebi vardı ama ne anlatacak gücüm. Nede hatırlayacak dermanım vardı.

 

Hayatımın en kötü döneminde yıllar önce bir hastanede baygın halde görüp aşık olduğum kadın ile karşılaşmıştım. Öyle ki onu sevdiğimi bile söyleyemeyecek bir durumdaydım. Gerçi artık söylesem de birşey değişmezdi sonuçta onun kalbinde başka biri vardı.

 

Abimin yanına ilişip bir sigara daha yaktım. Acı dumanı ciğerlerime çektiğimde gözlerimi kapattım.

Bedenimde biriken öfkemi asıl sahiplerine kusmaya ihtiyacım vardı.

Babamın şehitliğine döndüm.

O'na karşı içimde biriken öfke küçüklüğümden gelirdi. Çok severdim. Canımı verecek kadar çok ama bir o kadarda kızar, küserdim işte. Abime kötü davrandığını ablamla beni sevip ondan nefret ettiğini sanırdım. Ama yanlışmış işte. Babam abimden değil, abim babamdan nefret ediyormuş meğer.

 

Belkide abimin babamdan nefret etmesinin sebebi; babamın bütün hatalarının bedelini abimin ödemesiydi.

 

"Sana hiç bu kadar ihtiyacım olmamıştı baba." Diye mırıldandığımda sol gözümden bir arsız bir damla yanağıma süzüldü.

Abimin soğuk mermerine başımı yasladım. "Abi sanırım aşık oldum. Ve bunu başkaları ile paylaşmaktan çok utanıyorum." Gözlerimden yanaklarıma akın eden yaşları elimin tersiyle sildim. "Sen olsan, sana anlatırdım." Diye mırıldandığımda mideme bir acı saplandı. Üzüntüm ve öfkem bedenim yansıyordu.

 

"Acı çekiyorum ve kimseye anlatamıyorum abi. Keşke yanımda olsan... "

 

Şuanda burada olsan ve bana güç versen keşke abi...

 

Koca bir kalabalığın içinde kendimi yapa yalnız hissediyorum baba.

 

"Abi biliyor musun? Aşık olduğum kadın başkasını seviyor. Ve ben ne yapacağımı bilmiyorum." Diye mırıldandığımda abimin en sadık dostu tam karşıma iniş yaptı.

Bu bir kuzgun kuşuydu.

 

Karşıma tünediğinde bana bakıp birkaç kez öttü. "Zaten o beni sevseydi de olmazdı dimi?" Diye mırıldandığımda. Ritim tutar gibi kafasını iki yana salladığında gülümsedim. "Sen bile biliyorsun bizden olmayacağı. Ama tim bilmiyorum." Sonlara doğru yükseldiğimde hayvancağız şaşırmış gibi duruyordu. "Senin büyüklerin abim gibi bir adamla yaşıyordu sen beni garipsiyorsun." Uzanıp parmağımın ucuyla minik kafasını sevdim. "Senin baban yada bilemiyorum deden de olabilir benim abimle çok iyi arkadaştı biliyor musun?" Parmağımla minik kanadını hafifçe ittim. Bunu yaparken hissettiğim şey iki dostun birbirne sataşmak için omuz atmasına benziyordu. Aklıma gelen dahiyane fikir ile yerimde dikleştim.

 

"Bizde seninle arkadaş olalım mı? Heh ne dersin? Bence çok eğleniriz. Hem ben çok eğlenceli biriyim aslında. Bakma bu gün biraz moralim bozuk ondan bu haldeyim." Kafasını sağa ve sola yatırarak bana garip bakışlar atmaya başladığında omuzlarımı dikleştirdim.

 

"İçmeyi sever misin? Birlikte meyhaneye gidelim mi? Bu arada tüylerin çok güzelmiş. Bu güne kadar dokunduğum hiçbir kuşa benzemiyorlar." Bir adım bana yaklaştığında öttü. Sanırım teşekkür ediyordu. Belkide o da bana iltifat etmişti. "Bende teşekkür ederim canım. Hadi gel meyhaneye gidip biraz kafa dağıtalım." Deyip elimi uzattığımda birkaç adım geri gitti.

 

Sanırım Allah yolunda dindar bir kuştu. "Anladım, sen hak yolundasın. Alkol kullanmak zorunda değilsin. Ben içerim sen meze yersin. Akşamda bizde kalırsın nasıl fikir?" Fikri beğenmemiş olacak ki abimin mezarının ayak ucundaki kuş suluklarına yöneldi. Biraz şu içip uçup gitti. "Sen bunlarla nasıl o kadar yakın arkadaş oldun abi? Çünkü; bana biraz şey gibi geldi kendisi, hmm egolu gibi. Yani tekliflerimi beğenmediğini söyleseydi ona başka bir teklif sunardım."

 

Biraz daha abimle sohbet edip ablamın kabrine uğradım.

Annesiyle ortasına geçip oturduğumda konuşmaya başladım.

"Hayırlı sabahlar diyeceğim ama öğlen olmuş. Her neyse. Merhaba Firuze anne." Annem hep Firuze anneyle yakın arkadaş olduklarını anlatırdı. Ben nasıl abin ve ablalarının annesiysem, Firuze'de senin annen derdi. Aralarında garip bir bağ olduğunu söylemeliyim.

 

"Abla kusura bakma bir süredir seni ziyaret edemedim." Biraz üstü çiçeklerle kaplı toprağa eğildim.

"Firuze anne duymasın. Babamla abimin geçmişini araştırıyorum."

Sanki Firuze anne bizi görüyormuş gibi dönüp gülümsedim.

Ardından fark ettiğim detayla gözlerim fal taşı gibi açıldı.

 

Lan ben son iki saattir mezarlar ve kuşlarla, insan gibi konuşuyorum.

Tövbe tövbe. Lan deliriyor muyum acaba? Yani Alkan sorduğun soruya bak. Sence bizde delirecek akıl var mı?

 

İç sesimle aynı fikre sahip olduğumu fark ettiğimde elimi sallayıp anlatmaya devam ettim. Bir süre daha ablam ve Firuze annemle sohbet edip Arkın'ı aradım. "Dinliyom bebe öt." Karşı taraftan Arkın'ın hışırtılı sesi geldiğinde göz devirmeden edemedim.

 

"Nerdesin?"

 

"Yolda."

 

"Ne yolu"

 

"Güzel Angara'mın güzel yolu."

 

"Arkın gene ne saçmalıyon."

 

"Bebe sen iyi misin? Ne yolu olacak yengemle eve geçiyoz işte. Allâh Allâh"

 

"He anladım. Zelal mi var yanında."

 

"He var."

 

"Başka kim var?" Diye sorduğumda telefonun diğer ucundaki Zelal yanıtladı. "Ben varım sadece başka kimse yok."

 

"Diğerleri nerede?" Diye sordum. Zelal bıkkınca üfledi.

"Bu gün herkes ters tarafından kalkmış sanırım. Senden hemen sonra Sıla ve Arkın kavga etti. Bende Arkın'ı biraz uzaklaştırdım. Biz çıktıktan hemen sonrada Armanç çalışan kadınlardan biri ile tartışmış. Kısacası herkes başka bir yere dağıldı."

 

Sıla ve Arkın kavgasını anlamıştım ama Armanç kolay kolay kimseyle tartışmazdı. Timin en küçüğü ve en sakiniydi.

 

"Armanç neden kadınla tartışmış?"

 

"Bizim evrakları halleden kadın Armanç'ın dosyasını vermeyi unutmuşmu ne olmuş onun için takıştılar."

 

"Anladım."

 

"Sen neredesin?" Diye sorduğunda kısa bir süre yanıtlayamadım.

 

"Bir işim vardı onu hallettim." Dedim saniyeler sonra. Peki deyip telefonu kapattığında bende kendi arabama yöneldim. Karşıdan karşıya geçeceğim sırada bir araba önümden hızla geçti. Eğer fark etmemiş olsaydım bana çarpacaktı.

 

"Yavaş olsana hayvanın evladı." Diye gür bir sesle bağırdığım sırada araba çoktan benden uzaklaşmıştı bile.

Arabamın sileceklerine sıkıştırılmış küçük bir zarf vardı.

 

Sokağı kontrol edip arabanın altına eğildim. Herhangi birşey yoktu.

 

Sakince zarfı alıp arabama bindim. Zarfı açmadan yanıma koydum ve arabayı çalıştırdım. Yeterince uzaklaştıktan sonra yavaşladım ve zarfı açtım. Zarfın içinden minik bir not kağıdı çıktı.

 

Her neyin peşindeysen

Vazgeç. Hiçbir zaman istediğin şeye ulaşamayacaksın.

Sonunun baban gibi olmasını istemezsin değil mi?

 

Allah kahretsin!

 

Notu okuduğumda bütün sinirlerim alt-üst oldu. Peşinde olduğumuz adamlardan biri bizden haberdar olmuştu. Peki ama nasıl?

 

Daha önceden mi izleniyorduk? Yoksa aramızda bir köstebek mi vardı?

 

Telefonu çıkarıp Ata'yı aradım.

Telefon tek çalışta açıldı.

 

"Efen-"

 

"Ata yanında kim varsa belli etme. Buluşmamız lazım. Acil."

 

"Anladım. Benimde zaten orada işim vardı. Çıkıyorum o zaman bende."

Yanı kalabalık olmalı ki belli etmemeye çalışıyordu.

"Sana konum atacağım."

 

"Tamam. Tamam hemen çıkıyorum."

 

Telefonu kapatıp gittiğim yerin konumunu Atahan'a attım. Evde bu konuyu konuşmamız doğru olmazdı.

Hızlı bir şekilde buluşma yerine gidip bir süre Ata'yı bekledim.

 

 

Yazardan.

 

İntikam timini acil bir toplantı bekliyordu. Alkan'ın güvenliğinden sorumlu olan ajanlarından acil bilgi gelmişti. Çetin, Alkan'ın yerini bulmuştu. Midyat'ta bir evin boş bodrum katında toplanmak üzere herkes yola çıkmıştı.

 

Geceden yorgun olan bir Dora ve Kurt vardı. Safir ise zerre yorgunluk hissetmeden cilt bakımı yapıyordu.

Haber geldiğinde Dora ve Kurt kaldıkları otelden birlikte ayrılmış ve yola çıkmıştı.

 

Safir Midyat'ta eski bir pansiyonda kalıyordu. Cilt bakımı yaparken acil toplantı haberi gelmişti ve maskesinin süresi henüz dolmamıştı. Sorun değildi. Maskesi ile gidebilirdi. Pansiyondan çıkıp bir taksi çevirdi.

Bindiğinde taksici dayı hayatının şokunu yaşamıştı ama Safir tarafından azarlanınca arabayı gazladı.

 

Arhan ise Midyat'ta ki küçük dairesinde haberi almıştı. Tek odalı bir daireydi ama ona yetiyordu.

Ceketini alıp o'da yola koyuldu.

 

Şahin ise haberi evinde almıştı. Karısına belli etmeden evden çıkması biraz zor olmuştu.

 

Kulaksız ve Laz ise görev için gittikleri bir lokantada haberi almışlardı.

 

Serçe ise Nusaybin'de sevdiği adamın mezarında almıştı haberi. Aceleyle yola çıkmıştı.

 

Buluşma yerine ilk gelenler Dora ve Kurt olmuştu.

Kurt anahtarla evin kapısını açıp girdi. Dora ise ayakta uyumakla meşguldü. Saçından tutulup eve çekilene kadar.

 

"Ne diye saçımı çekiyorsun yahu?"

 

"Bağırma. Senin bana yaptıklarının yanında bu ne ki? Dün gece beni kadınlara pazarladığını unutmadım."

Umursuzdu Dora. "Çok para verdiler." Dedi esneyerek. Bütün gece Çetin denen bunağın yanına sızmaya çalışmıştı.

 

Kurt yerin altına geçen kapıyı açana kadar Arhan gelmişti. Kapıyı iki kere hızlı bir kere yavaş tıkladı.

Kurt yer altı kapısını açmaya çalışırken Dora esneyerek kapıya yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında Arhan dedesini görünce hemen eline sarıldı. Öptüğü eli alnına koyarken, "hoş geldin dedem." Demeyide ihmal etmedi. Arhan elini öpen genç kızın saçlarını şefkatle okşayıp içeri girdi.

 

Kurt ise bu sırada eşek ölüsü gibi ağır olan dolabı yana çekerek kapıyı açmayı başarmıştı.

Kapıyı açıp merdivenlerden aşağı indi. Peşinden Dora indi. Zifiri karanlık Oda'da telefon fenerleri olmasa birbirlerini ezeceklerdi.

Dora etrafına bakıp bir kez daha esnediğinde kafasına bir şaplak yemesi kaçınılmazdı.

 

"Esneme lan benide esnetiyorsun." Diye çıkıştı Kurt.

Dora kafasını salladı ama esnemesi durduramadı.

 

Kurt sabır çekip bir sandalyeye kendini bıraktı. Diğer ikilide oturduklarında Dora kafasını Arhan'ın omuzuna yasladı. Uykusu vardı. Ama bir şeyi sormadan uyuyamazdı. "Bir şey soracağım." Dedi esnerken. Kurt dinlediğini belli eden bir mırıltı çıkardı. "Şimdi ben MİT'çi oldum mu?"

 

"Hayır olmadın ve olmayacaksın da."

 

Dora'nın uykulu gözleri fal taşı gibi açıldı. "Lan madem beni ajan yapmayacaksınız bıraksanıza dolandırıcılık kariyerimi ilerleteyim."

 

"Dolandırı diye meslek yok." Diye çıkıştı Kurt. Arhan her zaman ki gibi sessizliğini koruyordu. "Var" Diye diretti Dora.

 

"Yok dedim yok."

 

"Bende sana var dedim. Sabahın köründe uyanıp sikik patronumu zengin edemem tamam mı?"

 

Kurt gerginliğini Dora'dan çıkarmak istemiyordu. Derin bir nefes alıp, "kendi işinin patronu olmayı dene o halde." Diye çıkıştı.

 

"Dolandırıcı olmak bir meslek ve ben kendi işimin patronuyum." Dora kendinden emindi. Dünya'da bu kadar enayi insan varken neden çalışmakla uğraşsımdı ki.

 

"Dora canımı sıkma. Gidip it gibi çalışacaksın ama harama el uzatmayacaksın dedim sana. Baban sen dolandırıcı ol diye büyütmedi seni."

 

Dora sinirle ayaklandı. Kurt'u çok severdi ama bu kez ona karşı gelecekti. "Beni babam büyütmedi. Ben kendimi büyüttüm. Vatan, bayrak, millet bu üçü için canımı veririm. Ama dünyada bu kadar enayi boşa yok amca. Zenginlerde kul hakkı yiyerek zengin oluyor. Askerin, polisin ödediği vergiyi bir çoğu ödüyor mu sanıyorsun? Bir çoğu kara para haklıyor. Bu vatanın evladının hakkına giriyor. Söyle şimdi bana ben onların hakkına girmişim çok mu?"

 

Ne yazık ki Dora haklıydı.

Dünya ciddi bir bataklığa dönüşmüş, hak yemeyeni içine çeken bir hal almıştı. "Ne istiyorsan onu yap. Zaten laf dinlediğinde yok." Diye mırıldandı.

Dora sinirle kendini sandalyesine geri bıraktı. Fakirlerle işi yoktu ki onun. Yalnızca zenginleri ve ailesinin rıskını başkalarına yediren adamları dolandırıyor onlara bir ders veriyordur. Üst katın kapısı açıldığında içeriye Safir girdi.

 

Yüzünde beyaz bir kağıt maske vardı. Kan kırmızısı saçları ise bigudilere sarılıydı.

 

Arhan arkasını döndüğünde irkilmeden edemedi.

"Bu ne kızım yüzünde ki? Aklım çıktı bir an'da."

 

Safir kendini sandalyesine bırakırken Arhan'a ters bir bakış attı.

"Nem bombası. Nasıl hâlâ taş gibiyim sanıyorsun? İşte bu mükemmel maskeler sayesinde ama sen yaşlı olduğun için anlamaya bilirsin."

 

Arhan iğrenti ile yüzünü ekşitti.

"Git çikar şunu böyle toplantıya mı gelinir?"

 

Dora gözlerini kapatmış uyuyor, Kurt ise telefonundan dönerci işletme oyunu oynuyordu. Hırsız parasını ceplediğinde elini dizine vurdu. Bakışlar kendisine döndüğünde sorun yok devam edin der gibi bir hareket yaptı.

 

"Niye gelinmesin bunak. Ne güzel hem işimi yapıyorum hemde güzel kalıyorum."

 

Arhan'a dil çıkartıp çantasını kucağına çekti. Elleri için bir nemlendirici çıkardı ve güzelce onuda sürdü. Dudaklarını nemlendirip saatine baktı.

"Diğerleri ne zaman gelecekmiş?"

 

"Serçe ve Şahin Nusaybin'den geliyor. En az bir saat sürer gelmeleri." Dedi Kurt.

 

"O zaman biz niye bu kadar erken geldik lan?" Diye mırıldandı Dora uykusunun arasında.

 

"Zemheri hemen gelin dedi çünkü ondan."

 

Dora içinden Zemheriye sağlam bir küfür savurdu. Kurt aklına gelen detay ile Dora'yı dürttü.

Dora huzursuz mırıltılar çıkardığında Kurt konuşmaya başladı.

 

"Sana harika bir görev vereceğim." Umursamadı Dora uykusu vardı.

"Bura işimiz bittiğinde İstanbul'a gidiyorsun" Dora kafasını kaldırdı.

"Sakın beni Kılçığın yanına gönderdiğini söyleme."

 

Parmak şıklattı Kurt "heh bende tam onu diyecektim. Kılçığın yanına gidiyor onu bizimle birlik olmaya ikna ediyorsun."

 

"Niye ben ya?"

 

"Ben gidersem ikna olmazda ondan."

 

Dora ofladı ve kaderine razı oldu. Zaten başka şansıda yoktu.

 

Kılçık; Kurt'un iki oğlundan küçük olanıydı. Yıllar önce dedesinin kurduğu meşhur Fetna çetesinin yeni lideriydi.

 

Bu çetede yıllar önce Kuzgun ve Kurt'ta yer almıştı. Yeraltı çetesi olsada TSK ya ciddi yardımı olan garip bir çeteydi.

Kuzgun bu çetenin en gözde kafes dövüşçüsüyken Kurt o dönemdeki gizli lider ve motor yarışçısıydı.

Bu çete sayesinde Çetin'i sakat bırakmışlardı.

 

Fetna çetesi devlet yanlısıydı.

Ve yavruları korumak için iyi ve dikkat çekmeyecek bir topluluktu.

Yaklaşık bir saat sonra intikam timi üyeleri tamamlanmış ve toplantı başlamıştı.

 

Zemheri, Çetin'in çocuklara yaklaşmaya başladığını ve Alkan'a zarar verme ihtimalinin olduğu anlatmıştı. A planı iptal edilmişti.

 

Artık B planı vardı.

B planı demek intikam timinden birinin kendini feda etmesi demekti.

Ve bu kişi Kurt'tan başkası değildi.

Kurt geri döndüğünü açıkça Çetin'e gösterecek ve onu kendi üzerine çekecekti. Bir nev-i hedef şaşırtacaklardı. Toplantı bittiğinde herkes kendi görevi için köşesine çekilmiş zaman kollamaya başlamıştı.

 

Kurt ise kendini ölmeye hazırlıyordu.

Oğlu onlarla birlik olmayı kabul etmezse muhtemelen ölecekti.

 

Zelal Aktan

 

Olaylı geçen dernek ziyaretimizin ardından Arkın'la eve gelmiş bir duş alıp biraz uyumuştum. Uyandığım süreden itibaren Sütlaç ile yatakta yuvarlanıyorduk. Yumuşuk tüylerinde elimi gezdirdim. Hayvanlar kadar huzur veren başka bir canlı yoktu sanırım. Tüylü kafasını avuç içime sürterek kucağıma sıvıştı.

 

Yatakta bir elim başımın altında yan bir şekilde yatıyordum.

Başını çenemin altına koyup tüylü göbeğini masaj yapmam için açtı.

Tüylü göbeğini okşarken koca kafasına minik bir öpücük bıraktım.

Sabahtan beri Alkan'ın o hali gözümün önünden gitmiyordu.

Ne olmuştu da o şekilde Ali'ye saldırmıştı. Mardin'de geçirdiğimiz süre boyunca sakin ve neşeli bir adamdı. Sanki Ankara'ya geldikten sonra bir şeyler olmuştu ve bu onu kötü yönde etkiliyordu.

 

Genellikle sakindi ama eski neşesi yoktu sanki.

Aralıklarla uzaklara dalıyor. Ortak sohbetlerde çoğu anı kaçırıyordu.

Garip haline üzülsem de birşey yapamıyordum. Ama bir şeyden emindim. Alkan'ın bu gün Ali'ye saldırmasının kesinlikle haklı bir sebebi vardı. Durduk yere böyle birşey yapacak bir adam olmadığına emindim. Odamın kapısı açıldığında içeriye Hozan ve Reyhan girdi.

" Ooo analı oğullu anca yatın zaten." Hozan'ın neşeli tavrına gülümsedim.

 

"Kıskan dayısı oğluşumu."

 

"Ne kıskanıcam bu tüy yumağını yahu"

 

İkiside yatağa oturduğunda Reyhan Sütlaç'ın tüylü kuyruğu ile oynamaya başladı.

 

"Ne oldu niye doluştunuz odama?"

 

"Doluştunuz dediğin iki kişiyiz Zelal." Dedi Reyhan abartılı bir şaşkınlıkla.

"Acıktık Zelo yemek yemek için seni bekliyoz." Dedi Hozan yorganın üzerinden omuzuma pat pat vururken.

 

"N'olur bana yemek hazır deyin o zaman." Dedim yataktan kalkarken.

 

"Hazır direkt sofra sizi bekliyor hanımım." Hozan bana prenses muamalesi yaparak kucakladı.

 

 

Bölüm sonu.

 

Kısa bir bölüm oldu. Kusuruma bakmayın.

 

Mini sezon finalimiz hakkında küçğk bir açıklama yapayım.

Öncelikle sezon finali yapmamın iki sebebi var.

1. Ciddi bir rahatsızlığım için tedavi sürecine başladım. Ve yoğunluktan bölüm yazmak benim için çok zor oluyor.

 

2. Sebep ise bölüm uzunluğu. Bölümler kısa ve bir çoğunuz bundan şikayetçisiniz. 2- 3 haftalık mini ara vereceğiz ve bu sürede ben yazmaya devam edeceğim ki elimde bölüm biriksin. Böylelikle sizi daha az bekletmiş olacağım ve daha uzun bölümler yayınlayacağım.

 

Bir konuyada açıklama yapmak istiyorum. O'da alzel çiftimizle ilgili

Alzel ne zaman olacak diye soruyorsunuz. Sezon finali nin dönüşünde olacaklar. Geç kaldığını düşünenler var. Geç değil. Birlikte az vakit geçirdiler ve birbirlerini çok az tanıyorlar o yüzden geç oldular gibi geliyor size. Dönüş bölümünde alev alev bir aşkımız olucak 😁

 

Buralar yanacak aşkımızla. 💖

 

Bir sonraki bölüm sezon finali bilginize. Bölüm uzun olacak o yüzden biraz gecikebilir anlayışınız için teşekkürler.

 

Kendine iyi bakın.

 

 

Bölüm : 22.12.2024 21:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...