78. Bölüm

Özel bölüm

Zaman Sızım
zamansizim84

 

Uçağımız Kayseri havaalanına iniş yaparken burada bıraktığım hatıralar zihnimde canlandı. Ağlayarak yıkılmış bir halde girdiğim şehirden, gülen gözlerle ve yeni dostluklarla ayrılmıştım.

 

Benan'ı, Yasemin'i, Nermin teyzeyi çok özlesem de önceliğim Nevşehir'di ailemdi, Dilber anneydi...

 

Tuncay'ın Boran'ı arayıp, trip atarak araba yolladığını haber vermesiyle onlar erkeksi bir tartışmanın içine girdiklerinde sadece göz devirdim. Bu ikisi bir araya gelince çocuk gibi oluyorlardı.

 

Kış olduğu için zaman zaman karın kenarda tümsekler oluşturduğu yolda ilerleyip Nevşehir'e ulaştık. Bu zaman zarfında pusetinde bir prenses edasıyla uyuyan kızım şükür ki ilk uçak yolculuğunu kolay atlatmıştı. Kalkış ve inişte emzirerek kulaklarının basınç farkından etkilenmesini engellemeye çalışmıştım. Görünen o ki işe yaramıştı.

 

Onun uyuyuşundan fırsat bulmuşken etrafı doyasıya izledim, bir yılı geçmişti buraları görmeyeli,

 

"Derya..." dedi Boran ama bu bir hitaptan çok iç acıtır bir tonda ulaştı kulağıma, arkada kızımızın yanında oturduğum için dikiz aynasından bakışını yakalamaya çalıştım,

 

"Ben vicdan azabı çekiyorum, elimde değil... Sen böyle her gelişimizde özlemle etrafa bakarken inanılmaz bir suçluluk çöküyor üzerime. Seni ailenden uzaklaştırdığım için kendime çok kızıyorum." Dediğinde kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

 

Tamam özlüyordum ama asla bunu Boran'ın suçu olarak görmemiştim,o bir teklifte bulunmuş bende kabul etmiştim. Rızam dışında hiç bişey yaşanmamıştı bile.

 

Ama suskunca etrafı izliyor oluşum onda nasıl karşılık bulur hiç düşünmemiş dalıp gitmiştim.

 

"Hayatım... Bak emin ol buradayken de Mardin'i özleyeceğim. Hatta özledim bile. Ayşe'yi, Zelfi'yi, evimi, konağı, Bayram babamı, Dilan hocamı..." Dedim sonunu illa ekleyerek.

 

Bu kez o göz devirdi, durumu kabullenmiş değildi ama reddedecek kadar da zalim olamıyordu. Annesinin yanlızlığı, mutsuzluğu üzerine kurulmuş bir saltanat gibi geliyordu Boran'a yeni durum farkındaydım.

 

Zeynep ise daha keskindi, asla Mardin'e adım atmıyor babasının ziyaret isteğini de eğer tek gelecekse kabul ediyordu. Babasına kızgın değildi ama ötesini de olgunlukla karşılayamayacak kadar annesine düşkün olmuştu.

 

"Boran seni çok seviyorum, en çok da güzel kalbini seviyorum. Bencil olmayışını, olamayışını seviyorum. Seninle yola çıktığım için iğne ucu kadar pişmanlık yaşamadım. İçin rahat olsun, tabii ki özlüyorum ama seni özlemektense diğer herkesi özlemeyi tercih ederim." Deyip iki koltuğun arasından uzanıp yanağına sıkı bir buse kondurdum. Kaçmama izin vermeden yanağımdan yakalayıp dudaklarıma sert ama kısa bir öpücük bıraktı.

 

Ve tabii ki bu anı hisseden prenses eti burulmuş gibi ağlamaya başladığında Boran gür bir kahkaha attı,

 

"Bu kız bizim yakınlaşmanızı algılıyor Derya, bak sağına soluna kesin bir yerlerde sensörü var." derken oldukça ciddi gibiydi.

 

"Yok kesin ikimize çip taktırdı, ne zaman mesafe azalsa kendisi ötüyor." dedim pusetinden kucağıma alırken.

 

"Ne oldu annem, niye ağlıyorsun? Yemedik babanı al senin olsun." dediğimde önden bir boğaz temizleme sesi geldi.

 

"Aslında yesen itirazım olmaz, bu cadı prensesi babannesine bırakıp biraz kendimize zaman ayırsak. Hmm?" dedi çapkın bir bakış atarak.

 

Ağlayan kızımı emzirmek için filmli camlardan yüz bularak dekoltemi iyice açtım,

 

"Kim kimi yiyecek bakışlarından belli Boran Ağam." dediğimde araba bi ufak sarsıldı ama çabuk toparladı.

 

"Sen çok fenasın Avukat hanım, bu adamı yakar dumanını tüttürürsün sen..." Dedi boğazlı kazağının yakasını çeliştirirken.

 

Kıkırtıma engel olamadım,

 

"Yan ağam, bana yanmayacaksan ne işim var peşine Mardinlerde..." Dedim tüm cilvemi sesime yükleyerek.

 

"Ah Derya ah... Niye daha erken gel gelmedin bana..." dedi kendiyle dertleşir gibi. Sözü bana değil acıyla yalnızlıkla geçen yıllarınaydı.

 

Arabamız iki katlı müstakil bahçeli evin önünde durunca, bizim Nevşehir merkezdeki evimizin yan komşusu olan ev ile gülümsedim. Bizimkiler artık tamamen çiftlikte yaşar olduğundan burası atıl kalmıştı ama yine de burayı görmek hoşuma gitmişti.

 

Pencere de bizi bekleyen Dilber anne perdeyi dahi çekmeden koşar adım içeri yöneldi, peşi sıra omzuna aldığı bir şal ile dış kapıyı gülen gözlerle açtığında bizde bahçe kapısından girmiştik. Gülce benim kucağımda, eşyaları Boran'ın kollarında ilerledik,

 

"Hoş geldiniz yavrum, Gülce'm geldin mi babanneye... Oyyy nasıl da büyümüş gül kızım." Diyerek aylardır sadece görüntülü konuşmalardan ibaret olan tanışıklıklarının acısını yaşadı.

 

Evet, Dilber anne de asla Mardin'e gelmiyordu...

 

Kollarımda bocalamış olan prensesi babannesine doğru uzattım,

 

"Çok büyüdü anne bildiğin gibi değil tombik prenses oldu." Deyip onun kollarına verip çizmelerimi çıkardım. Hızla içeri girdik soğuk havadan kaçarak,

 

"Babannem unuttun mu sen beni? Yapma gül kızım benim sizden başka kimim var? Babanne unutulur mu hiç?" Derken anlık varlığımızı unutmuş yada boş bulunmuştu. Huysuzlanan Gülce'yi bana vermek için döndüğünde gözleri Boran'a takıldı.

 

Hemdn kendini toparlayıp gülümsedi,

 

"Bak sizin papucunuzu nasıl dama attırdı, hoşgeldin kızım." Deyip bana sarıldı sıkı sıkı.

 

Gülce'yi ben alınca kollarını oğluna doladı,

 

"Hoş geldin Boran'ım, hoş geldin annem..." Dedi ilk defa duyduğum bir sıcaklık vardı sesinde. O Boran'ım deyişinde ki sahipleniş içimi burktu.

 

Bayram baba ile konuşmuştuk çok sonradan, Dilber anne ile Dilan'ın mektubunu hiç paylaşmamıştı. Tam da olması gerektiği gibi... Ama Dilber anne bir şekilde o mektuptaki her detaydan haberdardı. Boran'ın adının neden Boran konulduğunu biliyordu, belki en çokta buna kırılmış yıllarca içinde tutmuştu bu kırıklığı.

 

Düşündüm de... Yok düşünemeyeceğim ben bunu...

 

Empati de bir yere kadar...

 

Bu hikayenin en çok yananı Dilber anneydi, çünkü diğer mağdurlar geç de olsa kavuşmuş ve ayrıyken bile hep sevilmişlerdi. O ise hiç sevilmeden, büyük bir fedakarlık örneği göstererek sevdiğinden vazgeçip aradan çekilmişti.

 

Onun için burdaydım, babamın evine değil bu eve gelmemizin sebebi de buydu. Babam yalnızdı ama ıssız değildi, Dilber anne hem yalnız, hem ıssızdı.

 

Boran da kollarını annesine sardı,

 

"Hoş bulduk anacım, Gülce kızı bulunca bizi unuttun sandım." Diyerek ortamın ağır havasını dağıttı.

 

"Sizin yeriniz ayrı, onun yeri ayrı..." Dedi oğlunun kirli sakallarını severken. " Sen olmasan, Derya olmasa Gülce olur muydu? En kıymetlim sizsiniz." dedi ama sözü beni katsa da Boran'aydı. Zamanın da diyemediği, doya doya sevemediği anların günahını çıkarır gibiydi.

 

"Hadi oturun yorulmuşsunuzdur. Çıkarın montlarınızı..." diyerek ev sahibi olarak bizi rahat ettirmek için çırpınışı tam bir anneye yakışıyordu. Dilber anne artık buzlarını tamamen eritmişti.

 

Binbir çeşit donattığı sofrada karnımızdan çok sohbet edip, gülüşüp, kahkahalar atıp ruhumuzu doyurduk.

 

Öğleden sonra Yusuf ile Zeynep de bize katıldı. Sabahtan doktor kontrolleri vardı. Zeynep'in kendinden önde giden göbeği ile karda kaymamak için penguen misali yürüyüşünü izlemek hepimizi çok güldürmüştü.

 

Nihayet omzum bir şal alıp balkona sigara içmeye çıkan Yusuf'u tek yakaladım.

 

İkimiz omuzlarımız birbirine değecek şekilde balkon demirine yakalanırken bi sigara da bana uzattı. Kırk yılın başı bir hovardalık edip yaktım.

 

"Annelik çok yakışmış abla." dedi gözleri karşıda parkta oyalanırken, "Zaten hep anneydin sen, ama bebek kucağına ayrı yakışmış." derken başını çevirip bana baktı.

 

"Sana da babalık yakışacak paşam, bak nasıl birden güncelleme geliyor göreceksin." dedim gülümseyerek.

 

Başını sallayıp dudaklarını birbirine bastırdı, bir derdi vardı da ne?

 

"Yusuf birşey mi oldu ablacım, bir şey varda söyleyemiyor gibisin." Dedim.

 

Yine başını salladı,

 

"Çok iyi tanıyorsun beni..." Diyerek gözlerini bana çevirdi tekrar, "Ben neden senin sevmediğin bir adamla evlendiğini anlamadım? Sen beni tek sözümden tanırken, ben nasıl kör oldum?" demesini ise asla beklemiyordum.

 

"O ne demek? Ne saçma fikirler bunlar..." diyerek inkara sarıldım.

 

Gülümseyip başını iki yana salladı,

 

"Ya umduğun olmasaydı, ya Boran abi sandığın gibi biri olmayıp seni istemediğin şeylere zorlasaydı. Benim için böyle bir fedakarlığa değer mi abla? Ben sana kör olmuşken değer mi?" dedi acılı bir sitemle.

 

İnkarın işe yaramayacağını anlayınca,

 

"Ben sevmediğim bir adamla sözlendim ama sevdiğim adamla evlenmedim. O düğün olurken ben Boran'a çoktan kapılmıştım, sadece kabullenmem zaman aldı." deyip güldüm. "Kardeşim, boş bir hafıza ile yine aynı adama aşık oldum. Sana sadece tek noktada kızabiliriz, bizi daha önce karşılaştırmalıydın. Birbirimize bu kadar geç kalmazdık belki." Deyip ufak bir darbe ile omzumu omzuna vurdum.

  

"Çok seviyorsun..." dedi mutlu bir tespitle.

 

"Çoook..." dedim dolu dolu.

 

Kolunu omzumdan aşırıp şakağımdan öptü,

 

"O da seni çok seviyor, belki senden de çok." dedi içinin rahat olduğunu hissettirerek.

 

O sırada çalan telefonu bizi böldü,

 

"Efendim abi?" Deyince ben de kulak verdim.

 

"Döndünüz mü?" diye sormasıyla kaşlarım çatıldı. Nerden dönüyorlardı, benim geleceğim gün babam hayatta başka iş çıkarmazdı.

 

"Anladım bizde geliriz birazdan, tamam." deyip kapattı.

   

Omzumda ki şala biraz daha sarıldım,

 

"Hayırdır? Nerdeydi ki abimler?" Dedim merakla.

 

"Rauf amcayı almaya gittiler." dediğinde,

 

"Niye? Ne olmuş ki Rauf abiye?" dedim şaşkınlıkla karışık bir merakla.

 

"Ne olmamış ki abla... Şadiye abla yıllardır kandırıyormyş adamı." deyince iyice meraklandım.

 

"Gel içerde anlatayım üşüdün burada." deyince itiraz edemedim. Aklım konuda olarak salona geçtik.

 

Ellerinizi yıkayıp koltuklara geçtiğimizde Boran, Zeynep ve Dilber Anne oyun halısının yanına çökmüş Gülce'yi oynatıyorlardı.

 

"Bunların çocukları olmuyordu ya." diye konuya giriş yaptığında Boran'ın bakışları anında bizi buldu ama Yusuf fark etmedi, "Rauf abide değilmiş sorun, Şadiye ablaymış. Yıllarca hem kandırmış, hemde psikolojik baskı yapmış adama." Dediğinde kanım dondu.

 

Gözlerim üzüntüyle kapandı, ben bile hayal kırıklığı ile doldum taştım.

 

"Nasıl yapar ya bunu,o adam yıllarca vicdan azabıyla kavruldu." Dedim üzüntüyle.

 

Yusuf da beni onayladı,

 

"Adamcağız o varken bizi kucağına alıp sevmezdi bile karısı üzülür diye."

 

O an bir farkındalık geldi,

 

"Rauf abi sevmeye korkardı ama Şadiye abla asla kimsenin çocuğuna yakalaşmaz sevmezdi." dedim.

 

Boran sabredememiş olacak,

 

"Kimden bahsediyorsunuz güzelim?" Dedi kaşları biraz çatık.

 

Onun bu yara ile cebelleşirken ne kadar üzüldüğü geldi oturdu sineme, ya Rauf abi...

 

Şadiye ablayı zerre sevmezdim, annem de sevmez ama babam ve Rauf abinin hatrına idare ederdi.

 

"Babamın samimi bir arkadaşı Boran, anlatırım uzun hikaye." Deyince üstelemedi.

 

Yusuf devam etti,

 

"Burda ne var ne yok sattırıp götürdü adamı, Didim'e yerleştiler. Orda hastalanmış kadın doktora gidiyorlar herşey ortaya çıkıyor bir şekilde." dedi bildiği kadar anlatarak.

 

"Offf... Yıkılmış adam." Dedi Zeynep.

 

"Bana kalırsa Rauf abi karısını zaten sevmiyordu, sırf beni bırakıp gitmiyor diye bir vefa borcuydu onları bir arada tutan." dedi Yusuf.

 

Boran'ın gözlerinde ki dalgınlığı tek fark eden bendim. Atlatsak da travma gibi etkisi üzerimizde kalmıştı.

 

Ayaklanıp Gülce'yi aldım halıdan, yalandan bör kokladım,

 

"Ayyy... Kızım bu ne koku?" dediğim de Zeynep,

 

"Ne kokusu Derya abla ben hiç almadım koku falan?" dese de.

 

"Sen de doğur böyke radar gibi olursun." Deyip geçiştirdim. "Boran çantasını alıp gelir misin hayatım." dediğimde ikiletmedi. Ortam onu da boğmuştu ard arda çıktık merdivenleri odaya girince Gülce'yi yatağa yatırdım, yanına yastıkları koyup düşmesini engellediğim gibi Boran'a döndüm.

 

Buruk bir bakışla yüzüme bakıyordu, ortamdan kaçtığımızı tabii ki anlamıştı.

 

Kollarını açınca arasına girip sımsıkı sarıldım hemen.

 

"En büyük korkup insanların bizden acıyarak bahsedecekleri bir geleceğe seni hapsetmekti. O kadar ki Gülce parmağımı tutuyor olmasına rağmen o günlere gittim Derya." dediğinde için yandı.

 

"Gülce var Boran ama olmasaydı da bizden böyle bahsetmelerine izin vermezdiz.

Hayatımızı bir şekilde dolu dolu yaşar mutlu olurduk. Herşeye rağmen nasıl mutlular diyerek imrenirdi bizi görenler." dedim kokusunu içime çekip daha sıkı sarıldım. Sanki ben sıkı tutmazsam, o eski kuyulara düşüp yitip gidecekti.

 

"Derya'm... Cennetim... Demeden anlayan, bakmadan gören can eşim..." Dediğinde yapboz parçası gibi uyumlu o kadar tamdık.

 

Bir kaç dakika öylece sarılıp soluklandık birbirimizde, sonra Boran hafifçe kıpırdandı,

 

"Birşey deneyeceğim müsadenle." Deyip dudaklarıma kapandığında ilk şoku atlatınca karşılık vermek için hareketlendim ama bizim kızın sensörleri aktifmiş yine hiç yoktan bir bağırtı ile ayırdı bizi.

 

"Çip değil, tehlike sensörü var bu kızın. Bak uslu uslu sarılıyorken hiç ağlamadı."dediğinde bilimselliği karşısında kahkahamı tutamadım.

 

Gülce'nin altını her ihtimale karşı kontrol edip, saatin ilerlemesi ile çiftliğe doğru yola çıktık.

 

Dilber anne gelmek istemese de, Zeynep ayrı ben ayrı ısrar kıyamet onu da yola düşürdük.

 

Çiftliğin kapısından iki araba ard arda girdiğimizde evin kapısı da aynı anda açıldı, abim Duru ile beraber hızlı adımlarla bize ulaştığında Gülce'yi kucağımdan alıp beni kendine çekerek alnımdan öptü,

 

"Hoş geldin evimizin en güzel çiçeği." dedi kulağıma doğru.

 

"Duru duymasın." deyip kıkırdadım.

 

"Onun kıskançlığı gerçekleri değiştiremez." dedi o da alaycı bir tonda.

 

Zeynep yanımızdan temkinli adımlarla geçerken,

 

"Hoş geldin penguen hanım." Diyerek ona da takıldı.

 

"Abi yaa... Dalga geçmeyin." Diyerek yalancı bir sitemle yoluna devam eden Zeynep'e gülerken.

 

Elinde poşetler ile gelen Yusuf'a da kızmadan geçemedi,

 

"Karının elini tutsana oğlum, düşmüşsün poşet derdine." Diye fırçasını kaydı.

     

"Sana da tutsam kılıbık oluyorum, tutmasam ilk sen fırçalıyorsun. Vallahi devrelerimi yaktın abi ha!" Deyip, Zeyno'm diyerek karısına yetişmeye çalıştı.

 

    Duru, 

 

"Boran enişte hoşgeldin." deyip onun kucağına tırmanırken abimle de selamlaştılar, bende Dilber annemin koluna girdim, içeri doğru yürüdük hep beraber.

 

Salona geldiğimizde babam ve Rauf abi kış bahçesinde ki döküm sobanın başında dertleşiyorlardı. Bizi görünce ayaklanıp içeri girdiler beraberce,

 

"Prenses..." Dedi bana adımlarken çocukluğumda ki sıcaklığı ile,

 

"Kralım..." Dedim ona uyarak.

 

Salonun ortasında babamdan bile önce onunla sarıldık. Çocukken benden uzak durmaya çalıştıkça ben peşini bırakmazdım, abim ve Yusuf erkek fıtratı gereği zaten kendini sevdirmek derdinde olmadıkları için ilgilenilmiyor olmaya aldırmazlardı.

 

Ama ben arsızca peşinde gezer zorla kucağına tırmanır, el mecbur ilgisini üzerime çekerdim.

 

Hatta çocuk aklımla babamdan bir kaç yaş küçük olan Rauf abiye inceden bir hayranlık hoşlantı duyardım. Bu aklım erdikçe olması gereken çizgiye otursa da babamdan sonra hayran olduğum ilk adamdı kendisi.

 

Aramızda ki prensesim, kralım hitapları o zamanlardan kalıp alışkanlık olmuştu.

 

"Hanım ağam diyeceksin Rauf amca." diyerek araya girdi Yusuf.

 

"Ne yalan söyleyeyim yakışır." dedi şöyle parmak ucundan tutup etrafımda dönmemi sağlarken.

 

Küçük bir kahkahama engel olamadım, Boran'ın şaşkın bakışlarına aldırmadan elinden tutup yanıma çektim.

 

"Kralım takdim edeyim beyaz atlı prensim Boran Ağa." deyince salonda herkes kahkahayı bastı.

 

"Hem prens, hem ağa nasıl oluyorsa?" diye muhalefetini konuşturdu Pınar.

 

"E kızım Avrupa'da ki prenslerin bizde ki karşılığı Ağa olmaz mı?" dediğimde elini çenesine attı,

 

"Aslında doğru ha!" dediğinde Boran bu saçma muhabbeti devam ettirmek istememiş olacak,

 

"Memnun oldum efendim."DiyerekRauf abinin elini sıkıp babama yöneldi.

 

İkisi selamlaşıp sarılınca sıra bana da geldi.

 

"Gel bakalım Avukat hanım, yine Rauf gördün papucumuz dama atıldı." Diyerek kollarını bana sardı.

 

Sesinde sitem olsada sarılışın da yoktu. Onlar çok yakın iki arkadaştılar, Şadiye hanımın soğuk yapısı ve annenle anlaşamıyor oluşları ilişkileri uzaklaştırılmış ama koparamamıştı.

 

Zeynep, Boran ve Dilber anne ile de tanışma faslını atlatıp koltuklara yerleştik. Gülce biraz olsun alıştığı için babannesinin kucağında vakit geçirirken bende Duru ve kardeşi Bartu ile ilgikenebilmiştim. Pınar ve abim çocuklarla iki ginlük de olsa Mardin'e gelmeseler ufaklığı ancak görmek nasip olacajtı.

 

Hamineliğimin riskli geçişi ve olaylar bizi biraz ayrı düşürmüştü.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde yemekler yenilmiş çocuklar uyumuş biz bize tatlı bir sohbete dalmıştık.

 

Rauf abi ve Boran iyi anlaşmış sohbeti bayaa koyultmuşlardı. İlk benim çocukluk anılarım ve Gülce'nin bana ne kadar benzediğini anlatan babam olsa da Rauf abi de onlara dahil olup bizi epey güldürmüştü.

 

Bartu uyanıp huysuzlaşınca Gülce uyanmasın diye Pınar onu alıp salona getirmişti,

 

Artık kelimeleri birleştirip emekleyen yiğenim Rauf abiyi babama benzeterek kucağına tırmandı, sakallarına minik parmakları ile vururken,

 

"Dedde... Dedde..." dediği anda ortamda ki sessizlik kendiliğinden gelişti ama çok dikkat çekti.

 

"Dedem..." Deyip Bartu'nun avuç içini öpen adama bakarken akan göz yaşımı tutamadım. Kimseye belli etmeden sildiğimi sandığım anda elimi tutup kucağına çeken Boran'ın radarından kaçamamıştım.

 

"En büyük haksızlık ne biliyor musunuz gençler?" Deyip derin bir nefes aldı Rauf abi, "İnsanın geleceğini, hayallerini çalmak. O hiç bir zaman sevmedi beni, niye bırakıp gitmedi diye hep sorguladım ama cevap bulamadım. Sevdiğin için evladın olmamasına razı olursun belki de, sevmediğin bir adam için niye Dünya'nın en güzel nimetinden vaz geçesin..." dediğinde avucunda ki elimi daha sıkı tuttu Boran.

 

Hepimiz birbirimize baktık ne dençrdi ki, hiç bir cevap giden yılları çalınmış bir geleceği geri getirmezdi.

 

"Niye yapmış biliyor musunuz?" deyip Bartu'nun başını koklayarak öptü, "Evlenmeden öğrenmiş çocuğu olmayacağını, o zamanlar sevdiği adamı yakmamsk için benim le evlenmeyi kabul etmiş. Bana zaten soran olmadı, babannem çok baskın bir kadındı o ne derse o oldu." Burnundan derin bir nefes alıp bıraktı. "Bak koskoca blr ömrü hiç ettik, niye başkası yanmasın diye..."

 

"Rauf..." Dedi babam ama üzüntüsü sesinde perde perde yayıldı. "Kader kardeşim... Zararın neresinden dönsen kârdır." dedi ne diyeceğini bilemez bir hali vardı ki babamda hiç alışık olmadığım bir haldi bu.

 

"Kader deyip geçmiyorum Ali abi, sen hiç seni sevmeyen bir insanla aynı yastığa baş koymadın, beni anlayamazsın... Hiç biriniz anlayamazsınız..." dediğinde.

 

Geldiğimizden beri sessizliği ile kendini unutturan Dilber annenin bakışları Rauf abiyi buldu... Çok kısa bir andı ama yakaladım. Aynı yaranın yolcusunu tanır gibi baktı.

 

Daldan düşenin halinden daldan düşen anlardı değil mi?

 

Olur muydu?

 

Belki...

 

Neden olmasın?

 

Sevilmemiş iki kalp birbirine neden yoldaş olmasın?

 

Dudaklarım sinsice kıvrılmak istedi ama tuttum kendimi...

 

E Rauf abim de yakışıklı adamdı şimdi...

   

Dilber annemin yeşil gözleri ise blr ömür aşkla bakılmaya değerdi.

 

Ben de Derya isen bu işin oluru varsa kaçırmazdım.

 

İlk iş bütün mal varlığı Didim'de olan, burada evi barkı kalmayan Rauf abiyi bizim eve yani,Dilber annenin yan evine taşımaktı.

 

Gerisi Allah kerim...

 

 

   

 

Evet güzel arkadaşlarım, Dilber hanım için özel bölüm isteyenler için güzel bir girizgah yaptık.

 

E bu iş burdan dönmez, dönmesinde...

 

Devamını yazacağım inşallah merak etmeyin.🥰

 

    

  

   

   

 

    

    

 

    

 

    

 

   

 

     

 

Bölüm : 30.01.2025 17:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...