Boran'dan,
Kayseri'den, Nevşehir'e uzanan kısacık yolda benim içime korku salıp kendisi uyuya kalan güzeller güzeli karım arabamın sağ koltuğunda bana seyirlik bir manzara sunarken aklımı yola vermem oldukça zordu. Arabayı park alanına çekip saatlerce onu izlemek isteyen sol yanımı susturup dikkatimi topladım, hatta tekrar dağılmasın diye yüzleşmekten kaçtığım sorulara zihnim de cevap aradım.
Derya'nın ailesinin bizi nasıl karşılayacağı meçhuldu. Kimse keskin çizgiler çizmiyor olsa da, bu bana olan sevgilerinden değil Yusuf ile Zeynep arasında bizim durumumuz gerginlik yaratmasın diyeydi. Şimdi ise o kadar olayın üzerine el ele çiftliğin kapısına gittiğimiz de nasıl karşılanağımız hakkın da bir fikrim yoktu.
Yusuf daha uzlaşmacı yaklaşıp, Mardin'deyken bizi ziyaret ettiğinde benim aklıma da kapılar açmıştı. Öyle ki terapiye de onunla konuştuktan sonra başlamıştım. Üç kardeş hepsinin çok mükemmel yanları vardı, Serdar'ın sol kroşesi oldukça iyiydi mesela. Ben Devran çok yumruk yedim ama Serdar'ın attığı yumruktan sonra yer gök dönünce, Devran'ın bana vururken kıyamadığından emin oldum. Zira ikisi de iri bedenlerinin içinde ailesi için atan bir kalp taşıyan süper kahramanlardı.
Hele Derya, mükemmel bir avukat olduğunu ispat edercesine yıllardır çözülemeyen bütün sırların kilidini açıp önümüze sunduğunda, aşiretin ileri gelenleri dahil bütün Mardin halkının ağzı açık kalmıştı. Elimi tutup kendini adalet sanan insanlara öyle bir ders verdi ki... Yanımda asaleti ve aklı ile insanları kendine hayran bırakan kadının benim karım olduğunu düşündüğüm de, parmağımda takılı alyansın hayatın bana sunduğu son mucize olduğunu biliyordum.
Fakat mucizem uzun sürmedi, karşısında kendimi savunacak kadar aklım başımda değilken avuçlarımın içine bıraktığı alyans sayesinde Dünya ile yeniden kurmaya çalıştığım incecik pamuk ipliğim koptu.
Uzunca bir süre oturduğum yerden bile kalkamadım. Her türlü darbesine göğüs germeye, kendimi affetirmeye kararlıyken ne zaman söylediğimi bile hatırlamadığım ve asla muhatabının o olmadı sözlerle beni vurup çıkıp gitmesi can yakıcıydı. Benim de zamanın da onun canını ne çok yaktığımı düşününce hak etmediğim birşey değildi doğrusu, fakat bu yanlış anlamalar bizim aramızda ki yalanlandan da olsa kurulmuş evlilik bağımızı koparabilirdi. Önümdeki masada ışıldayan alyansın yerini bir mahkeme celbi almadan gemimizi bu tehlikeli limandan çıkarmalıydım ama nasıl?
Çözümü bulamadığım da Devran'ı bulmaya karar verdim. Önceden olsa illa ki beni kaldığım yokuştan düze çıkarırdı fakat onun da artık içinden çıkamadığı çok bilinmeyenli bir denklemi vardı. Selma'nın o gün yaptıklarına şaşırırdığım kadar katilin Şilan çıkmasına şaşırmamıştım. Hele de Devran ve Derya'ya yaptığı çirkin imâ, bardağı öyle taşırmıştı ki Devran'a tüm gemileri aynı anda yaktırmıştı. Tuğra'yı bu yangından nasıl zararsız çıkaracağımız ise meçhuldü.
Kafam da dolanan deli sorular eşliğinde de ilk defa geldiğim ve çok önceden gelmiş olmam gereken yerde arabayı park edip kontağı kapattım. Yanım da uyuyan kanatsız meleği seyrederken içime dolan huzur tarifsizdi. İşaret parmağımın sırtı ile uyurken pembeleşinmiş yanağını okşadım.
"Deryam..." dediğim de sesim öyle kısık çıktı ki uyandırmaktan çok ninni söyleyecek bir yaklaşımım vardı. Aklımda ise uykusunda seyretmekten öteye gidemediğim, uyandığında kendimi ondan uzak tutmak için kuşandığım buzdan kalkanlarımla canını yaktığım günlerin acısı kazılıydı.
Benim cılız sesime dahi kayıtsız kalmayan narin bedeni kendini uykudan sıyırmaya çalışarak gözlerini araladı. Eşsiz mavilerini bana sunduğunda, bende bütün aşkımı anlasın istercesine gözlerimde aşkımı sundum ona.
Yüzümü dolaşan gözleri ile genişçe bir gülümsediğin de,
"Uyandırmak istemezdim güzelim ama beni tanıştırman gereken biri var. "deyip dışarıyı işaret ettim.
Önce camdan dışarıdaki çoğunluğunu yeşil ağaçlar ve beyaz mermerlerin oluşturduğu huzurlu manzaraya göz gezdirdi. Bakışları bir noktada kilitlenip gözleri dolmaya başlayınca yanak içlerini o ısırarak bana yandan bir bakış attı. Gözünden kurtulup zarif çene kemiğine doğru süzülen göz yaşını yakalayıp silerken,
"Eee ama böyle ağlarsan Nurgül annem seni üzüyorum sanıp beni sevmeyecek." dediğimde tebessüm etti. Söylediğim gerçekliğinden değilde onu neşelendirmeye çalışıyor oluşuma güldüğünü biliyordum.
"Annemle tanışabilsen seni çok severdi Boran, bizi buraya benim getirmem gerekiyordu. Geç kaldık."
Gözlerinde ki hüzünlü bulutlar onu kuşatmadan hızla inip bağajdan sabah aldığım beyaz lalerden oluşan buketi ve beyaz şalı alıp, arabanın sağ yanına dolaştım. Arabadan inmişti ama adım atacak gücü bulamayıp ayaklarına beton dökülmüşçesine kımıldamadan duruyordu. Beyaz şalı omuzlarına bıraktığım da irkiletek bana döndü. Kim bilir zihni onu nerelere, hangi zaman dilimine sürüklemişti. Belki annesinin kollarında neşe ile gülen tombik sarışın bir bebekti şuan, kim bilir belki okulda kendisine takılan çocuğu annesine şikayet eden bir ilk okul öğrencisi... Derya ailesi için annesinden sonra oluşan boşluğu kendi doldurmaya çalışmış fakat bir genç kız olarak en ihtiyacı olan zamanda dizlerine başını koyup dertleşeceği bir anne şevkatinden mahrum kalmıştı. Bense o şefkati hiç görmediğim için eksikliğini sadece gözlemlerimle anlamaya çalışıyordum.
Elimdeki laleri görünce gülümsedi,
"İstihbarat sağlam galiba sevgilim."
"Yusuf oldukça yardımsever bir kayın birader." dediğim de gülümsedi,
"Damat olmasın o" dedi bana takılarak.
"Burda kayın biraderim, Mardin de rolleri değişiyoruz."
Çiçek buketine sol yanıma alıp sağ elimi Derya'ya uzattım,
"Daha da geç kalmayalım istersen."
Omuzuna bıraktığım şalı başına alıp uçlarını omuzlarından geriye bıraktı. Elimi tutup bizi yönlendirdi.
Yıllar içinde büyümüş ağaçların, eski~yeni mezar taşlarının yanlarından geçerek oldukça bakımlı buz mavisine çalan rengiyle mermerden yapılmış mezarın ayak ucunda durduk. Derya akmaya başlayan göz yaşları ile bir mezar taşına bir bana baktı,
Titrek bir nefes çekti içine üst dudağını ısırıp, göz yaşlarını sağ elinin üstüyle kuruladı,
"Annem..." dediğin de tekrar bana bakıp tuttuğu elimi yukarı kaldırdı,
"Aşık olduğunda ilk bana söyleyeceksin derdin yaa, ben aşık oldum anne..." dediğinde elini biraz daha sıkı tutup destek olmaya çalıştım. Onun için çok özel olan bu anda yanında olan, elini tutan ben olduğum için tekrar şükür ettim.
"Geç kaldık biliyorum anne ama beni gördüğünü, her anıma şahit olduğunu da biliyorum. Bu noktaya kolay gelmedik, üzdük birbirimizi ama sevgimizden eksiltmedik. Onu çok seviyorum anne..." deyip tekrar bana döndü.
Elimdeki laleleri mezarın çiçeklerle kaplı toprağına bırakırken içimdeki heyecan gerçekten ilk tanışmasına giden, sevdiği kadının annesinin elini öpecek bir damat adayından farklı değildi. Gerçekte ne söyleyeceksem onlar döküldü dudaklarımdan,
"Sizinle tanıştığım için, Derya'nın elini tutup yanınıza getirdiği kişi olabildiğim için çok heyecanlıyım." dedim üzerimde mavi gözlerin gezdiğini hissederek başımı çevirdiğim de dolu dolu gözlerle beni izlediğini gördüm. Gözlerine bakarak devam ettim.
"Ben Derya'ya aşığım, onu üzdüm kırdım ama hepsinde onun iyiliği için uğraştığımı sanıyordum. Onu incitmemek için ikimizi de daha çok yıprattım. Ama kızınız öyle güçlü bir kadın ki bizi tekrar ayağa kaldırdı. Sizinde özel ve güçlü bir kadın olduğunuza onu tanıdıkça emin oluyorum. Derya çok şanslı erken ayrılmış olsa da şahane bir anneye sahip, sizinle paylaştığı zaman onun için en kıymetli hazine. Derya'yı bir daha onun için bile olsa üzmeyeceğim." dedim.
Derya şimdi ışıl ışıl bana bakıyordu,
"Annem duydun bak şahitsin beni üzerse sana şikayete geleceğim."
Yanına gidip kolumu omzuna sardım.
"Şikayet etsen şimdiye kadar ederdin güzelim. Nurgül annem senin beni süründüreceğini ama şikayet etmeyeceğini biliyordur bence."
Derya hâlâ nemli gözlerini tekrar kuruladı,
" Bak bide çok bilmiş görüyor musun anne." dediğinde sanki soğuk mezar taşından cevap bekler gibi uzun uzun izledi annesinin ismi yazılı olan taşı. Espiye vurdurup geriye itmeye çalıştığı yaşlar ondan izinsiz yanaklarından süzülürken, hıçkırıklarla sarsılmaya başladı. Kollarımı bedenine sarıp başını göğsüme yasladığım da kolları belime dolandı.
"Alışamıyorum Boran, yıllar geçse de alışamıyorum. Boşluğu dolmuyor, soframız eksik, babamın müptelası olduğu kokusu eksik. Yerini doldurmaya çalıştıkça daha çok büyüyen bir boşluk annemin yokluğu."
Sırtında ki elim olduğu yerde aşağı yukarı hareket ederken ilk defa nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Derya'yı anlamam mümkün değildi. İkimizin de anne hasreti vardı ama ben anne sıcaklığını hiç bilmiyordum, o ise iliklerine kadar sevgisine doyduğu annesinin kaybına ağlıyordu. Çok isterdim Nermin Sultan'ın Benan'a sahip çıktığı gibi Derya'yı sarıp sarmalayacak bir annem olsun ama bizim bize faydamız yoktu.
"Hani kalbinden doğacak çocuklarımız olacak ya, onlar doldurur belki o boşluğu. Annen gibi şahane bir anne olduğunda evlat sevgisi o yarayı kapatır belki..." dediğim de kollarını gevşetip gözlerime baktı. Yanağını okşayıp,
"Olmaz mı güzelim?" dedim kendi yaramında kabuğunu çekip kanatarak.
Başını göğsüme yasladı tekrar,
"Olur, hemde o kadar güzel olur ki..." dediğinde şaçlarının kokusunu içime çekerek başının üzerine bir öpücük bıraktım.
Duamızı da edip mezarlıktan ayrıldık, Derya'nın sık sık arkasını dönüp kabre bakması içimi dağlasa da buraya gelmiş olmak bizim için büyük ve atılması gereken önemli bir adımdı.
Çiftliğe vardığımız da Pınar ve Duru'nun çoşkulu karşılaması soğuk havaya rağmen dışarılara taşımıştı.
Yiğeninin sevgi gösterisinden memnun ona kollarını saran Derya'yı izlemeyi bırakıp bagaja yöneldim. Büyük pembe hediye kutusunu alıp zorda olsa kapıyı kapattım. Elimdekini fark eden Duru halasını anında bırakıp yanıma koştu.
"Boran enişte o neeee? Bana mı aldın? Pembe olduğuna göre bana aldın bence, versene hadi!"
Pınar onun bu haline göz devirirken iki arkadaş birbirlerine sarıldı. Onların soğuk havaya rağmen dışarda kalmaya niyetli olduklarını anlayınca benden cevap bekleyen Duru'ya döndüp göz hizasına kadar eğildim. Tabii ağrıyan kolumla çok kolay olmadı ama küçük kızın gözlerindeki sevince değerdi,
" Evet senin için prenses ama oldukça büyük ve ağır istersen içerde vereyim."
"Hadi içeri gidelim hemen" deyip beni çekiştirmeye başlayınca Derya müdahale etti,
"Durucum Boran eniştenin kolu incinmişti onu zorlamayalım olur mu tatlım." deyip bana döndü. Kutuyu elimden aldığında kurtarıcıma minnet ile bakıyordum.
"Hoş geldin Boran" dedi Pınar sesi samimiydi ama her zaman benimle uğraşan tarzından da çok uzaktı.
"Hoş bulduk." dedim ona uyarak.
"Hadi içeri geçelim bu cadı o paketi açmadan rahat edemez artık." diyen Derya ile eve yöneldik.
Salona girce, Ali Bey cam önünde ki berjerden ayaklanıp bize doğru bir iki adım attığın da Derya hızlıca aradaki mesafeyi kapatıp babasına sarıldı. Kokusunu içine çeke çeke kızını öpüp kokladıktan sonra,
" Hoş geldin oğlum." dedi sıcak bir tonda, açık söylemek gerekirse her zaman arabulan tavrına rağmen en çok Ali beyin tepkisinden korkuyordum.
"Hoş bulduk baba." deyip elini öptüm.
Koltuklara yerleşip hal hatır faslının bitişine kadar kendini zor tutan Duru araya girdi.
"Anne artık açayım mı bu kutuyu nolur?"
Bence bu kadar dayanmış olması bile mucizeydi. Kız halaya çeker derler ama Duru tam annesinin kopyası.
"Aç annecim aç! İyi dayandın beş dakika." diyerek söylenen Pınar'ın izin vermesi ile kutuyu çepe çevre saran pembe kurdelanın fiyongunu tutup çekiştiren küçük kız ondan kurtulur kurtulamaz kapağı bi tarafa savurup minik ellerini kutunun içine daldırdı.
İlk eline gelen tüllü toz pembe elbise ve onun takımı saç bandı ile gözleri ışıldadı.
"Hiii! Boran eniştem bana prenses elbisesi almış." deyip bana küçük bi bakış attı, ona gülümseyip kutuyu işaret ettim,
"Prenses ayakkabısı olmadan olmaz."
Tekrar kutuya odaklandığın da ayakkabıları çıkarırken bulduğu mavi kutuyu eline alıp,
"Bu da benim mi?" dediğinde soru dolu gözleri beni buldu
"Aç bakalım." dedim göz kırparak.
Derya'nın bakışları üzerimdeydi, her hareketimi takip edip adeta gözümün içine bakıyordu. Fakat babasının gözü de Derya'nın üzerindeydi ve ne gördüyse bundan memnun olmadığı çok belliydi.
Kutuyu açan Duru ile dikkatimiz yine ona döndü.
"Anneee! Bak prens elbisesi hemde minicik çok güzel..."
Derya'nın dolan gözlerini savuşturmak için yutkunuşunu fark ettiğim de duruşumu bozmadım. Doğacak her bebekle kendime eziyet edersem en çok karımı üzeceğimi anlamış olmam benim için büyük bir adımdı. Bazı duyguları içimizde yaşayıp kabullenmek zorundaydık artık.
"Senin gibi güzel bir prensesin yanına yakışıklı bir prens yakışırdı. Kardeşin doğduğunda ona hediye edebilirsin. Eminim senin gibi güzel bir ablası olduğu için çok mutlu olacaktır."
Duru'nun her haretini dikkatle takip ediyordu Pınar. Kardeşi olacağı için kıskançlık krizleri geçirdiğine adım gibi eminim. Sonuçta annesi Pınar ve karımı benden kıskanacak kadar duygularını uç noktada yaşayan bir kadın.
Duru gelip bana sarıldı,
"Çok teşekkür ederim Boran abi, kardeşimin ilk kıyafeti çok güzel." deyip annesinin yanına koşturdu. Enişteden abiye terfi etmiş olmama güldüm.
Kutuda ki oyuncakları da inceleyip hediyelerini alıp odasına götürmek için ağır kutuyu sürükleyerek yanımızdan ayrıldığında Pınar,
"Boran çok teşekkür ederim. İlk defa kardeşi ile ilgili olumsuz bir tepki vermedi. Çok ağır kıskançlık krizlerin de son sıralar." diyerek bana dert yandı,
"Çocuklar için normal bir duygu kıskançlık üzülme Pınar, sana çekmemişse büyüdüğünde düzelir." dedim.
Cümlemin başını beni onaylayarak dinleyen Pınar, sonlara geldiğimde gözlerini kısıp kızgınlığını belli etti.
Derya ikimizin haline gülerken Ali Bey de güldüğünü gizlemeye çalışıyordu.
" Aşk olsun baba! " diyerek sitem eden gelinine,
"Doğru söze ne denir kızım, sen demedin mi bu kız Derya'ya çekseydi keşke diye?"
Pınar tam yüzünü düşürmüştü ki Serdar'ın sesi duyuldu,
"Oooo kimler gelmiş?" diyerek salona sıcak bir giriş yaptı. Derya hemen abisinin kolları arasına girip sarıldı. Sıra bana geldiğinde doğrusu gergindim, en son görüşmemiz pek de iç açıcı değildi.
Bana döndüğün de o da benim tavrımı ölçmek ister gibiydi,
" Hoş geldin Boran." deyince sıcak tavrına karşılık bende gülümseyerek,
"Hoş bulduk Serdar." deyip uzattığı elini kavradım. Beklemediğim şekilde sarılıp sırtıma vurarak,
"O gün sana çok sert çıktım kusura bakma. Derya mevzu olunca dengeyi tutturamadım." diye sadece benim duyacağım şekilde konuştu, fazlasıyla şaşırmış olsam da belli etmemeye çalıştım,
"Yaptığın herşeyi hak etmiştim. Ben de ağabey olarak da aynısını yapardım." diye onun gibi kısık sesle karşılık verdim.
Ayrılıp sol omzumu sıkarak,
"Anlaştığımıza sevindim." dedi.
Ben ise anlaşmamızdan çok sağ omzumu sıkmadığına sevindim.
"Evet kim benim kıskanç karımı kızdırdı bakalım. Ben onu öyle seviyorum bilmiyor mu acaba?" diyerek Pınar'ın gönlünü almaya çalışan adam eşine sarılırken bir eli göbeğini okşadı. İşin açığı tam mutlu bir aile tablosu izliyorduk. Derya'nın elimi tutuşunu hissettim. O benden daha gergindi biliyordum. Eline bir öpücük kondurup iyi olduğumu göstermeye çalıştım.
Beraberce yediğimiz öğlen yemeğinden sonra ben babamların yanına gitmek için müsade istedim. Derya da babası ile hasret giderirken halletmem gereken işler vardı, bu vurulma olayını da babamla geniş geniş konuşmamız gerekiyordu.
Derya'dan
Boran'ı uğurladıktan sonra Pınarla mutfağa geçtik önce sofrayı toparladık, sonra akşam için yemek yaptık. Önüme yığdığı pasta malzemeleri ile bakışırken,
"Ne bakıyorsun kızım hamileyim ben, canım chesee kek çekti. Hem akşam çayın yanına iyi gider. İki çeşitte kurabiye yapıver senin elin pratiktir."
"İyi madem yeğenimin hatırına yapayım." dedim gıcık olacağını bilerek.
"Doğunca sevdirmeyeceğim kimseye, hepiniz bebek derdindesiniz beni hiç düşünen yok." deyip dudak sarkıtınca hormonların şaha kalktığı belliydi. Gerçi normalde de nazlanmayı severdi.
"Heee Pınar heee... Duru'da da böyle dedin sonra gece ağlayınca koynuma bırakıp kocanın yanına kaçıyordun. Bunda ben de yokum bakalım tek başına ne yapacaksın?" dedim hiç geri vites yapmadan.
Elini beline koyup biraz uzaklaşıp beni süzdü,
"Ayyy hanım ağam kocanla barışınca keyfinde yerine gelmiş benimle uğraşıyorsun. Tabii bizim Ayşe diye seslenince kapımız da bitecek yardımcılarımız yok senin gibi. Kendim büyütürüm oğlumu sana kalmadım."
Abartılı haline gülerken yine çenemi tutamadım,
" Bir de bayıl Feriha... "
" Bak ya seni de göreceğiz hormonların halay çeksin bakalım denge diye birşey kalacak mı?"
Konu istemediğim sulara çekilince elimdeki kurabiye hamuruna verdim dikkatimi. Tabii ki Pınar beni rahat bırakmadı,
"Eee barışmışsınız da, ikiniz de çocuk seviyorsunuz belli. Çok sürmez sizden de bi müjde gelir artık." dedi teorisinden çok emin.
"Kısmetse olur Pınar'ım." dediğim de telefonum imdadıma yetişti. Yoksa bu sohbettin daha uzayacağı belliydi.
Boran'ın aradığını görünce açıp kulağıma götürdüm,
"Deryam..." dedi her zaman ki gibi sevgisini katarak,
"Efendim hayatım." dedim dediğim de duraksadı. Bu hayatım, sevgilim, aşkım sözleri bizim için biraz yeniydi.
"Güzelim Zeynep yemek yapmış, oldukça da heves etmiş kırmak istemiyorum. Biz yemekten sonra çaya gelsek olur mu? Babanlara ayıp olmaz değil mi?" deyince kalakaldım.
Sizde gelin demedi, yada gelip beni almayı teklif etmedi. Ben kendim de giderdim zaten gel dese... Birden kendimi dış kapının mandalı gibi hissettim. Oldukları ev benim de kardeşimin eviydi ama kimse sen de buyur gel demiyordu. Sessizliğimin uzadığını fark edince,
" Olur Boran." dedim demin ki hayatım diyen kadından oldukça uzak bir sesle. Fakat o bu durumu hiç sorgulamadı bile.
Chesee keki yapıp dolaba bıraktım. Kurabiyeleri yuvarkarken aklım Boran da kalmıştı. Çılgın komplo teorileri üreten beynimin susmayacağı kesindi.
Pınar'ın üzerimde dolaşan gözlerini fark edince son kurabiyeleri de yuvarlanıp ada tezgahtaki tepsiyi ona ittim.
"Sen pişerken takip eder misin ben biraz uzansam yorgun hissediyorum."
Bişeylerin ters gittiğini anlamış olacak ki sorgulamadı.
"Tamam canım sen git ben de kurabiyeler." dediğin de yukarı çıkan merdivenlere yöneldim.
Odama çıkıp yatağıma uzandım, zaten dünden huzursuz uyuduğum için bedenim yorgundu. Fakat düşünmemek için uyumayı tercih ettiğim de başka bir gerçekti.
Duru için hazırladığı hediye paketi bebekle ilgili konuşulurken ki hali tavrı oldukça durumu kabullenmiş gibiydi. Tabii ki ben içinde kopan fırtınayı bilemezdim. Belki biraz kendi kendine kalmak istemişti. Beynim uykunun kollarına çekilene kadar kurmaya devam etti.
Gözlerimi araladığında da odamın içi karanlıktı, yanımda ki telefona dokunup saatin yediye geldiğini görünce hemen ayalandım. Odanda ki banyoda elimi yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım.
Merdivenleri inip salona geçtiğim de babam ve abim sohbet ediyorlardı, konuları pek hoş değildi ki keyifsizlikleri yüzlerinden okunuyordu. Beni gören babam,
"Günaydın Avukat hanım biraz konuşalım mı seninle?" dedi.
Bu hitabı ciddi bir konu olmadıkça kullanmadığı için yerimde tedirgince kıpırdandım.
"Olur babacım konuşalım." dediğim sıra da Pınar,
"Sofra hazıııır!" diye tüm neşesi ile salona giriş yaptı,
"Bizim Derya ile konuşmamız gereken bir mevzu var siz başlayın." dese de Pınar,
"Babacım yemek aradan çıksa da öyle konuşsanız şimdi sofra da yakalanmayalım insanlara. Malum prenses uyuyunca geç kaldık." dedi haklılık payına güvenerek gözlerini bana dikti.
Babam bir bana bir Pınar'a baktı hak vermiş olacak ki,
"Doğru söylüyorsun kızım, yemekten sonra konuşalım." dediğin de gerginliğinliğimden eksilen birşey olmamıştı. Pınar'a hayırdır? bakışı attığım da dudak büktü.
Yemek Duru'nun hediyelerini ne çok beğendiğini hepimize ayrı ayrı anlatması ile geçti. Sonlara doğru babam masadan kalkıp bana dönmüştü ki kapının tokmağından gelen tok ses ile hepimiz birbirimize baktık, Pınar'ın,
"Ayyy geldiler, geldiler!" diye üst perdeden heyecanlı sesi ile yüzüm ona döndü,
"Kızım gidip açsana kapıyı, herşeyi benden bekler oldun." diyerek sataşmasıyla gözlerimi devirip babama döndüm.
"Aç kızım, konuşuruz bir ara." dese de bu durumdan hiç hoşlanmadığı belliydi.
İçime çöken sıkıntı ile kapıya ulaştım. Bu kadar basit bir hareketine böylesine kırılmış olmam garibime gittiğin de Boran'ın her zaman ince düşünen benim isteklerimi öne koyan yanına nasıl da alıştığımı fark ettim. Sadece yemekte ayrı kaldık diye bu kadar bozulmuş olmamın başka bir açıklaması olamazdı.
Kapıyı açtığım da ise karşımdaki manzaraya boş gözlerle baktım bi süre, sonra iki elim birden hayretle açılan ağzıma gittiğin de bir adım geri gidip anın gerçekliğini sorguladım.
Boran jilet gibi takım elbisesiyle elindeki kocaman gül buketini tutarken, Zeynep'in elinde çikolata kutusu vardı. Halimi görünce Yusuf ile birbirlerine bakıp güldükleri de gözünden kaçmadı. Onların ardında Bayram babam ve Dilber hanım vardı, onların yüzünde de şefkatli bir gülümseme vardı. Başımı yan tarafa çevirince Barlas ve Yasemin'i iki yanına almış Benan bana göz kırptığın da hâlâ şok da olduğumdan olsa gerek tekrar hepsinin üzerinde dolaştı gözlerim. Son olarak Boran ile göz göze geldiğimizde,
"Bizi içeri almayacak mısın güzelim?" dedi.
Pınar benden hayır gelmeyeceğini anlamış olacak ki,
"Buyrun hoşgeldiniz." diyerek normal bir ev sahibinden beklenen sözleri söyleyerek misafirleri içeri davet etti.
Hepsini içeri buyur ettiğimizde sona Boran kalmıştı. Elindeki buketi bana uzattığında kucağıma zor sığdırdığım buketle kocaman bir gülümseme sundum. Elimi tutup kalbinin üzerine bıraktı, kalbi avucumun içindeymiş gibi çırpınıyordu. Ben de onun elini kendi kalbimin üstüne bıraktığım da aynı çırpınışa şahit olsun istiyordum. Biz birbirimizin gözlerine dalıp gittiğimizde, arkadan Pınar, Zeynep, Yasemin ve Benan'ın kıkırtıları gelince âna geri döndük.
"Gözlerini benden alamıyorsun farkındayım güzelim ama içeri geçmem lazım." dedi çapkın bir gülümseme ile, yanağıma kalbimi ısıtan bir öpücük bırakıp salona adımladı.
Arkamı döndüğüm de kızlar kulisi toplanmış hepsi ayrı bir imâ ile yüzüme bakıyordu.
Ben aptal sırıtışımı toparlayamayınca Pınar müdahale etti.
"Benan, sen bu esmer fıstığı da al şu şaşkın gelin hanımı hazırlayın. Boran'ın getirdiği kutu Yusuf'un eski odasında." deyince gözlerim kısıldı.
"Sen biliyordun da bana söylemedin öyle mi Pınar hanım?" diye çıkıştım.
"Hadi canım hadi sonra hesap sorarsın." deyip beni tavuk gibi küşelerken Zeynep'e dönüp "Gel biz de içeri geçelim Dilber hanım yanlız kaldı ayıp olmasın."
Bunlar ne ara organize olmuşlardı ki, sorgulamayı sonraya bırakıp kızlar ile yukarı çıktık. Yusuf'un yatağının üzerinde ki elbiseyi görünce bayıldım. Koyu antrasit, üst bedeni ve sırtı tamamen dantel detaylı, arkası önene göre biraz daha uzun etekleri volanlı bir elbise ve ona uygun stiletto model şok şık bir ayakkabı.
"Arkadaş zevke bakar mısın? Derya sen bu adamın ağa olduğuna emin misin güzelim?" diyen Benan'ın şaşkınlığına gülerken Yasemin araya girdi.
"Hadi Derya abla giyin sen artık vallahi Boran abim çok heyecanlı bir an önce seni istememiz lazım."
"Yasemin biz evliyiz ya kuzum çok mu kaptırdın kendini? Hem anlatın bakayım daha sabah beraberdik ne ara bana tuzak kurdunuz?"
"Onun suçu yok ki Boran'ın telaşı hepimize bulaştı bugün. Sen bizim isteme günü laf çarpmışsın sanırım, üstüne Bayram amcalar da gelince daha iyi bir fırsat olamaz deyip organize etti hepsini. Ne yalan söyliyim bu kadar detaylı bir plan yapmasını beklemiyordum. Sen telaştan fark etmemişsindir kravatı ve mendili bile elbisene uyumlu." dedi Benan.
Kendi odama geçip elbiseyi giydim, tam üzerime göre olması ayrı hoşuma gitti. Yasemin makyajımı yaparken Benan saçlarımın uçlarını maşalıyordu. En son dağınık bir topuz yapıp bıraktı. Göz makyajım elbisenin tonlarona yakın olunca mavi gözlerim daha ön plana çıktı. Dudaklarıma hafif bir renklendirici yetmişti.
Ayna da kendime baktığımda heyecanım gözlerimden okunuyordu. Bu anı gerçekten yaşamak çok başka bir hismiş. Boran'a güzel teşekkür etmeyi aklımın köşesine yazıp kızlarla odadan çıkıp aşağı indik.
Salonun kapısına geldiğimiz de bütün bakışlar bize döndü. Sonra hepsi benim üzerimde sabitlendi. Şuan yürümeyi bile unutmuş olabilirim, zira ilk hangi adımımı atacağımı ciddi ciddi düşündüm.
Kuruyan boğazımı yutkunarak rahatlatıp Bayram babamdan başlayarak tekrar hoş geldiniz deyip el öptüm. Yasemin'in Boran'ın tam karşısına denk getirip hazırladığı sandalyeye oturdum.
"Kızımız da pek güzel maşallah" diyerek bütün bakışları tekrar üzerime çeviren Zeynep'e içimden sövüp, dışımdan sadece gülümsedim. Ben ilk defa hakim karşısına çıktığım da bile bu kadar heyecanlanmamıştım.
"Boran kardeşimde yakışıklı adam şimdi hakkını yemeyelim." diyen Barlas'ın rahatlığı dün ki halini hatırlayınca komik gelse de gülemeyeceğim aşikardı.
Boran ile göz göze gelince kalbimin hızı iki katına çıktı. Sanki ilk defa görüyordum onu, siyah takım elbisesinin içindeki beyaz gömleği, elbiseme uygun kravat ve mendili, özenle kısaltılmış kirli sakalları ile yürek hoplatıyordu.
Pınar boğazını temizleyince ona döndüm halime göz devirdi yine,
"Kahveleri yap istersen gelin hanım." deyince yerden kesilmiş ayaklarım zemine temas etti. Hızla mutfağa geçtiğim de her şeyi hazır bulmak Pınar ne kadar iyi bir arkadaş olduğunun deliliydi.
Ben Boran'ın kahvesini yaparken Yasemin ve Benan diğer kahveleri hazır ettiler.
" Derya abla kahveye bal koymıycak mıyız?"
Bi Yasemin'in elindeki bal kavanozuna baktım, bi ocağın yanına unutmayayım diye bırakılmış tuzluğa.
Benan da tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Dudaklarımı büzüp biraz düşündüm. Yani her ne kadar affetmiş olsam da Boran bir tuzlu kahveyi hak ediyordu benim adalet terazim de.
Elim tuzluğa gidince kızlardan bir "Oooo" sesi yükseldi. Ben de tek kaşımı kaldırıp sinsice gülümsedim.
Önce büyüklerin kahvelerini dağıttım. Bayram babam ve Dilber hanımın sevgi dolu bakışlarına muhatap olmak güzeldi, hele de ilk istemeye gelmeye bile tenezzül etmeyen kayınvalidemle bu kadar yok almış olmak beni mutlu etti.
Babam buruk bir tebessümle aldı kahvesini, aynı anı tekrar neden yaşadığımızı sorguluyor olabilirdi ki, hiç bir açıklamam olmadığını o an fark ettim. Moralimi düşürmemeye çalışarak Boran'ın kahvesini küçük tepsi ile getirip önündeki sehpaya bıraktım.
Bütün bakışlar Boran'ın üzerine dönünce fincanı alıp gözümün içine bakarak büyük bir yudum aldı. Yüzün de mimik oynamazken bana küçük bir gülümseme yollamayı da ihmal etmedi. İkinci yudum da kahvesini bitirip babasına döndü. Bu görev tamam demek olsa gerek ki, Bayram babam yerin de dikleşti. Fakat söze Dilber hanımın girmesi ile şaşkın bakışlarım ona döndü.
"Ali bey bu akşam zamanın da yaptığım bir eksiği telafi etmek için buradayım. Ben oğlumun yanın da olmam gereken en güzel günün de onu yanlız bıraktım. Derya ile baştan yıldızlarımız barışmamış olsa da o asaletiyle ve güzel kalbiyle beni utandırdı."
Bana bakıp özrünü kabul ediyor muyum diye gözlerimde cevap aradı, samimi bir gülümseme ile özrünü kabul ettiğim de,
" Çok merhametli bir evlat yetiştirmişsiniz. Sizlere karşı da oldukça mahcubum. Bu akşamı yeni başlangıç olarak kabul edersiniz inşallah." deyip Bayram babama döndü.
" Efendim sebebi ziyaretimiz malum, Allah'ın emri peygamberin kavliyle güzeller güzeli kızınız Derya'yı, oğlumuz Boran'a istiyoruz."
Heyecanlı bekleyişimiz de Boran ile tekrar gözlerimiz buluştu. Sanki evli değilmişim de babam beni vermeyecekmiş gibi atan kalbim laftan anlayacak gibi değildi.
Babam önce Boran'a sonra bana bakıp,
" Bizler iki evladımızı birbirine emanet etmiş insanlarız. Dilber hanımın da fikrinin değişmesi bu evlilik yolunda gençler için önemli bir adım. Fakat gel gör ki benim de fikrimi değiştiren şeyler oldu. Bu yaşadığımız süreçte ne yaşandıysa, ne biz sorduk ne de çocuklar anlatma gereği duydu." dediğinde içimde ki heyecan yerini tedirginliği bırakmıştı bile...
" Evlilikler hep böyle kalabalıklarla başlasa da sonrası iki kişilik bir yolculuktur. Kimsenin özelini sormak evladım da olsa haddim değil. Fakat benim gördüğüm bu evliliğin temelden sarsıldığı, şimdi toparlamış da olsalar tekrarında ne olacağını ön göremiyorum."
Salonda buz gibi bir hava esti ki, ellerimin titremesi de sanırım bundandı. Boran dirseklerini dizlerine koyup öne eğildi, bakışları yerden bana tırmansın diye bekledim ama karşılık bulamadım. Nasıl bir hayal kırıklığı yaşadığını tahmin edebiliyorum. Keşke babamla onlar gelmeden konuşma fırsatım olsaydı. Kimseden çıt çıkmaması üzerine babam,
"Bayram bey ben çocuklar ile baş başa konuşsam, sizi biraz yalnız bıraksam. Ayıp etmiş olur muyum?"
"Estağfurullah Ali Bey ayıp ne demek, bir baba olarak en doğal hakkınız."
Babam müsade istedikten sonra ağabeyimin çalışma odasına yürüdü, biz de Boran ile peşine takıldık. Suçlu iki çocuk gibi.
Tekli berjere oturan babam karşısındaki ikili koltuğu işaret ederek,
" Oturun gençler."
Mecburen dediği koltuğa geçip oturduk. Kısa süren sessizliği Boran bozdu.
"Efendim ben olanları size en başından anlatayım, hepsi benim hatamdı gerçekten Derya'nın öz verisi olmasa burada olamazdık."
Babam elini kaldırıp onu susturdu.
"Sen elindeki yüzüğü hiç çıkardın mı Boran?"
Boran başını hafifçe iki yana salladı.
"Çıkarmadım." dediğinde babam devam etti.
"Anladığım kadarıyla bu isteme töreni Derya'ya sürpriz oldu, fakat Derya'nın alyansı geldinizde de yoktu. Senin yüzüğün nerde kızım?"
Bakışlarımı yere dikip sustum. Babam için alyans hep çok önemliydi. Annemi kaybedeli yıllar olmasına rağmen parmağında ki yüzüğe bağlılığı hiç değişmedi. Hatta büyük bir ameliyat geçirmiş, narkozun etkisinden çıkmaya çalışırken bile sürekli ameliyata girerken zorla çıkardıkları yüzüğünü sormuştu. o küçük halka elinde değilse, annemin ona kırılacağını düşünür.
"Nerde dedim kızım?" diyerek tekrar etti sorusunu.
"Boran da" diyebildim.
"Neden onda?" dedi gayet sakin, sesi sakindi de tavrı çok keskindi.
Boran kendisinin sorgulanacağını düşünürken, oklarını bana dönmesinden oldukça rahatsızdı ona bi bakış atıp kuruyan dudaklarımı ıslattım.
"Ben çok sinirliydim baba, hemen pişman oldum ama geri adım atamadım." diye açıklamaya çalıştım.
"O yüzük çıktıktan sonra geri dönüşü yoktur Derya. Karşındakinin de canı acısın diye yapılacak bir hareket değil bu. Evliliğinden ümidini kesmedikçe o yüzüğün çıkmayacağını bilecek olgunluktasın sanıyordum. Beni çok şaşırttın."
"Baba Derya haklıydı." dedi Boran daha fazla dayanamayarak.
"Haklıysa şimdi burda karşımda olmayacaktınız oğlum. Evliliğiniz bitmiş olacaktı. Yok hâlâ ümidiniz vardı, o zaman yeni yetmeler gibi yüzük atmayacaktı Avukat hanım."
Boran burun kemerini sıkmaya başladığın da bir anda herşeyi anlatacak diye korkmaya başladım. Zira benim şuçlu bulunmamı sindiremeyeceğini biliyordum. Ondan önce davranmalıydım,
" Babacım, çok haklısın ben hata ettim. Ama dediğim gibi çıkardığım an pişman oldum. Hani sen hep dersin ya yüzüğüm yokken üstüme kar yağıyor diye, ben anlamazdım eskiden, artık anlıyorum." dedim gözlerinin içine bakarak.
"Bir daha böyle karşına gelmeyeceğiz söz veriyorum. Bugün annemi de ziyaret ettik ona da söz verdik. Sen de bize bir şans daha veremez misin? " dedim yavru kedi bakışlarımla. Eee ben Derya Acar'sam o da Ali Acar'dı.
İkimizin üzerinde dolaşan bakışları benim üzerim de durdu,
" Sen Nurgül Sultan'ın kızısın Derya, tekrarında hesabı da ona verirsin. Ben babanız olarak uyarımı yaptım. Heyecanınızı kırmak değil amacım. Birbirinize sevginiz gözlerinizden okunuyor ama saygı da önemli, empati de."
"Tekrarı olmayacak baba" dedi Boran.
"Eee mâdem çok istiyorsun gidelim de verelim kızı sana yeniden." deyip Boran omzuna dokunup iki kez hafifçe vurdu.
Babam odadan çıkınca ikimiz de sesli birer nefes alıp bıraktık. Boran'a bakıp gülümsedim, o da bana kayıtsız kalmayıp gülümsedi.
" Siz gelmeden konuşmak istemişti ama ben sana kızıp uyuduğum için konuşamadık. Böyle olsun istemezdim sürprizinin tadını kaçırdım özür dilerim."
"Ne dese haklıydı Derya ama sana değil bana söylemeliydi." dediğinde sağ elim yanağını buldu.
"Aramız da sen ben mi var kocacım?" dedim bozulan moralini düzeltmeye çalışarak.
" Yok karıcım, ben ve benim olan herşey senin." dedi elimin üzerini okşayan parmakları içimi sıcacık yaparken,
"Kızlar duysa 'Oooo' derlerdi ağam" dedim.
Dudaklarıma uzanıp küçük bir öpücük bıraktı.
"Sadece doğruları söylüyorum, sessiz olunca Boran yok oluyor Derya. Sen varsan ben varım." dedi nefesi dudaklarıma çarparak,
Bende onun öpücüğüne küçük bir karşılık verip kalktım koltuktan. Elimi uzattım,
"Gel bakalım hep Dilber hanıma meydan okuyorduk, biraz da Ali Acar'a meydan okuyalım."
Kaşları havalandı,
"Nasıl?"
"Tüm neşemizle bu kapıdan çıkarak."
"Daha çok kızdırmayalım Derya?" dedi tedirgin bir ifadeyle.
"Tam tersi yüzümüz düşerse daha çok kafaya takar. Baba benim babam tanıyorum o kadar, güven bana."
"Sen nasıl istersen Avukat hanım." dedi sesini babama benzeterek.
"Mesela Avukat hanım diyorsa bana kızmış demektir."
"Yaaa." dedi bi kaşı hava da.
"Gel hadi, yoksa beni istemekten vaz mı geçtin?" dedim şımararak.
Burnunu burnuma değdirdi yavaşça,
"Mümkün değil?"
Salona geri döndüğümüzde herkesin gözü üzerimizdeydi. İkimiz de yerimize geçip oturduk. Hiç birşey olmamış gibi bana bakan Pınar'a göz kırptım.
"Ayyyy baba ver şunu gitsin baksana dünden razı." diye cırladı.
Babam Pınar'ın sözüne gülerken, hepimiz ona katıldık ortamın gerginliği bir anda dağılırken,
Babam küçük bik öksürük ile boğazını temizleyip,
"Kızımı tekrardan Boran'a emanet ediyorum. Rabbim bir daha birbirleriyle sınamasın."
Boran'dan alyansları alan Benan hazırladığı tepsi ile geldi. Bayram babam,
" Ali Bey buyurun bu kez size münasip diyerek tepside ki makası işaret etti.
" Ben çok erken yanlız kaldım Bayram Bey, sizce de uygunsa Serdar'a düşsün bu görev. " dediğin de kocaman bir yumru gelip boğazıma oturdu. Annemin yokluğu babamın içinde kapanmaz bir boşluktu. Biz belki kendi ailelerimizi kurup doldurmaya çalışırdık ama o...
Bayram babam anlayışla gülümsedi, abim ayağa kalkınca biz de karşısında yan yana durduk. Boran yavaşça elimi kavradı. Bakışlarımız buluştuğunda kara gözleri yıldızlarla kapalıydı.
Yüzükleri eline alan abim kırmızı kurdele ile bağlanmış iki altın halkayı bize uzattı.
Parmağıma yüzüğü takan Boran,
"Dünyamı renklerine boyadığın için teşekkür ederim." diye fısıldadı.
Ben de onun yüzüğünü parmağına geçirirken ellerim titriyordu,
"Sen yeter ki elimi tut, ben bütün renklerin olurum."
Abim gözlerin de tereddüt olmadan baktı ikimize, sırrımızı bilen tek aile ferdin olmasına rağmen, bu yokuşun bizi zorlandığını bilmesine rağmen tereddütsüz bakması benim için çok kıymetliydi.
Eline makası aldığın da,
"Sevmek herkesin yaptığını iddia ettiği bir eylemdir. Fakat asıl marifet sevdiğini yokuşlarda nefesi kesilmeden durup dinlendirmek , inişlerde düşeceğini ondan önce bilip elini daha sıkı tutmaktır. Kendinden bile sakınarak sevmek her yiğidin harcı değildir vesselam." deyip duraksadı.
" Ben ikiniz de o ışığı görüyorum, birbirinizin elini sakın bırakmayın. Gerisi illa ki çözülür. Allah mutluluğunuzu daim etsin."
Kurdele ikiye ayrıldığında, aslında sımsıkı düğünlerle birbirimize tekrar bağlandığımızı biliyordum. Bunun kıymetini bilecek kadar da canım yanmıştı.
Boran'ın huzur bulmuş yüz ifadesini zihnimin en güzel köşesindeki anılarımın yanına kazıdım. Aslında içim de ukte kalmış, farkında bile olmadan canımı yakmış bir anımı en güzeli ile değiş tokuş ederken içimde yeni yeni çiçekler açtırdı.
Yüzümü avuçlarının arasına alırken çok narin bir mücevhere dokunur gibi hassastı parmak uçları. Alnıma dudakları değdiğinde ben onun sevgisinin sıcaklığını daha iyi hissetmek için kapattım göz kapaklarımı. O ise derin bir nefesi ciğerlerine doldurdu kokumu son kez alışmış gibi.
İkimiz de kalkıp büyüklerimizden başlayarak el öptük. Dilber Sultan çok zarif takı kutusunu bana uzatırken, beklemediğim için şaşkın gözlerle baktım bir süre.
"Senin kadar zarif ve güzel olamaz kızım ama benden güzel bir hatıran olsun istedim." dediğin de aramızda ki buzlara açtığı savaş da kararlı olduğunu hissettim.
"Teşekkür ederim ama çok güzel hatıralar biriktirmek için hâlâ şansımız var. Bu hediyeniz bizim için başlangıç olsun."
Dilber hanımın gözleri bir bende bir Boran da dolaştı.
"İyi ki geldin Derya, tekrar hoş geldin." dedi dolu dolu gözlerle.
Bayram babamın gözlerinde de huzuru gördüğüm de birbirimize gülümsedik. Onun dudaklarından da
bir 'iyi ki' döküldü.
Devamın da herkes sanki evli değilmişiz gibi rolüne kendini kaptırmıştı. Ta ki Duru'nun isyankar sesi duyulana kadar,
"Yaaa ne zaman pasta yiyeceeeeeezz!"
Hepimiz aynı şeylere heyecanlanmak zorunda değildik. Mecburen isyanına saygı duyup çay servisine geçtik. Pınar'ın bana kendi elimle hazırlattığı ikramlıklarla çaylarımızı içerken keyifler yerindeydi.
"Kahven nasıldı Boran abi?" dedi Yasemin imâlıca.
"Ömrümde daha güzelini içmedim." derken gözleri üzerimdeydi.
"Vallahi helal olsun. Benan abla bak, nasıl içiliyor tuzlu kahve. Sen abime kıyamadın ama..." dedi tripli tripli.
Pınar araya girdi,
"Bizim kız akıllandı tabii, seven içecek arkadaşım o kahveyi." dedi gayet kendinden emin.
Abim ise bazı farkındalıklar yaratma derdindeydi,
"Siz yine tuzlu kahveye şükredin, ben içtiğimin ne olduğunu bile tespit edemedim. Pul biberden, naneye herşey mevcuttu içinde."
Barlas, Benan elinin üzerine bir öpücük kondurup,
"Zehir de koysa içerdim." dediğin de biz de 'Oooo' dedik hep bir ağızdan.
Benan'ın kızaran yanaklarını seyretmek çok keyifliydi. O sıra da Boran'ın telefonu sohbetimizi böldü. Yanımda oturduğu için Murat'ın aradığını görebilmiştim.
"alo."
.....................
"Sakin ol oğlum, bi dur tane tane anlat!" diye çıkıştığın da hepimizin dikkati ona yönelmişti.
......................
Boran'ın rengi kaçtığında tatsız bir şey olduğunu anlamak zor değildi,
"Ne demek lan intihar etti!...
Evvveett!
Bol olaylı bir şekilde Mardin'e dönüyoruz.
Sizce intihar eden kim?
Mardin'e özlediniz mi?
Derya ve Boran konakta mı yaşasın? Yoksa kendi evlerine mi?
⭐⭐⭐⭐⭐ Dokunalım lütfen ❤️💞✨✨✨✨✨✨
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
145.74k Okunma |
11.43k Oy |
0 Takip |
78 Bölümlü Kitap |