51. Bölüm

ÖZEL BÖLÜM

Mila
yildiztozu

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. 🫶 Satır aralarında o güzel yorumlarınızı görmeyi çok istiyorum.

Keyifli okumalar!

 

 

 

 

 

"Onu sevmek nefes almak gibiydi.

Gel de nefes almaktan vazgeç şimdi."

 

 

 

-Mevlana

 

"Esra! Hala uyanmadın mı?" diye içeriden bağıran Zeliha'yla ve sertçe kapanan dolap kapaklarıyla irkilip başımı yastığımdan kaldırdım.

Ne oluyoruz ya! Ne bu ses?

Uyanayım diye dolap kapaklarını sertçe açıp kapatıyordu.

Benden ses duyamayan arkadaşım, "ESRA!" diye apartmanı inletecek bir şekilde yine bağırdı.

"Uyandım Zeliş! UYANDIM!" diye öfkeyle cevap verdim, her sabah aynı şeydi ya! Bıktım ha!

Bir iki saniye sonra Zeliha odamın kapısını duvara çarpacak şekilde açtı.

"Yavaş, duvarın boyası çatladı." dedim huysuzca.

Odamın halini görünce yüzünü buruşturdu. "Kaç kere dedim sana şu odayı topla diye!" diye azarladı.

Annem iki... Zeliş asla annemin yokluğunu aratmıyordu.

Acaba Zeliş'in içine annem mi kaçmıştı?

"Zeliha, mahremime giriyorsun! Uyandım işte." dedim homurdanarak.

"Mahremmiş, başlarım senin mahremine. Pasaklı olma o zaman sen de." Başım yastığa düştü.

Başımı kaldıramadan, "Bak bir eve iki nizami insan fazla, valla." dediğimde makyaj masamın önündeki pufunum üstündeki tişörtümü bana savurdu. Benim böyle vurdumduymaz hallerime gıcık oluyordu.

"Oda mikrop yuvası!" diye söylenince başımı tekrardan kaldırıp odama baktım, neresi mikrop yuvasıydı?

Alt tarafı çalışma masamın üstü kalın ders kitaplarımla doluydu, odamın ortasındaki küçük pembe pelüş halım kenara kaymıştı, katlamaya üşendiğim tişörtüm ve pantolonumu çıkardığım gibi orada yani yerde bırakmıştım.

Bana göre oda gayet topluydu.

"Yoo değil," dediğimde bana dik dik bakıp derin nefes aldı. Sabır çekiyordu şu an.

"Ben seninle daha fazla uğraşamayacağım, kahvaltı hazır haydi."

"Yorgunum be insafsız! Hala kahvaltı diyorsun bana!" dedim sitemle. Dün gece geç yatmıştım şimdi yatağımdan kalkmak bile istemiyordum.

"Esra derse geç kalırsak seni gebertirim, kaldır kıçını!" dediğinde yüksek sesle ofladım.

"Fazla ineksin Zeliş. Tamam geliyorum," dediğimde odama bir kez daha bakmadan çıktı.

Söylene söylene yatağımdan kalktım ve banyoya girdim, işlerimi hallettikten sonra odama geri döndüm.

Yatağımın yanındaki komodinin üzerinde şarja takılı olan telefonumu alıp herhangi bir bildirim var mı diye baktım.

Yoktu...

Onun yerine Cansularla olduğumuz WhatsApp grubundan konuşmalar vardı. Hızlıca onlara günaydın yazıp yazılanlara göz gezdirdim.

Can ne aramıştı ne de mesaj atmıştı.

En azından bir günaydın güzelim, yazabilirdi.

Yüzüm bir de buna asılırken Zeliha'yı daha fazla bağırtmamak için hemen mutfağa geçtim. Eğer bağırırsa komşular şikayete gelebilirdi.

"Esr-" demişti ki, Zeliha'ya, "Geldim." deyip başımı geri telefona gömdüm.

Bizimkilerin grupta yazdıklarını okuyordum. Hepimiz bir yerlere dağılmıştık ama kopmamıştık.

"Hayırdır, yüzünden düşen bin parça." dedi Zeliha yüzüme bakarak.

"Hiiç, yok bir şey." dedim moralsizce. Sandalyeme oturdum.

Az önce sızlanan beni şu an sessiz, durgun görmesi fazlasıyla garibine gitmişti.

"Ne oldu Esra? Yüzünden düşenleri saymaya şu an matematiğim yetmiyor."

"Can'dan bildirim yokta ona takıldım." dedim çayımdan bir yudum alırken.

"Sınavları olduğunu söylemiştin en son bana, doğru mu hatırlıyorum?" Başımı salladım. Yüz yüze ya da telefondan tanışmamışlar olsa da Zeliha Can'ı ismen ve fotoğraflardan tanıyordu.

Sevgilim annesine vermiş olduğu sözü tutarak yoğun bir şekilde derslerine çalışıyordu. Bu konuda onu tebrik ediyorum ve gurur duyuyordum. Ama derslerinin ağırlığından dolayı hiç konuşamıyorduk.

Tamam abarttım, hiç konuşmuyor değildik elbette, konuşuyorduk ama bana yetmiyordu işte...

O Denizli'de ben Ankara'daydım. Birden aramıza kilometrelerin girmesi, birbirimizi sadece telefondan görmemiz, farklı hayatlar yaşamaya başlamamız, istediğimiz zaman yan yana gelemeyişimiz bocalamama neden olmuştu. Eskiden aynı mahalledeydik, evlerimiz karşı karşıyken her şey normaldi bir nefes uzağımda oluyor, görmek istediğimde görebiliyordum ama şimdi aramıza mesafeler girmişti.

Görmek istediğimde ha deyince görmeyeceğim bir yerdeydi.

Telefonla konuşmakta bana yetmiyordu. Yanımda olsa kanlı canlı...

Bu dönemde her şeyden nem kapar olmuştum bir kere. Can kaprislerimi nasıl çekiyordu anlamamıştım. Böyle sabırlı oluşunu bir kez daha tebrik ettim.

Yeni kişilerle tanışmıştı ve üniversite ortamı tamamen farklıydı. Uzak mesafe ilişkisi yaşamamız da bu hallerimi etkiliyordu. Beni baya sarsmıştı ve herkeste olduğu gibi ben de de güven problemleri meydana çıkmıştı.

Bu güven problemi de çıkmak için en ufak şeye bakıyormuş!

Meğer ne zormuş uzak mesafe ilişkisi...

'Yok ya, neden uzak mesafe ilişkisi yürütemeyelim? Hiç zorlanmadan yürütürüz.'

Ah ulan çok büyük konuşmuştum zamanında, şimdi Allah cezamı veriyordu.

Her ne kadar Can'a belli etmesem de bu durumdan fazlasıyla rahatsız ve huzursuzdum.

Şikayette edemiyordum ki! Tek yaptığım öflemek püflemek, büyütmemeye çalışmaktı.

Telefonumu sinirle kapatıp kenara sertçe bıraktım ve kahvaltıma başladım.

"Büyütüyorsun..." diyen kıza dik dik baktım. Büyütüyor muydum?!

"Ceyhun senden kilometrelerce uzakta okusaydı görürdüm seni!" dedim bütün sinirimle. Zeliha'nın sevgilisi Ceyhun'la aynı okuldaydık. O iç mimarlık okuyordu. İlişkileri de gayet güzeldi. Kıskanmıyor değildim.

Keşke bizimki de güzel olsa!

"Güven problemlerini hala aşamadın mı? Kızım azıcık sal, Can'a güven!" Can'a güveniyordum, hatta haddinden fazla güveniyordum. Ama içimdeki o dürtüye de bir türlü engel olamıyordum.

"Ben ona güveniyorum, Zeliha." dediğimde, "O zaman kuruntu yapma, kasma, rahatla." dedi çatalına taktığı peynirini ağzına atarken.

Derin nefes alarak dediğini yapmaya çalıştım.

Gerçekten de büyütüyor muydum? Kuruntu muydu?

Biraz rahatlamam gerekiyordu gerçekten de...

Kahvaltımızı ettikten sonra ikimizde odalarımıza dağıldık. Dolabımdan siyah bir etekle mavi bir gömlek aldım.

Eteğimin altına siyah ince bir kilotlu çorap giydim. Makyajımı yaptıktan sonra pufumdan kalkıp yanıma almam gereken ders kitaplarımı çantama yerleştirip kabanımı giydim, yakalarım düzelttim, takılarımı takıp parfümümü sıktıktan sonra odamdan çıktım.

Zeliha ayakkabılarını giyiyordu. Üzerinde ekose bir kot pantolon, beyaz uzun kollu crop vardı. Aşağıya eğildiği için belindeki bel zinciri havada sağ sola sallanarak süzülüyordu. Kızıl saçlarına benimkiler gibi kalın dalgalar yapmıştı.

Kenara geçerek portmantodan diz kapağıma kadar gelen siyah çizmelerimi aldım ve giyip fermuarlarını çektim.

Düzenimizi oturtmuştuk, her şey Zeliha'yla benim istediğim gibiydi.

Kapıyı çekip kapattık ve aşağıya indik. Apartmandan çıktık. Okul bize kırk beş dakikalık uzaklıktaydı, biraz yürüyüp caddeye çıktıktan sonra otobüse binmiştik.

"Okula gidiyoruz şimdi Zeliha'yla anne," diye telefondaki anneme cevap verdim. Gözüme kestirdiğim cam kenarı boş olan yere hemen oturdum. Zeliha'da yanıma oturmuştu.

"Bana bak başka şehirdesin diye ipleri fazla gevşetip derslerini aksatmıyorsun değil mi?" dediğinde göz devirdim.

"Saçmalama anne, ipleri gevşettiğim falan yok. Derslerime çalışıyorum," Zeliha'da ben de zor olan bölümümüz yüzünden doğru düzgün nefes alamıyorduk. Meşakkatli bir bölüm okuyorduk. Boşluklarımızda da geziyorduk.

"Ben söyleyeyim yine de," dedi annem uyarısını yaparak. "Dualarım seninle güzel kızım. Derslerini aksatma."

"Sen merak etme, asıl bu lafları bana değil abime demen gerekiyor."

"Ay ona demekten dilimde tüy bitti, baban ilgileniyor onunla da." dedi sitemle. Abim rahatına fazla düşkündü.

Klasik Özgür Özkan'dı... Bu gidişle nasıl mezun olacaktı bilmiyordum. Bu kadar rahatına düşkün biri nasıl böyle bir bölüm seçmişti?

Bir an hayal ettim, bir kaç sene sonra aynı adliye koridorlarında karşılaşıyormuşuz. İkimizinde koluna atmış olduğumuz cübbelerimiz, elimizde dosyalar...

"Paran var mı?" diye soran anneme, "Var var, babam aylığımı fazla fazla atmış." diye cevap verdim.

"Bitince haber et."

"Tamam annem, sen merak etme."

Annemle konuşurken Zeliha'nın beni dürtmesiyle ineceğimizi anladım. "Anne biz okula geldik hadi görüşürüz." diyerek ayaklandım.

"Tamam kızım hadi iyi dersler." deyip kapattı.

Otobüsten inip okula girdik.

"N'aber kızlar?" diyerek yanımıza Zeliha'nın sevgilisi, Ceyhun gelmişti.

"İyiyiz hayatım," dedi Zeliha neşeyle gülümseyerek.

Ceyhun bana doğru döndü, "Esra, yine yüzünde güller açıyor." dedi alayla.

Dediğine göz devirdim, "Aynen Ceyhun!" dedim ters ters. Sarı saçlarıyla ve mavi gözleriyle yerli Ken'di ve bize sevecen bir şekilde bakıyordu.

"O bugün de baya asabi," dedi Zeliha. Surat astım. Asabi falan değildim sadece sevgilim hala mesaj atmamıştı.

Onlarla kafeteryaya geçip otururken konuşmaya dahil olmadan telefonuma bakıyordum.

 

 

 

 

🤍: Günaydın sevgilim...

Ve beklenen mesajla yüzüm sonunda güldü. Hele şükür yaşam belirtisi vermişti paşamız!

Günaydın! Ne bu uyku?

 

 

 

 

🤍: Dün geç yattım, anca uyanıyorum. Sen ne yapıyorsun?

Kafeteryanın fotoğrafını çekip gönderdim.

Kafeteryada oturuyoruz.

 

 

 

 

🤍: Oturuyoruz? Kiminle?

Ben, Zeliha ve Zeliha'nın erkek arkadaşı Ceyhun.

 

 

 

 

🤍: Niye sizinle oturuyor?

Manitasını özlemiş.

 

 

 

 

🤍: Anladım.

Derse gidecek misin?

 

 

 

 

🤍: Hiç gidesim yok. Bütün gün yatacağım.

Anladım sevgilim.

 

 

 

 

🤍: Özledim...

Karnımda kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Bir iki kelimesiyle yüzümü güldürüyordu. Neşeyle gülümsemem büyüdü. Ön kameramı açıp fotoğrafımı çektim ve gönderdim.

Ben de... Sen de at bakayım! Gözüm gönlüm şenlensin.

Bir kaç saniye sonra ekranıma düşen fotoğrafa baktım. Fotoğrafı açtım ve Can'ı incelemeye başladım. Uykulu gözleri, gözlerinin içinin yorgunluktan kızarıklığı ve şiş yüzüyle fazlasıyla yorgun, uykusuz olduğunu gösteriyordu.

Tişörtsüz haliyle de yutkunmuştum. Tarzandı bu çocuk. Yaz kış fark etmeksizin tişörtsüz geziyordu.

Can Denizli'de tek başına yaşıyordu, gönderdiği fotoğraflardan ve görüntülü aramalardan gördüğüm kadarıyla evi gayet güzeldi. Zaten öğrenci evi ne kadar olursa o kadar iyiydi.

1+1 güzel bir evdi, evi havadardı kapıdan içeri girdiğinde seni direk salonla birleşik bir amerikan mutfağı karşılıyordu.

Tanıdığım o Can değişmeye başlamıştı. Mesela sigarayı bırakmıştı.

Evet bir zamanlar müptelası olduğu sigarayı bırakmıştı. Sonra daha da kaslaşmıştı.

Üniversite onu da değiştirmişti.

Eskiden sadece Akgünlerle konuşan çocuk şimdi aynı bölümden olan bazı arkadaşlarıyla da konuşmaya başlamıştı. Başkalarıyla konuşması hoşuma da gidiyordu. Kendi içine kapanık olmaması iyiydi.

Tabii kızlar hariç.

Onlarla konuşması hoşuma gitmiyordu. Konuşmasına da gerek yoktu. Ben neyine yetmiyordum?

 

 

 

 

🤍: Çok güzelsin yine, ne bu güzellik?

Allah vergisi cınıms.

"Bak bak!" dedi birden Zeliha, başımı kaldırdım. Bana gülüyordu. "Sevgilisi yazınca nasılda mutlu oluverdi. Sabahtan beri düşük yüzünü görüyordum!"

Ona göz devirip cevap vermedim.

"Nerede okuyor seninki?" Dedi Ceyhun.

"Denizli'de." Dedim.

"Bizim kız bu durumdan rahatsız," dedi Zeliha. Ona ters bir bakış attım.

"Herkes rahatsız olur."

"Hangi bölüm?" Dedi Ceyhun.

"Pilotluk."

Başka soru sormayınca başımı eğerek sevgilimi izlemeye devam ettim.

Özlemiştim ulan!

 

 

 

 

🤍: Kurban olduğum Rabb'im boş zamanında mı yaratmış seni?

Deme şöyle eriyorum bitiyorum!

Bana bak, orada kızlarla yakın değilsin değil mi?

 

 

 

 

 

🤍: Değilim.

Doğruyu söyle.

 

 

 

 

🤍: Yalan borcum mu var güzelim?

Hayır tabii ki, yakışıklı çocuksun.

Bakan bir daha dönüp bakıyor!

 

 

 

 

🤍: Ben bakmıyorum ama.

Hele bir bak! Oyarım!

 

 

 

 

🤍: Biliyorum yaparsın yavrum ama kıskançlığın yersiz.

Değil Can. Kıskançlığım yersiz falan değil.

 

 

 

 

🤍: Benim gözümün senden başkasını görmediğini anlasan mı artık Esra?

Sinirlenmişti.

Gözünün benden başka birini görmediğini ben de biliyorum Can, ama bu seni kıskanmayacağım anlamına gelmez.

 

 

 

 

 

🤍: Seni ne kadar sevdiğimi

 

 

 

 

biliyorsun.

Biliyorum...

 

 

 

 

🤍: Şu okullar iki haftalık tatile girsin,

 

 

 

 

yine birlikte olacağız.

 

 

 

 

🤍: Dayan biraz.

Burnumdan nefes verdim. Gerçekten Zeliha'nın dediği gibi büyütmeye başlamıştım. Bu tavırlarımla Can'ı da kendimden uzaklaştıracaktın.

En iyisi ipleri biraz gevşetmekti. Uzakta olsak ona tam anlamıyla güvenmem gerekiyordu. Bir ilişkide en önemli şeylerden biri de güvendi. O bana gözü kapalı güvenirken benim bu çıkıntılarım saçmaydı.

Tamam.

Özür dilerim. Abarttım.

 

 

 

 

🤍: Güzelim... Sevgilim...

Eridim bittim...

Şu an dışarıda unutulmuş tereyağ gibiyim.

 

 

 

 

🤍: Ceyhun hala orada mı?

Yazdığı şeyle duraksadım. Gözlerimi kırpıştırdım. Ne alakaydı şu an ya! Ben ne diyorum o ne diyor!

Ayrıca konu neden Ceyhun'a gelmişti?

Hıhı evet. Oturuyoruz. Bana bulaşmıyor.

 

 

 

 

 

🤍: Bulaşmasında.

Kendi halinde biri Can.

 

 

 

 

 

🤍: Olsun.

 

 

 

 

🤍: Sen yine de

 

 

 

 

fazla yakın olma onunla.

Dediği şeye göz devirdim.

Kıskançlıkların yersiz.

 

 

 

 

 

🤍: Bak bak, lafımı bana satıyor.

 

Evet. 

Kahvaltı yap.

 

 

 

 

 

🤍: Sen yaptın mı?

 

Bu saate kadar aç durur muyum?

Sen de yapmayı atlama.

 

 

 

 

 

🤍: Evde pek bir şey yok, birazdan bir şeyler almaya inerim.

Tamammm.

"Esra, hadi derse geç kalacağız." diyen Zeliha'yla başımı kaldırdım. Ayaklanmıştı.

Hızla Can'a derse gireceğimi söyleyip WhatsApp'tan çıktım, Ceyhun'a veda edip Zeliha'yla dersin olduğu amfiye gittik.

Arkada boş yerlere oturduk.

Hoca gelip kürsüye çıktı. Amfide uğultu kesilmişti.

Ders kitaplarımı, kalemlerimi çıkardım hocanın anlattığı yerleri dikkatle dinleyerek not almaya başladım.

 

 

 

 

•••••••

Blok dersler, molalar, artı derslerin devamı derken saat baya ilerlemişti. Kafam bugün fazlasıyla bocalanmıştı.

Son dersin ilk yarısını bitirmiştik ve moladaydık.

Can'dan herhangi bir ses çıkmamıştı. Ben de yoğunluktan dolayı yazamamıştım.

Uyuyacağını yazdığı için rahatsız etmek istememiştim. Malum, uykusu çok kıymetliydi beyefendimizin. Kendi isteğiyle uyanmazsa aslan kesiliyordu.

Amfide oturmuş başımı önümdeki kitaplara gömmüştüm.

"Esra..." dedi birden Zeliha.

"Hı?" Cevap gelmedi, "Hııı!" dedim yine.

Yine cevap yok.

Sinirle başımı kaldırdım, "Madem konuşmayacaksın ne diye seslen-" diyordum ki lafım yarım kaldı. Zeliha'nın omuzunun üstünden arkaya odaklandım.

Daha net görebilmek için doğru başımı sola yatırdım. Kaşlarım çatılmıştı.

Doğru mu görüyordum? Yoksa hayal miydi?

Ben amfinin kapısında Can'ı görüyordum!

Eyvahlar olsun, özlemim başıma vurmuştu!

Bana gülümseyerek bakan çocukla hala şaşkındım. Yutkunamadım.

"D-doğru mu görüyorum ben?" dedim zoraki bir şekilde Zeliha'ya. İnanamıyordum. Yoksa Can'a olan özlemimden dolayı halüsinasyon mu görmeye başlamıştım.

Olur mu olurdu...

"Doğru... Kız vallaha Can bu!" diyen Zeliha'da fazlasıyla şaşkındı, yerimden hızla kalktım. Çenem titremeye başlamıştı bile.

Merdivenleri ikişer ikişer inerek ona koşturduğum sırada kollarını açmıştı.

Hızla boynuna atladığımda bir iki adım geriye gitmişti. Ayaklarım yerden kesildi. Beni bir tur etrafında döndürdü.

"İ-iyi de nasıl! Denizli'deydin!" dedim dehşetle.

O saçlarımı koklarken, "Özledim dedin, bana da gelmek düştü." Boynuna sıkı sıkı sarıldım. Çoğu kişi bize baksa da umursamadım.

"Çok... Çok özledim." dedim titrek sesimle.

"Ben de..." dedi boğuk sesiyle, bir süre ayrılmadık, sarılmaya devam ettik.

Ayaklarım yere basınca başımı boynundan çekip ona baktım.

"Ağlama, ağlaman için gelmedim." diyerek yanağımdan akan gözyaşımı sildi.

"Mutluluk gözyaşı bunlar," Beni kendisine çekip alnımdan öptü. "Hoş geldin..."

"Hoş buldum yavrum." diyerek başını eğip bana baktı.

"Ama, daha bir kaç saat önce evdeydin?" Bir kaç saat içerisinde Denizli'den kalkıp buraya gelmesi imkansızdı. "Uyuyacağım dedin?"

Gülümseyerek yanağımı sevdi, "Dersin bitsin, bir yerde oturur anlatırım." dediğinde geri çekildim.

"Bekle burada," diyerek onu arkamda bırakarak yerime koşturdum.

"Haydi gözün aydın!" dedi Zeliha gülerek.

"Ben gidiyorum," diyerek başımı kaldırdım. "Zeliş..." dedim çekinerek.

Ne diyeceğimi anlayan arkadaşım, "Senin yerine not alırım ve imza atırım," diye lafımı tamamlayınca ona dişlerimi göstererek gülümsedim. Yanağından öptüm.

"Sen harikasın!" Kıkırdadı. Saçını geriye savurdu.

"Biliyorum." dedi. "Kaç gün kalacak, söyledi mi?"

Dudaklarımı bilmiyorum der gibi büzdüm. "Ben sana haber veririm."

"Tamam, ben bugün Ceyhun'da kalacağım, siz de rahat rahat takılın ne yapmak istiyorsanız yapın." deyince utanmıştım.

Zeliha utanmama güldü, "Utanma! Herhalde baş başa takılacaksınız. Çocuk senin için o kadar yol tepti geldi, hem Ceyhun'da kal diye ısrar etmişti."

"Yanlış anlamazsın değil mi?" Dediğim şeye göz devirdi.

"Haydi Esra, çocuk seni beklemekten ağaç oldu!" deyince hareketlendim.

"Teşekkür ederim," diyerek çantamı ve montumu sıkıca kavradım. "Görüşürüz!"

"İyi eğlenceler!" diyen arkadaşıma bir şey demeden hemen Can'ın yanına gittim. Kapıya yaslanmıştı, geldiğimi görünce dikleşti.

"Haydi gidelim," dediğimde kaşlarını çattı.

"Dersin, Esra." dedi ciddi bir sesle. "Dersine girmeyecek misin?"

Damağımı şaklattım. "Zeliş benim yerime halledecek."

"Onun değil senin halletmen gerekiyor."

Ofladım. "Halledecek işte Can." Uzatmasa olmazdı. O buradayken nasıl derse kendimi verebilirdim? Bu mümkün değildi.

Dersler geçsin diye bazen dakikaları sayardım şimdi o buradaydı ve ben ders bitsin diye dakika değil saniyeleri sayacaktım.

"Dersinden geri kalma, ben buradayım. Kafeteryayada beklerim." derken çok ciddiydi, derslerime en az kendi dersleri kadar önem veriyordu.

Hemen itiraz ettim. "Hayır! Zaten dersten sıkılmıştım, ilk arasına girdim, sen gelmesen de gitmek istiyordum." dediğimde yüzüme bir süre baktı, daha sonra derin nefes verdi. Burnunu kaşıdı. Çantamı benden çekip aldı ve kenara yere bıraktı, montumu da alıp kollarımdan geçirdi.

"Üşüyeceksin, incecik giyinmiştin eteğinin altında da incecik çorap var!" diye söyleniyordu. "Hava kapandı yağmur yağabilir ama sen ince bir gömlek ve eteklesin!"

Onun bu söylenmesini, huysuzluğunu bile özlediğim için hiç ses çıkarmadan durup mutlulukla onu izliyordum.

Yeni yeni çıkmaya baslayan sakalları ona ayrı bir hava katıyordu. Kumral saçları uzadığı için alnına dökülüyordu.

"Üşümüyorum ama." dediğimde ters bir bakış attı.

"Ankara'dasın ve üşümüyor musun?" Başımı salladım. "Saçmalıyorsun!"

Göğüs kafesine doğru kıkırdadım

Sabah dalga dalga yaptığım ve yüzüme gelen saçımı alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Gidelim mi?" deyip elini uzatınca çantamı omuzuma asıp elini tuttum.

"Gidelim." El ele yürümeye başladık. İşte şimdi yüzüm daha çok gülüyordu.

Önce kampüsten sonra da okuldan çıktık. Caddede yürümeye başlamıştık.

"Tüh," dedi birden Can.

"Ne oldu?" dedim anlamayarak.

"Ceyhun'u göremedim, görseydim keşke." dediğinde göz devirmeden edemedim.

"Çocuğun sevgilisi ev arkadaşım! Kıskanacağın en son kişi!" Çocuk gibi omuz silkti.

"Ne olacağı belli olmaz, belki ayrıldıklarında sana yürüyecekti?" Yuh! Ceyhun öyle biri değildi.

Ceyhun ve Zeliha'yla liseden beri birliktelermiş. Öyle bir şey yapmazdı. Hem olsaydı bile ben yapılması gerekeni yapardım.

"Can! Sinir etme beni, tadımız kaçmasın. Nereye gidelim?"

"Bilmem sen seç, ama yemek yenecek bir yere gidelim, karnım çok aç." dediğinde bir süre nereye gidebileceğimizi düşündüm. Ben de acıkmaya başlamıştı.

"AVM'ye gidebiliriz orada yemek yer otururuz, ya da istersen benim evime gidelim?" diye sordum.

Durup bana döndü ve sırıtarak baktı. "Beni evine mi atacaksın. Hem de daha ilk dakikadan!"

Göz devirip omuzuna geçirdim bir tane. "Edepsiz!"

"Yumrukların hala çok sert!" dedi yüzünü buruşturarak.

"Yumruklarımı daha fazla yemek istemiyorsan kaşınma."

Sırıtarak işaret ve orta parmağıyla burnumu kıstırıp iki yana hafifçe salladı ardından elimi sıkıca tuttu ve yürümeye devam ettik. AVM'ye gitmek için otobüse binmemiz gerekiyordu ama kaçırmıştık, beklemek istemediğimiz için de arkasından gelen taksiyi durdurduk hava kararıyordu taksiciye gideceğimiz yeri söyledik.

Hava gündüze göre bozulmuştu. Yağmur yağması an meselesi gibi görünüyordu.

Kırk beş dakikalık yolculuğun sonunda AVM'ye gelince direk üst kata yemek bölümüne çıktık. Sulu yemek yemek için bir lokantaya girdik. İçeri girdiğimizde an sıcaklık yüzüme alev gibi vurmuştu ve bu içimi ısıtmıştı. Cam kenarı olan bir yere geçip oturduk.

"Haydi anlat," dedim meraklı sesimle. Ellerimi masaya koydum.

"Aslında gelmeyi çok önceden düşünüyordum." dedi.

"Nasıl?"

"Özlediğini anlıyordum, surat asmalarını, tavırlarını." Ben anlamaması için kırk takla atarken o çoktan anlamış ve gelmek için uğraşmıştı. "Derslerin yoğunluğunu atlatmam gerekiyordu en başta."

Aklıma dank eden şeyle, "Sınavların... Can bu hafta sınav haftandı senin!" dedim dehşetle, sınavlarına girmemiş miydi?

Başını olumsuz anlamda salladı. "Sınavları hallettim, halletmesem burada olmazdım."

Garson yanımıza gelince önden birer çorba söyledik, garson siparişlerimizi aldıktan sonra yanımızdan ayrılınca telefonumu çıkardım. "Cansuları arayalım mı?"

"Arayalım." diyerek yerinden kalkıp yanıma oturdu. Grubumuzu aramaya başladım. Herkes birer birer aramayı açarken önce Can'ı göstermedim.

"Abi Can keşke oyuna girseydi! Neden girmedi ki?" dedi Akgün. Playstation başındaydılar. Gülmemek için yanağımı dişledim.

"Harbi o dün tamam demişti, sonra sabah aniden iptal etti." dedi Emir'de. "Neden yaptı acaba." Benim yanıma geliyormuş çünkü!

"Adam eksiğimiz var işte!" dedi Akgün homurdanarak. "Bir daha arayalım belki işi bitmiştir. Girer oyuna."

"Giremez," dediğimde kafasını çevirip bana baktı.

"Niyeymiş Esra'cık? Senden veto mu yedi?"

Can'a aşağıdan gel anlamında işaret yaptığımda Can, "Sevgilimin yanındayım Akgün." diyerek kadraja girdi.

"Ha siktir!" dedi Semih.

"Lan!" dedi Mert.

"Hangi ara?" dedi Emir.

"Lan beklemiyordum!" dedi Akgün'de.

Onun gibi ben de beklemiyordum...

"Ohaaaaa!" dedi Cansu.

"Can senin ne isin var orada?" dedi Hilal.

"Buradan geçiyordum bir uğrayayım dedim Hilal," dedi Can alayvari sesiyle. "Bir kaç saat önce." diye hepsine toplu cevap verdi. Herkes şaşkındı.

"Vay, aşıklar kavuştu yani!" dedi Cansu sırıtarak.

Gülerek, "Evet!" dedim.

"Sizin adınıza çok sevindim!" dedi Hilal'de.

"Şükür kavuştunuz!" dedi Ceren. "Esra'yı her aradığımızda somurtkan yüzünü görmekten sıkılmıştım! Ne yapsak gülmüyordu!"

Gülerek, "Abartma Ceren." Dedim, abime, "Abi, ne oldu? Kal mı geldi?" dedim sırıtarak. Konuşamıyordu bir türlü. Boş boş bize bakıyordu.

Abim somurtarak, "Ulan ayrı şehirlerdesiniz, yan yana değilsiniz diye seviniyordum, şu hale bak! Yine yan yanalar!" Güldük.

"Hilal bunu gazını al sen," dedi Can.

Hilal Can'ın dediğine gülerken hala somurtan abim, "Babama ispiyonlayacağım sizi!" dedi.

"Sakın ha! Valla gelir seni boğarım!" dediğimde ters bir bakış attı. Yapacağımı biliyordu.

"Ayrılın bakayım siz!" dese de umursamadık.

"Mesafeler var aramızda! Oradan bize bulaşıp durma lan!" dedi Can ters bir edayla. "Sevgilim o benim!"

"Benim de kardeşim lan!" dedi abim de.

Derin ve sıkılmışçasına bir nefes verdim. "Ay içim sıkıldı!" Can'ın elini daha sıkı tuttum.

"Siz bakmayın Özgür'e," dedi Hilal, "Dersleri yoğundu, normalde Esra'nın yanına gitmek istiyordu. Özledim diyordu ha bire."

"Ne?" dedi şaşkınca.

"Gülüm iyi ki söyleme demiştim!" dedi abim sinir bozukluğuyla.

"Oy sen beni mi özledin," dedim gülerek. "Hani 'Üniversiteye git de bir kurtulayım senden.' diyordun. Ne oldu o sözlerine?"

"Tamam şimdi de kurtulmak istemiyorum. Ayrıca da kardeşimsin. Herhalde özleyeceğim." derken anlamsızca duygusallaşmıştım. Bunu onlardan uzak oluşuma yordum.

"Tutarsızlık var diyorsun yani?"

"Sen abine tutarsız mı dedin az önce? Oraya geliyorum!" Yerinden kalktı.

"Üşengeçsin sen! Kalkıp buraya gelmezsin!" Kalktığı yere geri çöktü.

"Esra sizin evde playstation var mı?" dedi birden Akgün.

"Ne alaka Akgün?" dedim anlamayarak.

"Adam eksiğimiz var!" dedi Emir, "Eve gidin Can oyuna girsin." Göz devirdim.

"Başlayacağım sizin oyununuza ha!" dedi Can.

"Polis akademisi nasıl gidiyor Mert?" diye başka bir şey sordum.

"Zorluyor. Fazlasıyla sıkı denetim var burada." dedi Mert. "Öğretmenler hiçbir şeyi affetmiyor." Mert akademiye girerken mülakatlarda fazlasıyla zorladıklarını söylemişti. Neyseki bütün şeyleri geçmişti.

"Polis olmak isteyen sendin." dedi Semih.

Mert 'kendim ettim kendim buldum' der gibi bakıp başını salladıktan sonra konu değişti. Nasıl oldu, ne ara oldu gibi sorular sorarlarken, Can 'Sürpriz' demişti.

Onlarla konuştuktan sonra kapatmıştık. Çorbalarımızı içmeye başladık.

"Im... Çok acıkmışım." dedim.

"Belli, yalayıp yuttun iki saniyede." deyince gülerek ters bir bakış attım ona. Ben çorbamı yarılmışken onunki hala doluydu.

Çorbalarımızı içtikten sonra söylediğimiz yemeklerimizi de yemiştik şimdi karnımız doymuştu.

Arkaya yaslanmış ellerimi karnımın üstüne koymuştum ve ovuşturuyordum.

"Şimdi ne yapalım?" diye sordum.

"Sinemaya ne dersin?"

"Vizyonda hangi fimler var bilmiyoruz."

"Aşağıya inelim, bakarız." deyip ayaklandı, hesabı ödemeye gidince telefonumun ekranından kendime baktım, çantamdan rujumu çıkarıp hızla dudaklarımda gezdirdim. Göz altlarıma bulaşan rimeli sildirdim. Bir iki fıs parfüm sıktım.

Can geri gelince restorandan çıktık ve aşağıya indik. Vizyondaki filmlere bakınmaya başladık.

YİRMİ DAKİKA SONRA:

"Can! Girelim işte ya!" dedim isyan ederek, yaklaşık 20 dakikadır Can'la bir tartışmanın içerisindeydik.

Bir türlü film seçemiyorduk! Ben aşk filmine girelim diyordum, Can korku diyordu.

"Esra güzelim, gel inat etme."

"Asıl sen inat etme, girelim işte!" dedim sitemle.

"Aşk filmine mi girelim yavrum? Ne güzel korku var," Yüzünü buruşturdu.

Bu sefer ben yüzümü buruşturdum. "Korku filmlerinden nefret ettiğimi biliyorsun. Cansu'nun seçtiği o korku filminden sonra uzun süre kendime gelemediğimi biliyorsun!"

"Korktuğunda bana sarılırsın," dedi sırıtarak. "Bana sarılırsan korkmazsın."

Göz devirdim, "Klasik erkekler işte, birinizde farklı olun!"

"Siz de klasik kızlarsanız, hep kendi istedikleriniz olsun istiyorsunuz." Birbirimize ters bakışlar attık.

"Pilotlukta çok kız var mı?" diye birdenbire sordum.

"Ne?" Ney değil zurna demek isteyen tarafımı zor susturdum.

"Ne ne? Çok kız tanıyorsun herhalde." dediğimde kaşları çatıldı. "Ha pardon! Sen mahallede de ünlüydün! Meyhaneler Sokağında da, baksana kızları çözmüşsün."

Gözleri büyüdü. "Kızları çözmüş müyüm? Güzelim, ne alaka şimdi?"

"Bilmem, sana sormak lazım." Kıskançlığıma engel olamıyordum.

Derin nefes aldı. "Yine döndük dolaştık aynı konuya geldik." Bana tersçe baktı. "Asıl sen bir sürü erkek tanımışsın. Birinizde farklı olsun dediğine göre!"

"Benim bölümümde erkekler de okuyabiliyor ama senin bölümünde çok az kadın okuyor!"

"Sabır ver Allah'ım!" dedi öfkeyle. Bana versin Allah sabır, bana bana!

Bir süre daha tartıştık. En sonunda ikimizde karar veremeyince her ikimizinde izlediği Marvel filmine gitmeye karar vermiştik. Tartışmada böyle son bulmuştu...

Gidebileceğimiz tek bir seans kalmıştı o da 21.00 seansıydı. Mecburen biletleri alacaktık.

Can biletleri hallederken ben de patlamış mısırları ve içiceklerin halletmiştim.

"Teşekkürler," diyerek mısırları ve içecekleri alırken Can'da biletleri havada sallayarak yanıma gelmişti asansöre binerek bir kat üstte olan sinema salonlara çıktık. Salona girip yerlerimize oturduk.

"Senin eşyaların nerede?" diye sordum. Eşya görmemiştim.

"Otelde kalırım diye önden otele gittim."

"Buradan çıkışta gidip eşyalarını alalım."

"Ben otelde kalayım güzelim, daha rahat ederiz."

Kaşlarım çatıldı. "Saçmalama Can benim için o kadar yoldan geldin, otelde kalacak değilsin. Zeliş'te yok." Tedirgin olunacak bir şey soktu bunda.

"Arkadaşın nerede kalacak?"

"O da Ceyhun'da kalacakmış."

Uzatmadı, tamam demekle yetindi. Arkasına yaslanıp mısırını ve kolasını aldı.

Kısa bir sessizlikten sonra sinemanın ışıkları kapandı. Film başlıyordu ama ben kendime hakim olamayarak. "Can..." dedim mırıldanarak.

"Hı?" dedi.

"Bölümünde kaç kadın var?" dedim birden. Kolası boğazında kalmış olacak ki öksürdü. "Helal, helal." derken sırtına hafifçe vuruyorduk.


"Ne?" dedi öksürüklerinin arasında, bunun cevabını duymadığım sürece asla rahat etmeyecektim.

"Duydun, tekrarlattırma beni şimdi." dedim huysuzca öksürüğü geçince boğazını temizleyip bana döndü. Karanlıkta birbirimizi çok göremiyorduk.

Telefonumun flaşını açmamla gözlerini kısması bir oldu, aceleyle telefonumun ışığını kıstım. Yüzüne baktığımda gergin yüzüzle karşılaştım.

"Esra, yavrum, fıstığım. Daha ne kadar konuşacağız bu konuyu?" Diyerek sordu.

Omuz silktim, "Cevap ver bir an önce kapatalım." dedim kısık sesimle. İkimizde kısık sesle konuşuyorduk, salondakiler rahatsız olmaması için.

Derin nefes alırken bir yandan da, "Ya sabır," demeyi de unutmamıştı.

"Senin bölümünde erkeklerin okuduğu gibi benim bölümümde de kadınlar okuyabilir." dedi sessizce. Ben okuyamaz dememiştim zaten.

"Ben de okuyamaz dememiştim zaten, kaç kadın var demiştim." Hafiften benden bıkmaya başlamıştı.

"Doğru düzgün bakmadım. Kaç tane bilmiyorum."

"Güzel var mı?"

"Doğru düzgün bakmadım dememden ne anlıyorsun Esra," derken iyice sinirlenmeye başlamıştı. Umursamadım. "Oldu mu? Aldın cevabı sonunda için rahatladı mı?" derken bana oldukça ters bakıyordu.

"Oldu, rahatladım. Şimdi filmimizi izleyebiliriz," diyerek telefonumun ekranını kapattım ve önüme döndüm.

"Çok şükür..." dedi somurtarak.

Dudaklarımı gülmemek için birbirine bastırdım.

Can'ın kolunu kaldırıp altına girdim ve filmi izlemeye devam ettim. Başımı göğsüne yasladım. Can filmi izlerken eli de saçlarımda dolanıyordu.

Güzel geçen ilk yarıyla on dakikalık molaya girmiştik.

"Buradan çıkışta ne yapalım?" diye sordu.

"Eve gidelim, sen de yol yorgunusun. Dinleniriz." Allah'tan yarın cumartesiydi okul yoktu. "Kaç gün buradasın?"

"Kaç gün kalmamı istersin?" diye sorduğunda kıkırdadım.

"Bana soracak olursan geçiş yapıp gel." Güldü.

"Uzun uzun kalmak isterdim ama maalesef pazartesi sabah dönmek zorundayım." dediğinde dudaklarım büküldü.

Sadece iki gün buradaydı...

Başımı yana çevirdim.

"Şşş," diyerek çenemi narince tutup ona bakmamı sağladı Can. "Ne oldu?"

"İki günümüz var..." dediğimde, "Seninle geçireceğim güzel bir iki gün." dedi.

"Az Can... İki gün neyimize yetecek?"

"Sen varsan bana bir saate yeter yavrum." derken yanağımı okşuyordu.

"Bana yetmez işte!" dedim sitemle.

"Yavrum sabahtan beri sormayayım diyorum ama sen özel gününde falan mısın."

"Ne alakası var Can." dedim somurtarak. "Değilim özel günümde falan ben."

"Kaç saattir çıkıntılık yapıyorsun da ondan Esra." dediğinde bir an düşündüm. Gerçektende çıkıntılık yapmıştım. "Eski Esra'nın böyle halleri yoktu. Üniversite değiştirmiş seni."

Eski Esra Can yanında olsa da kıskanırdı ama fazla uzatmazdı, çünkü Can yanında olurdu.

Derin nefes vererek, mahsun bakışlarımla Can'a baktım, "Neyim var ben de bilmiyorum Can, çıkıntılık yapmak değildi amacım. Sadece seni çok özledim ve o iki gün bana çok az geliyor." dediğimde sesim titremişti. Haydi ama! Daha konusunda sesim titrediyse onunla nasıl vedalaşacaktım ben?

Can beni kendisine çekip başımı öptü.

"Biliyorum Çilli'm, ama yapacak bir şeyimiz yok. Hiç gelemeyede bilirdim, şu an burada birlikte olmayada bilirdik. Bir de bu yandan düşün."

O da doğruydu... Eğer gelmeseydi belki de şu an ben Can'la konuşarak okuldan çıkmış eve gidiyordum.

"İki günün keyfini çıkarmaya bakalım biz, ne dersin?" derken sesi yumuşaktı.

Burnumu çekerek, "Olur." dediğimde avuç içimi öptü.

Bu saaten sonra daha fazla çıkıntılık yaparak onun da benim de keyfimi kaçırmayacaktım. Buna hakkım yoktu. Salonun ışıkları kapanınca film kaldığı yerden devam etti.

Bol gülmeli, heyecanla filmi bitirmiştik, şimdi de çıkışa yürüyorduk.

AVM'den çıktığımızda yağmurun yağdığını gördüm. Sabah çıkarken şemsiye almakta aklıma gelmemişti.

"Ne yapacağız?" diye sordum.

"Bekleyelim biraz, yağmur yavaşlar birazdan. " diyen Can'a başımı salladım. Yağmurun dinmesini beklemekten başka çaremizde yoktu. Durak buraya çok uzaktı, koşsak çok ıslanırdık.

Mecburen yukarıdaki kafelerden birine girip oturduk.

Çantamdan almış olduğum kağıta liste yapıyordum. Şu iki günde Can'a gezdirebildiğim kadar yer gezdirecektim.

"Yarın Anıtkabir'e gidelim, oradan çıkışta da dolaşırız." dedim.

"Tamam,"

"Hiç Ankara'ya geldin mi?" diye başka bir şey sordum.

Başını olumsuz anlamda salladı.

Bu hoşuma gitmişti. "Güzel, ilkleri benimle yaşacaksın yani." derken gülümsüyordum.

"Seninle bir sürü ilklerimizi yaşayacağız Çilli," dediğinde kıkırdadım. Gidebileceğimiz her yeri yazarken Can'a da danışıyordum.

Liste hazır olunca ona da uzattım bakması için, kısa bir bakıştan sonra listeyi geri bana uzattı.

İçiniz ısınsın diye kendimize çay söylerken Çağlar'ın aramasını cevapladım.

"Nasıl gidiyor hukuk dersleri?"

"Nasıl olsun, hepsi aynı anda 'ben ben ben' diyerek hangisini çalışmam gerektiğini şaşırtıyor. Kafamdan büyük kitaplarla ne yapacağımı bilmiyorum." dediğimde güldü.

"Can senin?" dedi Çağlar bu sefer de.

"Yorucu ama güzel. Asıl senin nasıl gidiyor?" dedi Can hoparlörden.

"Nasıl olsun aynı." dedi Çağlar'da, "Özgür salağı yan yana olduğunuzu söyledi Esra'yı arayarak meşgul etmemi istedi. Amacı sizi bıktırmak."

Somurtarak göz devirdik. "Onun başka işi yok mu?" dedi Can.

"Yokmuş, evde barut fıçısı gibi geziyordur, delirdi bu çocuk valla." diyen Çağlar'la güldük.

"Aylin'le nasıl gidiyor?" diye sordum, sorumla sessizliğe büründü.

"Çağlar?" dedim tekrardan. "Orada mısın?"

"Buradayım." diyen çocuğun sesi değişmişti.

Can'la göz göze geldiğimizde galiba ikimizde aynı şeyi düşünüyorduk. Birden ne olmuştu ki?

"Bir şey mi oldu?" diye sordum. "Sesin değişti."

Kavga ettik ya da bir şey yok demesini beklerken, Çağlar'dan, "Ayrıldık." demesini beklemiyordum.

"Siktir, ne!" dedim bir an boş bulunarak, şaşkınca.

"Nasıl?" dedi Can.

"Anlaşamadık son zamanlarda fazla kavga eder olmuştuk zaten. Belki de en iyisi budur." Üzülmüştüm.

"Düzeltirsiniz belki..." dedim.

Damağını şaklattı, "Sanmam, artık birbirimizin suratına bakmıyoruz. Neyse haydi ben eve geçiyorum," diyerek toparladı.

Telefonu hoparlörden çıkarıp kulağıma dayadım, "Sonra konuşacağız." dedim kapatmadan önce.

"Tamamdır Çilli, haydi iyi eğlenceler size Özgür'ün telefonlarını bir süre ne siz ne de ben açmayalım. Çekemeyeceğim o şerefsizi."

Kendimi tutamayarak güldüm. "Ben açmazsam sabahına burada başımızda olur. Ama sen açma. Sana gelmek için üşenir."

Morali bozuk olsa da dediğime güldü. Sonra da kapattık.

İçime düşen hüzünle derin nefes aldım. Telefonu masaya bıraktım. Beynimde şu an ne olmuş olabilir de ayrılmış olabilirler ihtimalleri, soruları dönüyordu.

Can daldığımı görünce burnumun ucuna hafif bir fiske vurarak kendime getirdi.

"Daldın."

"Aklım Çağlar'da kaldı şimdi."

Sessiz kaldı, camdan dışarı baktığımda yağmurun yavaşladığını gördüm. Dinmesi an meselesi gibiydi.

"Kalkalım mı güzelim? Yağmur yine başlamasın." dedi Can. Çayımın son yudumunu fondip yapıp bardağımı bıraktım.

"Kalkalım kalkalım." diyerek ayaklandık. Hesabı ödedikten sonra el ele çıktık.

Biraz yürüdükten sonra zor bela bir taksi bulup bindik. Otobüsle uğraşamayacaktık. Önce Can'ın kaldığı otele gidip eşyalarını aldık. Daha sonra evime doğru yol aldık.

Eve gelince Can'dan önce davranarak taksicidin parasını ödeyip indim.

Birlikte apartmana girdiğimizde durup sesleri dinledim. Kolumu kaldırarak arkamdaki Can'ı da durdurmuştum.

"Esra?" dedi Can sorgulayarak.

"Şşt!" diyerek hemen susturdum onu. Apartmanımızda sadece iki daire de genç yaşıyordu, zaten apartman sekiz daireliydi. Biri Zeliha'yla bizdik biri de karşımızda yaşayan aynı üniversiteye gittiğimiz iki kişiydi.

"Ne oluyor?" diye anlamayarak sordu Can.

"Apartmanımız biraz geri kafalı," deyip sesleri dinlemeye devam ettim. Şimdi birinin sesini duyup görmek istemiyordum yoksa dedikodumuz apartmanda çıkabilirdi.

Dışarıdakilerin ne dediğini önemsemezdim ama bazen can sıkıcı oluyordu.

"Boş ver," diyordu sürekli Zeliha. "Milletin ağzı torba değil ki büzesin." Haklıydı.

Hiçbir ses duymayınca rahatladım. Yine yürümeye başladık.

"Az önce olan şey de neyin nesiydi?" diye sordu Can.

İkinci kata çıktık, anahtarı kilit deliğine sokup çevirdim ve kapıyı açtım. "Apartmanda yaşayan teyzeler biraz sinir bozucu, şimdi dedikodu çıkaracaklar falan... Umursamıyoruz ama sinir bozucu oluyor."

"Kaldı mı öyle teyzeler ya?"

"Maalesef,"

İçeri girince kapıyı kapattım. "Evime hoş geldin!" dedim gülümseyerek.

"Hoş bulduk," dedi. Ayakkabılarımızı çıkardık, montumu çıkarıp onun da montunu alarak portmantoya astım.

Birlikte salona geçtik, "Eviniz küçükmüş." derken salona bakıyordu. Bize yetecek kadar büyüklükte bir salonumuz, balkonumuz, uzun bir holümüz, iki geniş odamızla mutfakta genişti.

"Normal öğrenci evi işte, ama bize yetiyor,"

Başını salladı.

"Acıktın mı? Yemek yiyeli baya oluyor ama," derken kolumdaki saatime baktım. Saat 23.00 olmuştu bile.

Yuh ne ara gece yarısı olmuştu?

"Ben acıkmadım. Sen?"

"Hayır acıkmadım." Koltuğa oturduk. Sabah açık unuttuğumuz televizyona baktım.

"Üzerini değiştirmek ister misin?" diye sordum Can'a.

"Olur," dediğinde ikimizde ayaklandık, "Sen benim odamda üzerini değiştirebilirsin. Ben de çay koyayım. İçeriz değil mi?" dedim.

"İçeriz," Ona odamı tarif edip mutfağa girerken o da odama doğru yol almıştı. Hemen ısıtıcıya çay suyu koyup çalıştırdım.

Ev 2+1'di ve Can ya benim odamda benimle kalacaktı ya da ona salona yer yapacaktım.

Can üzerini değiştirirken aklıma Çağlar'ın gelmesiyle hemen telefonumu alıp aradım.

"Efendim?" diyerek açtı.

"Dökül," dedim sadece.

Derin nefes aldı. "Anlatacak bir şey yok Esra."

"Durup dururken mi ayrıldınız oğlum? Yeme beni ve anlat."

"Basit bir tartışma,"

"Basit bir tartışmada bitecek bir şeye benzemiyor gibi ama."

Kaçamayacağını anladı. "Son zamanlarda uzaktı bana. Kavgalar etmeye başladık, normalde de ediyorduk ama bu kavgalarımız başkaydı. Küçücük şeyleri büyütüyor, her şeyden nem kapar olmuştu." dediğinde bir an aklıma Can'a yaptıklarım geldi.

Ellerim birden buz kesmişti.

Ben de ufak şeyleri büyütmüştüm. Her şeyden nem kapar olmuştum.

Buna devam edersem Can benden ayrılır mıydı? Biz de Çağlar ve Aylin gibi mi olurduk?

Arkamdan birinin beni izlediğini hissettiğimde döndüm. Can bana kiminle konuşuyorsun der gibi bakıyordu. Dudaklarımı oynatarak, "Çağlar," dediğimde anlamıştı. Eliyle salonu işaret edince başımı salladım.

Can salona geçerken sırtımı döndüm tuttuğum nefesimi usulca verdim. İçimi bir korku yeli kaplamıştı, istemsizce elimi tezgaha yaslayıp nefes almaya çalıştım. Böyle olmayacağını anlayınca mutfak camini açıp dışarı eğildim.

"Esra?" dedi Çağlar.

"Buradayım, dinliyorum. Devam et." dedim hemen.

"İyi misin?"

"İyiyim iyiyim, bir an nefesim kesildi de cama çıktım." dediğimde, "Astımın mı," dedi.

"Yok ya, astım krizlerim olmuyor artık. İyiyim ben sen anlatmaya devam et." Astımımı artık tetikleyen bir şey olmuyordu. O yüzden rahattım.

"Dayanılmaz hale geldi, bıktım kavgalarımızdan."

"Sen mi istedin o mu?"

Burnunu çekti, "Ben dedim o da hemen onayladı." Demek ki Aylin bunu çok önceden beri istiyordu sadece dillendirmiyordu.

Ne diyeceğimi bilemedim. Açıkçası şaşkındım çünkü dışarıdan bakıldığında ilişkileri güzeldi.

"Ne zamandır böyle?" diye sordum. "Ne zaman ayrıldınız?"

"Bir buçuk ay önce." dediğinde gözlerim büyüdü.

"Yuh Çağlar! Bir buçuk ay niye bahsetmedin bize?"

"Düzelir sanmıştım ilk zamanlar, ama düzelmedi,"

"Belki düzeltirsiniz?"

"Bir buçuk ayda düzeltemedik Esra, ilk günler belki bu ayrılığı uzatmaz diyordum ama o yüzüme bakmadı. Hayatına kaldığı yerden devam etti şimdi de olacağı varsa da olmasın. Uğraşamam." Derin nefes aldı. "Hayatımda arafta olan hiçbir şeyi sevmiyorum, biliyorsun."

"Biliyorum." Çağlar'a göre bir şey ya olmalıdır ya da olmamalıdır. Bir şeyin ortada kalmasından nefret ederdi. Hayatının bir kısmı hep inişli çıkışlı olmuştu. Zerrin'i kaybıyla, sonra bağımlılığıyla iyice bitmişti. Şimdi tam toparlanmışken onun böyle olması beni de üzüyordu.

"Ben konuşayım diyeceğim ama," dediğimde, "Hiç karışma. Yapılması gerekenler yapıldı, son söylenmesi gereken sözler söylendi. Bitti." dedi kesin bir dille.

"Hayırlısı olsun, belki böyle daha iyi olur ikiniz içinde."

"Belki de, daha fazla uğraşamayacaktım onun bu halleriyle."

"Seviyordun."

"Sevmek her şeyi sineye çekeceğin anlamına gelmez Çilli. Bir zaman sonra patlarsın." Haklıydı.

Çağlar'la bir süre daha konuştuk, içini boşalttı.

Daha sonra duş alıp uyucağını söyleyince kapattık. Derin nefes çektim.

Ben de mi Aylin gibiydim?

Onunla kendimi kıyaslamak bile kulağa kötü gelmişti.

İçeri geçip çayı demledim. Can salonda oturuyordu.

"Ne diyor?"

"Kavgalılarmış, Çağlar'da dayanamamış bitirmiş. Aylin'de onaylamış." diyerek kısaca özet geçtim.

"Düzeltirler bence."

"Sanmam, Çağlar istemiyor daha fazla uğraşmamam dedi."

Çaylarımızı içtikten sonra, "Benim odamda yatabiliriz." dedim.

"Zaten öyle yatacağız," deyip beni kendisine çekti. "Sence senden ayrılır mıyım?" Kıkırdadım.

Yanağından öpüp ayaklandım, "Haydi o zaman, uyuyalım. Zeliş yüzünden erkenden uyandım." O da kalkınca ışıkları kapatıp odama doğru yürüdük.

Yatağım çift kişilik olduğu için rahat rahat yatacağımızı düşünüyordum.

İkimizde yatağa yatağa yatacağımızda ona doğru döndüm.

"İyi geceler, yarın koşturmacalı bir gün olacak." derken yanağımı okşuyordu. Bugün fazlasıyla yorucu bir gün geçirmiştik.

"İyi geceler güzelim," dediğinde başımı göğsüne yaslamış ve derin bir nefes almıştım. Can'da kollarını belime dolayıp burnunu saçlarıma daldırdı. Yarın için heyecanlıydım. Aslında Can'la olduğum her yerde heyacan dört bir yanımı sarıyordu.

 

 

 

 

 

 

🍂🕊️

 

"Acıktın mı?" diye soran Can'la başımı salladım. Otobüs bekliyorduk.

Sabah erkenden uyanmıştık, heyecanla uyanıp ikimizede masada bir tek kuş sütünün eksik olacağı bir masa kurmuştum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra hazırlanmış ve çıkmıştık.

Hava bugün güzeldi hatta Ankara'ya göre sıcaktı. O yüzden üzerime beyaz dökümlü bir gömlekle mavi dar paça pantolonlarımdan birini geçirmiştim. Saçlarımı açık bırakmıştım.

Çok fazla yürüyeceğimiz için de beyaz spor ayakkabılarımı giymiştim.

"Biraz, otobüsten indikten sonra bir yerlerde oturalım artık."

"Oturalım ve bir şeyler yiyelim," dedi Can, erken saate kahvaltı yaptığımız, ve bu saate kadar hiç durmadan gezdiğimiz için ikimizde acıkmıştık.

Otobüs gelince kartlarımızı okutarak zor bela, insaların arasından boş bir köşeye geçtim, cam kenarıydı. Can'da benim hemen önümde duruyordu.

Bluetoothlu kulaklığımı çıkarıp birini kendi kulağıma diğerini Can'ın kulağına takarak rastgele bir şarkı açtım.

"Sadem." dedi Can.

"Sadem." dedim onu onaylayarak. Kulaklıkta şu an çalan şarkı İlyas Yalçıntaş'ın Sadem şarkısıydı.

"Beni sana kattığın belli değil mi?

Sebebi bilemiyorum,"

"Aklımda bir tek sen varsın,

Ben senden istediğimi kimseye diyemiyorum." Can burayı söylerken gözlerime bakıyordu, onun gözlerine bakarken kıkırdamadan edemiyordum.

"Şarkıyı bana mı ithaf ediyorsun?"

"Evet,"

Şarkı devam etti:

"Yormadan sormadan seveceğim seni sadem,

Gönlüme sarmadan ya buna var mı müsaaden?"

Can'ın hala bana bakan güzel bakışlarıyla gülümsedim, yanımda ona biraz yer açtım, başımla 'Yanıma gel,' dediğimde yanıma yanaştı, rahat edebilmemiz için kolunu kaldırıp omuzuma dolayıp kendisine çekmişti. İtiraz etmeden sırnaştım ona. Canıma com comdu.

Otobüsten indikten sonra kafelerden birine geçip oturduk, güneş gözlüklerimi yukarı doğru kaydırarak önüme gelen perçemlerimi geriye ittirdim.

Ne yiyeceğimize karar verdikten sonra çekildiğimiz fotoğraflara bakıyordum.

"Baksana, çok güzel çıkmışız!" diyerek fotoğrafı Can'a gösterdim.

"Bana da göndersene çekildiklerimizi," deyince onayladım ve gönderdim.

"Hoş geldiniz, karar verebildiniz mi?" diye yanımıza gelen garsona baktık.

Siparişlerimizi verdikten sonra, "İçecek bir şey alır mıydınız?" diye sordu garson.

"Çay mı?" diye sordu Can bana.

"Evet."

"Biz iki çay alalım." dedi Can.

"Tabi efendim." diyerek yanımızdan ayrıldı garson.

Sıcakladığım için kabanımı çıkarıp yanımdaki sandalyenin üstüne attım. Kafe fazlasıyla sıcaktı.

"Ayaklarım sızlıyor," Çok fazla yürümüştük. Taksiyle ilk önce Anıtkabir'e gitmiştik, aslanlı yolu el ele yürümüş, Ata'mızın kabrini ziyaret etmiştik, Ata'mızın huzuruna çıktıktan sonra orada olan bazı sergileri gezmiş, zaman geçirmiştik. Birlikte aslanların orada fotoğraf çekilmiştik. Askerlerin nöbet değişim saatini büyük bir heyecan ve dikkatle izlemiştik. Can'a ve kendime anı kalsın diye üzerinde Atatürk'ün imzası olan dolma kalemlerden ve odama Anıtkabirli su küresiyle buzdolabına kalpli magnetlerden almıştım.

Can magnet aldığımı görünce gülmüştü. Ne yapayım, magnet sevgimi aşamıyordum...

Can kendisine Atatürk imzalı uçak maketi almıştı.

Anıtkabir gezimiz son bulduktan sonra Kızılay'a çıkarak dolaşmaya devam etmiştik. Can'a gittiğim bazı yerleri gösteriyordum. Kafeler, keşfettiğim bazı sahaflar, dükkanlar...

Birlikte Hamamönü sokaklarında gezdik, Ankara Kalesine çıktık, Cumhuriyet Müzesine ll. TBMM Binasına, Hacı Bayram Veli Camisine gittik.

Bu yerleri de Zeliş sayesinde keşfetmiştim ve gitmiştim. Sağ olsun beni baya bir gezdirmiş, güzel vakit geçirmemizi sağlamıştı.

Sandalyeme yaslandım, uzun süredir geziyorduk ve ben oturana kadar yorulduğumu anlamamıştım.

Can montunu çıkarmış ve kollarını masaya dayayarak bana bakıyordu.

"Normal ağrıması." dediğinde çantamdaki pet şişe suyumu aldım, kapağını açıp tek dikişte bitirdim. İçim yanmıştı.

"Buradan sonra ne yapacağız sayın tur rehberimiz?"

"Bilmem, ne yapmak istersin?" diye sordum.

Arkasına yaslanarak, "Bana kalırsa bir süre kıpırdamadan sadece oturalım." dediğinde başımı salladım, gezmekten o da yorulmuştu.

"Yarın evde dinleniriz sonra kalan yerleri gezeriz istersen?"

"Ev sahibi ve tur rehberimiz sensin. Ben misafirim." deyince güldüm. Siparişlerimiz gelince ikimizde yemeklerimize gömüldük. Ağzıma attığım ilk lokmayla gözlerim kapanmış ve beğendiğimi belli eden garip sesler çıkararak çiğnemeye başlamıştım. Lokma resmen ağzımda eriyordu.

Yemeklerimizi yerken fazla konuşmamıştık, o da ben de fazlasıyla acıkmıştık. Ağzımızın doluluğundan dolayı konuşamıyorduk.

Doyduğuma kanaat getirince derin nefes verdim.

"Çok acıkmışım."

"Kaç saattir geziyoruz, ben Denizli'de bu kadar yürümedim." deyince kıkırdadım.

"Bir de şu yandan düşün. İstanbul olsaydık bir yerden bir yere gidebilmek için, sana bir yerler gezdirebilmek için kıta değiştiriyor olurduk şimdi!" dediğim şeyle kahkaha attık.

"Başka nereye gideceğiz?"

Düşündüm, aklıma gelmeyince kabanımın cebine attığım gideceğimiz yerlerin yazılı olduğu listeyi çıkardım.

Gittiklerimiz yerlerin üstünü çizmiştim, gidilmedik iki üç yer kalmıştı.

Kuğulu Park, Atatürk Orman Çiftliği, Ankara Resim ve Heykel Müzesi vardı orada sıkılırdık o yüzden onun da üzerini karaladım bir başka yer de Ankara Palas Müzesi'ydi.

"Geriye Kuğulu Park, Atatürk Orman Çiftliği Ankara Palas Müzesi ve Türk Hava Kuvvetleri Müzesi kaldı." diyerek başımı kaldırdım.

"Önce Türk Hava Kuvvetleri Müzesi'ne gidelim o zaman." dediğinde kıkırdadım. Uçaklarla ilgili göreceği şey için ilk oraya gitmek istemişti.

"Tamam, buradan sonra oraya gidiyoruz." dediğimde arkasına yaslandı, elini saçlarının arasına daldırıp karıştırdı.

 

 

 

 

 

🍂🕊️

 

Bugünlük gezimizin sonuna gelerek sonunda kendimizi eve atabilmiştik. Ayaklarımı hissetmiyordum. Sanki ayaklarımın altında çiviler varmışta yürüdükçe batıyormuş hissi vardı.

Ankara'da vazgeçilmez olan Aspava'ya da gitmiş ve akşam yemeğini yemiştik.

Ankara'ya kadar gelen bir Aspava'ya gitmezse olmazmış. Zeliş öyle söylüyordu. O aslen buralıydı.

Portmantonun kenarına oturdum. "Ayakkabılarımı bile çıkaracak gücüm yok!"

Can kendi montunu ve ayakkabılarını çıkardıktan sonra birden önümde sağ dizinin üzerine çöktü ve ayakkabılarımı çıkarmaya başladı.

Şaşırsam da bir şey demedim. "Her yere koşturdun çocuk gibi, yorulursun tabii." dedi başını kaldırıp bana bakarak. Sol kaşında belli belirsiz bir çizik vardı, sanki dikiş izi gibiydi. Uzaktan görülmezdi ama yakından görülürdü.

Elimi oraya atıp gezdirdim. "Ne zaman oldu mu?"

"Çizik mi?" Başımı salladım. "Umut'la kavga ettiğimiz esnada." Boğazını temizledi. Ayakkabımın tekini çıkarıp bana baktı.

"Dikiş mi atıldı?"

Başını beni onaylayarak salladı. "Çıldırmış gibiydi."

Parmağımı izin üstünden çektim. "Kafadan hasta, manyak," dedim sinirle. Uzun süredir konusunu duymasamda onun adını duymak bile beni hala öfkelendiriyordu.

Can bana doğru eğilip dudaklarımı öpünce ne dediğimi unutarak karşılık verdim.

İçim sanki yüksek bir yerden düşüyormuş hissiyle doldum, ellerimi Can'ın omuzlarına koydum.

Can elini belime dolayıp beni kendisine çekince ben de onun gibi yere dizlerimin üzerine oturmuştum.

Dudaklarımız ayrılınca, "İşte şimdi özlemim geçiyor." dedi boğuk sesiyle.

"Niye bu kadar bekleyip öpmedin ki?" deyip dudaklarına bir öpücük daha kondurduğumda karşılık verdi. Evde çıkan tek ses öpüşmemizin sesiydi.

Nefesim yetmemeye başlayınca geri çekildim, Can'da geri çekilip elini yanağıma attı ve okşadı. Daha sonra beni kendisiyle birlikte kaldırdı.

Bedenimi un çuvalı gibi koltuğa bıraktım, "Öldüm!" derken bir yandan ayaklarımı ortadaki sehpaya uzatmıştım.

"Su ister misin?" diye sordu Can.

"Hayır." dediğimde mutfağa girdi. Telefonuma gelen bildirime bakamayacak kadar yorgun hissediyordum kendimi. Gözlerimi dinlendirmek amaçlı başımı arkaya atıp gözlerimi kapattım. Boğazımı temizledim.

Birinin beni taşıdığı hissettim, güçlü kollar belimi ve bacaklarımı tutup kaldırmıştı koltuktan.

"Ne oluyor..." dedim gözlerimi açmadan uykulu uykulu.

"Bir şey yok güzelim, açma uykunu sen." diyen kişinin Can olduğunu anlayınca derin nefes aldım, kollarımı onun boynuna dolayarak başımı da omuzuna dayadım ve uykuma devam ettim. Ne ara uyuya kalmıştım bilmiyordum bile.

"Esra... Esra... Esra..."

"Hı?"

"Uyan güzelim, üzerini değiştir."

"I-ıh, uyuyacağım."

"Sevgilim, kalkman lazım. Pijamalarını giy." dediğinde gözlerimi zor bela araladım.

"İstemiyorum. Uyuyacağım." Ofladı, pes etmeye niyeti yoktu. Dolabımdan temiz pijamalarımı aldı.

Pijamalarımı elinde bana doğru sallayarak, "Kalk üzerini değiştir yoksa ben dinlemem yüzüne suyu yüzüne boşaltır uykunu açarım ya da ben değiştiririm."

Seslice ofladım, Can ikisinide yapardı.

Pijamalarımı elinden aldım. "Çık dışarı," dediğimde ikiletmeden çıktı, ben de yarı açık yarı kapalı gözlerimle pijamalarımı giydim.

"Gel Can," dediğimde içeri girdi. Ne ara üzerini değiştirmişti bilmiyorum. İlgilenmedim de. Bir an önce geri uyumak istediğim için başımı geri yastığıma gömdüm. Can'da yanıma yatmıştı.

"İyi geceler tweety'li seni." dediğini zor bela anlamıştım. İlgilenmedim.

Uyku beni iyice içine çekti, geriye sadece derin bir sessizlik ve karanlıktı.

PAZARTESİ SABAHI:

"Aldın mı her şeyini?" diye sordum.

"Aldım," dedi Can ayakkabılarını bağlarken.

Pazar günü hızlı geçmişti, gözümü cumartesi günü kapatmış pazartesi açmış gibiydim.

Can'ın anlamaması için burnumu sessizce çektim. Ama anlamış gibi başını kaldırdı.

"Grip olacağım herhalde, burnum ondan akıyor." dedim hızlı hızlı.

"Peki," derken bakışları inanmadığını ele veriyordu.

Dayan Esra, o gidince bağıra bağıra, salya sümük ağlarsın. Dayan...

Ayakkabılarını bağladıktan sonra doğruldu, montunu giydi.

Bu görüntü gözlerimin sulanmasına daha da fazlalaştırmıştı. "Eve gidince yaptığım pideleri ye tamam mı?" Ona canı çektiği için sabahın kör saatinde kalkmış, peynirli ve ıspanaklı pide yapmıştım. Sevdiği gibi.

Başını salladı, dudaklarımı ağlamamak için birbirine bastırırken o ensemden tuttuğu gibi kendisine çekip sarılınca sanki gözyaşlarım bunu bekliyorlarmış gibi akmaya başladı.

Dayanamadım... Kendime sürekli söylediğim şeyi umursamadan ağlamaya devam ettim.

"Esra... Yapma yavrum, yapma güzel gözlüm." dese de dinlemedim, seslice hıçkırdım. Omuzlarım sarsılıyordu.

"E-elimde değil..." derken hıçkırıyordum. Daha da sıkı sarıldım ona.

"Gitme..." demem saçmalıktı, ama demiştim.

"Böyle ağlarsan gidemem." dedi boğuk sesiyle.

Burnumu omuzuna bastırarak hıçkırdım.

Beni kendisinden ayırıp kızarmış ve şişmiş gözlerime, gözlerim gibi kızarmış burnuma baktı.

"Sen daha bunda ağlıyorsan ben askere gidince ortalığı yıkarsın." dediğinde kendimi tutamadım ve güldüm.

"Bedelli gidersin. 28 gün zaten." Kafasını arkaya atıp kahkaha attı.

"Sen 28 günlük ayrılığımıza da ağlarsın. Hatta bundan daha fazla ağlarsın!" Kıkırdamaya devam ettim. Ağlanacak haline gülmek bu oluyordu demek ki.

Alnımı, burnumu, yanaklarımı, boynumu, gözlerimi tek tek öptü. Burnunu boynuma dayayıp kokumu derin derin içine çekti.

"Çıkar montunu," dedim bir anda.

"Ne?" dedi anlamayarak.

"Çıkar!" dediğimi yaptı çıkardı.

Siyah tişörtünün eteklerinden tuttuğum gibi yukarı çekip çıkardım. "Esra? Şu an beni soyuyorsun!" Elleriyle vücuduna sardı.

Göz devirdim, "Irzına geçmişim gibi davranma Can. Giy yeni bir tişört ve bekle!" diyerek ondan ayrıldım, koşturarak odama gittim, son giydiğim tişörtümü ve bileğime bağladığım fularımı alıp geri geldim. Üzerine yine bir tişört giymişti.

"Beni özlediğinde bunları koklarsın." Tişörtünü alıp omuzuma attım, "Ben de seni özlediğimde bunu giyer ya da koklarım."

Bir bana baktı, bir elimdekilere. Belimden tuttuğu gibi beni kendisine çekmiş ve dudaklarını sertçe dudaklarımın üzerine örtmüştü.

Sert öpüşüne karşılık verirken vücudum titriyordu. Ellerini yanaklarıma bastırarak öpmeye devam etti. Kapalı gözlerimden bir iki damla daha yaş aksa da ona karşılık verdim.

Derin nefes verdiğimde Can nefesimi kendi içine çekti.

Geri çekildi, "Seni çok seviyorum," dedi alnını alnıma kazımak ister gibi bastırarak.

"Seni çok seviyorum." dedim boğukça.

Aşağıdan Can'ın çağırdığı taksinin korna çaldığını duyunca gitme vaktinin geldiğini anlamıştım.

"Bir daha geleceğim,"

"Gel ama yeter ki gel."

"Geleceğim."

"Belki bu sefer sen değil ben gelirim," dedim hüzünlü bir tebessümle.

"Gel," dedi dolu gözleriyle.

Hiç istemesede benden ayrıldı, sırt çantasını omuzuna taktı. Anahtarımı aldığım sırada, "Sen gelme," dedi.

"Seni geçireceğim Can, nasıl gelmeyeyim?"

"Dışarısı çok soğuk, gelme." dediğinde inat etmiştim ama beni durdurdu. Mecburen tamam demiştim.

Alnımdan ve dudaklarımdan bir daha öptü. "Kendine dikkat et."

"Sen de, haber et bana."

"Tamam," Kapıyı açtığımda merdivenlerden inmeye başladı. "Kapa hadi kapıyı."

Kapıyı kapatıp balkona koşup çıktım, üzerimde kısa kollu pijamalarımı vardı üşümemi umursamadım.

Can apartmandan çıktı, taksiye binecekken kafasını kaldırıp bana baktı.

Elimi dudaklarıma götürüp öptüm ve ona gönderdiğimde o da bana aynısını yapıp taksiye bindi.

Taksi gidene kadar hatta taksi gittikten sonra da arkasından baktım. Gözyaşlarım sicim gibi akıyordu.

Artık titriyordum. Telefonum titreyince başımı eğdim.

 

 

 

 

 

🤍: Hala balkondaysan gir artık içeri. Üşütüp hasta olacaksın.

Gitse de hala beni düşünüyordu. Ağlayarak gülümsedim. Dediğini yaparak içeri girdim.

 

Girdim içeri, merak etme.

 

 

 

 

 

🤍: Ederim.

 

 

 

 

🤍: Dikkat et kendine.

Edeceğim, sen de dikkat et.

 

 

 

 

🤍: Edeceğim.

Can konuşmadan çıkınca ben de çıktım, okula gitmem lazımdı ama ağlamaktan ağırlaşan göz kapaklarım ve ağrıyan başım yüzünden derslerden hiçbir şey anlamayacaktım. Zeliş'e Can'ın gittiğini, derslere gelmeyeceğimi ve beni idare etmesini yazan bir mesaj çekip telefonu kapattım. Koltuğa yattım. Derin nefes alarak gözlerimi yumdum.

 

 

Veeee tekrardan merhaba! Uzun zaman sonra ben geldim.

Bize ayrılık vakti... Yine... 🥺

Nasıldı? Beğendiniz mi?

Ben bu çiftimi çok seviyorum yaaa! Sonları yazarken gözlerim doldu. 🥺🥺

Ben beğendim, umarım sizde beğenirsiniz.

Yeni hikayelerde görüşmek üzere. 👋

Bölüm : 07.03.2025 10:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...