88. Bölüm
Binnur Tombaş / Vatanaşk (Askerî Kurgu) / 87. Bölüm

87. Bölüm

Binnur Tombaş
yikim2024

❗❗❗🔞🔞 Bölümde +18 sahneler bulunmaktadır. Yaşı küçük olanlar veya bu gibi sahnelerden hoşlanmayanlar okumasın. ❗❗❗🔞🔞

********

Hastanelerde sabahlar durgun ve soğuk olur. Bu soğukluğu yakıcı bir kasvet takip eder. Burada mevsimlerin önemi yoktur. Her yağmur damlasının, her kar tanesinin, her güneş ışığının, açan ya da solan her çiçeğin ucu ölüme dokunur. Hastaneleri sevmediğimi daha önceden defalarca kez söylemiştim. Sevmediğiniz bazı şeyleri, düşük bir ihtimal de olsa bir gün sevebilme olasılığınız vardır, benim bu kasvetli yapılarla aramı bulacak hiçbir olasılık yoktu. Ufukta doğan güneşin, masmavi gökyüzünün, elimde dumanı üzerinde tüten, karton bardaktaki sıcak kahvemin bile bana anımsattığı tek şey yalnızlıktı. Morgdaki soğukluk, ameliyat masalarındaki can pazarı, koridorlarda çığlık çığlığa ağlayan aileler, duvarlardan geçerek kurbanına doğru ilerleyen Azrail'in silueti...burası dünyayla ölüm arasındaki geçiş kapısıydı. Bazen de yeni bir hayatın başlangıcına kısa süreliğine ev sahipliği yapan bir han. Ama ölümün karanlığı, acının cenderesi, korkunun kehaneti, kaybın boşluğu varken doğumun ışığı git gide silikleşiyordu. Ölüm umuttan daha somuttu. Karanlık aydınlıktan daha kör ediciydi. Melekler her zaman oradaydı, ama insan şeytana tapardı. Hayat vermek daha ulviydi, fakat can almak daha gizemli. Kötülük iyilikten daha fırlamaydı. Nefret, sevmekten daha güçlü. Ağlamak, gülmekten daha tesirliydi. Ve ben her yeni doğana rağmen hastanelerden nefret etmeye devam edecek kadar inatçıydım.

Yoldan gelip geçen araçları, karşıdaki apartmanların balkonlarında asılı duran renkli kıyafetleri, açılan perdeleri, kepenkleri yeni yeni kaldırılan dükkanları, hastanenin çatısından kalkıp bir müddet uçtuktan sonra yerlerine geri dönen güvercinleri izlerken pencerenin kenarındaki soğuk duvara yaslanmıştım. Duvarın soğukluğu beni üşütüyor, kolumdaki kırığın sızlamasına neden oluyordu. Elimde tuttuğum, dakikalar önce Bahar'ın getirdiği kahveyi içmek istemiyordum. Hem karton bardaktaki tadını sevmemiştim, hem de gece sahura kalkıp oruç tutmak istediğimde Fırat astımım var, kolumdaki kırık yüzünden ilaç kullanmam gerekiyor diye buna izin vermediğinden sinirliydim.

Pencereden ayrılıp dün gece Bahar'ın Fırat için getirttiği yatağa oturdum. Elimdeki kahveyi yatağın üzerine bırakıp dışarıyı izlemeye devam ettim. Aslı hâlâ uyuyordu. Bahar bağışıklığını toplaması ve yaraların iyileşmesi için uyuması gerektiğini söylemişti. Fırat'ın nerede olduğunu ise bilmiyordum. Uyandığımda odada yoktu. Aslı'yı bırakıp etrafı arayamamıştım. Bahar da nerede olduğunu bilmiyordu. Telefonum da yanımda yoktu. Çıkardı herhalde bir yerlerden. Çıkmasa da olurdu. Aramız hâlâ bozuktu. Gece Bahar'ın getirttiği yatağı bana verip kendisi koltukta uyumuştu. Ne bir öpme koklama hiçbir şey yoktu. Sabah çıkıp giderken haber vermediğine göre aramızdaki bu soğukluğu sürdürmeye istekliydi.

İçime dolan sıkıntıyla birden omuzlarım çöktü. Fırat'la küs olmak istemiyordum. Ortada elle tutulur hiçbir şey yokken sürekli birbirimizi yanlış anlıyorduk. Ya da Fırat bir şeylere kızıyor, ben de ona yaklaşmaya korkuyordum. Oysa yaz da geliyordu, ne hayaller, ne umutlar büyütüyordum içimdeki harabenin kıyısında köşesinde. Terapiye gittikçe küllerinden doğan ruhum içime dolan umutla birlikte kırlarda bayırlarda Fırat'la el ele koşmak istiyordu. Aslı iyileşirse, yeniden eskisi gibi sağlığına kavuşur ve suçsuz olduğu ortaya çıkarsa onunla yıllar sonra ilk kez doğum günümü kutlamak istiyordum. On gün kalmıştı. Psikiyatrist Deniz bey bunun bir şeyleri düzelebileceğini söylemişti. Babam doğum günümde ölmüştü ama bunun sebebi benim doğum günüm oluşu değildi. O gün bana çikolatalı pasta almasaydı bile o kaza gerçekleşecekti. Çocuklar kendilerine ebeveyinlerinin gözüyle bakardı. Kız çocukları annelerini taklit etmeyi severdi. Kendime annemin gözüyle bakmayı, onun sözleriyle kızmayı bırakmalıydım. Babam benim yüzümden ölmemişti. Çok da önemli bir şey değildi fakat, çikolatalı olmasa bile kendime bir pasta alıp sevdiğim insanlarla bir mum üflemek, birkaç küçük manevi hediye almak iyi gelebilirdi. Kendimi sevmeyi, sırtımı sıvazlamayı, affetmeyi öğrenmezsem bunu başkaları için de yapamazdım. Artık büyümeliydim. Ve bu sefer bunu gerçekten istiyordum.

Açılan kapıyla omzumun üzerinden arkama döndüm. Fırat gelmişti. Varlığı odanın içini doldururken gözleri gözlerimi buldu. Elindeki pastane poşetini koltuğun üzerine bırakıp yanıma doğru adımladı. Önüme döndüm. Bir tarafım ona koşup sarılmak istese de diğer tarafım kırgındı. Yanıma oturdu. Kokusu burnuma dolarken onu tahmin ettiğimden daha çok özlediğimi fark ettim. Ama her zaman ilk adımı ondan bekleyen yanım ona sokulmama engel oldu.

Neyseki belime sarılan koluyla beklediğim adımın fazla gecikmemesi içimdeki özleme iyi gelmişti. Beni göğsüne çekip alnımı öptü. Aramızda sıkışan sağ kolumu beline sarıp sarmamak konusunda tereddüt ettim. Hem barışmak isteyip hem de ondan uzak durmaya devam edişim benim içinde kafa karıştırıcıydı. Mor kumaş pantolonumla güzel bir uyum içerisinde olan ayağımdaki beyaz terliklerimi sallarken diğer kolu karnımın üzerinden belime dolandı. Beni iyice kendine çekip soluk lila tişörtümün üzerinden belimi okşadı. Elinin sıcaklığını tenimde hissederken dün gece ki tartışmamızdan sonra içimde sönen ateş yeniden harlandı. Gözlerimi kapatıp yüzümü göğsüne gömdüm. Aramızda duran kolumu beline sardım. Kolum deri ceketinin altına girmişti. Beyaz tişörtünün üzerinden teninin sıcaklığını hissederken tırnaklarımı tişörtüne geçirdim. Kasıldı. Alnımdaki dudakları saçlarımı buldu.

"Barıştık mı?"

"Sen bana küstün, sen söyle."

Derin bir nefesi alıp verirken başımın altındaki göğsü yükselip alçaldı. Karnımın üzerinden sardığı kolunu çözüp elini saçlarıma çıkarıp sevdi.

"Ben nasıl küserim lan sana? Bir dokunuşuna bakar her şey. Hâlâ çözemedin mi beni?"

Ona mümkünü varmış gibi biraz daha sokulup sırnaştım. Tek koluyla daha sıkı sardı beni.

"Çözdüm," dedim. "Ama yine de özel alanını ihlâl etmek istemediğim için bana kızgın olduğunda senden uzak durmaya çalışıyorum. Sen zaten sakinleşince kendin geliyorsun yanıma."

Fırat'ın öfkesine saygı duyuyordum. Öfkesini kusamadığında sakinkeşemediğini bildiğimden dün gece üzerine fazla gitmemiştim. Ayrıca ben öyle arsız bir sevgili değildim. Kızgınsa kızgındı, Fırat o haldeyken bütün gururumu hiçe sayıp ona sokulup sırnaşamaz, şımarıp beni sevmesi için onu buna zorlayamazdım. İçinden gelmediği sürece beni sevmek zorunda değildi. Öte yandan en son sınır ötesinden beni aldığı gün yemek masasında bana olan kızgınlığını yok sayıp ona sarıldığımda kavga etmiştik. Kavgamızın sebebi ona sarılışım değildi ama fitili o ateşlemişti. Böyle, kızgın olsam da gel, ben karşı koyamam sana diyordu ama bunu ne zaman denesem işler daha kötüye gidiyordu. Öfkesinin şiddetinin farkında değildi. Öfkesini içinde tutarken bile patlamaya hazır bir yanar dağ gibi içten içe fokurduyor, o fokurtuların sesi bile beni ürkütmeye yetiyordu.

Alnını alnıma dayayıp yüzünü yüzüme eğdi. Gözleri gözlerimde gezinirken saçlarımdaki eli yanağımı bulup sevmeye başladı. "Bizim seninle aramızda özel alan diye bir şey mi var?" dediğinde sesi oldukça ciddiydi.

Dudakları içimi bir hoş ederken, "yok," dedim. "Çünkü senin özel alan denilen şeyden haberin yok. Ben sana kızgın olduğumda bile dibimden ayrılmıyorsun. "

"Çünkü benim özel alanım sensin. Senin o alanın dışında olman mümkün değil. Sen de beni kendi alanının dışında tutamazsın. Benimle böyle konuşma. Canın yine tartışmak mı istiyor?"

Başparmağı çenemi ve dudaklarımı seviyordu. Sanki ayrı kaldığımız iki ay boyunca mizacı daha da sertleşmişti. Bu beni biraz gerse de gözlerine bakıp, "istemiyor," dedim. "Fırat..."

Başını hafifçe yana eğip dudağımın kenarını öptü.

"Ne?" derken sesi fısıltılı bir hâl almıştı. Kaba ve erkeksi sesinin bu hâli içimi gıdıklarken yüreğimle oynuyordu. Onunla öpüşmek istiyordum ama niyetliydi. Nefeslerim hızlanırken yutkundum. Ateşle barut gibiydik.

"Özür dilerim," dedim aklım gibi darmadağın olan sesimle. "Dün sadece seni düşündüğüm için istersen eve gidebileceğini söyledim. Seni kendime yabancı gördüğüm için değil." Tenime sürtünen dudakları boynumu buldu. Kokumu içine çekerek sıkı bir öpücük kondursa da öpüşünü derinleştirmeden öylece durdu. Saçlarımdaki elini çekip kolunu belime geri sardığında beni içine sokmak ister gibi göğsüne bastırırken konuşmaya devam ettim. "İki aydır dağlardasın. Gecen gündüzün yok. Yaraların var. Yorgunsun. Kimse ne Aslı'nın ne de benim yanımda durmuyorken sen Aslı'yı tanımadığın ve bana kızgın olduğun halde buradasın. Öfkeni yutup yanımda duruyorsun. Bir de..." söylemek üzere olduğum şeyin utancıyla sustum. Fırat git gide beni daha sıkı sararken askının üzerinden kırık olan kolumu öpüp, "bir de ne? Söyle," dedi.

Alt dudağımı ısırıp utancımı çabucak bir kenara bırakarak, "benimle evde olmayı, burada olmaya tercih edeceğini düşündüm," dedim. "Gerginliğinin sebebinin, en azından bir kısmının buna dayandığı fikrine kapıldım..."

Dudakları yanağımı bulurken, "doğru düşünmüşsün," dedi. Gözlerim şaşkınlıkla aralansa da doğru düşündüğümü içten içe biliyordum. Canan teyzeyle Bahar bazı geceler yanımda kalırken, yatıp iyice dinlen, Fırat gelince epey yorulacaksın, gibi şakalar yapıyorlardı. Erkek adam dağ başında karısını özlermiş. Utancımdan yerin dibine giriyordum. Fırat böyle söyleyince de utanmıştım. Ama konuyu ben açtığım için sessiz kalıp yüzümü boynuna gömdüm. Kokusunu içime çekip ciğerlerime hapsederken gözlerimi sıkıca yumdum.

"Ama şu an evimizde olsak da dokunamam sana. Arkadaşın iyileşene kadar birkaç gece sıkarım dişimi. Yaralıyım, yorgunum, kızgınım sana, eyvallah. Ama bunların hiçbiri sensiz geçecek şeyler değil. Konuşacağız hepsini. Üstünü örtmüyorum. Sadece bir süre görmezden geleceğim. Sen de zorlama, tamam?"

Boynunu öpüp, "Tamam," dedim. "Ama Aslı. "

Dudakları saçlarımın arasında gezinirken, "ne?" dedi.

"Onun adı Aslı," dedim. "O kadın ya da arkadaşım değil. İsmini söyleyebilirsin."

"Hoşlanmıyorum."

Kaşlarım çatıldı. Başımı geri çekip yüz yüze gelmemizi sağladım.

"Aslı'dan mı?"

"Hayır, zorunda kalmadıkça senin dışında bir kadının adını ağzıma almaktan hoşlanmıyorum. "

Gülümsedim. Sadece benim dışımda kadınların değil, ben onun dışındaki erkeklerin adını ağzıma aldığımda da bundan hoşlanmıyordu. Ama ben onun kadar sorun etmiyordum bu durumu.

"Aslı'nın adını ağzına alabilirsin, adını ağzına almaman gereken kadınları ben söylerim sana."

Dudaklarından belli belirsiz bir tebessüm geçti. Başımı yüzüyle geriye doğru itip boynumun altını öperken, "tamam," dedi. "Pastaneden bir şeyler aldım sana, ne içmek istersin yanında? Gidip alayım."

Dudakları boynumun altında öylece dururken kokumu soluyordu.

"Gerek yok, sen burada Aslı'nın yanında dur, ben gidip alırım. "

"Hazan, söyle ne istiyorsan. Kolun yaralı bir şey olur şimdi. Kızdırma beni."

"Peki, çay istiyorum. Ama karton ya da pet bardakta olmasın, olur mu?"

Boynumun altını peş peşe öpüp, "emrin olur," dedi.

********

Yatağın üzerinde oturuyordum. Fırat'a ısrarla yanımdan gitmesini söylememe rağmen elimdeki açmayı yerken yanımda duruyordu. Çay dolu beyaz kupa bardaktan bir yudum içtim. Dün gece aramız bozuk olsa da Fırat'ın bana yedirdiği bir kase çorba, bir tabak kuru fasulye - pilav, dört fındık lahmacun ve bana aldığı dürümden sonra kendi dürümünü de yedirmesinin ardından zorla çatal çatal yedirdiği ciğerle mide fesadı geçirmeden sabaha ulaşmış olmanın yanı sıra onca şeyi tam olarak sindiremediğimden aç değildim. Yine de Fırat'ı kızdırmamak için küçük küçük lokmalarla açmamı, simitimi, kıymalı börek ve domates, salatalık, peynir, zeytin gibi şeyleri ayaklı masanın üzerinden yemeye çalışıyordum.

Fırat biraz gerimde otururken bir kolu belime sarılı bir vaziyetteydi. Sırtım göğsüne yaslıydı. Siyah kordonlu saatinin takılı olduğu bileğindeki eliyle telefondan bir şeylere bakıyor, karnımın üzerinden belime sarılı olan eliyle ise göbeğimi okşarken ara ara beni öpüyordu. Gözlerim Aslı'nın 88'de atan kalp ritmini buldu. İyiydi. Az önce bir hemşire gelip onunla ilgilenmiş, serumunu değiştirip gitmişti. Uyanmasını istiyordum artık.

Sıkıntıyla içimi çekip önüme döndüm. Ağzıma attığım peyniri çiğnerken Fırat biraz öne doğru eğilip telefonunu göstererek, "ne bu?" dedi. Gözlerimi bir banka hesabındaki para tutarının yazdığı ekranda gezdirirken, "banka hesabı," dedim.

Sertçe soluyup nefesi boynuma vururken, "sana bıraktığım kartın hesabı," diyerek düzeltti beni. Biliyordum zaten.

"Evet," dedim.

"Niye dokunmadın paraya?"

"İhtiyacım olmadı. "

"O zaman kendi kartlarından da hiç harcama yapmamış olman lazım, yaptın mı?"

Tehditkâr sesi beni geriyordu. Para harcayınca kızan insanlar görmüştüm ama ilk defa harcamadım diye kızan biriyle karşılaşıyordum. Bana operasyona gideceği gün Saadettin abilere giderken limitsiz bir kredi kartı vermişti. Ne istiyorsan al, önünü arkasını düşünme, demişti. Yapım gereği çok fazla alışveriş yapmayı seven biri değildim. Elbette birkaç ufak tefek harcamam olmuştu. Emine teyzenin evine hediye almıştım, oğlu Adem'e bir sürü kitap ve bir bilgisayar hediye etmiştim. Zeynep'in doğum gününde ona da bazı hediyeler ve bir bilgisayar almıştım. Bir ara arabam arıza yapmıştı. Dedemlerin kaldığı apartman dairesinin elektiriğini, suyunu, doğalgazını ve kirasını da kartımdan otomatik olarak ödüyordum. Az biraz sigortaya da borcum vardı. Fön makinem bozulmuştu. Birkaç saç ve cilt bakım ürünü almam gerekmişti. Kredi kartıma borçlanmıştım ama yüksek bir mebla değildi, maaşım yatınca öderdim.

Çekingen bir sesle, "birkaç ufak tefek harcama yaptım tabii," dedim. Yüzü yüzüme çok yakındı. Dudakları neredeyse yanağıma değerken beni izliyordu. Belimdeki kolu iyice sıkılaşıp sırtımı göğsüne yapıştırmıştı. Sıcaklığı kor olup içimi yakıyordu.

"Ne kadar küçük?"

Yutkundum. Sanki cinayet masada sorguya çekiliyordum. Niye bu kadar geriliyordum ki? Alt tarafı onun değil kendi paramı harcamıştım. Borç benim borcumdu. Kimseden çalıp çırpmamıştım. Ne vardı sanki bu kadar kızacak?

Yavaşça yüzümü ona dönüp göz ucuyla kaçak göçek gözlerine baktım.

"Hesap mı soruyorsun bana?"

"Evet, cevap ver. "

"Vermeyeceğim. "

"Hazan!"

"'Ne? Harcadıysam kendi paramı harcadım. Niye sana hesap veriyorum ki?"

"Sana harcadığın paranın hesabını mı soruyorum? Lafı çarpıtırma. Niye dokunulmadı bu paraya?"

Elimdeki çatalı sıkarken, "dokunmadım işte," dedim. "Benim kendi param da kartım da var. Paramın yetmediği yerde kredi çeker, sonra da öderim. Bana kartını vermene ihtiyacım yok."

Yoktu. Zaten kartın nerede olduğunu bile bilmiyordum. Odamdaki çekmecelerden birinin derinliklerinde bir yerlerde olmalıydı. Evle restoranı üzerime yapmıştı. Mehir olarak verdiği 150 gram altın bir yana ailesinin taktığı takılar da cabasıydı. Tuttukları evin kirasını, elektiriğini, suyunu, doğal gazını Saadettin abi ödemişti. Fırat'ın daha evvelden annemin beş yüz binlik borcunu ödeyişi de hâlâ aklımdaydı. Evliydik artık, yeniden ödeyeceğim diye tutturamazdım, bu bizi şiddetli bir tartışmaya sürüklerdi ama hayatımın hiçbir yerinde Fırat'a bugün olduğumdan daha fazla yük olmak istemiyordum. Hem annem de uzunca bir zamandır kumar borcu yapmamıştı. Yapsa bile bu saatten sonra öder miydim bilmiyordum ama para konusunda sıkıntı yaşamıyor olması güzeldi.

Vücudu sinirden kasılırken belimdeki kolu daha da sıkılaştı. Alnını yavaşça şakağıma vurup burnu ve dudakları yanağıma değerken gözlerimi yumdum. Sıktığı dişlerinin gıcırtısı kulaklarıma doldu. İçime titrek bir nefes çekip yutkundum. Telefonu tuttuğu elini göğüslerimin altından karnıma sardı. Kalbim göğüs kafesimde hızla atarken çatalı bırakıp elimi koluna koydum. Midemin içi cayır cayır yanıyordu. Alıp verdiğim nefesler düzensizleşmişti. Ondan korkup korkmadığımı bilmiyordum ama öfkesi hoşuma gitmiyordu.

"Kocanım ben senin," dedi. Sesi her zamankinden daha kalın ve baskındı.

Kolunun üzerini onu sakinleştirmek istercesine okşayıp, "öylesin," dedim. "Ama bu bazı şeyleri değiştirmez. Para konuşmak istemiyorum Fırat, lütfen. "

"Borcun mu var?"

"Fırat..."

"Sana bir soru sordum, cevap ver. Var mı yok mu?"

Bıkkınca bir nefesi alıp verdim.

"Küçük bir miktar. Ödüyorum ben."

"Ne kadar?"

"Fırat!"

"Şşş! Söyle, ne kadar?"

"İstemiyorum. "

Sebebini anlamadığım bir şekilde birden üzerimde çok fazla baskı hissettim. Gözlerim doldu. Gerginlikten dolayı vücudum ısınırken bunalmıştım. Kolları arasından çıkmak istiyordum ama çok sıkı sarılıyordu. Para konuşmak istemiyordum işte. Neden üzerime bu kadar geliyordu ki?

"Hazan..."

"Bırak."

Alnını şakağımdan ayırıp yüzüme baktı. Yanağımı öpüp, "Hazan niye ağlıyorsun," dedi. Dolan gözlerimin yaş döktüğünü o an fark ettim.

"Para konuşmak istemediğimi söyledim sana. En son annemin borcunu ödediğinde konuşmuştuk bunu. Ben senden para falan istemiyorum. "

Bir müddet sessiz kalıp, "tamam, sonra konuşalım," dedi. "Ye yemeğini, ağlama."

Para konusunu kapatmıyordu. Sonra konuşalım, diyerek beni sakinleştirmek için geciktirme yoluna gidiyordu. Aylardır ona hasrettim, çok özlemiş, özledikçe de daha çok sevmiştim ama bu hâli kızdırıyordu beni. Onunla kavga edip tartışmak istemiyordum. Üzerimizde evimize gidip sarmaş dolaş olamamanın verdiği bir gerginlik olduğunu biliyordum. Bir sebepten bana yavrum, bebeğim, canımın içi gibi şeyler de söylemiyordu. Huzursuzdum. Hiçbir söylediğimi kabul etmiyor, sürekli bana kendi isteklerini dayatıyordu. Değişmiş ve daha sert birine dönüşmüş gibi hissediyordum. Belki biraz zaman geçince eski haline dönerdi. Bu hâli korkutuyordu beni.

"Tamam."

Eliyle tenimi severek yanaklarımdaki ıslaklığı sildi. Boynumu öpüp, "afferin sana," dedi. Yarısını yediğim açmayı elime alıp bir parça bölüp ağzıma attım. Aslında yemek istemiyordum ama bunu söylersem kızardı. Yüzümdeki eli saçlarımı severken dudağımın kenarını öptü. Ardından da kolunu belime geri sarıp yüzünü boynuma gömdüğünde kokumu soluyarak öylece durdu. Açmamı yiyip çayımı bitirirken de başını hiç kaldırmadı. Nefes alışverişlerinden anladığım kadarıyla uyumuyordu. Ama dakikalardır aynı pozisyonda hareketsiz duruşu tuhaftı.

Çayımdan son yudumu alıp kupayı masaya bıraktım. Camdan dışarıya baktığımda güneş iyice yükselmişti. Fırat'ın kolundaki saate baktım. 09.44'ü gösteriyordu. Tarık Güngör'ün ne zaman geleceğini düşündüm. Telefonum yanımda yoktu. Nasıl iletişim kuracaktık ki şimdi? Tarık Güngör'ün numarası ezberimdeydi. Fırat'ın telefonundan arayıp görüşeceğimiz saati ayarlayabilirdim.

Omzumun üzerinden Fırat'a döndüm. Yüzüm saçlarına gömülürken kokusunu içime çekip saçlarını öptüm. Yüzünü boynuma bastırıp tenimi öptü.

"Fırat?"

"Hı?"

"Telefonunu alabilir miyim?"

"Al."

Belime sarılı olan elinden telefonunu aldım. Banka hesabından çıkıp Tarık Güngör'ün numarasını tuşlayıp aradım. İkinci çalışta açıldı.

"Alo?"

Telefondan yükselen sesle, Fırat'a göre erkek sesiyle başını boynumdan kaldırıp yüzüme baktı. İçimden Tarık beyin Dilek'in adını dillendirmemesini dilerken, "Tarık bey benim, Hazan," dedim.

"İyi oldu aradığınız, sabahtan beri size ulaşmaya çalışıyorum. "

"Üzgünüm, telefonum yanımda yoktu."

"Hastanede misiniz hâlâ?"

"Evet."

"Tamam, yarım saate oradayım. Size bu telefon üzerinden ulaşabilir miyim?"

Fırat'a baktım. Yarım saat içerisinde bir yere gitmesinin gerekip gerekmediğini bilmiyordum. Onu rahatsız etmek istemezdim. Fırat gözlerini kapatıp açarak onayladı. Gülümseyip, "ulaşabilirisiniz," dedim.

Telefon kapandığında Fırat'ın yanağını öptüm.

"Teşekkür ederim. "

Gözlerime sert bir ifadeyle bakarken, "numaralar ezbere biliniyor," dedi. Yine bir tartışmaya sürüklendiğimizi hissederken içim sıkıldı.

"Seninkini de biliyorum."

"Bu ikisini birbiriyle kıyaslayamazsın. Ben kimim, o kim?"

"Sen kocamsın, o iş arkadaşım. Fırat yapma. Fotografik hafızam olduğunu biliyorsun. Bir kere görsem bile aklımda kalıyor. Ona özel bir şey değil ki bu."

Birkaç saniye gözlerime bakıp gözlerini kapatarak solumuzda kalan pencereye döndü. Gözlerini açıp öylesine gökyüzünde süzülen güvercinleri izlerken, "öyle olsun," dedi.

"Öyle zaten. Sana duyduğum sevgiden şüphe mi ediyorsun?"

Gözleri anında beni buldu.

"Asla," dedi kesin bir dille.

Bir an olsun teklemeden verdiği bu cevap içimde bir yerleri okşarken, "o zaman neden böyle davranıyorsun bana?" dedim istifimi bozmadan. "Sürekli kızıyorsun Fırat. Yağız'la Kim Chin yüzünden de dün o kadar trip attın bana. Derdin ne benimle?"

"Trip falan atmadım ben sana, doğru konuş. Sürekli, sesimi çıkarmıyorum diye de şu heriflerin adını ağzına alıp durma, delirtme beni. "

"Bu mu şimdi konumuz? Beni gerçekten dinleyip duyuyor musun Fırat? Sonra seni görüp duymayan ben oluyorum. "

İçini çekip alnını alnıma dayadı.

"Duyuyorum. Sen dışında herkese sağırım ben. Gerginim sadece, çok çabuk sinirleniyorum, farkındayım. Derdim de sensin. Biraz idare et beni, olmaz mı?"

"Cihan abinin söyledikleri yüzünden mi? Fırat yapamazlar, öylece kafama sıkıp..."

"Şşş! Konuşma şöyle. Beni öldürmeden sana dokunamazlar zaten. Başka şeyler de var. Vakti gelince konuşuruz, tamam?"

"Peki. Şurayı toplayıp sohbet edelim mi? İyi gelir belki."

Gözleri masayı buldu. Alnını alnımdan ayrıp çatılan kaşlarıyla, "hiçbir şey yememişsin," dedi azarlayıcı bir sesle.

"Doydum. Dün akşam da çok yedim zaten. Fırat'ım zorlama, nolur?"

Sıkıntıyla içini çekip, "ne kadar zayıfladığının farkında mısın?" dedi. "Kollarımın arasında yok oluyorsun."

"Farkındayım, ama verdiğim kiloları bir günde aldıramazsın ki bana. Hem sen böyle yanımda oruçlu oruçlu otururken boğazımdan geçmiyor. Akşam birlikte yeriz, olur mu?"

"Yiyeceksen dışarıda beklerim."

"Yemeyeceğim, çayım da bitti zaten, kuru kuru yenmez."

"Yenisini getiririm. "

Bahane uyduruyordum. Derdim onun yanımda oluşu ya da çayımın bitişi değildi. Sadece yemek istemiyordum. Ama Fırat her bahaneme bir karşılık buluyordu. Söz konusu ben olduğumda hiçbir şeye erinmiyor, her zaman benim için bir şeyler yapmak üzere hazır bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu. Bu huyunu seviyordum, ama bazen bunaltıcı olduğu da bir gerçekti.

"İstemiyorum."

*********

Fırat masayı toplarken ben de Bahar'ın getirdiği ilaçları içip dişlerimi fırçalamıştım. Odaya geçip koltukta oturan sevdiğim adamın yanındaki boşluğa, ayağımdaki terliklerimi çıkarıp oturdum. Bacaklarımı altımda toplayıp göğsüne sokuldum. Kolları hemen beni sararken dudağımla burnumun arasını öptü. Başım göğsündeydi. Hızlı kalp atışlarının ritmi kulaklarımı dolduruyordu. Benim kalbimde en az onunki kadar hızlı atarken Fırat'ın yokluğunun benden neleri eksiltiğini daha iyi anlıyordum. O yanımda yokken kalbim, geceleri Fırat'ın şehit oluşları, okunan selalar, omuzlarında ayyıldızlı bayrağa sarılı bir tabutla uygun adım yürüyen tören taburu, Canan teyzenin feryatları, sürekli bir döngü hâlinde sol yanım boş bir şekilde uyandığım yatağımızla dolu kabuslarım dışında hep tekdüze bir ritimle atardı. En son ne zaman heyecanlandığımı bile hemen söyleyebilirdim, çünkü Fırat gittikten sonra hiçbir şey beni kalbimin ritimlerini hızlandırıp heyecanlandıracak kadar cezbetmemişti.

"Üşümüşsün."

Askıdaki kolumu okşayan sert bir deriye sahip büyük ve kaba eli tişörtümün ve askının açıkta bıraktığı tenimde geziniyordu. Evet, biraz üşümüş, bu yüzden de hemen kocamın kollarının arasına sığınmıştım. Bedenimi bilmiyordum ama içim sıcacaktı. Koltuğun kenarındaki ceketini alıp üzerime örttü. Beni iyice sarıp sarmalayıp göğsüne hapsederken içimden Allah'a bu an için binlerce kez şükür ettim.

Beline sarılı olan sağ kolumu tutup çözdü. Sırtımı göğsüne yaslayıp kolumu ceketin içine sokarken saçlarımın arasındaki yarayı öptü. Fırat'ın oldukça büyük olan ceketinin altında yok olmuştum. Elleri kollarımı okşarken, "sabah neredeydin?" diye sordum.

Şakağımı öpüp, "askeriyeye gittim," dedi.

Başımı geriye atıp yüzüne bakmaya çalışırken, "neden o kadar erken gittin ki?" dedim.

Burnumu öpüp yüzünü dudaklarımın üzerine koydu. Yanağını dudaklarıma sürttüğünde tenini koklayıp öptüm.

"Operasyon raporunu doldurmam gerekiyordu. Birkaç küçük evrak işi vardı. Albaya sözlü rapor verdim. Yeni gelen acemi birliğiyle ilgilenmesi için benim yerime başka bir komutan ayarlayıp birkaç gün izin istedim. Revire uğrayıp Emir'e baktım. " Sağ elimi tutup dudaklarına götürdü. Avuç içimi koklayarak öptü. "Falan filan işte."

"İyi mi?"

"İyi," dedi. "Güzel yere nişan almışsın. Ne kemiğe ne de atardamarlardan birine denk gelmemiş. Birkaç güne toparlar."

Dudaklarımın üzerindeki yanağını bir kez daha öpüp elindeki elimin incecik uzun parmaklarını, benim parmaklarıma nazaran oldukça kalın olan başparmağına sardım. Bu halde parmağı avcumun içindeydi. Başımı önüme eğip dudaklarımı teninden ayırıp ellerimize baktığımda küçük bir bebeğin babasının parmağına tutunması kadar mucizevi ve huzur verici bir görüntüyle karşılaşmıştım. Fırat göğsünde duran ellerimizi dudaklarına götürüp parmaklarımı öptü. Ardından etli ve dolgun dudakları kulağımın altını bulup orayı da öperken, "bebeğim benim," dedi kısık bir sesle.

Onca zaman sonra o davudi sesinden bunu duymak içimi kıpır kıpır etmişti. Şimdiye kadar bana böyle seslenmediği için ona kızgın olan yanım neyin değiştiğini sorguluyordu. Yine de onunla tartışmak ya da birazcık bile olsa gerilmek istemediğimden bu soruyu ona sormadım. Bunun yerine, "kızdın mı bana?" dedim.

Karnımı okşayan eli göbek deliğimden kasıklarıma uzanan çizgi üzerinde daireler çiziyordu. Tişörtümün altında sütyenimden başka bir şey olmadığı için elinden yayılan elektirik olduğu gibi tenime geçerken ürperip kasıldım. Bu okşanmalar içimdeki kocasını özleyen kadına hiç iyi gelmiyordu. Boynumu koklayıp öptüğünde yutkundum.

"Hangi konuda?"

Bana kızgın olduğunu inkâr etmiyordu. Bunu hiçbir zaman yapmamıştı. Belli belirsiz düzensizleşen nefeslerimle, "Emir'i vurduğum için," dedim. "Sonuçta senin askerindi. Yaralanması senin sorumluluğundaydı. Albaya bunun hesabını da vermek zorunda kalmışsındır."

"Albay durumun farkında. Sormadı bile. Aksi olsa dahi ben sorumluluk almaktan kaçacak bir adam değilim. Emre itaatsizlik etti. O mermiyi yemese başka bir ceza alacaktı. Sana birçok şey için kızgınım, ama bu o şeylerden biri değil."

"Yine de özür dilerim. "

Gözümün kenarını öperken, "affettim," dedi.

Parmağını daha sıkı kavradım.

"Sabah neden bana haber vermeden gittin? "

"Uyuyordun."

"Olsun, en azından gelip bir öpebilirdin."

Dudakları yanağımdayken göbeğimi okşayan eli durdu. "Öpmediğimi nereden çıkardın?" diye sordu.

"Hissetmedim. "

"Hissetmedin diye öpmediğimi söyleyemezsin. "

"Öptün mü?"

"Öptüm," dedi yemin eder gibi katı bir sesle. "Gece boyunca ayrılmadım yanından. Kaç kere üstünü açtın, kaç kere örttüm. Kaç kere yataktan düşerken tuttum seni. Kaç kere kolunun üzerine dönerken durdurdum."

"Hiçbirini hissetmedim ama."

"Çok derin uyuyordun, normal."

Fırat yokken bu kadar derin uyumuyordum. Sitede en ufak bir kapı çarpma sesine uyanırdım. Üst katımda oturan çift her gece kavga ederdi, mecbur dakikalarca onları dinlemek zorunda kalırdım. Adam karısına çok ağır sözler söylüyordu. Kadında misliyle karşılık veriyor, fakat sabah yine hiçbir şey olmamış gibi siteden çıkıp gidiyorlardı. Tek bir gün bile Fırat bana öyle davransa bir dakika bile yanında durmazdım. Kadını yargılamıyordum. Benim elimde maddi gücüm vardı, ama o kadının olup olmadığını bilmiyordum. Belki de böyle yaşamaktan mutlulardır. Bazı insanlar sizin cehennem olarak adlandırdığınız yerlerde cennetti yaşarlar.

Sürekli kabuslar görüp sabahı sabah ediyordum. Ne kadar dar bir yerde yatarsam yatayım yataktan düşme huyum da yoktu. Genelde hastanelerde rahat edemezdim ama bu gece nasıl uykuya daldığımı bile hatırlamıyordum. Fırat'ın varlığı ruhumda lavanta yağı etkisi yaratıyordu.

"Ne yani, şimdi sen bütün gece hiç uyumadın mı?"

Karnıma sarılı olan kolunu sıkılaştırıp, "senden ayrı uyuyamadığımı biliyorsun," dedi.

Çatılan kaşlarımla ona dönüp, "o zaman gelip yanıma yatsaydın ya Fırat," dedim. "Uykusuz kalınır mı öyle?"

Yanağımdaki dudakları çekilip alnımı buldu.

"Seni rahatsız etmek istemedim," dedi. Alnını alnıma dayadı. "Ama madem öyle bu gece koynundayım."

Ona sokulup," tamam," dedim. Nedensizce heyecanlanmıştım. Sanki ilk kez birlikte yatacaktık. Vücudumu saran ateşle ceketi üzerimden atmak istedim, ama Fırat izin vermedi. Yüzünü boynuma gömdü. Saçlarını sevmek için elimi elinden çekmeye çalıştığımda göğsüne batırıp müsade etmedi. Ben de ona daha birçok şey sorup anlatmak istesem de susup onu rahatsız etmemek adına sessiz kaldım. Fırat'la doğum günümü konuşmak istiyordum. Bundan Bahar'a bile bahsetmemiştim henüz, herkesten önce Fırat'la paylaşmak niyetindeydim. Acaba bana hediye alır mıydı? Almasa bile bir önemi yoktu, yanımda oluşu, tek bir öpücüğü bile yeterdi. O benim en büyük hediyemdi.

Ceketin cebindeki telefon çalmaya başladığında Fırat bundan hoşlanmadığını belli eden sert bir nefesi alıp verdi. Başını boynumdan kaldırıp ceketin cebinden telefonu çıkardı. Ekrana bakınca daha da derinden çatılan kaşlarıyla bana dönüp telefonu uzattı. Tarık Güngör arıyordu. Telefonu alıp açtım.

"Alo?"

"Hazan hanım geldim. Neredesiniz?"

"Kafeteryaya geçin, geliyorum."

Aramayı sonlandırıp telefonu Fırat'a uzattım. Alıp koltuğun üzerine fırlattı. Yüzü gerilmiş, gözleri hırçın dalgaların gecenin karanlığını boğduğu bir okyanusa dönüşmüştü.

"Hemen geri geleceğim. Kızma. "

Gözlerime bakmadan,"kızmıyorum," dedi.

"Kızıyorsun."

Dilini ağzının içinde gezdirip bana döndü. "Kızmıyorum," dedi. "Hadi git gel bir an önce, buradayım ben."

Çenesini öpüp, "teşekkür ederim," dedim. Oturduğum yerden kalktığımda tutmayı bırakmadığı elim yüzünden kucağına düştüm. Elimi bırakıp beni koltuğa oturttu. Beyaz yünlü hırkamı poşetten alıp, üşürüm diye, kolumdaki askıyı çıkarıp giydirdi.

********

Kafeteryaya girdiğimde köşedeki masalardan birinde oturan Tarık Güngör'ün yanına gidip karşısına oturdum. Tokalaşmak için elini uzattı. Sıktım. Ellerimiz ayrılırken gözlerim masanın üzerindeki dosyalara kaydı.

"Ne bunlar?"

Tarık bey sıkıntılı bir yüz ifadesiyle ellerini masanın üzerinde birbirine kenetleyip ciddi bir sesle konuştu.

"Öncelikle geçmiş olsun Hazan hanım."

Hemen sadede gelmesi için baştan sağma bir, "sağolun," dedim.

"Nereden başlayacağımı bilemiyorum, bu yüzden en iyisi kitabın ortasından konuşmak. Dilek Bayram hakkında elime ulaştırdığınız deliller çok güçlü. Dilek hanım eğer Kenan Karadağlı'nın ifadesiyle aynı yönde bir savunma yaparsa, sizin de dediğiniz gibi zorla bu durumun içinde bulunduğundan fazla bir ceza almayacaktır. Ama bir TSK üyesi olduğu için vatana ihanet suçu, bir silahlı kuvvetler askerine iftira atmak, evrakta sahtecilik, terörle işbirliği içinde bulunma, bilgi sızdırma, suçları itiraf etmede zaman aşımı, kasıtlı susma gibi etkenlerden dolayı..."

"Tarık bey kusura bakmayın, sözünüzü kesiyorum ama bu kitabın baya başından bir paragraf. Bunları taktir edesiniz ki zaten biliyorum. Sorun ne? Direkt olarak söyleyin lütfen."

"Peki. VASÖ bu delilleri kullanmama izin vermiyor. Kenan Karadağlı hakkında aklı dengesinin yerinde olmadığına dair bir rapor çıkarıp devlet kayıtlarına geçmişler. Yani Dilek hanım hakkında Kenan Karadağlı'nın ifadesi doğrultusunda yapacağım her suçlama delil gözetmeksizin reddedilecek. Dilek hanımı tutuklamam bu koşullarda mümkün görünmüyor. Üzgünüm, sanırım Oğuz bey için yapabileceğimiz hiçbir şey kalmadı."

Masanın üzerindeki reddiye raporlarına bakarken masanın altında elimi yumruk yaptım. Tırnaklarımı avuç içime geçirip yutkundum. Oğuz'u içeride tutarak beni cezalandırmaya çalışıyorlardı. Bu Oğuz için elimdeki son umudumdu. Hapse gireli neredeyse üç ay olmuştu. Her geçen gün Oğuz'u biraz biraz yok ediyordu. Ona yeniden özgürlüğünü hediye etmek istiyordum. Doğum günümde yanımda olmasını hayal etmiştim. Tek istediğim adaletti. Kimsenin makamında mevkisinde gözüm yoktu.

"Ama 97. üst..."

"Bunu size bildirmemi o istedi."

Başımı salladım. Ona gerçekten güvenmiştim ve içimdeki kırgınlık gözlerimi doldururken elimden hiçbir şey gelmedi. Babamdan kalan hisseleri ona devredişim sorun değildi. Yaşadığım bu maddi kayıp canımı, güvendiğim yerden ikinci kez vuruluşumdan daha çok yakamazdı. Göğsümü saran yakıcı ve ezici bir his içimdeki hırsın ateşini harlarken sakin olmayı denedim. Son bir çıkış kapısı vardı elimde. Onu da zorlamadan bu yenilgiyi kabul etmeyecektim.

"Başka bir şey..."

"Yok Hazan hanım. Sadece üzgün olduğumu bilin. Şimdiye kadar Oğuz beyin suçsuzluğuna inanmadığımı itiraf etmeliyim ama şu an sizinle birebir olmasa da aynı öfkeyi duyuyorum. Eğer olur da yardım edebileceğim bir şey olursa..."

"Teşekkür ederim," diyerek ayağa kalktım. Tarık beyi geride bırakıp asansöre binerek üçüncü kata çıktım. Aslı'nın odasının önüne geldiğimde lavaboya gitmekle Fırat'a sarılmak arasında bocaladım. Oğuz'a bir sonraki karşılaşmamızın dışarıda olacağını söylemiştim. Yanına ancak gizli görüşler sayesinde gidebiliyordum ve o görüşleri de 97. üst ayarlıyordu. Bir daha Oğuz'u göremeyecek miydim? Elimdeki son kapı çelikten ve simsiyahtı. O kapının ardında Oğuz için aydınlığı bulmam çok düşük bir ihtimaldi. Başka bir yol olmalıydı. Ama nefeslerim sıkılaşırken mantıklı düşünemeyecek kadar büyük bir telaşa kapılmıştım.

Astım spreyine ulaşmak için odanın kapısının kolunu tuttum. Fırat bu halimin sebebini sorarsa ne diyecektim? Dilek meselesinden ona bahsedemezdim. O sırada kolunu tuttuğum kapının içeriye doğru açılmasıyla öne doğru savrulurken kendimi Fırat'ın kollarında buldum.

"Hop! Şşş!"

Kapının kolunda sıkışan parmaklarımla hızlı hızlı alıp verdiğim nefeslerin arasında acıyla inledim. Fırat beni tek koluyla kucağına alıp kapıyı kapattı. Koltuğa oturtup kıyafetlerimin olduğu poşetten astım spreyini çıkarıp yanıma geldi. Önüme diz çöküp spreyi dudaklarıma dayayıp üç kez ağzıma sıktı.

"Tamam mı?"

Telaşlı sesi bir parça sert, sorgulayıcı gözleri endişeliydi. Derin derin nefesler alırken başımı salladım. Spreyi koltuğun üzerine atıp kapının kolunda sıkışan elimi avcuna aldı. Parmaklarımı ileri geri hareket ettirip, elimin üzerine baskı uyguladı.

"Acıyor mu?"

"Bi - biraz."

"Ciddi bir şey yok. Sıkışmış sadece. Özür dilerim, tamam, çok özür dilerim. Fark etmedim sen olduğunu." Duraksayıp beni kucağına alırken, "gel buraya," diyerek dizlerinin üzerine yan bir şekilde oturttu. Elimi dudaklarına götürüp öptükten sonra nazikçe üzerini okşamaya başladı.

"Niye astımın tuttu senin? Ne yapıyordun kapının önünde? Niye girmedin içeri? O herif bir şey mi dedi bir şey mi yaptı sana?"

"Sen niye çıkıyordun odadan? Aslı'yı bırakıp nereye gidecektin?"

"Bakma bana şöyle. Ne düşünüyorsun Hazan? Söz verdim sana, kıyamet kopsa kımıldar mıyım yerimden?"

"Ne o zaman?" derken dolu dolu olan gözlerimden birkaç damla yaş düştü.

Elimi omzuna bırakıp bana daha sıkı sarıldı.

"Kapının kolunun hareket ettiğini gördüm. Şüphelendim, bir bakayım dedim, senmişsin. Cevap ver şimdi bana. Ne bu halin?"

"Bir şeyim yok, iyiyim," derken yüzümü boynuna gömüp ona iyice sokuldum. Sadece Fırat'ı istiyordum. Geriye kalan her şey ben yaklaştıkça uzaklaşan bir hayal gibi ellerimden kayıp gidiyordu. Hangi dala tutunsam elimde kalıyordu. Nerede hata yapıyordum? Doğru olduğunu sandığım yol aslında yanlış mıydı? Benden ya da Aslı'dan ne istiyorlardı? Cevap oradaydı ama ben henüz soruyu bulamamıştım. Sahi Aslı'ya uyandığında ne soracaktım? Seni neden öldürmek istiyorlar mı diyecektim? 96. üstün bahsettiği koddan haberin var mı? Ali'nin öldürülmesine neden engel oldun? VASÖ'yle ilgili ne biliyorsun? Orada neler yaşadın? Belki de sadece hiçbir şey demeden özür dilemeliydim. Peki ya Oğuz ne olacaktı? Avuçlarına bıraktığım umut tohumu yıllanarak üzümün şaraba dönüşmesi misali nefretle bezenen bir ateşe dönüştüğünde aramızda eriyen buzlar yeniden şekil bulduğunda bize ne olacaktı? Bu suçluluk duygusuyla nasıl yaşayacaktım? Aptalın tekiydim. Ne sanmıştım, erdemlice savaşacağımızı mı? İnsanlık tarihi kaç erdemli savaş görmüştü ki şimdiye kadar? Savaşların denklemi şu değil midir ; iyi + kötü = savaş? Genelde kötüyü eşitliğin diğer tarafına atmak gerekirdi ve iyi yalnız kalırdı. Sonrasını tahmin edecek kadar matematiğim iyi değildi fakat sanırım yalnız kalan hep kaybeden taraf olurdu.

"Hazan...yalan söyleme bana. Noldu?"

"Konuşmak istemiyorum," derken hüngür hüngür ağlamak üzere olduğumdan sesim çatallaşıp çatlamıştı.

Fırat bir koluyla beni sımsıkı sarıp eliyle saçlarımı severken, "ben dinlemek istiyorum ama," dedi. "Kim, ne bu hâle getirdi seni?"

"Ben..."

Dudaklarımdan kopan hıçkırıkla yüzümü boynuna iyice gömdüm.

"Hazan...Hazan'ım noldu? Doğru düzgün anlat şunu."

"Anlatacak bir şey yok. Ben aptalın tekiyim. "

Boynumu öperken sertçe soludu.

"Doğru konuş!" dedi buyurgan bir sesle.

"Ama..."

"Aması maması yok! Sen bile olsan benim sevdiğim kıza böyle bir şey söyleyemezsin, buna müsade etmem! Şimdi ya bana ne olduğunu anlat ya da ben kendim öğrenirim. "

"Anlatamam ki. Senin bilmemen gereken bir şey. Söylersem etik olmaz."

"Hazan siktirme ettiğini şimdi. Sen bu haldeyken sabredebilir miyim? İllaki bulur bir yolunu öğrenirim, yorma beni, hadi bir tanem, hadi canımın içi."

Boynundan ayrılıp ıslak yanaklarım ve dudaklarımla burnum akarken yanağını öptüm. Yüzünü yüzüme bastırıp saçlarımı sevmeyi sürdürdüğünde, "çok istiyorum," dedim. "Çok istiyorum seninle konuşmak ama..."

"Tahmin yürüteyim mi? İşini kolaylaştırır belki."

Bulabileceğini sanmıyordum ama yine de, "olur," dedim.

"O herifle senin aranda konuşulacak ve seni bu kadar üzebilecek tek bir mesele olabilir: Oğuz?"

"Doğru."

İyi başlamıştı, elbet bir yerde tıkanacaktı.

"Oğuz'u kurtarmak için delil arıyordun. Bu kadar üzüldüğüne göre önce iyiye ardından kötüye giden bir şeyler olmuş olmalı. Belki de bir delil buldun ama sonra o delil her neyse ortadan kayboldu?"

Başımı sallarken,"doğru," dedim. Delil hâlâ gözümün önündeyken birileri tarafından geçersiz ilan edilmişti.

"O delil Oğuz'un nişanlısı mı?"

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken yutkundum. Vücudum gerildi.

"Sen..."

"Ben de bir süredir ondan şüpheleniyorum. Bugün operasyon raporunu verirken albaya açtım bu konuyu. Senin de aynı iz üzerinde ilerlediğini, her an bir tutuklamanın gerçekleşebileceğini, tim komutanı olarak hazırlıklı olmamı söyledi. " Duraksayıp sıkıntılı bir nefesi alıp verirken yüz yüze gelmemizi sağladı. Gözlerime baktı. Saçlarımdaki eli yanaklarımı bulduğunda tenimdeki yaşları silerken, "eğer onun suçlu olduğundan eminsen sana yardım ederim," dedi. "Sadece ne yapmam gerektiğini söylemen yeter."

"Sen neden şüphelendin ondan? Bir şey mi gördün?"

"Hayır. Bir şey gördüm denemez. Oğuz'un bazı tavırlarından dolayı birini koruduğu fikrine kapıldım. O kadının, nişanlısı olduğu halde Oğuz'u bir kez olsun ziyaret etmemesi dikkatimi çekti. Oğuz tutuklanmadan haftalar öncesinde Kenan itiyle olmaları gerektiğinden fazla yakınlardı. Dediğim gibi net bir şey görmedim, benimki sadece şüphe. Ama seninki fazlasıyla üzerine gideriz."

Alt dudağımı ısırıp gözlerimi Fırat'ın gözlerinde gezdirdim. Onu bu işe bulaştırıp bulaştırmamak konusunda tereddüt etsem de en azından yanımda olmaya hazır oluşu kendimi daha iyi hissetmeme neden olmuştu. Birkaç gün önce albayla elimdeki delilleri paylaştığımdan bu durumu Fırat'a açmakta herhangi bir mahsur görmemiş olmalıydı. Şimdi berbat ettiğim bir çuval incirle birlikte askeriyeye gidip onu bilgilendirmeliydim. Bu sır Fırat'la sınırlı kalmalıydı.

"Ben...seni bu işe bulaştırmak istemiyorum. Etrafımdaki herkesin başına bela oluyorum. Eğer benim yüzümden sana da bir şey olursa..."

"Hazan bu senin yolun değil, bu bizim yolumuz. Her ne yaşayacaksak birlikte yaşayacağız. Ben herkes değilim. "

"Değilsin, her şeyimsin benim. Bu yüzden korkuyorum zaten, sana bir şey olursa ben ölürüm. "

Gözleri gözlerime kilitlendi. Derin ve sonsuz bir sevgiyle parlayan gözlerine aniden karanlık bulutlar hakim oldu. Gök gürledi, şimşekler çaktı, yıldırımlar düştü. Kaskatı kesilen bedeniyle gerilen kolları, dudak dudağa oluşumuzla yüzüme vuran yakıcı nefesi onu kızdırdığımı düşünmeme neden oldu. Ölürüm, dedim diye mi kızmıştı acaba? Ama ilk başta gururu okşanmış gibiydi. Artık ona sevgimi gösterirken çekinmiyordum. Bu bir sevgi gösterisi değil, keskin ve soğuk bir gerçekti. Fırat'ın olmadığı bir dünya, tek bir gün, tek bir saniye bile benim için tahayyül edilmeye değer olmadığı gibi yaşanmaya da değer değildi.

Başını boynuma gömdü. Bedenime mengene gibi sarılı olan kollarına karşılık tek kolumla ona sarılabildiğim kadar sarıldım. O sırada kapı çaldı. Kendimi geri çekip Fırat'tan ayrılmaya çalıştım. Bir süre bırakmasa da kapı ikinci kez çaldığında kollarını çözüp istemeye istemeye beni bıraktı. Kucağından kalkıp kapıyı açtım. Karşımda Canan teyze, Saadettin abi, Zehra, Bahar ve Harun vardı. Kapıyı ardında kadar açıp gülümseyerek, "hoşgeldiniz, buyrun," dedim.

Canan teyze, "hoş bulduk kızım," diyerek herkesin yerine cevapladı beni.

İçeriye giren, Bahar hariç herkes Fırat'a sarılırken Aslı'nın baş ucuna geçtim. Bu kalabalıkta kendini yalnız hissederdi şimdi. Onunda benim gibi her şeye rağmen onu sevecek bir ailesi yoktu. Elini tuttum. Yanlış olan her taş doğru olanın yerini almışken bu bilmeceyi kimse zarar görmeden nasıl çözecektim? Korkuyordum. Yenilgiyi kabul edecek kadar değil, ama korkuyordum.

Tuttuğum eli elimi sıkarken yara bere içindeki yüzüne baktım. Hâlâ aynıydı. Basit bir kas kasılması olabilirdi, ya da ben olduğumu hissetmişti. Fırat Zehra'ya sarılırken Canan teyze sırtını sıvazlıyordu. Gözlerim bir anlığına Aslı'ya bakan Harun'u buldu. Göz göze geldik. Gözlerini hemen gözlerimden kaçırdı. Bu kısacık an sebepsizce içime bir kurt düşürürken avucumdaki eli daha sıkı tuttum. Tehlikenin nereden geleceğini kestiremiyordum. Bu durum beni paranoyak edecekti.

"Ayh kızım ne olmuş bu kızcağıza?"

Canan teyzenin sesiyle ona döndüm. Ne diyeceğimi bilemezken Bahar imdadıma yetişti.

"Anne dışarıya çıkın artık. Enfeksiyon riski var, bu kadar kalabalık iyi değil. "

"Peki, tamam. Geçmiş olsun kızım. "

"Sağolun. "

Halihazırda açık olan kapıdan dışarıya çıkarlarken Saadettin abi Fırat'ı da götürdü. Kapı kapandığında odada yalnız kalmıştım. Koltuğa oturmak istesem de Aslı elimi bırakmamıştı. Yatağın kenarına iliştim. Boğazındaki sargılı yara kaldığı yerden canımı yakmaya devam ederken gözlerim doldu. Ben bunca şeyle başa çıkabilecek kadar güçlü değildim. Yapamıyordum işte. Tam başardım zannederken Oğuz yine kaymıştı ellerimden. Ya Aslı'yı da koruyamazsam? Hiçbir şey umrumda değildi. Ne gerçekler ne de babamın nasıl öldüğü. Ben sadece Aslı yaşasın istiyordum.

Dakikalar sonra Fırat geri döndüğünde hâlâ Aslı'nın elini tuttuyordum. Oğuz'u kurtarmak için yöntemler arayıp dururken başıma ağrılar girmeye başlamıştı. Şimdilik elimde iki seçenek vardı. Fakat ikisi de aynı derecede imkansızdı. Üçüncü bir seçenek bulmalıydım. Bunun için Aslı'nın iyileşmesi gerekiyordu. Onu burada bir başına bırakıp gidemezdim.

"Hazan."

Koltukta oturan Fırat'a döndüm.

"Efendim?"

"Yanıma gel."

"Neden?"

Oturduğu yerde öne gelip elini uzattı.

"Sarılmak istiyorum sana, gel. "

Yüzümde tatlı bir tebessüm peyda olurken Aslı'nın elini yavaşça bırakıp Fırat'ın yanına gittim. Uzattığı elini tuttuğumda beni kucağına çekti. Kollarını sıkıca belime sarıp yüzünü boynuma gömdü. Canan teyzeler gelmeden önceki halimizi almıştık. Tenimi öpüp kokumu içine çekerken bir kolumu boynuna sarıp ona ıyice sokuldum. Oturduğu yerde hareketlenip koltuğa uzandı. Koluma dikkat ederek beni de üzerine yatırdığında kalkmaya çalışıp, "Fırat ne yapıyorsun?" dedim. "Biri gelir şimdi. "

Gözleri yüzünde gezinirken alnımı öpüp,"gelmez kimse," dedi. "Bahar'la konuştum ilaç ya da kontrol saatlerinde arayıp haber verecek önceden. Koy başını, dur böyle. "

"Ama..."

"Şşş!"

Tuttuğu belimden beni biraz yukarıya çekip boynumu öpüp öylece durdu. Bana sarılıp uyumak istediğini fark ettim. Onu rahat ettirecek ya da mutlu edecek hiçbir şey yapamıyorken en azından buna karşı koymamaya karar verdim. Birilerine rezil olursak da olurduk. Umrumda değildi. En azından olmamasını diledim. Sağ elimi saçlarına çıkarıp usul usul severken yanağımı yanağına bastırdım. Gözlerimi kapatıp Fırat'la birlikte uyumayı denedim.

*********

3 gün sonra...

Hastane yatağında Fırat'la birlikte yatıyorduk. Saat sanırım sabaha karşı beşti. Gözlerimi karşımdaki pencereden görünen lacivert gökyüzünde gezdiriyordum. Elim Fırat'ın belime sarılı olan elinin üzerindeyken başımı koluna koymuştum. Dudakları saçlarımın arasındaydı. Alıp verdiği düzenli ve sakin sıcak nefesleri saç diplerime vuruyordu. Göğsünün sıcaklığı sırtıma yuva olurken varlığı sabah saatlerinin bu ürpertici havasını dağıtıyordu. Parmaklarımı parmaklarının arasından geçirip sırtımı göğsüne bastırdım. Belimdeki kolu sıkılaşıp beni kendine doğru çekse de uyuyordu. Ben de uyumak istiyordum fakat gözlerimi ne zaman kapatsam Aslı'nın dün gece ki hâli gözlerimin önüne geliyordu. Doktorların söylediğine göre travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklı kriz geçirmişti. Bedeni kendini yavaş yavaş toparlasa da ruhunun yeniden ışığını kazanması hayli zaman alacak gibi görünüyordu.

Doktor Ümit bey Aslı'yı bugün uyandırmayı planlıyordu. Uyandığında ne yapacağımı düşündüm. Bir süre tüm bu olup bitenlerle ilgili ona hiçbir şey sormayacaktım. Aslı'ya başından geçenler ve onda bıraktığı izlerle barışması, en azından alışması için zaman tanımalıydım. Birden aklıma evdeki gitarım geldi. Aslı benden şarkı dinlemeyi çok severdi. Belki uyandığında ona en sevdiği şarkıyı çalabilirdim. Küçük İskender'den birkaç şiir okuyabilir, ona en sevdiği tatlıyı yapabilirdim. Bir süre hayatın normal akışında bir insan olduğunu hissetmesini sağlamak istiyordum. Ona sevildiğini göstermek ve canının VASÖ'de dönen entirikalardan ya da benim gerçekleri arayışımdan daha değerli olduğunu hissettirmek istiyordum. Neredeyse beş aydır yaşadığı yıkımı ona biraz olsun unutturnaktı niyetim.

Kolumdan dolayı tam olarak Fırat'a dönemesem de yattığım yerde sırt üstü uzanıp gözlerimi yüzüne diktim. Alnına düşen kömür karası asi tutamlar, esmere çalan buğday tenindeki çok değil ama bir parça kalın kaşlar, burnu, dudakları, kemikli yüzü derken uykuya dalamasam da bu yürek titreten yakışıklılığa dalıp gittiğimde sabahın laciverti sevdiğim adamın yüzünde tapılası bir hâl almıştı. Elini bırakıp parmaklarımı yüzünde gezdirdim. Saçlarını geriye doğru ittim, fakat saçları yeniden alnına düşüp eski yerini aldı. Birkaç kez daha ittirsem de bir işe yaramamıştı. Kaşlarım çatılırken sıkılmıştım. Elimi saçlarından çekip yanağına koydum. Usul usul tenini sevdim. Gözlerim kaç gündür aklımı bulandıran adem elmasını bulurken yavaşça başımı hareket ettirip Fırat'ı uyandırmamaya dikkat ederek dudaklarımı oraya bastırdım. Sıcacık teni, nane aromalı, erkeksi ferah kokusu sıcak bir yaz günü denize girmek gibi bütün vücudumu gevşetip rahatlatırken sevdiğim adamın teninin, hırçın ve alaycı bir deniz gibi beni boğmayacağını biliyordum. Denizin engin maviliğindense Fırat'ın karanlığı benim için daha güvenliydi. Bütün dünyadan kaçıp burada saklanmak istiyordum.

Kokusunu derince içime çekip yüzümü boynuna bastırdım. Tenini tenimde hissetmek o kadar güzeldi ki az evvel sıkıntılı bir siluetle ciğerlerimi dolduran nefeslerim şimdi huzurlu iç çekişlere dönmüştü. Fırat'ın teni benim gizli mabedim, korkuyla güvenin iç içe geçtiği asla tozpembe olamayacak karanlığım, kabus denemeyecek rüya alemimdi. Yalnız bir çocuğun hayali arkadaşı, masallara inanan küçük bir kızın harikalar diyarına geçtiği kocaman gizemli bir kapıydı. Her şeye rağmen onunla bu yaz bir sürü anı biriktirmek istiyordum. Yanımda olduğu her saniyeye derin anlamlar yüklemek, dakikalarca nefesim kesilene kadar öpüşmek, gücüm tükenene, kendimden geçene kadar sevişmek, birlikte kitap okumak, bir filmi baştan sona izlemeyi başarmak, bahçedeki ağaçlara hamak kurmak, bir piknik örtüsünün üzerinde güneş ışınları tenime vururken kuşların cıvıltısına arıların vızırtısının karışmasını dinlemek ve tüm bu anların içinde kendi varlığımı Fırat'ın varlığıyla yok etmek istiyordum. Fırat bir askerdi, bense henüz ne olduğunu çözememiş, kim için savaşacağını, kimi düşman, kimi dost belleyeceğini henüz ayıramamış kayıp bir ruhtum. Normal çiftler gibi kurduğum bu basit hayallere kavuşup kavuşamayacağımı bilmiyordum. Belki de hepsi bir hayal olarak kalır, benim zihnimde doğdukları gibi benimle birlikte ölürlerdi. Ama yine de istiyordum işte.

Başımın altındaki kol hareketlenip bir el saçlarımı sevmeye başladığında dudaklarımın üzerinde olduğu adem elması Fırat'ın yutkunuşuyla aşağı yukarı hareket etti. Belimdeki kol sıkılaşırken alnıma kondurulan öpücükle alt dudağımı ısırdım. Gözlerimi kapatıp hiçbir şey görmezsem görünmez olurum fikriyle saklanmaya çalıştım. Tamam, kocamdı ama yanlış bir şey yaparken yakalanmışım gibi hissediyordum.

"Yavrum..."

Uyku mahmuru erkeksi tok sesi kulaklarımı doldurdu. Kaba ve kalın olmasına rağmen o kadar güzel bir ses tonu vardı ki, sinirli olduğu zamanları saymazsak, dudaklarından dökülen her kelime bir şiir, ilâhi bir emir gibiydi. Göğsümde kabaran sevgi nefesimi keserken iç geçirip, "hı?" diye bir mırıltı çıkardım.

"Ne zaman uyandın?"

Sorusu beni rahatlatmıştı. Boynunda ne yaptığımı sormasını istemiyordum.

"Bilmem, uzun zaman oldu. "

Saçlarımı diplerine masaj yaparak severken, "iyi misin?" dedi. Konuşurken boynunda titreşen ses tellerini hissedebiliyordum. Kasılıp gerilen vücudu bu kadar yakınında olmamdan tahrik olduğunu gösterirken, "iyiyim," dedim. "Sen?"

Sessiz kaldı. Birkaç gün sıkarım dişimi, demişti ama Aslı'nın iyileşmesinin birkaç günden fazla süreceğini o da biliyordu. Görmezden gelmeye çalışsam da sertliğini bacağımda hissediyordum. Geçen üç günlük süre içerisinde her gün hissettiğim gibi, bana yakın olmak da benden uzak durmak da onu zorluyordu. Ben de onu istiyordum ama bu konuda Fırat'tan daha iradeliydim. Sadece sarılıp öperek tatmin olabilirdim ama Fırat olamıyordu. Aramızdaki cinsel gerilim, sürekli kalçalarıma ve göğüslerime kilitlenen bir çift kara göz, iftardan sonra bulduğu ilk fırsatta dudaklarıma yapışan dudaklar, sahurdan önce onbeş dakikalık yürüme mesafesindeki siteye gidip kısa bir duş alarak geri gelişi bu duruma daha ne kadar dişlerini sıkıp katlanabileceği konusunda beni tedirgin ediyordu. Ağzımı açıp, eve git de diyemiyordum çünkü istediği ev değil, bendim. Dün bana, yemeğe suya dokunamamak mesele değil de sana dokunamamak sınıyor beni," demişti. Gündüz oruç olmasa belki kısacık bir an eve gidip rahatlatabilirdim kocamı ama Aslı'yı gece burada bir saniye bile yalnız bırakamazdım.

Yüzümü boynundan kaldırıp Aslı'ya baktım. 84'te atan kalp ritmiyle sakince uyuyordu. Kriz geçirirken kalp ritmi 130'u bulmuştu. Başımı Fırat'ın koluna koyup gözlerine baktım. Esrarengiz bir ormanın karanlık dehlizlerini, birbirine giren ağaç dallarının ve içinden hangi yabanî hayvanın çıkacağının belli olmadığı çalılıkların karmaşasını andıran bakışları gözlerimi kaçırma isteğimi tetiklese de direndim. Vahşi ve öngörülemez olsa da ben o ormanın günışığındaki halini de biliyordum. Korkulacak bir şey yoktu. Sadece biraz ilgi ve sarıp sarmalanmak istediğini biliyordum.

Yutkunup dilimin ucuyla dudaklarımı nemlendirdim.

"Özür dilerim, " dediğimde yüzünü yüzüme yaklaştırıp alınlarımızı birleştirdi. Saçlarımdaki eli yanağımı buldu. Tenimi okşayıp severken, "Hazan," dedi. Bir şey isteyecek gibiydi. Sesinde bastırılmış bir istek, dışa vurmaya korktuğu bir çaresizlik vardı.

"Ne?"

Eli çenemi kavradı. Başparmağı alt dudağımı okşarken dudağımın kenarını öpüp, "bu akşam," dedi. Derinlerden bir yerlerden titreyen sesi yalvarır gibi bir hâl aldı. Ne isteyeceğini biliyordum ama cevap hayırdı. Devam etmesini bekledim. Dudaklarımın üzerini kokladı. "Eve gidelim. Yarım saat yeter."

Bize sevişmek için yetecek olan yarım saat Aslı'nın canına mâl olabilirdi. Sıklaşan nefesleriyle başını boynuma gömüp tenimi öpüp koklarken,"Fırat," dedim. İtiraz edeceğimi anlayınca iyice üzerime eğilip, belime sarılı olan elini atletimin içine sokup tenimi okşamaya başladı. Gece çok sıcak olduğu için kazağımı çıkarmıştım. Üzerimde sadece beyaz atletim vardı. Atletin yakasından taşan büyük göğüslerim Fırat'ın çok fazla dikkatini çekmişti. Bütün gece battaniyeyle kendimi saklamaya çalışıp kazağımı çıkarışımdan hiçbir şey anlamamıştım. Şimdi ise üzerimden sıyrılan battaniye göğüslerimi açığa çıkarırken kendime kızgındım. Bu halimin Fırat'ı tahrik edebileceğini en başından düşünmem gerekiyordu. Ayrıca oruçluydu, bana bu kadar yaklaşıp dokunması uygun değildi.

Sırtımda gezinen elini tutup atletimin içinden çıkardım. Boynumdaki dudaklarını çekip gözlerime baktı. Gözbebekleri görünmeyecek kadar koyulaşan gözleri göğüslerime kaydı. Sertçe yutkunduğunu gördüm. Gözlerini kapatıp başını arkaya atarak yastığa bıraktı. Ellerimizi ayırıp yatakta oturur pozisyona geldim. Yataktan inip beyaz terliklerimi ayağıma geçirdim. Fırat'ın yakıcı bakışlarını üzerimde hissederken koltuğun üzerindeki kazağımı aldım. Sütyenimi düzeltip dün gece Bahar'ın yardımıyla çıkardığım kazağı askıdaki kolumla tek başıma nasıl giyeceğimi düşünürken Fırat'ın, "gel buraya," diyen sesini duydum. Yapamazdım. Benim yüzümden canının yandığını görmekten hoşlanmıyordum. Derin bir ihtiyaç ve arzuyla dolu olan bakışları benliğimi cayır cayır yakıyordu.

"Ben hallederim," dedim. Koltuğa oturup gözlerimi ona değdirmeden askıyı boynumdan çıkardığımda Fırat birden yanımda belirmişti. Koltuğa oturup kazağı elimden aldı. Askıyı kolumdan çıkarıp bir kenara koydu. Kazağı başımdan geçirip göğüslerime bakmadan giydirdi. Askıyı koluma geri taktığında yüzüme değmeyen gözleri içime bir taş olup oturmuştu. Yanımdan kalkarken elini tutup buna müsade etmedim.

"Fırat...yapma böyle, nolur?"

Gözlerini odanın içinde gezdirip bana bakmazken, "yapmıyorum bir şey, yatağa geçip uyu," dedi. Yeniden yanımdan kalkmaya meyil ettiğinde elini daha sıkı kavradım.

"Sen?"

"Biraz dolanıp gelirim."

"Gitmesen olmaz mı?" dediğimde gitmesini istemiyordum. Ama yanımda kalmak da ona iyi gelmiyordu. Günlerdir benimle birlikte bu hastane odasındaydı. Eve duş almaya gitmek, bana yiyecek bir şeyler almak dışında yanımdan ayrılmıyordu. Ve benim ona verebildiğim tek şey bir kolumla sarılmak, öpmek, uyumaktı. Fazlasını istiyor diye ona kızamazdım. Aslı'yı bırakmam da mümkün değildi. O an Zehra'nın bir arkadaşının hamilelik döneminde cinsel ilişkiye giremediği için kocası tarafından aldatıldığı aklıma geldi. Bir gün balkonda yaprak sarma yaparken anlatmıştı. Arkadaşı ailesinin arabuluculuğuyla, erkek adamdır, bir kereden bir şey olmaz diyerek affetmişti kocasını. Ama ben Fırat öyle bir şey yaparsa kaldıramazdım. Değil affetmek, bir daha yüzüne bile bakmazdım. Düşüncelerim gözlerimi doldururken elini bıraktım. Gitmek istiyorsa gitsindi.

Yanından kalkıp yatağa geçtim. Terliklerimi çıkarıp uzandım. Fırat'ın evden getirdiği yumuşatıcı kokan gri battaniyeye sarılıp gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Boğazımdaki hafif acıyla birkaç kez öksürürken ayak seslerini duydum. Kapının açılma sesini duymayı bekledim, beklediğimin aksine ayak sesleri giderek yaklaştı. Battaniyenin diğer tarafının açıldığını hissettim. Ardından sıcaklığı sırtımdan dolaşıp bütün bedenimi sardı. Kolu belime dolanıp beni kendine çekerken yanağımı öptüğünde gülümsedim.

"Olur," dedi. Önce ne dediğini anlamasam da sonra az önce ki soruma cevap verdiğini anladım. Gitmesen olmaz mı, demiştim ve o da gitmemişti. Karnımın üzerindeki elini tuttum. Kulağımın altını öperken, "özür dilerim," dedim. "Ne hâlde olduğunu, nasıl hissettiğini biliyorum. Ama Aslı'yı burada tek başına bırakamam. Lütfen, kızma bana, olur mu?"

Burnunu saçlarımın arasında gezdirirken, "bilmiyorsun," dedi. "İki ay, üç gündür senin hayalini kuruyorum Hazan. İki ay neyse de üç gündür gözümün önündesin. Elimi uzatsam dokunurum ama yapamıyorum. Böylesi daha zor. Gözüm görürken gönlüm dayanmıyor şu güzelliğine. " Kazağımın üzerinden omzumu öptü. "Anlıyorum seni. Burada kalmak istiyorsun diye kızmıyorum sana. Ama sende beni anla Hazan. Aklım yerinde değil. Yapamıyorum, duramıyorum böyle. "

"Ama Aslı..."

"Sen benimle eve gelmeyi kabul et, buluruz bir yolunu. Gerekirse Helin'le Kadir'i dikerim kapıya. Ellerine bir şüpheli listesi veririz, doktor ve belirli bir hemşire dışında kimseyi sokmazlar içeri. Bahar da burada bebeğim. Kabul et askeriyeyi yığayım buraya. "

Fırat tek ihtiyacı buymuşcasına yalvarır gibi konuşurken kendimi gülmekten alamadım. Sadece yarım saat birlikte olabilmek için insanlara vereceğimiz zahmet hem utanç verici hem de trajikomikti. Kararsızdım. Aslı'nın uyanacağı günün akşamı için kocamla sevişmek üzere eve gitmenin planını yapıyor olmak rahatsız ediciydi. Bir yanım Fırat'a da kıyamıyordu. Hayatımın hiçbir dönemimde bir erkek olmadığım için canının ne kadar yandığını tahmin etmem güçtü. Ama şu haline bakılırsa çok yanıyor olmalıydı. Diğer yandan bu durumu sadece Fırat'a atfetmek olmazdı, ben de kocamı istiyordum. Uygun bir ortam oluşursa akşam Fırat'la eve gitmeyi kararlaştırdım.

Dudağımın kenarını öpüp, "gülüşüne öldüğüm sen eğleniyor musun benim bu halimle?" diyen Fırat'la düşüncelerimden sıyrıldım. Omzumun üzerinden ona dönüp, az evvel ürkütücü kara bulutların hakim olduğu gözlerine berrak, yıldızlı bir yaz gecesinin ışığının vurduğunu gördüm. Gözlerinin bu tonunu çok seviyordum.

"Hayır," dedim. "Sadece sevişmek için bu kadar plan yapıyor olman komik geldi, o yüzden güldüm. "

Alnını alnıma dayayıp, "kabul mü?" dedi.

Başımı salladım.

"Eğer uygun bir ortam oluşursa gideriz eve. Biliyorsun bugün Aslı'yı uyandıracaklar. Yani uygun bir ortam oluşamazsa gidemeyiz, tamam mı?"

Gözlerinin içi parlarken, "tamam," dedi.

*********

Akşam üzeri dışarıda şırıl şırıl bir yağmur yağarken Ümit bey gelmişti. Aslı'yı uyandıramayacaklarını, dün gece yaşanan krizin sebebinin travma sonrası stres bozukluğu olmayabileceğini, Aslı'nın beyninin, şerefsizlerin bir sebepten verdiği elektroşok yüzünden bazı sinirsel fonksiyon değişimleri ve kayıpları yaşadığıdan bu krizlerin tekrarlanabileceğini, bunun bir çeşit epilepsi nöbeti gibi yıkıcı olabileceğini söylemişti. Durumu kontrol altında tutabilmek için Aslı'nın bir süre daha uyutulması gerekiyordu.

Akşam ezanı okunurken Fırat'la birlikte eve gidiyorduk. Fırat, Helin'le Kadir abiyi odanın kapısının önüne dikmişti. Telefonlarına benim şüpheli gördüğüm VASÖ ajanlarının, ki bu ajanların arasında fotoğrafını Fırat'ın telefonuna yollarken çekindiğim Harun da vardı, fotoğraflarını yollamıştık. Fırat bana yarım saat, onlara ise birkaç saat sonra döneceğimizi söylemişti.

Arabanın camına vuran lambaların sarı ışığının altında sileceklerin önünde sağa sola savrulan yağmur damlalarını izlerken sebebini bilmediğim bir şey, bir görüntü, kısacık bir an beni huzursuz ediyordu. O an sürekli gözümün önünde dönüp dururken düşüncelerimi kontrol edemiyor olmak, düşünmek istemediğim bir şeyi zihnimden kapı dışarı edememek canımı sıkarken kendime kızıyordum. Bu kadar fazla şüphe hiç iyi değildi.

Fırat aracı sitenin önünde durdurup kemerini çözerken bana beklememi söyledi. Kapıyı açıp arabadan indi. Arka koltuktan bir şemsiye alarak yanıma geldi. Kapımı açıp kolumdan tutarak inmeme yardım etti. Sitenin kapısının şifresini girerken aracı kilitledi. Buraya en son dün Bahar'la birlikte duş almaya gelmiştim. Gözlerim bahçenin köşesindeki Fındık'ın eski kulübesine ilişti. Fındık şu an Saadettin abilerin bahçesinde duruyordu. İki gün önce oraya aldırmıştık. Fırat astımım var diye evimizin bahçesine bir köpek sokma fikrinden pek hoşlanmamıştı ama biraz yüzümü asınca kıyamamıştı bana.

Adımlarımı durdurup avucundaki elimle Fırat'ı da durdurdum.

"Fırat bak, Fındık'ın kulübesi. "

Pek ilgisini çekmiş gibi görünmese de,"öyle mi?" dedi.

Yürümeye devam edip, "hı hı," dedim. "Evimizin bahçesine daha büyüğünü yaparız, değil mi? Üzerine Fındık'ın adını da yazarız. Kışları içine küçük bir ısıtıcı koyarız. Olur mu?"

Zemin katın bir üstündeki kata çıkarken merdivenleri kullanıyorduk. Fırat şemsiyeyi kapatıp sımsıkı tuttuğu elimle, "olur yavrum," dedi. "O zaman bir gelsin de ne istersen yaparız."

"Teşekkür ederim. "

Kapının önüne gelmiştik. Fırat elindeki şemsiyeyi ayakkabılığın yanındaki duvara dayadı. Cebinden çıkardığı anahtarı deliğe sokup çevirdi. Kapıyı açıp ayakkabılarımızı çıkardık. İçeriye girdiğimizde Fırat kapıyı kapattı. Zifiri karanlık evin içinde göz gözü görmezken Fırat'ın ışığı yakmasını bekledim. Fakat elimi bırakan elin ardından belime dolanan kollarla kendimi Fırat'ın kucağında buldum. Sol kolum askıda olduğu için ona ancak sağ kolumla sarılabilirken küçük bir çığlık attım, ancak çığlığım dudaklarıma kapanan dudaklarla bölündü. Hızla dudaklarımızı ayırıp, "Fırat önce orucunu aç," dedim, sesim kızgın çıkmıştı. Işığı açıp birbirimizi görmemizi sağladı. Ucu bucağı görünmeyen bir mağaranın dehlizlerini andıran kara gözleri büyülenmiş gibi gözlerime bakarken alınlarımızı birleştirip yutkundu. Belli belirsiz başını sallayıp mutfağa girdi.

"İndir beni. Bir şeyler hazırlayayım sana."

Buzdolabının kapağını açıp beni kucağından indirmeden su dolu bir sürahi aldı. Tezgaha yönelip dolaptan bir tane bardak çıkardıktan sonra bardağa su doldurup içti. Bardağı tezgâha bıraktığında şaşkın gözlerle ona bakıyordum. Mutfaktan çıkmaya meyil ettiğinde durmasını söyledim.

"Fırat böyle olmaz, günah. Dur iki dakika, bir şeyler hazırlaya..."

Dudaklarıma kapanan dudaklarla yine susmak zorunda kalmıştım. Dudaklarımı aceleyle öpe ısıra sömürürken salonu geçip kapalı balkona girdi. Bir eli belimi okşayıp diğer elli kalçalarımı sıkıp yoğururken ona karşılık vermiyordum. Kızdırmıştı beni. Dudaklarımızı ayırmadan duvardaki kombiyi açtı. Isısını yükseltip balkondan çıktı. Eli yeniden kalçalarımı bulurken dudakları boynuma yöneldi. Dudaklarım sızlıyordu. Yatak odasına girdik. Açık olan perdeleri kapatıp beni yatağa bıraktı. Abajuru açacakken onu durdurup yatağımın başlığına astığım yeşil yapraklı, yıldız şeklindeki led ışıkları açtım. Çok hoş duruyorlardı. Bunları evimize götürecektim. Yatağımızın ahşap başlığında çok hoş dururlardı.

Fırat yanıma oturup yavaşça kolumdaki askıyı çıkardı. Komodinin üzerine koyup montumu omuzlarımdan sıyırdı. Canımı yakmamak için yavaş ve sakin olmaya çalışsa da tavırlarındaki aceleciliği hissedebiliyordum. Kazağımı ve atletimi de bir köşeye atıp beni kollarının arasına alarak boynumu öpüp koklarken siyah sütyenimin kopçasını açtı. Askılarını kollarımdan sıyırıp çıkardığında göğüslerim gözlerinin önündeydi. Alev alev yanan kara gözleri bedenimden bir ürpertinin geçmesine neden oldu. Bu ürpertiyle birlikte göğüs uçlarım kabarıp dikleşirken Fırat beni yavaşça yatağa yatırdı. Bir utanç dalgası içimi sararken kor olup değdiği her zerremi yakan bakışlarından göğüslerimi saklamak istedim. Ama tırnaklarımı mor yorganıma geçirerek bu isteğime karşı koydum. Benim bedenim bu adama aitti.

Fırat ayağa kalkıp deri ceketini çıkarıp yatağın ayak ucuna attı. Gözlerini kesik kesik alıp verdiğim nefeslerle yükselip alçalan memelerimden bir an olsun çekmemişti. Kalp atışlarım çok hızlıydı. Damarlarımdaki kanın sıcacık akışını hissedebiliyordum. Fırat tişörtünü çıkardı. Künyesi esmere çalan buğday teninde nefes kesici bir su damlası gibi adeleli göğüslerinin arasındaki çukurdan kayarak karnının üzerinde durdu. Teninde onu en son gördüğümden daha fazla yara vardı. Lakin diğerleri kadar derin değildi, yine de canımı yakmıştı. Kaslı ve kalın damarlı kolları, geniş omuzları, güven veren göğsü, sekizli karın kasları, kalın ve güçlü boynuyla nutkum tutulurken gözlerimin içine bakarak kemerini çözdü. Yakışıklılığı, sarsılmaz gibi görünen heybetli varlığı vücudumu kasıp kavururken kadınlığım ıslanıp sızlamaya başladı.

Pantolonunu da çıkarıp iyice sertleşip şişen erkekliğinin, üzerinden bile belli olduğu külodu andıran siyah boxerına dokunmadan üzerime çıktı. Dizlerinden destek alarak kaba ve sert bir deriye sahip olan büyük ellerini belime koydu. Tenimi okşayıp severken dudaklarıma kapandı. Doğru düzgün yemek yemeden suyla orucunu açtığı için ona kızgın olsam da kollarımı boynuna sarıp karşılık verdim. Kırık olan kolum acırken hafifçe kasıldım. Sertçe öpüp ısırdığı dudaklarımı bırakıp, "koluna dikkat yavrum," dedi. "Canını yakarsam durdur beni."

"Hı hı. "

Heyecanlı olduğum için titreyen sesim olduğundan daha ince ve çocuksu çıkarken Fırat gülümseyip burnunu burnuma sürttü.

"Ölürüm lan sana," dedi. Dudaklarına uzanıp öpüşmemizi devam ettirdim. Anında karşılık verdi. Dudaklarımı yemek istercesine öpüşü ona yetişmemi zorlaştırsa da durmadım. Dudaklarımızın arasındaki ısıdan bir kıvılcım çıkacakmış gibi hissederken öpüşmemiz fazla ıslak ve ateşliydi. Kısık kısık duyulan iniltilerimize ara ara dişlerimizin birbirine çarpma sesi de karışırken korkuyordum. Gereğinden fazla hırpani ve yabaniydi. Kapalı olan gözlerimden yaş gelirken dudaklarım yanıyor, zonkluyordu. Boynuna sarılı olan kollarımı çözüp ellerimi göğsüne koydum. Altında yok olduğum bu kas yığınından oluşan koca gövdeyi üzerimden itecek gücüm yoktu. Sadece, eğer fark ederse yavaşlaması için küçük bir uyarıydı bu. Fark etmedi. Alt dudağımı çenemle birlikte ağzının içine alıp emip çekiştirerek ısırırken belimi okşayıp seven elleri yukarılara doğru çıktı. Nasırlı avuç içleri onun kalın ve sert derisine nazaran incecik ve yumuşak olan tenimi çizerek göbeğimi buldu. Bir süre okşayıp sevdikten sonra biraz daha yukarılara çıkıp kaburgalarımda gezindi. Göğüslerimi avuçlayıp sıkıp yoğurdu. Ağzının içine inlerken ellerini tutup durdurmamak için direndim.

Ayaklarımı çarşaflara sürterek altında kıvranıyordum. Dudaklarının dudaklarıma uyguladığı baskı yüzünden başımı hareket ettiremezken dudaklarımın morarıp şiştiğinden emindim. Neredeyse dudaklarımı koparacaktı. Gözümden yaşlar peş peşe süzülürken göğsündeki sağ elimi yanağına koydum. Elleri göğüslerimi okşamayı sürdürüyordu. Tenini sevip onu öpmeyi bırakırken birkaç kez sesli bir şekilde acıyla inledim. İniltilerime küçük ve boğuk bir hıçkırık da eşlik etmişti. Bu, üst dudağım dişlerinin arasındayken durmasını sağladı. Dudaklarının dudaklarımın üzerindeki baskısı azaldığından başımı yana çevirip avuçlarındaki göğüslerimi hızla aşağı yukarı hareket ettiren derin fakat kesik kesik nefesler aldım. Dudakları yanaklarıma doğru süzülen yaşları öperek silerken yüzündeki elimi göğsüne indirdim. Kendimi tutamayıp ateşe değmiş gibi yanıp zonklayan dudaklarımın acısıyla bir kere daha hıçkırdım. Fırat dudağımın kenarını öperken, "özür dilerim, " dedi. "Bebeğim özür dilerim. "

"Önemli değil, devam et. Ama...bir süre öpüşmeyelim, olur mu?"

Ağlamaklı sesim çocuksu ve kısıktı.

"Olur...olur bebeğim."

Birkaç saniye durup boynuma gömüldü. Önce bir sakin sakin öpüp emse de git gide sertleşen ısırıp yalamalarıyla dudaklarıma yaptığının aynısını boynuma da yaptı. Tenimdeki yoğun ıslaklıktan yükselen vıcık vıcık sesler Fırat'ın hayvani iniltilerine karışıyordu. Benim iniltilerim ise bir aslanın kükremesinin yanında bir kedinin miyavlamalarını andırıyordu. Öperken bile bu kadar sertse içime girdiğinde ne olacağını düşünürken zevkten ya da acıdan değil de daha çok korkudan inliyor gibiydim. Külodumun sırılsıklam olduğunu hissediyordum. Sızım sızım sızlayan kadınlığım bacaklarımı birbirine bastıramama neden olurken çişim gelmişti.

Fırat'ın dudakları boynumdan aşağılara kaydı. Sol göğsümde bulunan hilâl şeklindeki doğum lekemi öpüp ellerini pantolonumun düğmesine indirirken göğüs ucumu dudaklarının arasına aldı. Parmakları pantolonumun düğmelerini açtı. Ardından ellerini yatağa koyup mememi emmeye devam etti. Göğsündeki ellerimi omuzlarına koydum.

"Ah...ımmmmh...Fırat..."

Sıcak nefesi göğüs ucuma vururken, "karım," dedi. Burnunu göğüs ucuma sürtüp koklayıp yaladı. Yeniden ağzının içine alıp ısırdı. "Çok güzelsin lan. Offf, çok güzelsin. "

Sağ elimi saçlarının arasına daldırıp severken, "çok özledim seni," dedim nefes nefese. Bir an önce içime girmesini istiyordum. "Sonra emsen olmaz mı? Seni istiyorum. "

Göğüs ucumu emerken durdu. Başını kaldırıp gözlerime baktı. Dudaklarıma yaklaştığında korktum. Gözlerinde fırtınalar kopuyordu. Küçük bir öpücük kondurup, "ıslandın mı?" diye sordu. Gözlerinin içine bakarken utana sıkıla, "sırılsıklamım," dedim. Bakışlarındaki karanlık sularda bir gemi alabolara oldu. Hızla üzerimden çekilip az önce düğmelerini açtığı pantolonumu kalçalarımdan sıyırdı. Çıkarıp bir köşeye attığında gözleri siyah külodumu buldu. Bacaklarımı okşayıp eğilerek ayak bileklerimden diz kapaklarıma, diz kapaklarımdan kadınlığıma kadar öpüp kokladı. Ardından külodumu çıkardı. Onu da bir köşeye atmasını beklerken avucunda kaybolan külodumu gözlerimin içine bakarak burnuna götürüp kokladı. Öyle bir koklayıştı ki bu sanki henüz yeni yeni tomurcuklanan bir gülü kokluyordu. Öyle derin, öyle açgözlü ve hevesli bir koklayıştı. Ben utançtan yerin dibine girerken o zevkle gözlerini kapatıp kaşlarını çattı. Nasıl tiksinmeden böyle bir şey yaptığını düşünürken ağlamak üzereydim.

Uzandığım yerden doğrulup dizlerimin üzerinde yanına gittim. Sol kolumda bir sancı gezinirken elimi omzuna koyup sağ elimle burnuna götürdüğü elini tuttum. Bir kolu belime dolandı. Gözleri açılırken tuttuğum elini çekmeye çalıştım.

"Yapma," dedim çatılan kaşlarımla. "Ayıp."

Belime sarılı eli beni iyice kendine çekip bedenine yapıştırdı. Tenimi okşarken külodumu gözlerime bakarak bir kez daha koklayıp öptü. Gözlerim şaşkınlıkla büyürken, "Fırat!" dedim. "Yapma. Utanıyorum, yapma şunu. "

Külodu tutan elini belime sarıp dudaklarımı öptü.

"Kokuna ölürüm senin," dedi. "Ne ayıbı, neyin utancı lan bu? " Alnını alnıma dayadı. Külodumu yatağa bırakıp elini bacaklarımın arasına soktu. Kadınlığımı avucuna aldı. Okşayıp severken, "ah, of lan," dedi. "Sikeyim, sikeyim seni."

Alınlarımızı ayırıp yüzümü omzuna gömerken kollarımı boynuna sardım.

"Ih ıh...ahmmmhh..."

Elini kadınlığımdan çekti. Belimi tutup beni kucağında yükseltti. Bacaklarımı beline sarmamı sağladı. Birkaç saniye ellerini tenimde hissedemedim. Fakat sonra kollarını belime sarıp yatağa oturdu. Ayaklarını ileriye doğru uzatıp beni kucağına bıraktığında, kızgın ateşte dağlanmış demirden bir mızrak kadınlığımın dudaklarının arasına girdi. Bu canımı yakarken çığlık atıp kucağında yükseldim. Fırat da benim gibi inlerken kollarının sarılı olduğu belimden beni aşağı çekti. O sertliği yeniden kadınlığımda hissederken Fırat'a sokulup, "çok...çok sert. Ca - canımı yakıyor," dedim. Ağlamaklı sesim, yan taraftaki gardrobun aynasından gördüğüm üzere Fırat'ın kucağında küçücük kalan bedenim gibi titriyordu. Artık neredeyse kalçalarımın altına kadar uzanan uzun, dalgalı saçlarım sırtımı örtüp yatağa uzanırken sevdiğim adamın kollarında kendimi masallardaki prensesler gibi hissettim.

Fırat'ın bir eli saçlarımı sevip beni kucağında sıkıca tutarken, "yavrum," dedi. Sıktığı dişleri yüzünden sesi sert ve baskındı. "Her seferinde aynı şeyi söylüyorsun. Sert olacak tabii, ben günlerdir neyin acısını çekiyorum? Otur şuraya. "

Emredici otoriter sesiyle gözlerimi aynadaki aksimizden alıp gözlerine baktım. Belinin iki yanındaki bacaklarımı açıp, omuzlarından destek alarak kendimi yavaşça penisinin üzerine bıraktım. Aletini hareketlendirip kadınlığıma sürterek dudaklarını ayırıp onu içime almama yardım etti. Gözlerimden içime akıp ruhumu kül eden kara gözlerine utancımdan daha fazla bakamayıp yüzümü boynuna gömdüm. Kendini birkaç kez sertçe içime itip beni kucağında zıplatırken iniltilerim, odanın duvarlarına çarpıp kulaklarımda çınlayan çığlıklara dönüştü. Aynı şeyi birkaç kez daha yaptığında kucağında şiddetle sarsıldım. Sıcak kasıklarını kalçalarımın altında hissediyordum. Fakat asıl hissettiğim kadınlığımdan göğsümün altına kadar uzanan bir ağrı ve acıydı. Fırat'ı ilk kez içime almıyordum. Bu dördüncüydü. Ama ilkinde bile canım bu kadar yanmamıştı. Köküne kadar içime soktuğu erkekliği sopa yutmuşum gibi hissettiriyordu. Bedenime sarılı olan kollarının gücünü hissettiğim kadar içimdeki varlığının gücünü de hissedebiliyordum. Bundan zevk almıyorum diyemezdim ama acı daha belirgindi. Ve beni çığlık çığlığa inletirken hıçkıra hıçkıra ağlatıyordu.

Fırat içimdeki gelgitlerini git gide sertleştirip hızlandırırken kucağında yukarı aşağı hareket etmekten içim dışıma çıkmak üzereydi. İniltileri bana nazaran oldukça kontrollüydü.

"Ah! Ah lan! Amınakoyayım...amınakoyayım senin! Offf!"

Sesinden, ettiği küfürden ve iyice hızlanışından anladığım kadarıyla boşalmak üzereydi. Ne zaman bu hâle gelse küfür kıyamet gidiyordu. Kendimi hazırladım. Birden oturduğu yerden kalkarken, " sikeyim," dedi. "Anasını satayım böyle işin!

Beni hızla altına aldı. Ellerini başımın iki yanına koyup ağlamaktan sırılsıklam olan gözlerime, sanki öfkeyle aşkı aynı anda duyduğu birinin gözlerine bakar gibi bakarken şimdiye denk hiç yapmadığı kadar sert ve acımasızca içimdeki gelgitlerini sürdürdü. Yatakta aşağı yukarı kayarken yatağın yaylarının gıcırtısı kulaklarıma doluyordu. Biraz daha zorlarsa hem beni öldürüp hem de yatağı kıracağını düşündüm. Ne zaman sevişsek, bu daha hiçbir şey değil, diyordu. Umarım bu sefer de demezdi, çünkü bir daha Fırat'ın koynuna bu kadar tereddütsüz gireceğimi sanmıyordum.

Kadınlığım sürtünmeden dolayı cayır cayır yanıyordu. Aynı yangın midemden göğsümün altına kadar da sürerken ağlayıp çığlık atmaktan sesim kısılmak üzereydi. Bir an önce boşalıp içimden çıkmasını dileyecek hâle gelmiştim. Tamam, beni çok sevip özlediği için bu haldeydi, zaten o yüzden ona durup içimden çıkmasını söylemek yerine tatmin olup rahatlamasını bekliyordum. Ama böyle de olmazdı. Bebeği gibi sevip düşmanı gibi...

Nihayet sona gelirken başını boynuma gömüp şu hâlde acıdan kendimden geçerken bile içimi kıpır kıpır eden erkeksi kaba sesiyle inleye inleye son sürat hızlandı. Gözümün önünde yumruk yaptığı elini iki kez yatağa vurduğunda gözlerimi yumdum. Ve o an sonunda geldi. Aleti kasıla kasıla içime sıcacık sıvısını püskürttüğünde koca gövdesi üzerime yığıldı. Göğüslerim ve bedenim altında ezilirken kadınlığımdaki acı buna odaklanmama izin vermiyordu. Ağlayıp zırlamaya devam ederken hıçkırıp duruyordum. Yanaklarımdan süzülen sıcak yaşlar yarı aydınlık yarı karanlık tavanı bulanık görmeme neden oluyordu. Kollarımı boynundan çözüp nefeslerini düzene sokmaya çalışan Fırat'a, "çık," dedim çatlayan sesimle. "Çık içimden. "

Yutkunuşunu duydum. Yaptığının farkındaydı. Kenara kayıp altından çıkmaya çalıştım ama içimdeki aleti yeniden sertleşmeye başladığında hareketlerimi durdurdum. Çektiğim acıdan dolayı buz kesen ellerim geniş omuzlarındaydı. İtmeye çalışıp, "istemiyorum...bırak, " dedim. İki kelime arasına dudaklarımdan kopan bir hıçkırık karışmıştı.

Başını boynumdan kaldırıp göz göze gelmemizi sağladı. Kaşları çatık, yüzü gergindi ama sakin bir sesle, "hareket etme," dedi.

"Çık o zaman içimden. İstemiyorum tekrar yapmak. "

Gözlerinden sıkıntılı bir ifade geçti.

"Çok mu yaktım canını?"

"Olur mu?" dedim imayla. "Zevkten ağlıyorum. "

Bu tavrım hoşuna gitmemişti. Yine de tek kelime etmeyip üzerimden kalkıp içimden çıktı. İçimdeki boşluğundan geriye sek bir yanma hissi ve acı kalırken küçük bir çığlık attım. Fırat ayak ucuma oturup bacaklarımı açtı. Gözlerini ciddiyetle kadınlığımda gezdirip,"peçete var mı," diye sordu. Bacaklarımı kendime çekip iki yana doğru daha iyi görebilmesi için açtım. İçten içe kendimi Fırat'a göstermekten, gözlerindeki o beğeniyi ve arzuyu görmekten hoşlanıyordum.

"Nolmuş?" dedim az biraz durulan gözyaşlarımla.

Fırat gözlerime ne yaptığımı anlayan ve bu durumdan haz alan bir ifadeyle bakıp, "kanaman olmuş biraz, " dedi. "Peçeteyle silelim. "

Alt dudağımı ısırıp, "çekmecede vardı," dedim. Yataktan kalkıp abajuru yaktı. Oda daha bir aydınlık olurken gözümün önünde yavaş yavaş göbek deliğine kadar yükselen erkekliğini gördüm. Gözlerimi kaçırmak yerine izledim onu. Fırat bunu da fark etmişti. Deli gibi utansam da aksi yönde davranmadım. Çekmeceden peçeteyi ve nemlendirici kremimi alıp geldi. Yatağa oturup gözlerini yeniden kadınlığıma dikti. Elindekileri bir kenara bırakıp başını bacaklarımın arasına sokup burnunu boydan boya vajinamın dudakları üzerinde gezdirip kokladı. Sıcak nefesi beni tahrik ediyordu. Az önce bir daha onu içime almamayı düşünürken yine ıslanmaya başlamıştım.

"Mmmmh...ahhhh."

Dilini dudaklarımın arasında gezdirdi. Çığlık attım. Sonra küçük küçük öpücüklere boğup ısırıp geri çekildi. Yatakta kıvranırken gözlerimin içine baktı. Peçeyeyi eline alıp kadınlığımı okşayarak sildi. Gözlerimi kapatıp bacaklarımı iyice iki yana doğru araladım.

"ı-h ıhmmmh. "

Elini kadınlığımdan çekti. Gözlerimi açtım. Devam etmesini istiyordum. Krem kutusunu eline aldı. Yüzünü yeniden kadınlığıma yaklaştırıp üfledi. Gözlerim yeniden kapandı.

"Ah...ımmmmmh...Fıraaaat. "

"Şşş, kızarmış yavrum, dur."

Canımın acısını bile unuturmuştu bana.

"Çok mu kötü?" dedim kremi sürüşüyle kendimden geçmemek için direnirken.

Gözlerime baktı. Saçmalama der gibiydi.

"Çok güzel," dedi. "Bembeyaz, pürüzsüz, yumuşacık, tertemiz, mis gibi. Hayatımda gördüğüm en iştah açıcı şey." Kremi vajinamın kenarlarına sürerken,"ölürüm ona ben," dedi. "Yerim lan, yerim seni de amcığını da yerim. "

Sözleri...hele de en son söylediği...beni yerin dibine sokarken yutkundum. Ağzımı açıp tek kelime edemeyecek haldeydim. Bedenimi terk etmeyen ateş iyice harlanırken Fırat kremi iyice yedirip elini çekti. İyi olmuştu. Yoksa üzerine atlayıp acıdan öleceğimi bile bile içime girmesi için ona yalvaracaktım.

"Dinlen biraz," dedi. "Bir şeyler hazırlayayım sana. Sonra da ilaçlarını içersin. "

Başımı sallayıp uzandığım yerden kalkmaya çalıştığımda Fırat diğer peçeteyle penisine bulaşan kanımı siliyordu. Utançtan ölmek üzereyken çişimi yapmak için tuvalete gitmek adına doğrulmaya devam ettim. Fakat kasıklarıma bıçak gibi giren ağrıyla çığlık attım. Elim acının olduğu yeri buldu. Fırat hızla bana dönüp elimin olduğu yere baktı. Nolduğunu anlamış olacak ki beni yavaşça kucağına alıp banyoya soktu. Acıdan yeniden ağlamaya başlamıştım. Alnımı öptü. Banyondaki büyük küvetin musluğunu açıp sıcak suyu doldururken kenarına oturdu. Ona sokulup, "of Fırat," dedim sinirle.

Dudaklarımı öpüp," özür dilerim," dedi. Gerçekten pişman ve üzgündü.

"Keşke gelmeseydim seninle buraya. Nasıl yürüyeceğim ben böyle? Kımıldayamıyorum bile."

Vücudu gerildi.

"Pişman mı oldun? Kocanla seviştin diye pişman mı oldun Hazan?"

"Oldum, pişman ettin çünkü. Canımı çıkardın Fırat. "

"Çok özledim, tutamadım kendimi. Sen öyle çığlık atıp inledikçe..."

"Daha yavaş olabilirdin."

"Kontrolü kaybettim."

"Etmeyebilirdin. Öncekilerde nasıl yapıyorsan öyle yapabilirdin. "

"Hazan...özür dilerim. "

"Özledim diyorsun ama altı yıl bensizdin. İlk birlikteliğimizde bile böyle davranmadın bana. Hastaneye nasıl gideceğim şimdi ben? Oturamam bile böyle. "

Alnını alnıma dayadı.

"O zamanları kıyaslama bugünle. Teninin tadını bilmiyordum, sıcaklığını tatmamış, kokunu en mahrem yerinden solumamıştım. Seni bile ilk defa bu kadar çok özledim ben. Aklımı kaçırıyordum Hazan, kafayı yiyordum. Özür dilerim. Bir daha bu kadar sert olmam, tamam?"

Söylediği şeyler içime dokunsa da sinirliydim. Canım çok yanıyordu, yürüyemiyordum, bu hâlde oturamazdım bile. Aslı'nın yanına nasıl gidecektim böyle? Yanlış yapmıştım. Fırat birkaç gün daha dişini sıkabilirdi, aklımı karıştırmıştı. Biliyordu hastaneye hemen geri dönmek istediğimi, buna rağmen ne Aslı'yı ne de beni umursamadan yapmıştı yapacağını.

"Bir dahakinin ne önemi var ki şimdi? Bugün bu haldeyim. Aslı'nın yanına gidemem ki böyle. "

"Yavrum...tamam. Bizimkiler kapının önünde, bir şey olmaz. Yine için rahat etmezse görüntülü ararım. Gerekirse kucağımda götürürüm seni. Şu sıcak duşu aldırayım sana, biraz dinlenirsin..."

"Dinlenmek falan istemiyorum ben. Aslı'nın yanında olmak istiyorum. Zaten niye geldim ki buraya? Aslı iyileşene kadar bir daha sevişmeyeceğim seninle."

Gözlerine aniden ürpertici bir karanlık çöktü. Boynundaki ve alnının ortasındaki damarlar belirginleşti. Kollarının kasıldığını hissettim. Öfkeli bir boğanınınkini andıran sert nefesi yüzüme vurdu.

"Özledim diyorum lan! Nesini anlamıyorsu?! İt gibi özledim, aldım karımı koynuma siktim! Sende dahil kimse bunun hesabını soramaz bana! Bir daha benimle birlikte olmama gibi bir şansın da yok! Gel dediğim an gireceksin o yatağa!"

"Bana bağırma. Karım dediğin benim. İstediğim hesabı sorabilirim sana. Her ne yaptıysan benim bedenime yaptın. Ayrıca hani ben istemeden olmazdı? Ağrıdan acıdan ölsen dokunmazdın? Noldu şimdi?"

Derin ve bıkkınca bir nefesi içine çekip gözlerini kapattı. Dilini ağzının içinde gezdirip başını tavana doğru kaldırdı. Aldığı nefesi geri verip küvetin kenarından kalktı. Suyu kapatıp sıcaklığını kontrol ettikten sonra beni içine bırakmak için yeltendi. İçimde çok kötü bir his vardı. Kalbim sıkışıyordu. Yalnız kalmak istemiyordum. Fırat'a gitme diyebilir miydim? Desem o yanımda kalır mıydı? Bana sert davrandığı için kızgındım ona, ama içten içe özlemini anlıyor, aynı özlemi onunla paylaşıyordum da. Sadece Aslı'yı kaybetmekten çok korkuyordum. Bir kişinin daha benim yüzümden ölmesinden, geç kalmaktan, yine bir morg kapısıyla göz göze kalıp hastanelerden daha fazla nefret etmekten çok korkuyordum. Ne zaman bu kadar korksam illaki bir şey olurdu. Bunu biliyor, bu korkuyla üç gündür yaşarken içten içe kendime engel olabilirim, diyordum. Yeterince korkarsam engel olabilirim. Ama ben yeterince korkmamıştım, eğer yeterince korksaydım kendimi ve sevdiğim adamı düşünerek buraya gelmez, kendi istek ve arzularım için Aslı'yı bir başına bırakmazdım.

Kollarımın sarılı olduğu boynuna daha sıkı sarıldım. Kolum acımıştı. Dolan gözlerimden yaşlar süzülürken, "Fırat," dedim.

Çatık kaşlarıyla gözlerime baktı.

"Gitmesen, birlikte girsek olmaz mı?"

İtiraz edeceğini hissettim. Konuşmasına fırsat vermeden dudaklarını öpüp, "kolum acıyor," dedim. "Ya ayağım kayar da düşersem. Başımı vurursam, sonra da sen beni küvette kanlar içinde..."

Aralarında milimlik bir mesafe bulunan dudaklarımızı birleştirip alnını alnıma dayadı.

"Ne güzel oynuyorsun benimle," dedi. "Önce ağzıma sıçıp sonra nasıl şımarıyorsun bana böyle? Ben ne yapacağım seninle?"

"Özür dilerim. Korkuyorum sadece. Kalbim sıkışıyor Fırat, her an bir şey olacakmış gibi hissediyorum. Aslı'yı kaybedemem. "

Yaşlarla sırılsıklam olan yanağımı öpüp, "olmayacak bir şey," dedi. "Korkma. Ölürüm sana da o güzel kalbine de ben. "

Gülümseyip boynuna sokuldum. Benimle birlikte küvete girdi. Sıcak su bedenlerimizi sararken Fırat'ın bacaklarının arasında, penisinin üzerinde oturuyordum. O oturtmuştu. Söz vermişti içime girmeyeceğine. Canın yanarken kıyamam sana, demişti. Bir eliyle kasıklarımı okşayıp masaj yaparken göğsüne uzanmıştım. Bu an içimdeki sıkıntıya rağmen güzeldi.

💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦

  

 
 

Bölüm : 16.04.2025 12:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...