Merdivenleri çıkıp döner kapıdan içeriye girişini izledim. Esen rüzgar yüzüme vurup alnıma dökülen saçlarımı savururken havada uçuşan karlar yere olabildiğince yavaş düşüyordu. Hazan'ın kokusu hâlâ burnumda, az evvel tuttuğum yumuşacık minik elinin sıcaklığı avucumdaydı. Söylediğim sözlerin dilimde bıraktığı yavan ve nahoş tat damağımda, sevdiğim kadının yüzünde gördüğüm hayal kırıklığının buruk ve can yakıcı hissi tam göğsümün ortasındaydı. O bana, bize meydan okuyarak merdivenlerden çıkıp gitmişti ancak ben tam da burada, beni saniyeler önce bırakıp gittiği yerde öylece duruyordum. Her şeye ve herkese rağmen akıp giden zamanın gölgesinde; dünyanın bir yarısı kum, diğer yarısı boşluk olan bir kum saatine dönüştüğü ve tepetaklak olduğu bu anda kalmak istiyordum. Zaman şu andan daha ileriye gitmemeliydi. Tek bir kum tanesi dahi diğerlerinden ayrılıp kendini boşluğa bırakmamalıydı. Arafta kaldığım fakat cehenneme daha yakın olduğum koca bir altı yılın karşılığı bu olmamalıydı. Bütün kabahatleri işleyen Hazan'ken buraya çakılıp kalan, acıyı ve pişmanlığı kucaklayan yine ben olmamalıydım.
Kafamın içi darmadağındı. Her zaman nerede ne yapacağını, nerede duracağını bilen bir adamken mesele Hazan olduğunda ağzımdan çıkan kelimeleri bile kontrol edemiyordum. Ama en azından şunu bilmek içimi rahatlatıyordu: Hazan'la az önce söylediklerimin aksine daha uzlaşmacı ve sakin bir tonda konuşmuş olsaydım, daha sevecen ve anlayışlı kelimeler kullansaydım yine de hiçbir şey değişmeyecekti. İşler belki bu raddeye gelene kadar daha yavaş ilerlerdi ancak eninde sonunda bu raddeye gelirdi.
Soru sormuyordu. Fikrimi ya da ne düşünüp ne hissettiğimi merak etmiyordu. Kendi bildiğini ve istediğini yaptığı sürece ben her zaman ve koşulda onun için bu dünyadaki en sevdiği figüran olmak dışında hiç kimseydim. Ne dersem diyeyim anasını satayım, sadece bir, tamam, diyordu ve gözlerini gözlerimden ayırıp kendi tiradını atmaya devam ediyordu. Bu durumun bana özel olmamasının, Cihan da dahil herkese aynı umursamazlıkla davranmasının benim için hiçbir anlamı yoktu. Ben onun kocasıysam, sevdiği adamsam benim diğerlerinden bir farkım olması gerekiyordu.
Güvenmiyordum. Bu onun kalbini de kırsa, karşı karşıya gelmemize de neden olsa güvenmiyordum. Çünkü bana ona güvenmem için tek bir sağlam sebep vermiyordu. Beni aldatmazdı, ben yokken açık saçık giyinmezdi, ne bileyim lan işte birçok şeyi yapmazdı ama başını belaya sokmak dedin mi önde bayrak sallardı.
Çok kızgındım. Allah belamı versin ki çok kızgındım. Bir yandan da ona kızgın olan her bir zerremle karıma deli gibi aşıktım. O asi, dediğim dedik, kendinden emin halleri içimi eritiyor, fakat aynı ölçüde öfkelenmeme neden oluyordu. Bütün dengemi altüst ediyordu. Kendi ağzımdan çıkan cümlelerden bile emin olamıyor, sürekli kendimi sorguluyordum. Hazan söz konusu olduğunda asla sınırım yoktu. Ne yapıp ne yapmayacağımı tam olarak kestiremiyorken şeytan diyordu ki; gir içeri, at Hazan'ı omzuna dünyanın öbür ucuna git.
Hazan'dan, ona duyduğum sevgiden geriye kalan yarım aklımla bu düşüncenin tamamen saçma ve sürdürülebilir olmadığını bilen yanım sayesinde bulunduğum yerden hareketlenip merdivenleri çıktım. Döner kapıdan içeriye girdiğimde girişte bekleyen güvenliklerden biri elindeki dedektörle üstümü aradı.
"Temiz."
Diğer güvenlik yanıma gelip elime siyah bir kart verdi.
"Asansöre binip tuşların üzerindeki ekrana okutun. Bodrum kata indiğinizde koridorun sonundaki kapı."
Başımı sallamak dışında herhangi bir tepki vermeden asansöre doğru ilerleyip bindim. Kartı ekrana okutup harekete geçen asansör aşağı inerken gergindim. Korku, endişe, huzursuzluk, öfke gibi keskin duygular da gerginlikle birlikte beynimi kemiren onlarca duygudan birkaç tanesiydi. Ve beni geren de tüm bu duyguların toplamının verdiği histi.
Asansörün kapısı karanlık bir koridora açılırken günün sonunda istediğim tek şey bu gece ve bundan sonra ki bütün geceler de yatağa Hazan'la birlikte girip, o içimi huzurla dolduran tatlı kokusunu soluyarak uyuyabilmekti. Sevişmesek de olurdu. Yanımda olması, varlığı, o küçücük bedeninden yayılan sıcaklığı bile yeterdi. Onun aksine benim Hazan'dan büyük beklentilerim, altını dolduramayacağı isteklerim yoktu. Yanımda olsun istiyordum sadece. Kaç operasyona gidip dönersem döneyim yuva diye Hazan'a gelmek istiyordum. Çok mu zordu lan? Biraz olsun bizim için çabalamak onun nezdinde çok mu zordu?
Açılan kapıdan çıkıp önce sola ardından da sağa dönerek uzun ve sadece sol taraftaki, dışarıya açıldığını düşündüğüm, demir kapının üst kısmındaki küçük pencereden içeriye sızan ışıkla aydınlanan koridoru inceledim. Solda çıkış, sağ tarafta ise önünde iki tane korumanın beklediği üç adet kapı vardı. Korumalara doğru yürüdüm. Hareket edişimle birlikte tavandaki ışıklar yanarken adamlar bana döndü.
Yanlarına vardığımda korumalardan biri elindeki tablete bakıp," Fırat Demir Korkmaz, değil mi?" dedi.
"Evet."
Diğer korumanın önünde beklediği kapıyı gösterip, "Hazan hanımın sorgusu o odada yapılıyor. Cihan bey sizi oraya yönlendirmemizi istedi. Buyrun lütfen, " dediğinde sorgu odasının kapısını çaldım. Açılan kapıdan içeriye girdiğimde tipik bir sorgu odasındaydım. Arkamdan kapanan kapıyla Cihan,"gel," dedi sert bir sesle. Hazan'ı izlediği camın bu tarafında sadece o ve bana kapıyı açan herif vardı. Diğer tarafında ise bir masada yalan makinasına bağlı olarak oturan Hazan ve başında dikilen iki adam bulunuyordu. Biri Necdet Özdelen denilen herifti. Öbür adamı tanımıyordum.
Cihan'ın yanına adımladım. Masada duran kulaklığı alıp bana dönmeden, "al, tak şunu, " dedi.
Kulaklığı alıp başıma geçirdim. Duyduğum ilk ses Necdet Özdelen'e aitti.
"Hazan hanım susarak bir yere varamazsınız! Bize sorduğumuz soruların cevabını vermek zorundasınız!"
Hazan, gözleri önündeki masanın bir noktasına sabitlenmiş bir şekilde tepkisizce duruyordu. Düşünceli gibiydi. Biraz da durgun. Bu halinin sebebinin ben olup olmadığımı düşünürken yutkundum. Kalbini fazla kırdığımın, onu incittiğimin farkındaydım. Kendimi birçok yerde haklı da görsem ona kıyamıyordum. Şu an evde olsaydık ve bizi bu noktaya getiren şey bu kadar önemli ve hayati bir mesele olmasaydı gönlünü almak, karıma kendimi affetirmek için her şeyi yapar, kulu kölesi olurdum. Ama ne burası evimizdi ne de şu an içinde bulunduğumuz durum basit bir şeydi. Beni kendisiyle sınıyordu. Bencilce davranıyordu. Öl, diyordu bana. Bensiz kal ve öl.
"Hazan hanım!!"
Necdet Özdelen'in yanındaki dallama elleriyle masaya vurarak Hazan'ın üzerine doğru eğilirken Hazan irkilerek kendini geri çekti. Cihan'ın önündeki yalan makinasına bağlı olan bilgisayarın ekranında Hazan'ın kalp atışları hızlanırken kasıldım. Bir şekilde müdahale etmemek için sakin olmaya çalışsam da herhangi birinin Hazan'a sesini yükseltmesine tahammül edemiyordum. Üstüne üstlük Hazan korkmuştu. Vücudum öfkeden ateş atarken yumruk yaptığım ellerimi önümdeki masaya dayadım. Müdahale edilecek bir şey olmadığını, bir şekilde psikolojik baskı ve tahakküm olmadan sorgunun yürütülemeyeceğini kendime hatırlatarak durduğum yerde durdum.
"Yaren Kodan'la görüştüğünüzü biliyoruz. Bize bu görüşmenin neden gerçekleştiğini anlatmak zorundasınız. Bakın bir, üç, beş tamam ama yaptığınız şeyler artık sınırı aştı. VASÖ olarak size bu saatten sonra daha fazla müsamaha gösteremeyiz. İşleri daha fazla yokuşa sürmeniz durumunda sonu infaza varan ağır yaptırımlara maruz kalacağınızı biliyorsunuz. İyi bir ajan, dahası çok iyi bir savcısınız. Sizi kaybetmek istemeyiz. Lütfen bizim size duyduğumuz saygının en azından binde birini bize duyun ve sorduğumuz sorulara dürüstçe cevap verin."
Masadaki gözleri az önce masaya vuran ve ona bu sözleri söyleyen herifi buldu.
"Saygı? Dürüstlük? VASÖ'nün üstleri bu kelimerin anlamlarını biliyor mu gerçekten, yoksa sözlükten bakıp öyle mi geldiniz?"
Cihan yanımda derin bir nefes alıp verirken, "yakacak kendini," dedi.
Farkındaydım. Sadece kendini değil beni de yakacaktı. Ateş parçası gözleri alaz alaz yanıyordu. Şu hâline bakarken bile içim titriyor, ona sarılıp kokusunu solumak için deli oluyordum. Çok seviyordum ve Hazan bunu görmezden gelmek, canımı yakıp beni yerle bir etmek yolunda kararlı adımlarla ilerliyordu. Ulan hiç mi aklına gelmiyordum? Hiç mi başıma gelecek herhangi bir şeyde Fırat nolur, diye düşünmüyordu? Onca cümleyi boşuna mı kurmuştum ben bu kıza? Kafayı yiyecektim lan!
"Sınırı aşmayın!"
" Siz de."
"Hazan hanım!"
"Ne?"
"Ankara'ya geldiğinizde gerçek bir VASÖ ajanı olacağınıza dair bana söz vermiştiniz. Kurallara uyacak ve VASÖ'ye karşı gelecek herhangi bir şey yapmayacaktınız. Anlaşmayı bozduğunuzun bilincinde misiniz?"
"O anlaşmayı ben bozmadım. Aslında en başından beri ortada bir anlaşma da yoktu. "
"Ne demek bu?"
"Bu sözleri söylemem gereken kişiler siz misiniz, bilmiyorum. O yüzden çok fazla bir şey söylemeyeceğim. Şu an ki suskunluğumun sebebi bir şeyleri saklamak ya da birilerini korumak değil. Sakladığım bir şey yok. Ama burada değil, kürsü de konuşacağım. İstediğiniz kadar zorlayın. Elde edeceğiniz tek şey koca bir vakit kaybı olur."
Cihan bana döndü.
"Ne diyor bu? Bir şey biliyorsan söyle?"
"Bilmiyorum."
"Yüzbaşı..."
Gözlerimi Hazan'dan ayırmadan, "bilmiyorum," dedim tekrar. "Bilsem de söylemem. "
"Fırat, Hazan şu an da doğru bir şey yapmıyor. Ortalığı karıştıracağı belli. Arkasında durmak istediğinin farkındayım ama Hazan arkasında durulmayı hak etmiyor. Etse her şeyden, herkesten önce ben dururdum. İşin ucu her an sana dokunabilir. O yüzden hem kendin, hem de Hazan için bir şey biliyorsan söyle bana. "
Karımın önüne dökülen, gölgesi hafif etli yanaklarına düşen saçlarını, uzun, kıvrım kıvrım kirpiklerini, gözlerime değdiği an kalbimi tekleten gözlerini, minik burnunu, saatlerdir hasret kaldığım dudaklarını izlerken, "yanılıyorsun, " dedim. "Arkasında durulmasını o kadar çok hak ediyor ki bir şekilde bu örgüte güç yetirebileceğimi bilsem sonuna kadar arkasında dururdum. "
"O zaman şimdi durmayacaksın?"
Sesindeki beklenti midemi bulandırıyordu. Hazan, abi, diyordu lan bu ite!
"Duracağım. Yararına bir şey yapmak elimden gelmese de en azından onun aleyhine tek bir kelime çıkmayacak ağzımdan."
"Hazan seni, senin onu umursadığın kadar umursamıyor. Bu tutumu bu şekilde devam ederse heyetten çıkacak karar belli; sürgün. Kaldırabilecek misin bunu?"
"Peşinden giderim. "
"VASÖ buna müsade etmez. Aranızdaki ilişkiyi umursamıyorlar. "
Sessiz kaldım. Gözlerim hâlâ Hazan'daydı. Belki bir daha böyle uzun uzun bakamazdım. Her bir zerresi zaten ezberimdi, fakat yine de o güzel yüzünün her bir köşesini, kıvrımını aklıma bir kez daha kazıdım. Bir tane bile birlikte bir fotoğrafımız yoktu. Sadece Hazan'ın onsekiz yaşında olduğu bir resmî vardı elimde. Şu an ki halinden pek bir farkı yoktu o zamanlar da. Onunla bir şekilde idare ederdim ama ya kokusu? Şehit olan her askerîn son nefesini verirken burnuna cennet kokusunun çalındığı söylenirdi. Hazan'ın kokusu benim için tam da oydu. Mesele şampuan, parfüm falan değildi. Teni cennetti onun. Bir de gülüşü vardı. Sesi, elleri, saçları...şimdiden aklım başımdan gitmeye hazırdı. Nasıl yaşardım lan onsuz? Kendimi buna nasıl alıştırırdım?
Sorgu odasının kapısı açıldı. Necdet Özdelen ve yanındaki herif dışarıya çıkıp kapıyı kapatırken Cihan hazır ola geçmişti. Kulaklığı çıkarıp onlara döndüm. Necdet Özdelen, "hoşgeldin bozkurt," diyerek elini uzattı. Sıkmadım.
Elini indirip, " Hazan hanımı üstünüz olarak bu yönden rol model almanızı beklemezdim," dedi. "Sizin ona nazaran daha aklı başında biri olduğunuzu düşünmüştüm. "
"Yanlış düşünmüşsünüz."
"Öyle görünüyor. Her neyse," diyerek Cihan'a döndü. "Konuşmuyor," dedi. "Konuşmayacak. Bu böyle yalan makinesiyle olacak iş değildi zaten. Sorguyu bir üst levela taşımamız gerekiyor. "
"Ne demek bu?"
"İşkence demek."
"Anlamadım?"
Necdet Özdelen denilen herif gözlerimin içine bakarak, "gayet de iyi anladınız, " dedi. "Sorgu stratejilerimiz TSK'ye göre fazla serttir."
Kafamın içinde şimşekler çakıp yüreğime yıldırımlar düşerken Hazan'ın canının yanma ihtimali ruhumu sıkıyor, canımı yakıyor, içimdeki canavarı yavaş yavaş uyandırıyordu. Buna izin vermezdim. Benim dokunup öpmeye kıyamadığım kıza kimse el süremezdi.
Ani bir karar ve fevri bir hareketle Necdet Özdelen'in yakasına yapışıp, sırtını arkasındaki duvara sertçe çarptığımda içinde bulunduğum ve bulunabileceğim birçok durumun mefhumunu kaybetmiştim. İstediğim tek şey bu herifi gebertmekti.
"Yüzbaşı!"
Cihan kolumu tutup beni geriye doğru çekmeye çalışırken diğer herif belindeki silahı çıkarıp bana doğrultu.
"Stratejini sikerim lan senin!! Hazan'a dokunmaya kalkarsan gebertirim seni!!! "
"Yüzbaşı dur!"
Yakasını tutan ellerimle boynuna baskı yaparken zar zor nefes alan herif, "bunun bedelini ağır ödeyeceksin," dedi.
Bir elimi yakasından çekip boğazını kavradım. Başıma doğrultulan silahın emniyet kilidinin açılma sesini duydum. Necdet iti boğazını sıkan kolumu iki eliyle tutup itmeye çalışırken Cihan,"Allah kahretsin," diyerek kolumu bıraktı. Yanımdan uzaklaşıp tekrar geri geldiğinde arkamdaydı. O sırada kapının yanında bekleyen koruma,"Cihan bey!" dediğinde gözlerimi nefessizlikten yüzü kıpkırmızı olan ve gözleri pörtleyen heriften çekip anlık bir ona döndüm. Belinden çıkardığı silahı Cihan'a doğrulmuştu.
"O elektroşok cihazını indirin!"
Omzumun üstünden geriye döndüğümde Cihan'ın enseme doğrultuğu cihazı gördüm. Necdet Özdelen koluma vurup üzerimdeki ceketin yakalarını kavramaya çalışırken kulaklarım sinirden gemi düdüğü misali uğulduyordu.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?!"
Koruma elindeki silahı indirmeden Cihan'a doğru adımlarken, "97. Üst Alfa'dan kesin emir aldım, kusura bakmayın, " dedi. Ardından boştaki elini kulağına götürüp geri çekerken muhtemelen kulak içi kulaklığı devreye sokmuştu.
"İçeriye gelin," dedi. Ve bana baktı.
"Fırat bey bırakın. Merak etmeyin Hazan hanıma kimse dokunamaz. Kendisi şu andan itibaren baş üstlerin koruması altında. "
Boğazını sıktığım herife döndüm. Gözlerinden yaş gelirken dili dışarıya çıkmıştı. Katil olmak üzere olduğum bilgisi beynimde mevcuttu fakat öfkeden kasılıp seğiren vücuduma söz geçirebilecek durumda değildim. Koruma yanıma gelip kolumu tuttu.
"Fırat bey rica ediyorum, bırakın. "
"Hazan'ı çıkart içeriden!"
Bunu söyleyen Cihan'dı. Koruma Cihan'a bakıp başını sallayarak yanımdan uzaklaştı. Dişlerimi kırarcasına birbirine geçirirken nefesimi tutuyordum. Gözlerimin içi cayır cayır yanıyordu. Herifin boğazını sıkan elim kaskatı kesilmişti. Parmaklarımı gevşetemiyordum. Başım ağrıyor, kulaklarımdaki uğultu çınlamaya dönüşüyor, kalp atışlarım git gide hızlanıyordu. Öfke nöbeti geçirdiğimin bilincindeydim. Uzun zaman sonra ilk defa oluyordu.
"Fırat!"
Hazan'ın sesi kulağımdaki çınlamaya karışırken nefes almaya çalıştım. Kokusunu duymak istiyordum.
Herifin boğazını sıkan elimi tuttu.
"Fırat bırak."
Zar zor yutkunup ona döndüm. Gözleri gözlerimde endişeyle gezinirken,"Fırat bırak, lütfen. Öldüreceksin," dediğinde içime titrek bir nefes çektim. Küçük elleri tuttuğu elimi okşuyordu.
" Fırat nolur," derken sesi sabırsız ve telaşlıydı. Başımdaki ağrı burnuma doğru inip gözlerime vurduğunda sıktığım dişlerimi gevşetip dudaklarımı aralayarak derin bir nefes aldım. Kaskatı kesilen elim karıncalanıp uyuşurken Cihan'ın, "tut çek şu adamı! Öldürecek Necdet beyi!" diyen sesini duydum.
Hazan elimi bırakıp yüzümü avuçlarının içine aldı.
"Fırat duyuyor musun beni? "
Gözlerimi kapatıp açtım.
"Bırak o zaman."
Başımı sallayıp vücudumda kalan son güçle elimi hızla adamın boğazından çektim. Adam ölü gibi yere yığılırken birkaç adım geriledim. Hazan ellerini yüzümden ayırıp yere çöktü. Adamın nabzını kontrol etti.
"Bayılmış sadece," dedi Cihan'a dönerek.
O sırada kapı açıldı. İçeriye üç koruma daha girerken dönen başımla sendeleyip yanımdaki masaya tutundum.
"Doktor getirin şuraya!"
Korumalardan biri kapıdan çıkıp giderken gözlerim adamın mosmor olan yüzünde ve kapalı gözlerindeydi. Ne yaptığımın farkındaydım. Neden yaptığımın da öyle. Ama bu öfke nöbeti üç yıl sonra ilk kez oluyordu ve ben nasıl baş edileceğini unutmuştum. İlk defa bu kadar ağır oluyordu. Bu kadarı askerlik yapmama bile engel olabilirdi. Stresten, dedim kendi kendime. Hazan'ı kaybetme korkusu beni bugün çok fazla strese sokmuştu.
Açık olan kapıdan Harun'la birlikte bir adam daha girerken Hazan Necdet Özdelen'in nabzını kontrol ettiği elini bırakıp çöktüğü yerden kalkarak yanıma geldi. Hiçbir şey söylemeden gözlerime bakıp önüne döndü. Kızgındı. Ben de.
"Revire götürelim."
Harun'un bu sözü üzerine içeriye bir sedye getirildi. Birkaç dakika içinde adamı alıp çıkıp gittiler. Cihan ve bana silah doğrultan herif de sedyenin peşinden giderken Hazan içeride kalan korumalara, " bizi yalnız bırakır mısınız?" dedi.
"Emrederdiniz."
Kapıyı çekip gittiklerinde Hazan bana dönüp, "neden yaptın böyle bir..." derken belinden tutup kendime çektim. Dudaklarına kapanıp ona sımsıkı sarıldım. Dudaklarını emip öpmeden öylece dururken iyi değildim. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Ve bunu Hazan olmadan yapamazdım.
Kollarıma tutunan ellerini göğsüme koyup beni itmek için debelenirken dudaklarını dudaklarımdan ayırıp başını yana doğru çevirdi.
"Bırak."
Kollarımı sıkılaştırarak onu iyice kendime bastırıp yanağını öperken kokusunu içime çektim.
"Bırakamam. Hazan..."
Ne diyeceğimi bilemedim. Yüzümü boynuna gömüp karıma sokulurken kendimde değildim. Kafamın içinde onlarca çark gürültüyle dönüyor, zihnimi toparlamama izin vermiyordu.
"Ne?" dedi. Çırpınmayı bırakmıştı. Sesi beni dinleyip anlamak ister gibi ancak yine de kızgın bir hâl içerisindeydi.
"Özür dilerim. "
"Özür dilemen gereken kişi ben değilim. Fırat adamı öldürüyordun. Nasıl yapabilirsin böyle bir şeyi? "
Öfke nöbeti geçirdiğimi, bir yerden sonra bilincimi kaybettiğimi ve uzun zaman sonra ilk kez böyle bir şey yaşadığımı, bunun eskiden de ara ara meydana gelen bir durum olduğunu söylemek için kendimi hazır hissetmiyordum. Sesindeki dehşet benden böyle bir şeyi beklemediğini ve şaşkın, bir parça da olsa o halimden korkmuş olduğunu belli ediyordu.
Gözlerimi kapatıp burnumu tenine sürterken boynuna birkaç küçük öpücük kondurdum.
"Damarıma bastı, " dedim.
"Açıklaman bu mu? Her damarına basanın boğazına mı yapışacaksın? Ben..."
Kendimi geri çekip gözlerine baktım.
"Sakın! Sakın bu olayı kendinle kıyaslama. Herif gözümün içine baka baka sana işkence edeceğini söyledi. Nasıl izin verirdim lan sana dokunmasına?!"
"Yapmazlardı. Büyük ihtimalle seni korkutmak istediler. Benden bir şey öğrenemeyince seni benimle tehdit etme yoluna gitmişler. Ama öyle bile olsa yaptığın şey doğru değildi. "
Yutkundum. Bunu düşünebilmem gerekirdi.
" Bende doğruyu yanlışı ayıracak akıl mı bıraktın? "
Kaşları çatıldı.
"Ben miyim yani suçlu? "
"Benim. Seni zamanında yanıma alıp bu örgüte bulaşmana engel olamadığım için suçlu benim. "
"Evet, sensin," dedi. "Bana güvenmediğin için de suçlu sensin."
Gözlerindeki kırgınlık içimi paramparça ederken," yavrum," dedim ama devamını getirmeme müsade etmedi.
"Deme bir şey. Duymak istemiyorum. Bırak. "
"Hazan...."
"Fırat bırak. Bağırtma beni. Burası yeri değil. "
İstemeye istemeye kollarımı belinden çözdüm. Biraz daha zorlarsam ağlayacaktı çünkü. Ne diyeceğimi de bilmiyordum zaten. Her şey gittikçe daha da sikik, saçma sapan bir hâl alıyordu.
Hazan arkasını dönüp açtığı kapıdan çıkarken peşinden gittim. Koridara çıktığımızda Cihan asansörden çıkmış bize doğru geliyordu. Karşımıza geçip durdu.
"Durumu nasıl?"
Cihan Hazan'a öfkeyle bakarken," iyi, önemli bir şeyi yok," dedi. "Ama olabilirdi. Her seferinde bir şekilde ortalığı karıştırabilme yeteneğine hayranım. "
"İstersen birkaç taktik verebilirim."
"Hazan yeter! Noluyor sana böyle?! Neyin savaşı, neyin nefreti bu?!"
"Savaştığım doğru, ama nefret duymuyorum. Bana olan bir şey de yok zaten. Sadece herkes, ben ne yaptım, demek yerine, sen ne yaptın, diye soruyor. Bu yüzden de kimse alması gereken cevabı alamıyor. Bakman gereken yer ben değilim. Aynaya dön yüzünü. "
Cihan Hazan'ın söylediklerini anlamak için bir iki saniye duraksadı. Ve, "Oğuz meselesi mi sorun?" diye sordu.
"Hayır. O da bir sorun, ama bütün mesele o değil. "
"Ne o zaman? Beni artık bölge üstün olarak istememene sebep olacak kadar ne yaptım sana?"
"Yalan söyledin. Kandırdın beni. Arkamdan iş çevirdin. Sözde kardeştik."
"Öyleyiz. "
"Hayır, " dedi Hazan. Yandan gördüğüm güzel yüzünde derin bir hüzün vardı. Kirpikleri titriyordu. Yalan söyledin, arkamdan iş çevirdin, derken bu sözlerini kendi üzerime alınmaktan geri duramadım. "Öyleydik. Artık değiliz. Olamayız. Çünkü ben güvenmiyorum sana."
Cihan'ın yüzü sıkıntılı ve gergin bir ifadeye büründü.
"Yaren Kodan ne anlattı sana? "
"Kürsüde anlatacağım. "
"Hazan güvenme o kadına. VASÖ'nün kara listesine girdi. Yakalanması an meselesi. Seni tuzağa çekmeye çalışıyor. Kendine gel artık. Bana güvenmeyip o kadına güvenemezsin."
"Umrumda değil. Derdim Aslı. Ya bana onu getirirler, ölü ya da diri, ya da..."
"Ya da ne?"
"Dağıtırım bu örgütü. "
Sesindeki mekanik tını hedefe kilitlenen bir makineden çıkabilecek kadar duygusuzdu. Az önce yüzünde hüküm süren insani duygular yok olmuştu. Tehditkâr bir ifadeyle Cihan'ın gözlerine kilitlenen gözleri, çelik gibi sert bir hâl alan yumuşak ve tatlı yüz hatlarını yok ederken bu hâli beni korkutuyordu.
" Karşına aldığın insanların üstlerin olduğunu ve çok güçlü insanlar olduklarını unutma Hazan. Dağıtırım derken dağıladabilirsin. "
"Olabilir, " dedi. "Denemeden ne olacağını bilemem. Her şeyi göze aldım ama. Kaybedecek bir şeyim yok. Bu yola kellemi koydum diyebilirim. İşin sonunda giyotine de vurulsam son nefesimde yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymayacağım."
Gözlerim yüzünde takılı kalırken söylediği sözler kafamın içinde yankılanıyordu. Gerçekten kaybedecek bir şeyi yok muydu? Ben neciydim lan burada?
"Emin ol giyotine vurulman çok uzak bir ihtimal değil. "
Duygusuz bir şekilde hafifçe güldü.
"Biliyorum. Ama en azından bugün vurulmayacağım. O yüzden işimize dönelim. Lütfen üst kattaki kral süittinde oturan soytarıları aşağı indirir misiniz? Kısa bir gösterim var da."
Cihan az ileride duran korumalara bakıp Hazan'ın üzerine doğru bir adım attı.
"Saygısızlığın da bir sınırı var Hazan! Ağzından çıkanı kulağın duysun!"
"Duyuyor."
"Sen...sen kime güveniyorsun? Alfa. 97. Üst seni koruması altına aldı diye mi bu havaların? Şu tavırlarından haberleri var mı?"
"Kendime güveniyorum. Kimse tarafından koruma altına alındığım da yok. Küçük bir anlaşma yaptık sadece. Karşılığında da bana bazı yetkiler verdiler."
"Ne yetkisi?"
Bu sefer de Hazan Cihan'a doğru bir adım attı.
"Üstleri aşağı çağır. Uyanıksa Necdet bey de gelsin. Şu işi bitirelim artık. "
"Hazan..."
"Dediğimi yap. Vereceğin akılları dinlemek istemiyorum. "
Cihan Hazan'ın bu tavrından kırgınlık ve rahatsızlık duyduğunu gösteren bakışlarıyla gözlerine bakıp başını sallayarak yanımızdan çekip gitti. Bense konuşmanın başından sonuna kadar Hazan için yoktum. Kaybedecek şeyleri arasında da değildim. Onun için ne ifade ettiğim konusunda kafam karışmıştı.
Hazan koridorun sonundaki kapıya doğru ilerlemek üzere adımlarken onu takip ettim. Kapının önüne geldiğimizde korumalar kendilerine çeki düzen verdi. Korumalardan siyahi olanı Hazan'a bir kart uzattı. Kartta Hazan'a ait bilgiler ve fotoğrafı vardı. Hazan kartı boynuna asıp teşekkür ederken açılan kapıdan içeriye girdi.
Büyük ve kırmızı rengin oldukça fazla göze çarptığı bir konferans salonundaydık. İçeride yüzün üzerinde kadınlı erkekli insanlar sandalyelere oturmuş bekliyordu. Önde büyük bir sahne, sahnenin üzerinde bir masa ve Tarık Güngör o masa da tek başına oturuyordu.
"Savcı. "
Bize doğru gelen Çekik'le halihazırda gergin olan sinirlerim iyice gerilirken Hazan o gün hiç yaşanmamışcasına ona dönüp, "efendim?" dedi.
Sakin olmak için yumruklarımı sıkarken az evvel Hazan'ın elinde gördüğüm siyah dosyanın onun elinde olduğunu fark ettim. Dosyayı Hazan'a uzattı. Hazan dosyayı teşekkür ederek alırken sorguya girmeden önce konuşmasının olduğu dosyayı bu Çekik'e emanet ettiğini anladım. Bu durum beni öfkelendirse de herhangi bir tepki vermedim. İçimden bir ses kendimi Hazan'dan geri çekmemi söylüyordu. Dur, diyordu. Bırak her şeyden, herkesten hırsını alsın, kime yakınlık duymak istiyorsa duysun, kimi affetmek istiyorsa etsin. Madem içinde bulunduğu kamyonun frenlerini kendi elleriyle patlattı, o zaman bırak duvara çarpsın, uçurumdan yuvarlansın. Durmak istemiyorsa durdurma. Ne söylersen söyle duymuyor, umursamıyor zaten. Bırak kendisi görmek isteyene kadar görmesin seni.
"Tarık Güngör'ün yanındaki sandalyeye geçmen gerekiyor."
"Tamam," diyen Hazan beni ardında bırakıp sahneye doğru ilerledi. Herkesin gözü teker teker ona dönerken Çekik, "sizin yeriniz de en önde ikinci sıradan birinci koltuk," dedi. Bir şey söylemeden gösterdiği yere geçip oturduğum da Hazan da Tarık Güngör'ün yanına yerleşmişti. Önüne koyduğu dosyanın üzerinde ellerini birleştirmiş, başını önüne eğmişti.
Salon bu kadar kalabalık olmasına rağmen çıt çıkmıyorken alıp verdiği nefesleri bile duyabilirdim. Ama o kadarına dikkat edecek kadar takatim kalmamıştı. Bir yanım Hazan'la ilgili her şeyden vazgeçmiş, pes etmiş, yorgun düşmüştü. Diğer yanımsa dün gece yataktaki hallerimizi düşünüyor, birkaç saat önce evdeyken tenimde gezinen dudaklarını hatırlatıyor, sakin ol geçecek, yeni yetme ergenler gibi her boka kırılma, bir dur bakalım n'olacak, seviyor seni, diyordu.
"İyi şanslar. "
Tarık Güngör'ün söylediği bu sözlerle Hazan ona döndü.
"Efendim?" dedi, ne söylediğini duymamıştı.
"İyi şanslar. Hak eden kazansın."
Hazan bir iki saniye Tarık Güngör'e bakıp başını salladı. Yeniden eski pozisyonunu alırken gözleri gözlerime değse de pek fazla oyalanmadı.
Salonun kapısının açılma sesini duydum. Ama gözlerimi Hazan'dan ayırıp o tarafa dönmedim. Bütün salon ve Tarık Güngör ayağa kalkarken üstlerin geldiği belliydi. Onlara karşı herhangi bir saygı duymasam da diğerlerine ayak uydurup ayağa kalktım. Hazan da benimle birlikte ayağa kalkarken içlerinde tekerlekli sandalyede, elindeki ucuna serum bağlı çubukla, oturan Necdet Özdelen denilen herifin de bulunduğu altı kişi yanımdan geçti. Cihan da peşlerinden gelip önümden geçerek yanımdaki boş sandalyenin bulunduğu yerde durdu.
Üstler en önde onlar için ayrılan koltuklara yerleştiklerinde herkes tekrar kalktığı yere oturdu. Üstlerden biri önündeki masaya sabit olan mikrofonu kendine doğru çekip konuştu.
"Öncelikle hepiniz hoşgeldiniz. Bugün burada şehir üstünüzü seçmek için bulunuyorsunuz. Şu an da mevcut şehir üstünüz olan Asena kod adıyla tanıdığınız Cumhuriyet savcısı Hazan Hilal Türkoğlu'nun yaptığı bazı hatalar ve yanlışlar sebebiyle demokratik bir örgüt olarak bu oturumu açmak ve sizlere şehir üstünüzü seçme hakkını vermek bizlerin yegane vazifesidir. Eminim ki Hazan hanımın aksine hepiniz işine, görevine, vatanına ve bayrağına saygı ve sevgi duyan, zamanı kıymetli insanlarsınız. Bu sebeple konuşmamı çok fazla uzatmadan ve kıymetli vaktinizi çalmamak adına hemen oylamaya geçmek üzere Tarık Güngör'ü konuşmasını yapması için kürsüye davet ediyorum. Tarık bey buyrun. "
"Teşekkür ederim, " diyen Tarık Güngör yerinden kalkıp kürsüye çıktı.
Hazan tepkisizce dururken adamın söylediği sözlerden etkilenmiş ya da rahatsız olmuş gibi durmuyordu. Fakat ben onun yerine bu durumdan, VASÖ'nün hangi üyesi olursa olsun söz konusu Hazan'ken takındığı tutumdan, kullandıkları aşağılayıcı ve üstencil kelimelerden ifrit oluyordum. Sağ bacağım istemsizce titremeye başlarken sertçe soludum.
"Saygı değer üstler ve ajanlar Volkan beyin de söylediği gibi hepimizin vakti oldukça kıymetli. O yüzden ben de çok fazla konuşmak, kendimi övmek ya da Hazan hanımı yermek istemiyorum. Konuşmamı kısa tutacağım. Gelinen bu noktanın müsebbibi bilindiği üzre Hazan hanımın ta kendisidir. Bir şehir üstü, hatta sadece bir ajan olmak bile azımsanacak bir şey değildir. Örgüt olarak bir bütün olmamızın getirdiği politikalarımız, misyonumuz ve vizyonumuz gereği uymamız gereken kurallar mevcuttur ve bütün ajanlar bunları bilip onlara göre hareket eder. VASÖ oldukça yeni ve onuncu yılını henüz doldurmuş olmasına karşın köklü ve saygın bir örgüttür. Büyük bir disiplinle yönetilen bu örgütün içindeki ajanlar ve başardıkları şüphesiz ki küçümsenemez. Hepimiz kim olduğumuzun ve davamızın farkındayız. Bu farkındalık büyük bir disiplin, uyum ve beraberinde özveriyi de gerektirir. Ne yazık ki Hazan hanımda bu saydıklarımın hiçbiri mevcut değildir. Babası Mehmet Türkoğlu'nun bu örgütün kurucularından ve kural koyucularından biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Hazan hanım daha kendi babasının koyduğu kurallara ve onun mirasına saygı duymayan biridir. Disiplin, uyum ve özveriden ise bahis açmaya gerek bile duymuyorum. Gelinen nokta ortadadır ve bu durum VASÖ'de bir ilktir. Kendimi övmeyeceğim. Zaten dün CV 'mi hepinize gönderdim. Karar sizin. Dinlediğiniz için teşekkürler. "
Gürültülü bir alkışla kürsüden ayrılıp Hazan'ın yanındaki yerine döndü. Hazan'ı babasından vurması, kendimi övmeyeceğim, derken Hazan'ı kötüleyerek kendini yüceltmeye çalışması ağrıma giderken dilimin ucunu ısırdım. Her şeyi unutmaya hazırdım. Yeter ki Hazan şu sakin ve umursamaz tavırlarından sıyrılıp bu ibneye haddini bildirsindi.
Alkışlar kesildiğinde az önceki herif tekrar konuştu.
"Hazan hanım buyrun."
Hazan oturduğu yerden kalkıp kürsüye geçti. Elindeki dosyayla birlikte kürsünün kenarlarına tutundu. Salonda kısa bir göz gezdirip kulaklarımı dolduran ciddi fakat yine de naif sesiyle konuşmaya başladı.
"Az önce Volkan bey beni kendi çapında tanıttı, Tarık bey de sağolsun baya bir övdü ama yaklaşık bir buçuk aydır şehir üstünüz olmama rağmen herhangi bir iletişim kurma şansımız olmadığı için bir de beni ve geldiğimiz bu noktayı benden dinleyin istiyorum. Sayın Kodan vaktimiz var mı?"
Volkan denilen herif, "istediğiniz kadar, buyrun. Sahne sizin, " dedi iğneleyici bir sesle. Soyadının Kodan olması Yaren ve Aslı'yla bir kan bağının olduğunu düşündürmüştü.
Hazan devam etti.
"Teşekkür ederim. Aslında tam olarak nereden başlayacağımı bilmiyorum, çünkü içinde bulunduğum durum, sizlerin vakti ve vereceği oylar dürüst olmak gerekirse, ki gerekir, umrumda değil. Tarık beyin aksine ben buraya rütbe savaşı vermeye çıkmadım. Şehir üstü olmak, bölge üstü olmak, altından apoletler takmak, üniformamdaki yıldızların sayısını artırmak, ödüller almak gibi dertlerim ve hedeflerim yok. Kusura bakmayın Tarık bey gibi sizlere övgüler yağdırıp metiyeler düzemiyorum ama benim hakkımda bilmeniz gereken en önemli şey buydu. Tarık bey babamdan bahsederken söylemesini beklediğim bir şey vardı ve bence buradaki herkes benim gibi o şeyi söylemesini bekledi. Sanıyorum ki Tarık bey beklediğiniz şeyi size veremedi çünkü VASÖ'ye duyduğu saygı, vizyonuna ve misyonuna, politikalarına verdiği değer, disiplin ve özveri dürüst bir insan olmasına engel oldu. Siz babamı bir VASÖ üstü ve ajanı olarak tanırsınız. Haliyle de benden az tanırsınız. O yüzden şunu bilmenize imkanı yok; benim babamın en değer verdiği şey dürüstlüktür. Disiplin, özveri, saygı ya da Tarık beyin saydığı diğer saçmalıklar değil. O yüzden sizlere beklediğiniz şeyi ben vereceğim."
Duraksadı. Gözlerini üstlere çevirip yeniden ajanlara döndü.
"Babamın bir VASÖ üstü olduğu doğru," dedi. "Bu örgütteki % 20'lik hissesini bana bıraktığı da öyle. Teorik olarak şu an burada bulunan herkesten daha üst bir rütbeye sahibim fakat pratikte henüz eğitimimi tamamlayamadığım, bir ajan olarak yeterince tecrübe edinemediğim ve bunlara bağlı diğer sebeplerden ötürü 97. üst olamıyorum. Burada yanlış bir durum yok. Olması gereken bu. Fakat olması gereken her şey herkesin farkında olduğu ancak görmezden geldiği, görmezden gelmek zorunda bırakıldığı gibi bu yüksek bir disiplin ve özveriyle çalışan örgütte her zaman olması gerektiği şekilde işlemiyor. Tarık beyin de söylediği üzre bu örgütte bazı kurallar var ve bu kuralları öyle temenni ediyorum ki hepimiz biliyoruzdur. Yine de bilmeyenler için iki tane kurallı hatırlatmakta gerek görüyorum. Bunlardan biri VASÖ'nün misyonunu ve vizyonunu üzerine kurduğu ana bildirgede yer alan 145. maddedir. Bu madde der ki; bütün ajanlar ve üstler eşittir. Dört büyük ana üst de dahil hiçbir bir üstün akrabasına, yakınına ve tanığına torpil geçilemez. Gelelim hatırlatmak istediğim ikinci diğer kurala. Ajan hakları bildirgesinin 253. maddesi. Bu madde de diyor ki; bir ajan örgüt içinde ya da örgüt dışında ne suç işlemiş olursa olsun VASÖ'nün ceza mahkemesinde yargılanmadan herhangi bir cezaya çarptırılamaz. İdam edilecek olsa dahi her ajanın son bir kez kendini savunma hakkı saklıdır ve elinden alınamaz."
Derin bir nefes aldı. Cihan yanımda sessizce otururken üstlerin gerildiğini fark ettim. Salondaki ajanlar ise Hazan'ı pür dikkat dinliyordu. Ben de öyle. Gerçekten de, Cihan'a söylediği gibi, burayı dağıtmak üzere geldiği belliydi. Olan biten her şeye rağmen karıma büyük bir hayranlık duyuyordum. Tanıdığım hiç kimseye benzemiyordu. Çok güzeldi evet, ama ben onu bugün beni deli eden huyları yüzünden seviyordum. Ne yaparsa yapsındı anasını satayım. Değişmesindi. Hep böyle dürüst ve adaletli olsundu. Kendisi olması için, benim aşık olduğum kadın olarak kalması için beni görmezden gelmesi gerekiyorsa öyle yapsındı. Ben yine ondan ayrı bir yerlerde, ölü ya da diri, ona köpek gibi aşık bir adam olarak kalmaya razıydım.
"Doğru mu sayın Kodan?"
Bir iki saniyelik bir sessizliğin ardından, "doğru, " dedi. " Ama tüm bu anlattıklarınız burada bulunma nedenimizle bir bağlantısı yok. Amaçtan sapmayın lütfen. "
"Sakin olun. Eğer ajanlar dinlemek istemiyorlarsa hemen şu an da kürsüyü terk edebilirim."
Adam yerinden kalkıp ajanlara döndü.
"Hazan hanımı dinlemek isteyenler el kaldırsın. "
Arkama döndüğümde neredeyse herkes elini kaldırmıştı. Volkan iti bundan hoşnutsuz bir şekilde yerine oturup, "buyrun," dedi.
"Teşekkür ederim."
"Rica ederim, demokratik bir örgütüz sonuçta. "
"Pardon sayın Kodan. Bu teşekkürüm size değil ajanlaraydı."
"Peki, devam edin."
"Teşekkürler, bu sizeydi, üzerinize alınabilirsiniz," dedi ve salona döndü. "145. maddeyi neden hatırlattığımı eminim ki anladınız. Eğitimi tamamlanmamış bir ajanın şehir üstü olması VASÖ'nün kurallarına aykırı, ancak ben bugün kıdemli bir ajan ve şehir üstüyüm. Sırf Mehmet Türkoğlu'nun kızı olduğum için layık görüldüğüm bu mevkiyi hak etmemekle birlikte buraya nitelik olarak da ait değilim. Ortada bir torpil olduğu aşikar. Tabii bu noktada bana şunu sorabilirsiniz; neden bu torpil meselesini bugün gündeme getirdin? Bu durum seni bunca zaman değil de neden şimdi rahatsız etti? Ne yazık ki bu şehre gelmeden, hatta birkaç hafta öncesine kadar babamın VASÖ'nün kurucuları arasında olduğunu bilmiyordum. Bu durumu öğrendiğimde bölge üstüm Cihan Güney'le konuştum. Ve bana birçok şey söyledi fakat kısaca söylediği şeyleri tek bir cümleyle sizlere aktarabilirim. Potansiyelin var. Şu an hak etmiyor olabilirim ama elbet bir gün hak edecektim. VASÖ'nün beni tabi tuttuğu en büyük sınavı geçmiştim. Zamanı geldiğinde her şeyin üstesinden gelecektim. Sizce de tüm bunlar biraz romantik söylemler değil mi? Duyguları kuruluşlarının hiçbir yerine koymayan bir örgüt ve Cihan Güney kadar realist bir insan için fazla romantik cümleler. Her neyse. Merak etmeyin bugün bu işi çözeceğim. Ama her şeyden önce beni tanımanız için bilmeniz gereken en önemli şeylerden biri de sanırım bu örgüte neden ve nasıl girdiğim. Cihan Güney sayesinde girdiğimi biliyorsunuz. Peki neden girdim? Asıl mesele bu. Kardeşim için girdim. Daha doğrusu terörist olan kardeşimi öldürmek için. Buradaki üstler de dahil bunu bütün üstler biliyor. Onların aksine ben her zaman niyetimi belli edip dürüst oldum. Ama yine de bu örgütün kurallarına ve davasına her zaman sadıktım. Kardeşimi öldüreceğim ve bu hayattaki tek hedefim olduğu için ne mesleğimi ne de bir ajan olarak yerine getirmem gereken hiçbir görevi aksatmadım. Kardeşim sebebiyle kendimi bu vatana, Volkan beyin az önce saygı ve sevgi duymadığımı iddia ettiği bu vatana, herhangi bir Türk gencinden daha fazla borçlu hissettiğim için elimi tek bir taşın altına dahi koymaktan geri durmadım. Kardeşim şu an da Irak ya da İran bölgesinde bir yerlerde ve evet, bu şehre onunla hesabımı görmek için geldim. Fakat yine de önceliğim her zaman bu vatandı. Babamın izinden gidiyor, açılımı Vatan ve Adalet Savunma Örgütü olan bir kuruluşta ajanlık yapıyordum. Geceleri saymazsak gündüzleri yaşamak için hiçbir engelim yoktu. Bölge üstüm tarafından seviliyor, üstlerim tarafından taktir ediliyordum. 30 milyonu aşkın, neredeyse bir ülke kurabilecek kadar büyük bir insan güruhundan oluşan bir örgütte adımı, en azından kod adımı ve başarılarımı duymayan sayılıydı. Peki bu noktaya neden geldik, bu durum tamamen benim suçum mu? "
Hafifçe güldü. Fakat bu neşeden yoksun alaycı ve buruk bir gülüştü.
"Keşke öyle olsaydı. İnsanın kendi işlediği suçları telafi etmesi kolaydır. Ama suçu güçlü olan ve aslında adının hakkını vererek adil olması beklenen ancak öyle olmayan bir örgüt işlediğinde idamla tehdit edilen sen olursun."
Üstlere döndü.
"Sorun değil, " dedi. "Hiç sorun değil. Evet, bu duruma çok kısa bir sürede geldik. İlk olarak buraya geldiğimde yıllardır sorunsuz bir şekilde çalışan sistemin çöktüğünü öğrendim. Güya internet altyapısı kaldırmadığı için sistem sürekli olarak çöküyormuş ve bu bölgedeki altyapının kaldıracağı bir sistem yapmak üzere teknoloji birimi çalışmaya başlamış. Dediğim gibi yıllardır sorunsuz çalışan bir sistem. Koca bir yalan olduğu barizdi. Ama inandım, çünkü inanmamam için bir sebep yoktu. Neden bana yalan söylesinlerdi ki? Sonra Beytüşşebap çarşısında yaşanan patlamada tanıştığım Ayşe Gülseren ve kızı Zeynep. Çok fazla uzatmayacağım. Zeynep, terörist olduğunu bildiğim komşuları Baran Bekirhan tarafından taciz ediliyordu. Ve Zeynep tekerlekli sandalyeye mahkumdu. Gereken tepkinin ne olduğunu bilmiyorum, ama vermem gereken tepki buna sessiz kalmak, asla verilen cezaların işlenen suçların yarattığı tahribatla denk düşmediği bir adalet sisteminde sakince bir savcı gibi davranmak değildi. O yüzden Baran Bekirhan'ı kaçırıp işkence ettim. Pişman değilim. Bu olay bir şekilde VASÖ tarafından tolere edildi. Ardından bazı sebeplerden ötürü askeriyeyi soruşturma altına almam gerekti. Birini yakalamıştık fakat askeriyede bir vatan haini daha vardı. Yaptığımız araştırmalar sonucu bu kişinin benim kuzenim olan Oğuz Hacıoğlu olduğu ortaya çıktı."
Üstlere bakıp gözlerini doğrudan Necdet Özdelen'e dikti.
"Bunun doğru olduğuna hiçbir zaman inanmadım ve inanmayacağım. "
Salondakilere baktı. Gözleri beni asla bulmuyordu.
"Öğrenir öğrenmez durumu bölge üstüm Cihan Güney'e bildirim. Bana kanunlar ne diyorsa onu yapmamı, Oğuz'u kurtarmak için ne yaparsam yapayım VASÖ'nün bana destek vereceğini söyledi. Belki de bahsettiği şey Oğuz'un davasına bakan, yine terörist olduğunu bildiğimiz, savcı Hakan Çınar'ın odasına bazı belgeler yerleştirip, Hakan Çınar'ın vurulduğum zaman adliyedeki odamda bulunan TKÖ'ye ait delilleri çaldırdığı, teröristlerle iş birliği içinde olan Hüseyin Kırca'yla, VASÖ'ye ya da ona herhangi bir bilgilendirmede bulunmadan, iş tutmam değildi. Bu konuda hata yaptığımı, hem bir savcı, hem de bir VASÖ ajanı olarak yaptığım şeyin doğru olmadığını ve bu durumun bir cezası olması gerektiğine katılıyorum. Pişman mıyım? Belki bu konuşmayı beş altı gün önce yapmış olsaydım, değilim, derdim. Ama şu an diyemem. Pişmanım. Çünkü benim yüzümden Hüseyin Kırca'nın kızı Mine Kırca TKÖ tarafından kaçırılıp öldürüldü. Niyetim Oğuz'u kurtarmaktı. VASÖ bir şey yapmadıkça ve Oğuz'un davası hakkında bana bilgi vermedikçe kontrolümü kaybettim. Sonrasında hem savcılık, hem de ajanlık görevinden uzaklaştırıldım. Bu beni iyice öfkelendirdi ve dört beş gün önce üzerimdeki GPS'i atıp, telefonumu kapatarak İstanbul'a gittim. Ve orada Yaren Kodan'la karşılaştım. Meşhur infazcımız Thanatos. Benden kardeşi Aslı'yı kurtarmamı istedi. Burada olmamızın asıl sebebi de bu aslında. Şırnak'a döndüğümde Yaren'le buluştum. Ve bana bazı şeyler anlattı. Burada biraz geriye gitmek durumundayım. Askeriyedeki soruşturmayı açtığım gün askeriyede bazı belgeler ve bu belgelerin yanı sıra Aslı Kodan'a ait bir fotoğraf buldum. Durumu yine Cihan Güney'e bildirdim. Bana VASÖ'yle konuşacağını söyledi. Sonra güya konuşup bana VASÖ'nün bir süredir Aslı Kodan'dan sinyal alamadığını bildirdi. Hava şartları ve sınırdaki hareketlilikten dolayı kurtarma çalışmaları gecikiyormuş. İnandım. VASÖ'nün ajanlarına değer verdiğini düşünüyordum..."
"Hazan hanım!!" diyerek yerinden fırlayan Volkan itiyle Hazan ona döndü.
"Fazla ileri gidiyorsunuz! Kürsüden inmenizi rica ediyorum. Aksi hâlde...." derken Çekik ve üç koruma ellerindeki silâhlarla adamın üzerine yürüdü.
Volkan iti şaşkınlıkla," siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" dediğinde Çekik, " 97. üst Alfa'dan kesin emir aldık. Kusura bakmayın, " dedi.
"97. üst mü?"
"Evet."
Adam tedirgin bir şekilde yerine otururken Hazan kürsüden ayrılıp merdivenleri indi. Çekik'e ve korumlara, "çekilin," dedikten sonra üstlerin karşısında durup elindeki dosyadan altı adet kağıt çıkarıp her birinin önüne kağıtları koydu. Hiçbir şey söylemeden kürsüye geri döndüğünde ellerine verilen kağıtları okuyan herifler birbirlerine bakıp kağıtları gizlemeye çalışırken Hazan konuşmasını sürdürdü.
" Evet, Yaren Kodan' la görüştüğümde Aslı'nın ben bu şehre gelmeden haftalar önce deşifre olduğunu ve VASÖ'nün bunu bilmesine karşın Aslı'yı kurtarmak adına hiçbir şey yapmadığını ve bana ulaşmasına engel olmak için VASÖ'nün sisteme erişimime bilerek engel olduğunu, durumun çöken internet altyapısıyla bir alakası olmadığını öğrendim. VASÖ Aslı'yı gözden çıkarmıştı. Peki neden? VASÖ ben bu şehre gelmeden bir süre önce Yaren'e 89. infaz üstü aracılığıyla Ali'yi öldürmesi için bir infaz emri yollamış. Burada amaçları Ali'yi yani terörist kardeşimi öldürüp bana çatışmada öldüğünü söylemek ve beni intikamımdan vazgeçirmekmiş. Yaren emir üzerine Ali'nin yaşadığı örgüt kampına sızmış ve orada Aslı'yla karşılaşmış. Aslı ona Ali'yi öldürmemesini, bana onunla son bir kez yüzleşebilmem için bir şans vermesini söylemiş. O sırada yakalanmışlar. Yaren kaçmış fakat Aslı deşifre olarak orada kalmış. VASÖ de Ali'yi öldürme planları Aslı yüzünden suya düştüğü için Aslı'yı kurtarmayı reddetmiş. Burada da ajan hakları bildirgesinin 253. maddesinin ihlali var. Aslı o şerefsizlerin elinde kaderine terk edildi. Ne VASÖ'nün ceza mahkemesinde yargılandı, ne de ona kendini bir kez olsun savunma hakkı verildi. Şu soruyu sizlere ve Tarık Güngör'e sormak istiyorum; daha kendi koyduğu kurallara saygısı olmayan bir örgüte ben neyin saygısını duyacağım? Ya da bahsettiğiniz o disiplin ve özveri bu anlattıklarımın neresinde?"
Üstler ellerindeki kağıtlarla öylece dururken Hazan gözlerini Tarık Güngör'den çekip devam etti.
" Burada mesele benim için Ali değil. Hatta Aslı'nın Yaren'e engel olmamasını isterdim. Ama asıl istediğim VASÖ'nün arkamdan iş çevirmek yerine bana karşı dürüst olmasıydı. Ali'yi infaz edeceklerini en başından bana söyleselerdi buna bir itirazım olmazdı. Kısaca bugün burada olma sebebimiz bir infazcıyla buluşmam, yaptığım diğer hatalar ve VASÖ'nün ya da birkaç üstünün paçalarının tutuşması. Az önce ellerine verdiğim kağıtlarda ne olduğunu merak ettiğinizin farkındayım. Ama söylemeyeceğim. Söylemek istediğim son birkaç şey daha var. Bugün buraya gelmeden üç saat önce VASÖ'nün, üstler arasındaki iletişimi sağlayan ve ajanlara kapalı olan mesajlaşma sistemini hackledim. Yaren'in Aslı'nın deşifre olduğunu ve ona Ali'nin infaz emrinin geldiği tarihten bugüne baş üstlerle yapılan bütün konuşmaları inceledim ve gördüm ki ne Aslı ne de Ali olayından baş üstlerin haberi yok. Sonrasında ana sistemi ve VASÖ kurulduğu günden bu yana şehit olan ajanların listesinde göz gezdirdim. Ve Aslı'nın adı oradaydı. Ölümünün açıklandığı kısımda ise basitçe şu yazılıydı; Aslı Kodan deşifre olmuş ve esir düşmüştür. VASÖ Aslı Kodan'ı kurtarmak için düzenlediği operasyonda naaşına ulaşmıştır. Oğuz meselesinin de baş üstlere bildirilmediğini söyleyeyim. Bu disiplinsizliğin ve riyakârlığın sebebini bulmam bu kısacık sürede imkansızdı. 89. infaz üstü Volkan Kodan ve diğerleri hangi gerekçeyle Aslı'ya bunu yapma hakkını kendinde buldu bilmiyorum. Aralarında ne dönüyor, neyi gizlemek istiyorlar, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki bu saatten sonra hiçbir şey siz üstler için iyiye gitmeyecek. Bana gelince o mesajlaşma sistemi üzerinden 97. üst Alfa'ya yazdım. Babamdan bana kalan % 20'lik hissemi kendisine sattım ve bu durumu bildirdim. Aslı için bir şeyler yapmalarını rica ettim. Oğuz olayıyla da ilgileneceklerini söylediler. Yani demek istediğim bütün bu anlattıklarıma rağmen kendinizi bu örgütte güvensiz hissetmeyin. Biraz kanırtınca sizi umursayacak birilerine ulaşabiliyorsunuz. Oylama için de illaki bir şeyler söylemem gerekirse şunu söyleyeyim; bu haksızlığa ve bana geçilen torpile karşı koymak için elinizde bir şans var. Oylarınızı Tarık Güngör'e vermenizi tavsiye ederim. Kendisi benim aksime eğitimini tamamlamış ve geldiği yere tamamiyle kendi alın teriyle gelmiştir. Dinlediğiniz için teşekkürler. Oylamaya geçebiliriz. "
Hazan kürsüden ayrılıp yerine otururken kimse alkışlamadı. Derin bir sessizlik vardı. Cihan yanımdan kalkıp kürsüye çıktı.
"Ellerinizdeki kumandalarda adayların adları yazılı. Hangi adaya oy vermek isterseniz isminin üzerine bir kez basmanız yeterli. Oylarınız ekranda görünecektir. "
Projektörle yansıtılan bilgisayar ekranında Hazan'ın ve Tarık Güngör'ün adı yazılıydı. Oylar verilmeye başlandığında Tarık iti ekranı takip ederken Hazan önündeki masayı inceliyordu. Bense bu kıza daha fazla ne kadar aşık olabilirim, diye düşünüyordum. Ne güzel bir karım vardı benim böyle. Kurban olurdum onu verene ben.
Yaklaşık iki dakika içinde oylama tamamen sona ermişti.
"Evet, oylama sona ermiştir. Tuşlara bir daha dokunmayın lütfen. Sonuç ortada. Hazan Hilal Türkoğlu %95 oyla yeniden Şırnak şehir üstü seçilmiştir. "
Salonda o an az önce ki derin sessizliğe nazaran büyük bir alkış koparken Hazan daldığı yerden gürültüyle irkilerek kendine geldi. Cihan'ın söylediği şeyi de duymamıştı. Bu yüzdendir ki yanında oturan Tarık Güngör'e elini uzatıp, "tebrik ederim, " dedi. Tarık Güngör ise ona uzatılan eli sıkıp, " ne münasebet Hazan hanım. Ben sizi tebrik ederim. Siz kazandınız, " dedi.
"Ne?"
"Ekrana bakın isterseniz. "
Hazan elini beni daha fazla delirtmeden adamın elinden çekip ekrana baktı. Gözleri şaşkınlıkla büyüyüp, dudakları aralanırken tatlılığı ve güzelliği aklımı başımdan alıyordu. Kokusunu özlemiştim. Yine kendi kendime yanıp sönmüş, Hazan'ı affetmiştim. En azından bu sefer gerçekten ne yaptığını biliyordu. Aklımda iki soru vardı sadece. Hazan neden hissesini satmıştı? Ve neden bana söyleyemem, anlatamam demişken Yaren denilen kadının ona söylediği şeylerin bir kısmını da olsa burada, herkesin içinde anlatmıştı? Durgundu ve sürekli dalıp dalıp gidiyordu. Bu hâli benimle ilgili miydi? Güvenmiyorum, derken kalbini fazla mı kırmıştım? Yoksa başka bir şey mi vardı?
Cihan, Hazan'ın yanına gidip elini uzattı.
"Tebrik ederim. "
Hazan oturduğu yerden kalktı. Şaşkın olduğu ve oylamadan çıkan bu sonuçtan memnun olmadığı belliydi.
"Neyin tebriği bu?" dedi. "Dürüst oldum diye mi?" Salona döndü. "Tarık Güngör'ü seçmeniz gerekiyordu. Ben sadece yapmam gerekeni yaptım. Sizler de yapmanız gerekeni, doğru olanı yapıp gerçekten hak edene vermeliydiniz oyunuzu. Hiç akıllanmayacaksınız değil mi?"
"Hazan!"
"Ne?!"
"Tamam, bitti. Seni seçtiler. Hiçbir baskı altında olmadan, ortada bir torpil dönmeden seni seçtiler. Hak ettin. Bunu bari kabullen artık. "
"Kabullenmeyeceğim! Oylamanın tekrar yapılmasını istiyorum. "
Tarık Güngör oturduğu yerden kalkıp, " kusura bakmayın Hazan hanım, adaylıktan çekiliyorum, " dedi.
"Tarık bey..."
"Üzgünüm, iyi akşamlar, " diyerek sahneden indi.
Güzeller güzeli karımın sinirden yanakları kızarıp al al olurken Cihan masanın üzerinde duran suyu alıp kapağını açarak Hazan'a uzattı.
"Al iç, iyi gelir. "
*********
Konferans salonundan çıkıp, otelin bahçesinde aracına binene kadar yüzüme bakmayan Hazan eve gelene kadar trafikte yüreğimi ağzıma getirmişti. Bütün hıncını yoldan alıp eve geldiğimizde de yine beni görmezden gelerek kendisini yatak odasına kapatmıştı. Ben de saat 08.06'yı gösterirken albaydan gelen telefon üzerine askeriyeye gitmiştim. Karargâh odasında sadece albay, ben, Emir ve Anıl vardı. Halit albayın söylediğine göre VASÖ Aslı Kodan'ı kurtarma görevini bize vermişti. Ona göre yaptığımız hazırlıklara daha fazla mühimmat ve sınır ötesinde kalma süremizin uzayabilme ihtimaline karşın yiyecek - içecek eklemiştik. Timin geri kalanıyla bu bilgiyi operasyon sırasında, bilmeleri gerektiği kadarıyla paylaşacaktım.
Askeriyeden ayrılıp timin ocak başı yaptığı restoranta uğramıştım. Yaklaşık yarım saat yanlarında oturup saat 23.00'a gelirken eve döndüm. Araçtan inip evin kapısına doğru ilerleyip cebimdeki anahtarı çıkarıp kapıyı açacakken duraksayıp zile bastım. Bu Hazan'la ilk iletişimi kurmanın en güvenli yoluydu. Hâlâ odadaysa onu dışarıya çıkarmak dakikalarımı alabilirdi. Yine ona nasıl yaklaşacağımı bilemediğim anlardan birindeydim.
Kapı beklediğimden çabuk açılırken Hazan elinde dumanı üstünde tüten kahvesi, üzerinde pembe, kalpli, şortlu pijamasıyla karşımdaydı. Yüzüme öylesine bir bakış atıp arkasını dönerek üst kata çıktı. Güzelliğinin, el kadar şortundan açıkta kalan bacaklarının, atletinin yakasından taşan göğüslerinin, arkasını döndüğü an gözüme takılan kalçalarının ve incecik beline dağılan saçlarının dağıttığı aklımı zar zor toparlayıp içeriye girdim. Kapıyı kapatıp Hazan'ın peşinden üst kata çıktım.
Yatak odasına girdiğimde Hazan sırtını yatak başlığına dayamış, kahvesinden bir yudum alarak Küçük Prens okuyordu. Yanına gidip yatağa oturdum. Kahvesini yatağın yanındaki komodinin üstüne bırakıp ateş parçası gözlerini yüzüme değdirmeden kitabı okumaya devam etti. Ellerimi iki yanına koyup onu kıskacıma alırken üzerine doğru eğilip alnını öptüm. Bir şekilde aramızı düzeltmem, onu öpüp koklamam, gönlünü almam lazımdı. Dört saat sonra gidiyordum ve ondan bugün haddinden fazla uzak kalmıştım.
Öylece durdu. Dudaklarımı alnından çekip boynunu öptüm. Kokusu burnuma dolduğu an yüreğim titreyip, ruhum darmadağın olurken gözlerim kapandı. Hazan aramızda kalan kitabı çıkarıp okumayı sürdürürken beni umursamıyordu. Yataktaki ellerimi kaldırıp beline sarıldım. Kollarımda yok olurken istediğim Hazan'ı içime sokup operasyona giderken bile yanımda götürebilmekti. Onca günü, ayı; bu sikik günün karıma doymama izin vermemesinin verdiği özlemle nasıl geçirecektim lan?
Teninde derin bir nefes alıp onu iyice kendime çekip bastırırken göğsümde ezilen memeleri aklımı bulandırıyordu. Benimle sevişmek istemezse zorlamazdım ama Hazan'ı deli gibi istiyordum. Sırtında ellerimi gezdirip çıplak belini okşarken omzuna küçük küçük öpücükler kondurdum. Bunun fazla olup olmadığını, ileriye gidip gitmediğimi bilmiyordum, çünkü Hazan ne iyi, ne kötü en ufak bir tepki vermiyordu.
"Hazan?"
Cevap vermedi. Biraz geri çekilip yanağını öptüm.
"Yavrum, konuşalım mı?"
"İstemiyorum. "
Sıkıntılı bir nefesi alıp verdim. Alnımı alnına dayayıp bir elimle saçlarını ve yanağını severken, "Bebeğim yapma," dedim. "Birkaç saat sonra gideceğim. Böyle ayrılmayalım. "
Yutkundu. Kitabı komodinin üstüne koyup ellerini kucağında birleştirdi.
"Yorgunum, " dedi. Sesinden bile belliydi. Neşesi yoktu.
"Özür dilerim. Çok özür dilerim. "
"Dileme. Kızgın değilim sana. Kendince haklıydın. Ama ben böyle biriyim işte. Başka türlüsü elimden gelmiyor. "
Kızgın olmadığını biliyordum, ama kırgındı. Kızgın olsa daha kolay olurdu. Bu hâli elimi ayağımı, dermanımı kesiyordu.
"Gelmesin," dedim. " Sen olduğun halinle çok güzelsin. Yanlış olan bendim. Çok korktum, sensiz kalacağım, senden ayrı düşeceğim diye kafayı yedim. N'apacağımı bilemedim. Bir şekilde seni durdurmam gerekiyordu, o korkuyla ağzımdan çıkanı kulağım duymadı. "
"Ama öyle düşündüğün için öyle söyledin. Bencil olduğumu düşünüyorsun, sana göre seni umursamıyor, senin beni sevdiğin kadar sevmiyorum ve sonuç olarak bana güvenmiyorsun. Tamam, beni kusurlarımla birlikte seviyorsun, ama kusurlarım gözüne çok fazla batıyor. Nereye kadar gidecek bu böyle? Bizim seninle hiç basit kavgalarımız olmuyor ki. Hep içinden geçiyoruz birbirimizin." Duraksayıp aldığı nefesi yorgun bir şekilde dışarıya verdi. Verdiği nefesi içime çektim. "Bilmiyorum," dedi kısık bir sesle. "Belki de kendini kusurlarımı sevmek için bu kadar zorlamamalısın."
Tahmin ettiğimden daha fazla kırılmıştı. Ayrılmamız gerektiğini ima ediyordu. Ama bu sefer istiyordu ki buna ben karar vereyim. Başka zaman olsa ve Hazan bana kızgın olsa bavulunu toplayıp, evde olmadığım bu üç saat içinde, çoktan çekip gitmiş olurdu. Ama şu an buradaydı. Beni kendinden itmiyor, bağırıp çağırmıyordu. Bu hali biraz da birlikte geçirebileceğimiz saatlerin kısıtlı olmasıyla ilgiliydi. Benimle vakit geçirmek istiyordu.
Yanağını seven elimi beline indirdim. Burnuyla gözünün altı arasındaki bir yeri öpüp, " Senin kusurun yok," dedim. "Bunu bugün daha iyi anladım. Mesele benim..."
"Birazdan gideceğin ve benimle sevişmek istediğin için düşünmediğin şeyleri söylemek zorunda değilsin. "
"Hazan...yalan yok, seni istiyorum ama benim derdim şu an senin kırılan kalbin. İzin ver kendimi açıklayayım, tamam?"
Kucağındaki elleriyle oynarken yavaşça başını salladı.
"Çok seviyorum seni, " dedim. "Sen bu sevginin sadece bir buçuk ayını gördün. Ama ben bu sevgiyle altı yıldır yaşıyorum. Öyle bir şey ki bu uyutmuyor, yedirmiyor, içirmiyor, yaşatmıyor..."
"Beni tanımıyordun ama. Sadece bir kere sesimi duydun, bir kere Ankara'da gördün, bir de berdel olayında bir resmim vardı elinde. Nasıl bu kadar sevmiş olabilirsin ki?"
Derin bir nefes alıp verdim.
"Tanıyordum...o altı yıl boyunca ben her operasyondan döndüğümde, her hasretinden içim ezildiğinde İstanbul'a geldim. Peşinde dolandım it gibi. Bir rüzgar essin de kokun burnuma dolsun diye deli oldum. Biz seninle, senin haberin olmadan sinemaya gittik, parkta oturduk, yemek yedik, bir barın kuytu köşesinde ben senin o güzel sesinle söylediğin şarkıları dinledim..."
"Fırat..."
Dudaklarını öperek şaşkın sesini susturdum.
"Kızma. Çok seviyordum. Görmeden duramıyordum seni. Çok özlüyordum. "
Elleri yüzümü buldu. Tenimi severken yutkundum. Gözlerim kapanır gibi olurken," ben nasıl fark etmedim seni?" dedi.
Gözlerimde gezinen gözlerine baktım.
"Fark etmeni istemedim çünkü. "
"Neden?"
"Çok küçüktün. O zamanlar baş edemezdin benimle. Çok canını yakardım. Küçücük, yeni yeni tomurcuklanıp açan narin bir gülü, acımasız bir devin eline vermek gibi olurdu karşına çıkmam. Çok çabuk soldururdum seni."
Gözleri dolarken dizlerinin üzerinde doğrularak boynuma sarılıp yanağımı öptü. Kalçalarının altından bacaklarını tutup kucağıma aldım. Boynunun altını öpüp kokusunu soludum. Saçlarını sevip bir süre öylece durdum. Onca zaman sonra Hazan'la bu kadar yakın olmanın tadına varmak, onu hissetmek istiyordum.
"Yine de daha erken gelebilirdin," dedi. "Şimdinin o zamandan ne farkı vardı ki?"
" Zaman meselesi değildi sorun. Bendim. Çok öfkeliydim Hazan. "
"Şimdi de öylesin. Necdet beyi az kalsın öldürüyordun bugün. "
"O zamanlar her günüm böyle geçiyordu. Sadece bugünlük bir mevzu olarak kalmıyordu hiçbir şey. Ama kurduğum ilişkiler de öyle sakinlik isteyen ilişkiler değildi zaten. Annem, Bahar, Sado, tim, Feyzullah; bir yere birkaç kadeh bir şey içmeye gittiğimizde bir olay olduğunda yaşanan şeylerde kontrolü çok çabuk kaybediyordum. Onlar da zaten biliyordu beni, bir şekilde hallediyorduk. Ama seninle öyle olmazdı. Böyle güzel, hassas, kırılgan, cazgır, asi, dik başlı, lafını sözünü esirgemeyen el kadar kızla yapamazdım. Bir kere nefes aldırmazdım sana. Evden dışarıya çıkamazdın. İtin birinin yanlışlıkla gözü gözüne değse katil olurdum. Seni yanıma alırdım. Aldığım gibi de nikâhı basardım. Seni uzaktan izlerken tanıdığım gibi karakterini, babanın şehit oluşunu, başına gelen o şeylerin sen de bıraktığı izleri göremezdim. Anlayışsız, kaba saba, sikik herifin tekiydim. Ben seni severken, seni tanıyıp izlerken, sana kıyamazken adam oldum. Onu da bu kadar olabildim işte. "
Geri çekilip göz göze gelmemizi sağladı.
"Deme öyle, " dedi. "Sen çok güzel bir adamsın. "
Belli belirsiz gülümsedim.
"Beni güzel yapan sensin. Seni kaybedersem ben yine aynı bataklığa gömülürüm. "
"Fırat..."
"Şşş, dinle. Bugünkü mesele de buydu. Ben bütün hayatımı senin üzerine kurdum. Bu ev buradaysa sen varsın diye. Sen yoksan benim hayatım dağ taş, lojman. Öyle bir seviyorum ki seni ben, sen yanımda yoksan benim nefes almamın hiçbir anlamı yok. Askerim ben. Korkuyla aram iyidir. İyi yönetirim, en yüksek ateş hattında bile bir şekilde baş ederim. Ama söz konusu sen olduğunda ben korkmuyorum Hazan. Korkak bir herife dönüşüyorum. Elim ayağım birbirine giriyor, düşünme yetimi kaybediyorum. Ben bugün kızmadım sana. Orada söylediğin her sözde göğsüm kabardı benim, ben daha bir aşık oldum sana. Ama yaptığın şeyler basit şeyler değildi. Karşına aldığın insanlar vasıfsız insanlar değildi. Üstelik kürsüye çıkana kadar ne yapacağını da bilmiyordum. Bilsem belki en azından daha sakin olabilirdim..."
"Sormadın, " dedi. "Sorsan söylerdim. Ama sen direkt olarak bana güvenmemeyi seçtin. Yaptığın şeylerin hangi birini akıl mantık alıyor, dedin bana. Zaten hiç kimse hiçbir şeyi sorup merak etmiyor. Suçlayacak birini arıyorsunuz."
"Haklısın, " dedim. Haklıydı. Kendimi bir yere kadar açıklayabilirdim ama bir yerden sonra söyleyecek bir şeyim yoktu. "Ama sorun, en azından benim için, amaçların değil seçtiğin yollar. Aklın mantığın almadığı şey sürekli en tehlikeli, yanlış, başını belaya sokacak yolları seçmen. Yine aynı şeyi yapacağından korktum. Fazla asisin çünkü. Ele avuca sığmıyorsun. "
"Ama sen beni böyle sevdin," dedi. Sesinin tonu yavaş yavaş aramızdaki buzların eridiğini gösteriyordu.
"Evet, böyle sevdim. Sadece..."
"Ne?"
"Boşver. Sen kahveni iç, ben de bir duş alayım, tamam?"
Belini tutup kucağımdan indirmeye çalıştığımda boynuma sıkıca sarılırken, "Söyle, " dedi.
"Hazan..."
"Ya söyle. "
İnadı tutmuştu. Öğrenmeden bırakmazdı. Pes ettim.
"Beni gör istiyorum, " dedim. "Öyle kafana esince, bir an bile düşünmeden, kaybedecek bir şeyim yok, diyeme istiyorum. Baş başa olmadığımız zamanlarda da senin için bir şey ifade etmek istiyorum. "
"Ediyorsun zaten," dedi.
"Öyle hissetirmiyorsun. "
Çocuk gibi sevgi dilenmek, Hazan'dan ilgi istemek, böyle kırılıp dökülmek gücüme gidiyordu. Kendime olan öfkemi, onun karşısında ne kadar aciz olduğumu görmemesi için gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Kollarını boynumdan çözüp kucağımdan inerken yalandan da olsa beni ikna etmek için çabalamayacağı belliydi. Zorlamadan bıraktım. Çabalamasındı. Ne bekliyordum ki zaten.
Aynalı masaya doğru ilerleyişini izlerken üstümdeki deri ceketi çıkarıp yatağın üzerine attım. Çekmeceden aldığı iki kutuyla yanıma gelip yatağa oturdu. Küçük siyah kutuları bana uzattı.
"Ne bu?"
"Al bak," dedi.
Kutuları elime alıp bir tanesini açtım. İçinde uzun bir zincirin ucunda yuvarlak bir madalyon bulunan künye benzeri bir kolye vardı. Hediye mi almıştı bana? Gözlerim yüzünü buldu.
"Aç, " dedi.
Kutuları yatağa bırakıp madalyonu alıp kapağını açtım. Kapağın birinde benim, diğerinde Hazan'ın fotoğrafı vardı. Yüzündeki tebessümden, kısılan gözlerine kadar öyle güzeldi ki gerçeğine mi baksam yoksa bu resimde mi tutulup kalsam bilemedim.
Madalyonu elimden alıp kapağını kapatarak boynuma taktı. Üzerimden uzanıp yan taraftaki diğer kutuyu aldı. Kapağını açtığında içinde gümüş bir alyans vardı. Alyansı kutudan çıkarıp gözlerime baktı.
" Bahar, abim altın yüzük takmaz, dedi. O yüzden gümüş aldım," derken sol elimi tutup yüzüğü parmağıma geçirdi.
"Sıktı mı?"
Sessiz kaldığımda gözlerini yüzükten çekip gözlerime çıkardığında, "Fırat," dedi. "Cevap versene, sık..." devamını getirmesine izin vermeden kolumu beline sarıp dudaklarına kapandım. Hızla altıma alıp üstüne çıktığımda ellerini göğsüme koyup dudaklarını dudaklarımdan ayırmaya çalışırken zorlamadım. Ona duyduğum sevgi, arzu, istek, yaptığı bu şeyin altüst ettiği ruhumla karımı deli gibi istiyordum. Ama o istemiyorsa dururdum.
Gözlerimiz buluştuğunda alıp verdiğimiz derin nefesler birbirine karışıyordu. Burnum burnuna değerken, "sıktı mı?" diye sordu yine.
Gözlerim dudaklarına düştü.
"Sıkmadı, " dedim. Sıksa bile Hazan'ın alıp parmağıma taktığı yüzüğü çıkarmam ancak bir patlamada parmağımın kopmasıyla gerçekleşebilecek bir şeydi.
Yutkundu. Göğsümdeki elleri yüzümü bulup parmak uçları tenimde gezinirken,"beni bu şehre bağlayan tek şey sensin," dedi. "Bugünün benim için sen olmasan hiçbir önemi yoktu. Niye bu kadar uğraşıp onca şeyi yaptım ki, sürgün edilsem ne olacaktı? Belki Aslı için olduğunu düşünebilirsin, evet, o da çok önemli , ama sen de çok önemlisin. Seni ne kadar sevdiğimi Cihan abinin bilmesine gerek yok. Ona kaybedecek bir şeyim olmadığını söyleyebilirim. O da dahil herhangi bir VASÖ üyesine zaafını gösterirsen seni oradan vurmaya çalışır. Bırak onlar seni umursamadığımı düşünsün, ben biliyorum seni ne kadar sevdiğimi. Sen de bil Fırat. Tamam mı?"
Kısık ve sakin sesi, tenimi seven elleri, dudaklarıma vuran nefesiyle koca bir günü unutacak hâle gelirken altımdaki vücudundan yayılan sıcaklık içimi cayır cayır yakıyordu. Aletim pantolonumu zorlarken istediğim tek şey oydu. Derdi gönlümü almaksa almıştı. Benim her zerrem zaten onundu. Hiçbir şey yapmadan öylece dursa bile benim ona yenilmem ufacık bir temas, kısa bir bakış, burnuma dolan bir tutam gül kokusu kadar kısa ve önemsiz bir zaman alırdı.
"Tamam," dedim. Sesim kendimden geçtiğimi belli edecek kadar dağılmıştı.
Gülümsedi. Dudaklarımızı birleştirdiğinde o yapmasa ben yapacaktım. Ellerimi belinden çözüp destek almak için yatağa koydum. İyice üzerine yerleşip dudaklarını sakince öptüm. Ne kadarına izin vereceğini anlamaya çalışıyordum.
Dudaklarımızı ayırıp saçlarımı severken, "beni...istiyor musun?" diye sordu.
"Dalga mı geçiyorsun?"
Islak dudakları dudaklarıma sürtünürken, "hayır, " dedi. "Geçmiyorum."
Dudaklarını serçe öptüm.
"Seni istemediğim tek bir saniye bile yok benim. İzin versen gidene kadar çıkmam içinden."
"Çıkma o zaman, " dediğinde yatağa yanlamasına yatırdığım karımı kucağıma alıp düz bir şekilde yatağa bırakıp başını yastığa koymasını sağladım. Bacaklarımın arasında uzanırken üzerinde doğrulup üstümdeki tişörtü çıkarıp odanın bir köşesine fırlattım. Künyeyle birlikte Hazan'ın aldığı madalyon boynumdan sarkarken karım altımda doğrulup belime sarıldı. Karın kaslarımı ve yararlarımı öpüp kokluyordu. Eğilip saçlarını öptüm. Belime sardığı kollarını çözüp omuzlarından tutarak yatağa geri yatırdım. Üzerinden kalkıp yatağımızda içine girmemi beklerken tüm güzelliğiyle sereserpe uzanan karımı izledim. Pantolonu kemerini çözüp baksırla birlikte çıkardığımda Hazan göbek deliğime kadar uzanan erekte olmuş penisimi görünce gözlerini gözlerimden kaçırdı. Dün banyoda birlikte duş alırken bile doğru düzgün bakmamıştı. Baksın istiyordum. Dokunsun, okşasın, o güzel ağzının içine alıp öpüp emsin istiyordum.
Yatağa çıkıp birbirine bastırdığı bacaklarını tutup açtım. Bacaklarının arasına yerleşip aletim şortunun üzerinden kadınlığına değerken kasılıp kısık bir sesle inleyen karımın üzerine eğilip yanağını öptüm. Titriyordu.
Boynunu öpüp, "şşş," dedim. "Sakin."
Kollarını boynuma doladı.
"Fırat..."
Diğer yanağını öptüm.
"Ne? Gözümün nuru, canımın içi, karım, ne?"
Boynumun altına sokulup sessizce dururken afallamıştı. Ona böyle anlarda sadece cinsel bir çekimle yaklaştığımda korkup çekiniyordu. Başka zaman olsa penisimdeki dayanılması zor ağrı ve acıyla baş etmeye çalışmak yerine, şortunu indirip içine girer, karımı sike sike rahatlardım. Ama o Hazan'a kıyabileceğim, sadece rahatlamak için içine girip çıkabileceğim zamanlar hiçbir zaman gelmeyecekti. Ben hep karısına deli gibi aşık bir adam olarak kalacaktım.
"Çok...büyük. "
Bu söylediği şey beni güldürdü.
Yataktaki elimi bacaklarının arasına sokup şortunun içindeki kadınlığını avuçladım.
"Ah! Fıraaat!"
"Sen de çok küçüksün, " dedim. Avucumdaki yumuşacık sırılsıklam şey kafayı yeme raddesine gelmeme neden olurken dişlerimi sıkıyordum. Kadınlığı elimde nabız gibi atarken boynuna gömülüp,"of," dedim.
"Fıraaat..."
"Karım. "
"Sızlıyor...lütfen..."
"Şşş, tamam."
Elimi şortunun içinden çıkarıp boynundan ayrıldım. Gözlerine bakıp hafif aralık olan dudaklarını öptüm. Belini tutup yataktan kaldırdım. Atletini çıkardığımda gözümün önüne serilen memeleri ağzımı sulandırırken uzanmasını sağlayıp şortunu ve külotunu kalçalarından indirip bacaklarından sıyırdım.
Daha fazla dayanamayacağımı biliyordum, ama yine de kadınlığını öpüp koklamak istiyordum. Yüzümü bacaklarının arasına sokup dudaklarını karımın inleyişleri eşliğinde küçücük küçük öpücüklere boğup kokladım.
"Fırat...yap - ma..."
Ağlamaklı sesine kıyamazken son bir kez öpüp üzerine uzandım. Bacaklarını yine birbirine bastırırken, "aç bacaklarını," dedim.
Gözlerinden yaş gelirken dudaklarından küçük bir hıçkırık koptu.
"Çok...çok sızlıyor."
Dudaklarını öptüm.
"Tamam, aç bacaklarını, geçecek. "
Burnunu çekip yatağın çarşafını sıkmayı bırakıp boynuma sarıldı. Bacaklarını yavaşça açtı. Aletimi kadınlığına sürtüp karımın attığı çığlıkları dinlerken yanağını öpüp, "afferin sana," dedim.
Penisimin başıyla ıslaklığı iyice yayıp kendimi yavaşça içine ittim.
"Sıkma kendini."
"Fırat..."
"Yavrum önce ki gibi, hadi. Bir şey yok. Sen zorlaştırıyorsun."
Sesim çektiğim acıdan dolayı sertleşiyordu. Şu hâli sabrımı zorluyor, irademle oynuyordu. İstesem biraz zorlar yine girerdim, ama canını yakmaktan korkuyordum. Kadınlığı daracıktı.
"Ah...off...Fırat..."
Alnını öptüm.
"Tamam, tamam bir şey yok. Duralım biraz. Sakinleş."
Sırtıma geçirdiği tırnaklarıyla etimi sıkarken, "ta-tamam, dedi.
Aletimi içinden çıkarmadan öylece durdum. Zordu, çok zordu ama Hazan için dayanırdım. Bir öncekinde içine daha kolay girmiştim ama o zaman Hazan daha sakin, ruhsal olarak daha iyiydi. Kendini bu kadar kasmıyordu. Az önce ki konuşmamızda halledemediğimiz bir şeyler mi vardı? Noluyordu anasını satayım?
Yanağına doğru süzülen yaşı öptüm.
"Ağlama. "
"Ama...olmuyor...yapamıyorum. Özür dilerim."
"Saçmalama. Olmayan bir şey yok. Alışacaksın zamanla. Hazan ağlayıp nevrimi döndürme benim. Olmazsa olmaz. Sarılır uyuruz, delirtme beni."
"Ama istiyorsun...birazdan gideceksin...ben olsun istiyorum..."
Burnunu öptüm.
"Olur, gideceksem döneceğim de. Şimdi olmazsa döndüğümde olur. Zorlama kendini. "
"Fırat..."
"Canımın yarısı. "
Islak kirpiklerinin çevrelediği ateş parçası gözleri gözlerimde gezinirken alnımı alnına dayadım. "Kurban olurum sana. "
"Döneceksin, dimi?"
"Döneceğim tabii. Bırakır mıyım seni?"
"Bırakma. Ben sensiz yapamam."
" Yaptırmam zaten. Senin yerin burası. "
Dudaklarımı öpüp altımda hareketlenirken bacaklarını iyice açıp belime sardı. Sırtımdaki tırnaklarını etime biraz daha bastırıp, "devam et," dedi.
"Hazan zorlama."
İstediğim başka söylediğim başkaydı.
"Zorlamıyorum. Kocamın olmak istiyorum. "
"Sen sesini duyduğum ilk andan beri benimsin zaten."
"Sen de benim misin peki?"
"Seninim. Senin için yaşıyorum ben. "
Kadınlığını bana doğru itip, "devam et," dedi. "Lütfen sevgilim, nolur."
"Şşş."
Penisimi yavaş yavaş içine ittim. İnleye inleye dapdar, sıcacık ve sırılsıklam kadınlığı beni içine çekip sarıp sarmalarken yüzümü boynuna gömdüm. Ellerimin altındaki yastığı sıkıp iniltilerimi kontrol etmeye çalışırken fazla sert olmamaya dikkat ederek içinde gelgitlerimi sürdürdüm. Aletimi kadınlığına tamamen sokmamıştım. Dediğim gibi çok dardı. Kızlık zarına sürtündüğüm için olduğunu biliyordum ama kanaması olmasından hoşlanmıyordum.
"Ah!! Fıraaat..."
İstek dolu sesi daha hızlı olmamı istiyordu. Her kendimi geri çekip içine ittiğimde altımda aşağı yukarı hareket ediyor, kalçaları yatağa gömülüyordu. Onun üç katı olan vücudumun altında neredeyse kaybolmuştu. Çığlıkları kulaklarımın pasını silerken aldığım zevk bu hayatta tadabileceğim hiçbir şeyle kıyaslanamazdı.
Karımın isteği üzerine biraz daha hızlanıp sıktığım yastığı bıraktım. Hazan'ın boynuma sarılı olan incecik kollarını çözdüm. Boynunu öpüp koklarken parmaklarımı parmaklarının arasına geçirip ellerini başının iki yanına koydum. Tırnaklarını ellerimin üzerine geçirirken,"Fırat!" dedi. Geliyordu. Aletimin yarısı bile karımı doyurmaya yeterken, "tamam, gel," dedim nefes nefese. Gelgitlerimi hızlandırıp kasılan kadınlığının boşalmasını sağladım. Sıcak sıvı penisimi içinde boğarken karım altımda çığlık çığlığa kıvranıp duruldu. Belime sardığı bacakları boşalmanın etkisiyle yatağa düşerken," dur- ma, " dedi. "Sen de boşal. "
Duracak halde değildim zaten. Sona gelmek üzereydim. Hazan altımda yorgun bir şekilde uzanırken inleye inleye karımın içine boşaldım.
********
Bir kez daha birlikte olduktan sonra beraber duş almıştık. Banyonun ardından Hazan'ı giydirip saçlarını kurutup yatağa yatırmıştım. Saçlarımı sıfıra vurup yanına uzandığımda uykuyla uyanıklık arasında kollarını boynuma sarıp başını göğsüme koymuştu. Telefona alarm kurup karımın kokusu dört bir yanımı sararken bir saat de olsa uyumak için gözlerimi kapattım.
********
Saat 01. 23'ü gösterirken alarmdan önce uyanmıştım. Hazan mışıl mışıl uyuyordu. Etrafa saçılan eşyalarını, ilaçlarını, banyodaki diş fırçasını, şampuanını ve kremlerini toplayıp bavuluna soktum. Buradan askeriye nereden baksan bir saat sürüyordu. Evden ikide çıksam üçte anca oradan olurdum. Ama önce Hazan'ı Sado'lara bırakmam lazımdı.
Sado bugün onların evinin yakınında eşyasız bir ev tutmuştu. İki gün içinde evi döşeyeceklerdi fakat Hazan bu iki gün içerisinde bu evde tek başına kalamazdı. Hem Mahsun iti meselesi vardı, hem de bensiz burada korkardı. Yakınlarda tek bir tane bile ev yoktu. Karşısı köpek kaynıyordu.
Bavulunu bir kenara koyup yatağa oturdum. Yüzüne dökülen saçlarını severek geriye doğru iterken alnını öptüm. Göğsümde koca bir ağırlık vardı. Kalbim, ruhum, aklım her şeyim onda kalacaktı.
"Hazan."
Derin bir nefes alıp diğer tarafa dönerken yüz üstü uzandı. Saçlarını koklayıp beline sarıldım. Sırtının her yerini öpüp, "yavrum," dedim.
Birkaç rahatsız mırıltı çıkarıp yüzünü yastığa gömerken Hazan'ı yavaşça kucağıma aldım. Sırtımı başlığa dayayıp başı göğsüme düşerken ona sımsıkı sarıldım. Alnımı alnına dayayıp, "gülüm, " dedim.
Göğsüme iyice sokulup ellerini boynunun altında birleştirdi.
"Ihmm- ıh."
Bebek gibi o tatlı sesiyle anlamsız sesler çıkartırken içimi çekip yanağını öptüm.
"Bebeğim. Uyan hadi."
"Iıı -ıh."
Boynunu öpüp kokusunu ciğerlerime hapsettim.
"Kurban olduğum aç gözlerini. "
"Fırat..."
"Yavrum, uyan."
"Saat kaç?"
"Bir buçuk. "
"Erken değil mi?"
"Askeriye buradan bir saat, biliyorsun. Öncesinde de seni Sado'lara bırakacağım. Eşyalarını topladım. Üzerini değiştir. Eksik bir şey olursa sonra gelir alırsın. "
Başını göğsümden çekip göz göze gelmemizi sağladı. Kaşları çatıktı. Bir şeylere karşı çıkacağı ortadaydı.
"Ben bir yere gitmek istemiyorum, burada kalacağım. "
"Hazan..."
"İstemiyorum!"
"Şşş, bağırma. Burada tek başına bırakamam seni. Durumu biliyorsun. "
"Bilmiyorum, Ben evimde kalmak istiyorum. Hem senin eşyaların da burada."
Dudaklarını öptüm.
"Evin burada duruyor Hazan. Ben dönünce yine burada kalacağız zaten. Birkaç ay sadece. Benim eşyalarımdan da ne istiyorsan götür yanında. Ama burada bir başına yapamazsın. "
"Niye yapamayayım? İlk kez mi bir başıma kalıyorum sanki?"
"Hazan sıkma canımı. İlki sonu yok bunun. Bu saatten sonra kalamazsın. "
"Mahsun Türkoğlu mu sorun? Bir şey yapamaz ki bana."
"Sadece o değil. Korkarsın burada bir başına. Etrafta kimse yok, karşıdaki arazi köpek kaynıyor. Ayrıca ev hâli bu, n'olacağı belli olmaz. Su kesilir, doğalgazda bir sorun olur, gece yarısı elektirikler gider, bir şey olur. Kalamazsın burada."
"Beni korkutmaya mı çalışıyorsun?"
Göğsüme bastırıp saçlarını öptüm.
"Saçmalama, olabilecek şeyleri sayıyorum. "
"Ama usta diye bir şey var. Çağırırım gelir."
"Gelemez," dedim. " Elin herifiyle mazeretin ne olursa olsun bizim evimizde baş başa kalamazsın. Sikerim ustasını! "
"Sakin ol."
"Kızdırma o zaman. Ne ustası lan? En azından madem ikna etmeye çalışıyorsun bari Sado'yu çağırırım falan de. "
"Özür dilerim, tamam, kızma."
Boynuma sarılıp beni kendine doğru çekerken saçlarımı okşadı.
"Yakışmış, " dedi.
" Ne?"
"Saçların, çok güzel olmuş. Ama daha sert gösteriyor seni."
"Dönene kadar uzar."
Yanağımı öptü.
"Sakalların da uzar mı?"
"Uzar, uzasın mı istiyorsun?"
"Bilmem, seni her halinle görmek istiyorum sadece."
Sesindeki durgunluk ve derinden gelen hüzün canımı yakıyordu.
"Hazan konuşma şöyle. Döneceğim. Bugün olan hiçbir şey son kez olmadı. Tamam? Yine sevişeceğiz, yine sarılıp uyuyacağız, döndüğümde bu eve birlikte gireceğiz..."
Boynuma düşen bir damla yaşla yutkunup sustum.
"Ama ben şimdiden özlüyorum seni."
Hıçkırdı. Boynuma iyice sokulurken güçlü olmaya çalışıyordum. Ben de iyi değildim, ama Hazan'a bunu belli etmemek için elimden geleni yapıyordum. Bu anın, en azından, onun için daha kolay olacağı kanaatindeydim. Beni seviyordu, bensiz yapamayacağını söylüyordu, bir yere kadar ben de aynı düşüncedeydim fakat benden ayrılacak olmanın Hazan'ı bu kadar üzebileceğini düşünmemiştim. Bu hâli, boynuma beni bırakmak istemiyormuşcasına sımsıkı sarılması bir yandan hoşuma gidip gururumu okşuyor fakat diğer yandan beni içinden çıkılamaz bir çaresizliğe sürüklüyordu.
"Hazan yapma, yakma canımı."
Gözyaşlarıyla ıslanan yüzünü boynuma sürtüp aynı yeri, şah damarımın üstünü iki kez öptü. Belini okşayıp severken burnum saçlarının arasındaydı. Bir eli tenimde gezinip boynumdaki zincirleri tişörtün içinden çıkardı. Başını biraz geriye çekip madalyonu eline aldı.
" Bunu hiç çıkarma tamam mı?" dedi. Ağladığı için çatlayıp boğuklaşan sesi mahvediyordu beni.
Kollarımı sıkılaştırıp şakağını öptüm.
"Tamam."
Belini okşayan elimi tutup parmağıma taktığı yüzüğü öptü. Elimi göğsüne bastırıp boynumun altına kıvrıldı.
"Sen benim kocamsın," dedi.
Bu yüzük alma mevzusunun o gün, o kadınla lojmandaki odada yaşanan olayla bir ilgisi olduğunu biliyordum. Bir nevi benim sahipli ve kime ait olduğumu göstermeye çalışıyordu. Bu yaptığı şey beni rahatsız etmiyor, aksine Hazan tarafından sahiplenilmekten haz alıyordum. Fakat o benim için tekti. Gözdağı vermesi, benim kime ait olduğumu göstermesi gereken kimse yoktu. Ben Hazan dışındaki bütün kadınlara insan gözüyle bakıyordum. Hiçbir şeyleri çekici gelmiyor, ben de herhangi bir duygu uyandırmıyorlardı.
Gözlerine bakıp dudaklarını öptüm. Yüzümü avuçlarının arasına alıp bizi hiç iyi yerlere götürmeyecek bir istekle karşılık verirken geri çekilmeye çalıştığımda alt dudağımı ısırdı.
"Seni içimde istiyorum," dedi.
Göğsünde duran elimi yanağına çıkarıp dudaklarının üzerini okşadım.
" Hazan vaktimiz yok."
"Hayır, var. Sevişiriz, sonra sen duş alıp askeriyeye gidersin. Ben de yarın Sadettin abilere giderim."
"Olmaz öyle. Burada tek başına kalamazsın. "
"Sadece birkaç saatliğine, lütfen. "
Gözlerinin içine baktım. Bakışları içime akıp ruhumu kasıp kavuruyordu. Ona direnmek o kadar zordu ki, bütün iradem bir an da yok oluyordu.
"Ben gidince boşluğa düşeceksin," dedim. "Ağlayacaksın. İçinden çıktığımda altımda neredeyse bayılıp kalıyorsun zaten. Daracıksın ve bu yüzden kanaman oluyor. Kendine bakamazsın o hâlde. Aklım sende kalır. Yapma, dağıtma beni."
"Ama..."
Dudaklarını öpüp yanağını severken alnımı alnına dayadım.
" Şşş, gideceğim ve geri döneceğim. Döndüğümde hiç istemediğin kadar çok birlikte olacağız. Koynumdan çıkarmayacağım seni. Tamam? Şimdi uslu dur. "
Alt dudağını sarkıtıp, " tamam," dedi.
********
Sado'ların evine yaklaşırken kolları belime sarılı, başı göğsümde duran Hazan'ın gözleri yavaş yavaş kapanıp açılırken saçlarını okşuyordum.
"Hazan?"
"Hı?"
"Akşam ilaçlarını içtin mi?"
"İçtim. "
"Bir şeyler yedin mi?"
"Yedim."
"Doğum kontrol hapını almayı unutma tamam mı? Bavuluna koydum."
"Tamam."
"Ağrın var mı?"
"Yok."
Tek elimle tuttuğum direksiyonu sola çevirip mahalleye girdim. Yüz metre kadar ilerleyip evin önünde durdum. Motoru susturup bana daha sıkı sarılan karımın alnını, burnunu ve dudaklarını öpüp, "hadi bebeğim, " dedim.
Dudaklarını dudaklarıma bastırıp öylece dururken, " istemiyorum, " dedi. Sesi titriyordu. Gözlerimi kapatıp, "ne konuştuk biz seninle? " dedim.
"Döneceksin ve koynundan hiç çıkarmayacaksın beni. Ama..."
" Aması maması yok. Benim hoşuma mı gidiyor senden ayrılmak? "
Burnunu çekip, " gitmiyor mu?" dedi. Sorduğu soru canımı sıksa da dudaklarımdaki dudakları, kokusu, tatlı sesindeki masum tını ve bana sırnaşıp sokulmaları ters bir tepki vermeme engeldi. Konuşmayı uzatmaya çalıştığının, üzgün, uykulu ve ilaçların etkisinde olduğu için her zamankinden daha nazlı ve şımarık olduğunun farkındaydım.
"Gitmiyor," dedim. "Biliyorsun seni nasıl sevdiğimi. "
"Çok mu seviyorsun?"
"Çok seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum. "
Dudaklarından ayrılıp boynunun altını kokusunu içime çeke çeke peş peşe öpücüklere boğdum. Başı geriye düşüp belimden ayrılan kolları boynuma dolandı. Geri çekilip yanağını öptüm.
"Hadi. "
"Fırat..."
"Şşş, hadi canımın içi. "
Kollarını boynumdan çözüp gözlerime yeşile çalan, karanlıkta iri iri olan göz bebekleriyle kedi yavrusu gibi bakarken göğsümdeki ağırlık git gide artıyordu. Kızarmış minik burnunun ucunu öptüm. Ardından kapıyı açıp kolumu belinden çektim. Araçtan indiğimde kar yeniden ufak ufak atıştırmaya başlamıştı. Operasyondan döndüğümde mevsim yaza dönecekti. Hazan'ın doğum gününe belki yetişir belki yetişemezdim. Göğsümdeki ağırlığı hafifletmek için derin bir nefes alıp arka koltuğun kapısını açtım. Hazan'ın bavulunu ve çantasını alıp kapıyı kapattığımda Hazan hâlâ araçtan inmemişti.
Bavulu ve çantayı tek elime alıp Hazan'ın inmesi için kapıyı açtım.
"Gel."
İstanbul'daki mağazada çok beğenip onun bedenine uygun olanı yok diye büyük beden almak zorunda kaldığı beyaz montunun içinde kaybolurken yaşlarla ışıl ışıl parlayan gözleriyle gözlerime baktı. Uzun kıvrımlı kirpikleri ağlamaktan birbirine girmişti. Dudakları kıpkırmızı, yanakları al aldı. Montunun üzerinden omuzlarına dağılan saçları yumuşacık ve parıl parıldı. Biraz daha gözlerime böyle bakarsa askerliğimi yaktıracaktı bana.
Kapıyı bırakıp kolumu beline sararak Hazan'ı arabadan indirdim. Saçlarını öpüp kapıyı kapattım. Elini tutup bahçe kapısının şifresini girdim. Açılan kapıdan bahçeye girdiğimizde Sado ve Zehra evin kapısında belirdi.
Sado ayakkabılarını giyip dışarıya çıkarken onlara doğru ilerleyip eşikte durduk. Bavulu çantayı üzerine koyup içeriye bıraktım.
Zehra Hazan'a bakarken, "hoşgeldiniz, " dedi.
"Hoş bulduk."
Hazan elimi daha sıkı tutarken sessizdi.
Sado, "gidecek misin hemen?" diye sordu.
"Gideceğim."
"Kaçta çıkıyorsunuz?"
"Üç."
Yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Her operasyona gidişimde olduğu gibi, dikkat et, diye başlardı şimdi.
Aramızdaki mesafeyi kapatıp sarıldı. Hazan'ın elini bırakmadan kolumu sırtına sardım.
"Dikkat et lan, tamam mı?"
"Tamam."
Sırtımı aşağı yukarı sıvazlarken, "gözün arkada kalmasın, " dedi. "Hazan bize emanet. "
İllaki kalacaktı. Ama bir şekilde sabredecektim. Hazan'a hasret yaşamayı benden daha iyi bilen kimse yoktu.
"Eyvallah."
Ayrıldık. Zehra kollarını uzatıp, "yengem," dedi. Ona da sarıldım.
"Yolun açık olsun. Sağ salim git, sağ salim dön inşallah. "
O sırada Hazan'ın hıçkırığı kulaklarıma dolarken Zehra'dan ayrılıp ona döndüm. Öldürecekti beni.
Tuttuğum elinden kendime çekip beline sarılarak alnını öptüm.
"Hazan..." Zehra Sado'nun işaretiyle sustu. Ne söylerse söylesin sakinleştiremezdi. Kendi istemediği sürece kimse ağlamasına engel olamazdı. Daha birkaç gün önce benim göreve gitmem ve şehit olmam konusunda kucağımda olgun olgun konuşuyordu ama şimdi o halinden eser yoktu. Yüzünü göğsüme gömmüş içini çeke çeke ağlarken küçük bir kız çocuğundan farksızdı. Evden çıkmadan önce sevişirken üstümden çıkardığım tişörtü, eve geldiğimde üstümde olan deri ceketi ve banyodan kullandığım şampuanı alıp bavuluna sokmuştu. Tamam, beni çok sevsin istiyordum ama bu kadarı ona zarar veriyor, o bu hale geldikçe de ben dayanamıyordum.
Alnından ayrılıp yüzümü boynuna gömdüm. Yumuşacık, gül kokulu teni ateş gibiydi. Sırtını montunun üzerinden okşayıp sarılırken iki yanında duran kollarını boynuma sardı.
"Hazan...döneceğim. Tamam? Şöyle yapıp okuma canıma. "
Islak ve soğuk dudaklarıyla boynumu öptü. Dudaklarına ölürdüm onun.
Sado'yla Zehra içeriye geçip bizi yalnız bırakmak için biraz kapıdan uzaklaştılar. O an yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudaklarını defalarca öptüm. Ardından içeriye girmesini sağlayıp Sado'yla son kez sarıldıktan sonra karımın alnını öpüp sırtımda gezinen gözleri eşliğinde bahçeden çıkıp araca bindim. Motoru çalıştırıp yola çıktığımda ise Hazan'ın üzerime sinen kokusu eşliğinde gözlerimden yaşlar birer ikişer dökülmeye başladı.
💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦💦
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
109.2k Okunma |
6.32k Oy |
0 Takip |
87 Bölümlü Kitap |