——
“Doğan bunu da alalım, baksana çok güzel!” Bir diğer zıbın takımını sepete atarken o benim yanımdan çoktan ayrılmıştı ama bu benim pek de umrumda değildi. Sonuçta sorarsa ben ona haber vermiş olacaktım ve onun beni duymuyor oluşu beni ilgilendirmezdi.
“Bak bunu da kızımıza alıyorum, elbisesi de olsun dimi kızımızın? Bence de.” Ve o elbiseyi de sanırım dördüncü olan arabamızın içine gönderdim.
Yapacak çok işimiz vardı.
Bebek odası takımları, kıyafetleri, ana kucakları, yolculuk için arabaları, bebek arabaları, ağız bezleri, burun açıcıları, hastane çıkışları…. İmkanı yok ben bunları beş ayda halledemezdim.
Bir diğer mini elbise modelini elime aldığımda bu defa sağıma soluma baktım. Kocam gerçekten yanımda yoktu. Arabaları olduğu yerde bırakıp birkaç reyona bakındım. Burası anne bebek konseptli bir yerdi ama benim kocam bebek bölümünde değildi. Zaten olsa big boyum kendini rafların arasında fazlasıyla belli ederdi.
El mahkum anne kısmına girdiğim mağazada elinde iki araba dolusu eşya ile gezen kocam beni olduğum yere mıhlarken bir yandan da gördüğü her şeyin arkasını okuyor oluşu kalbimi de buraya bırakmama neden olacak gibiydi.
“Bu ne işe yarıyor hanımefendi? Gümüş kapak dedi ama, neyin kapağı?”
Yandaki genç kız gülerek başını eğdi.
“Onlar göğüs uçları için beyefendi, yara olmaması ve temiz tutul-“ hemen sepete iki üç paket koydu.
“Evet, çok ama çok önemliymiş alıyorum bundan da. Başka ne önerebilirsiniz? Karım kuvvetle muhtemel bebeklerimize eşya bakarken kendini unutacak ve ben buna müsaade edemem. Lütfen, aklınıza ne geliyorsa söyleyin bana.”
Kalbim karıncalanmaya başlıyordu. Oturup şuracığa hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. O benim bunca yaşantımda kazandığım en güzel armağandı.
“Bunlar hamilelik zamanından çok kolaylık sağlan pijamalar. Kumaşları çok esnek ve aynı zamanda terletmiyor. Kaç beden giyiyor eşiniz?”
Eline attığı ve ne olduğunu göremediğim şeyleri sepete atıp kıza döndü.
“Normalde otuz altı giyiyor. Ama afacanlarla herhalde otuz sekiz olur.” Kız başını sallarken başka bir şey daha alıp eline arkasını uzun uzun okuyarak sepete bıraktı.
“Bu renkleri mevcut elimizde.” Kızın önüne serdiği her renkten alıp siyah ve kırmızdan ikişer, üçer paket alarak başka bir sepeti daha doldurdu.
Bu adamı yiyebiliyor muydum? Tam olarak şu an?
“En sevdiği renktir karımın, kırmızı ve siyah. O yüzden ondan çok alıyorum. Gerçi hepsi ona çok yakışıyor ama.” O sırada elini başka bir krem şişesine attı ve kıza sorarak yine sepete yolladı.
“Başka neler almamız gerekiyor? Cidden parasını pulunu zerre önemsemeden başka neler varsa bana söyleyin. İlk defa baba oluyorum, eşim de ilk defa anne. Çok tecrübesiziz bu konuda. Bana neyse de, ona olumsuz bir düşünce bile değsin istemiyorum. O yüzden en ufak detayına kadar halletmek istiyorum.”
Kız gülerek başını sallarken ben ellerimi karnıma sarmış, rafa yaslı bir şekilde halini izliyordum. Gözlerim dolmuştu ve şu an hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendimi çok zor tutuyordum.
O benim şansımdı. O benim hayatımdı ve her geçen güne inat bana, bize olan bu hassasiyeti hormonlarıma çok güzel davetiyeler çıkarıyordu.
Çok tecrübesizdik bu konuda. Nasıl anne olacağımı bilememek, onları yetebilmek, iyi bir insan olarak yetiştirebilmek gibi bir sürü soru işareti vardı kafamda. Ama onun varlığı her şeyi o kadar kolaylaştırıyordu ki hepsini boş verip kollarının arasında dursam, bir tane bile derdim kalmayacakmış gibi hissettiriyordu.
“Bu vücut yağı ve kremleri. Hamilelikte çatlak oluşumları ve kuruluklar artar. Böyle dönemlerde kullanılmalı.” Onu da aldı ve arkasını okuyup yine sepete bıraktı. “Beli lastikli bu taytlar giyim konusunda çok rahat oluyor, özellikle çok sevdiği pantolonları varsa ve ilk zamanlarında giymek istediği halde olmazsa bu ek parça da çok işe yarıyor.” Ondan da aldı.
Bir sürü krem, kimyasal içermemesi için eczacı arkadaşını arayarak diş macunu, güneş kremi, ağrı kesici kullanamayacağım için mentol taşları, bedenini tam tutturarak hamile sütyeni, göğüs kremleri… aklıma gelmeyecek daha bir sürü şeyi tek tek aldı ve hangi ara oluşturduğunu bilmediğim o ihtiyaç listesini tikleyerek devam etti.
“Bir de süt pompası diyor ama bu… canını acıtır mı?”
Kız yine gülmeye başladı. Muhtemelen ben onları fark etmeden zaten o kadar çok soru sormuştu ki kız artık yüzüne gülebilir hale gelmişti.
“Çok değil, tabi bu da kalitesine bağlı. Ve ben tabi ki size en kalitelisini vereceğim. Bundan başka da eksiği olmaz muhtemelen. Kalanları artık zaman geçtikçe alınması gerekenler olacak.”
Daha fazla olduğum yerde duramadan yavaş adımlarla yanına ilerledim. Kız bahsettiği pompayı almaya giderken o hala bir şeylerin arkasını okuyordu. Raf ile arasına girip başımı yüzüne doğru kaldırdım.
Çatılmış kaşları hemen yumuşarken yüzüne koçman bir tebessüm yayılmıştı.
“Sevgilim?”
Parmak ucuma yükselerek elim ensesine attım ve boynundan onu kendime biraz daha çekiştirip dudaklarına uzandım. Gülerek karşılık verişinden sonra daha da kendimi durdurmazken hazırda bekleyen yaşlarımı akıtmaya başladım.
Çok klişe gibi gelebilirdi ama evet, ben onu hak edecek hiçbir şey yapmamıştım.
“Seni çok seviyorum, seninleyken dönüştüğüm bu kadını yine seninle çok seviyorum. Bizi çok seviyorum. İçinde senin geçtiğin her cümleye her satıra aşığım ben.”
Parmağının tersiyle gözlerimi silip saçlarımı geriye doğru attı.
“Bu adam, senin için ölür tamam mı? Bu akıttığın yaşına, bana gülerek baktığın her bakışına ölür. Benimleyken olduğun o kadını da yer haberin olsun. Asıl ben sana aşığım bir tanem. Bana dünyamı veren sensin. Benim dünyam sensin. Şimdi bunca şeyin üstüne bana iki tane evlat veriyorsun. Daha ne istesin bu adam?”
Bakışlarım tekrardan sepete düştü. Elimi tutarak ikimizi de kasaya götürdü ve sayamadığım kadar çok olan bu sepetleri görevlilerle beraber okutup poşetledi. O sırada bense akşam ne yiyeceğimizi seçiyordum.
Evet, onu da kocam yapacaktı.
Aldığımız poşetleri yine sepetlere doldurup dört tane görevlinin eşliğinde otoparka indik ve arabaya yerleştirdik. Bunları nasıl eve çıkarıp tek tek yerleştirecektik gerçekten bilmiyordum.
Yarım saatin sonunda evimize geldiğimizde artık her şey sonuna kadar olana kadar benim uyuyacağım süreye gelmiştik ve tek bir laf etmeden üzerimi değiştirip yatağımıza uzandım.
Daha şimdiden buraya çok güzel kokular geliyordu ve ben içimden varlığına teşekkür edip duruyordum.
Başka ne yapılabilirdi ki zaten?
🖱️🖱️🖱️
4 ay Sonra….
Bunaldım. Çok bunaldım. Bu hava niye bu kadar sıcak zaten benim midem yanıyor ve ağlamak için bahane arıyorum.
İş mi şimdi bu?
“DOĞAN ARTIK UYANIR MISIN?”
Homurtusuna devam edip bana adeta kıçını dönerek devam etti. Ne yani? Ben burada doğuyor olsam uyanmayacak mıydı?
Heheyt be, ben Hira Kılıç, şimdi senin dalağınla kalbini yer değiştirmez miyim?
Bu aksiyonsuzluk bana çok fazla!
Yavaşça bardağımdaki bütün suyu bacaklarımın arasına ve yatağa döktüm.
“Doğan suyum geldi!”
“Tamam hayatım ne güzel, iç işte sende. Kim getirdi sana suyun- SUYUN MU GELDİ?”
Yataktan adeta ışık hızında kalkarken, aşık olduğum boyu yüzünden kafası lambaya çarpsa da bunu umursamadan içeri koşmaya başladı.
Bir sürü patırtı gürültüden sonra hastane çantası ile geri gelip beni de kolumdan tutarak odadan çıkardı.
“Nefes al aşkım. Yine al kurban olduğum yine al.”
Gülmemek için kendimi o kadar sıkıyordum ki en sonunda gerçekten doğuracaktım.
“Alıyorum zaten.”
“Nefes al Hira.”
Aha delirdi herif, görüyor musunuz benimle evli olmak tam olarak böyle bir şey.
“Vermeyeyim mi?”
“Ne?”
Aşağıya inip evden çıktığımızda koşar adımlarla arabaya yürüyorduk. Ve o asla bağırmamı, en ufak sancımda evi inlettiğim halde hala ciyaklamadığımı fark etmeden arabaya götürdü.
“Alıyorum ya nefesi, vermeyeyim mi?”
“Ver ama al geri.”
Beni arabaya bindirip kendi de bindiğin içimde bir anda oluşan garip bir boşluk ile zaten ıslak olan bacaklarım bir anda daha da ıslanmaya başladı.
Siktir. Şaka yapıyorsunuz çocuklar dimi?
Ayliz, Bulut.. yavrularım ben babanızın aklını alıyorum siz niye dokuz aylık gibi davranıyorsunuz?
O an dizi çeviren ve hamile rolüne bürününce avazı çıktığı kadar bağıran her kadını anladığım bir ağrı kasıklarıma yüklenirken kan beynime doğru sıçramaya başlamıştı.
“DOĞAN DOĞURUYORUM BEN! ÇEK SAĞA BURADA DOĞURUCAM!”
Bağırmamı beklemiyor olacak ki hızını bir anda daha da arttırıp İstanbul gibi bir trafikte az kalsın arka arabaya yapışmamızı sağlıyordu.
“Ya aşkım doğruyorsun ya zaten niye bağırıyorsun bir daha.”
Bana mı dedi o?
Doğuran karısına?
“Doğan benim içimden iki tane çocuk çıkacak senin haberin var mı! Çek sağa diyorum dayanamayacağım ben bu acıya doğurucam!”
“Saçmalama sevgilim olur mu öyle şey? Hadi kapa şu bacaklarını. Hastaneye varalım söz hemen geçecek acın.”
Canım çok yanıyordu. Sanki biri bütün vücuduma acı biberler sürüyor gibiydi. Tamam ben karar verdim, bu benim ilk ve son doğumum o kadar!
“Yok artık çocuk yapmak falan! Ben bu acıya dayanamam anlıyor musun? Git kimden yapıyorsan yap şu çocuğu!”
Bacaklarımı daha da aralarken direksiyonu tek eliyle tutup bacağıma uzanmaya çalışıyordu.
“Burada doğuramazsın! Kapat şu bacaklarını Hira gelmek üzereyiz zaten. Söz yapmayacağız başka çocuk falan başka yapıcam ben.”
“Ne demek başka yapıcam! Boşuyorum be seni! Git başkasıyla, o bebekleri yaptığın kadınla evlen! Terbiyesiz! Duyun bunları çocuklar! Duyun!”
Bir kaç sokağı daha geride bıraktığımız gibi hastanenin aciline girdik. Ben acıdan çığlıklar atarken Doğan olduğu yerde boncuk boncuk terliyordu.
Belim yerinden ayrılıyordu. Gelen doktorlar beni yatırmaya çalışsalar da oturmaktan başka bir şey yapamıyordum. En sonundan tekerlekli sandalyeyle doğumhaneye girdiğimde bir elimde sıkma için demir, bir elimde demirden çok sıktığım kocamın eli vardı.
“Çıkmıyor! Uyuşturun beni öyle alın! Öldüm artık! Doğan Allah belanı versin!”
Her şey hissediyordum. İçim yırtılıyordu.
Ama daha birinin bile kafası çıkmamıştı.
“Bak biri geliyor annesi, hadi ıkın.”
Tüm gücümle ittim karnımı. Olmuyordu. Bir yandan ağlıyordum bir yandan ıkınıyordum ama sucuk gibi olmuştum artık. Çıkmıyordu ikisi de.
“Yapamıyorum ben, daha şimdiden beceremedim anne olmayı. Çıkmıyorlar, beceremiyorum!”
Hemşire alnımı silerken bir yandan da karnıma bastırıyorlardı.
“Bitecek güzelim benim. Hadi çok az kaldı, yalvarırım biraz daha dayan lütfen.”
Tekrardan sıktım elini. Doktor son kez ıkınmamı söylerken gücümü toplayıp biraz daha ittim kendimi. O an bir boşluk oluştu içimde. Hemşire aldı bebeğimi ve örtüsüne sardı. Mavi örtüsünde çığlık çığlığa ağlarken bende daha fazla tutamadım kendimi.
İçim acıyordu ama çok mutluydum. Bir bebeğim hala karnımın içindeydi ama ben anne olmuştum. Ağlıyordum ama dökülenler acının değil mutluluğun yaşlarıydı.
“Bak Bulut geldi annesi, son üç defa ıkınmanı istiyorum senden. Sonra Ayliz’de gelsin ve seni onların yanına alayım tamam mı?”
Bakışlarım Doğan’a kaydı. Ağlayarak oğlumuza bakıyordu.
“Hadi Hira, son üç iki bir!”
Ikındım. Geriye tekrar saydık ve ağlaya ağlaya ittim bebeğimi dışarıya. Doktorun dediği gibi de oldu. Ayliz Bulut’un da sesini bastırarak ağlarken pembe örtüsüne sarılıp sağ omzuma bırakıldı.
Doğan ağlıyordu, ben ağlıyordum, bebeklerimiz ağlıyordu.
“Çok güzeller Doğan.”
Dudaklarını örten maskeyi çekiştirip elinin tersiyle sildi gözlerini.
“Ben hayatımda daha güzel bir şey görmedim Hira.”
Öptüm, kokladım. Doktor gülerek bir şeyler söyledi ama duymadım. Kulaklarım onların seslerindeydi. Yanaklarıma değen yanaklarımdaydı canım. Orada atıyordu kalbim.
“Şimdi sizi odaya alalım ve doya doya sarılın bebeklerinize. Hadi hayırlı olsun.”
🖱️🖱️🖱️
AY GÜLE OYNAYA BAŞLADIĞI BÖLÜMÜ KENDİ DOĞURMUŞ GİBİ İÇLİ İÇLİ YAZAN YAZARA DA AKREP BURCU YAZAR DENİR
HELLLOO NASILSINIZ?
HADİ SİZİ ŞOK EDEYİM YARIN FİNAL GELİYOR, YAZDIM BİTİRDİM…
YENİ KİTAPLARI GELDİ, OKURSUNUZ, DESTEK OLURSUNUZ DİMİ BANA?
OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIIIIIN. YARIN FİNALDE GÖRÜŞMEK ÜZERE. ÖPÜLDÜNÜZ!
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
56.99k Okunma |
4.31k Oy |
0 Takip |
52 Bölümlü Kitap |