27. Bölüm; Yıkım
Geçmiş, geçmişte olan olaylar ve insanlardı Alev'i, Ateş'i ve Demir'i bir araya getiren. Ateş, hayatının bir çoğunu yapmak zorunda olan tercihlerle geçirdi. Demir ise ona gittiği her yolda yardım ederek. Herkesin hayatın da bir dönüm noktası vardır. Ateş'in ki babasının ölümü, Demir'in ki Aslı'nın kaçırılması ve Alev'in ki ise doğum günü partisine gittiği gündü. Hepsinin en unutulmaz günü ve geleceğini şekillendiren günleriydi o günler. Ancak herkesin hayatları bölümlere ayrılırdı. Demir'in çocukluk arkadaşı olan Ateş'in yanında olmak istediği zaman, ona yardım ederken Aslıyı kaybettiği zaman, ve Alev'in hayatlarına girdiği zaman ardından onu da kaybettiği zaman. Ve işte şimdi de yeni bir bölüm daha; Alev'in her şeyi öğrendiği zaman.
Beş gün sonra.
Ateş, Demir ve Taylan. Alev'i her yerde arıyorlardı ama ondan ne bir haber ne de bir iz vardı. Demir, Aslı'dan sonra Aslı gibi gördüğü birini kaybetmişti. Ateş kadar olmasa da büyük bir korku ve acı içerisindeydi. Ateş günlerdir Alev'i arıyor, ondan başka hiç bir şey konuşmuyor ve doğru düzgün yemek bile yemiyordu. Demir'in aksine o yalnızca; korku ve acı içerisinde değil, aynı zamanda özlem, kendisene ve Alev'i kaçıranlara karşı nefret duyuyordu.
Ateş, yere çökmüş yatağına yaslanmıştı. Siyah saçları dağılmış, beyaz teninin aksine göz altları kararmıştı. Gözlerinin içi ise kırmızıydı. Bir dizine kolunu koymuş, diğer bacağını uzatmıştı. Kapının tıklandığını duyunca sesini bile çıkarmadı ve kapının ardında olan kişi buna alışmış olacak ki kapıyı açtı ve içeri girdi.
"Oğlum." Gelen kişi Taylan abiydi. Elinde her gün olduğu gibi bir tepsi yemek ve su vardı. Ateş karşısına doğru bakıyordu ve baktığı yerden gözünü bile ayırıp Taylan'a bakmamıştı. Taylan sesli bir nefes alıp verdi ve elinde ki tepsiyi masaya bıraktı. Ateş'in karşısına geçip oturdu. "Kaç gündür doğru düzgün bir şey yemiyorsun. Onu böyle mi bulacaksın? Yapma Ateş. Kalk bir kendine gel." Gözünü Ateş'in solunda duran üç, içi boş olan içki şişelerine doğru çevirdi ve tekrar Ateş'e döndü. "Günlerdir tek yaptığın içip, sağa sola vurup yıkmak." Ateş onu umursamıyordu bile. Yine konuşur da gider diye bekliyordu. "Bu yaptığın ona, kendine ve bize eziyet etmek." Dedi bu kez de. Ateş gözlerini yavaşça baktığı yerden ayırıp Taylan'a doğru çevirdi. "Benimle dalga mı geçiyorsunuz? Günlerdir yanıma gelip bir şeyler yememi ve onu aramaya devam ettiğinizi söylüyorsunuz. Ama o hala yok. Ona ait olan bir iz bile. O şuan nerede, nasıl, aç mı? O gittiğinden beri yağmur yağıyor, üşüyor mu? Bilmiyorum. Hiç bir şey bilmiyorum." Gözlerinden yanağına doğru süzülen yaşları temizledi.
"Haklısın. Ama bu böyle olmaz." Ateş yataktan destek alarak ayağa kalktı. "Nasıl olur? Bana onun nerede olduğunu bulun. Bana onu getirin. Her şeyin suçlusu benim. Onu koruyamadım!" Diyerek bağırdı. Günlerdir bu olanlar sürekli oluyordu. Taylan'da oturduğu yerden kalktı ve Ateş'in karşısına geçti.
"Senin bir suçun yok. Bunun olacağı belliydi. Bir suçlu aramıyoruz, çünkü onların kim olduğunu biliyoruz. Arayıp bulmamız gereken Alev, ama sen böyleyken..." Ateş sözünü kesti ve yüksek sesle konuşarak, "ben böyleyken ne?! O şerefsizlerin kimseye acıması olmaz. Kim bilir o şuan ne halde ve ne yapıyor?! Sen ise karşıma geçmiş sakin olmamı söylüyorsun!" Ateş'in yanına doğru yaklaştı. "Ateş, bir şeylere öfkelenmeyi kes artık. Bize böyle bir yardımın dokunmaz. Ve senin yardımına ihtiyacımız var." Ateş çaresizlikle akmak üzere olan göz yaşlarını tutmak için uğraşmadan bıraktı ve ağlamaya başladı. Taylan onu en son babası öldüğünde ağlarken görmüştü.
"Ateş oğlum yapma. Bak benim de canım yanıyor artık." Ateş ona sırtını döndü ve duvarı yumruklamaya başladı.
"Yok, yok! Çıldıracağım. O hiç bir yerde yok!" Ateş yumruklarını yavaşlattı ve durdu. Tam o esnada Demir büyük bir heyecanla odaya girdi. Onunda Ateş'den pek bir farkı yoktu. Onunda ağlamaktan gözleri kızarmıştı ve günlerdir Alev'i aramaktan yorgun düşmüştü.
Taylan ona doğru dönse de Ateş hala arkasını dönüktü.
"Sanırım Alev'i bulduk." Dediğinde Ateş hızla ona doğru döndü. "Nerede? Nasıl?" Demir elinde ki telefonu cebine koydu ve, "onların içinde olan adamımızdan sonunda haber geldi. Bize bir evin konumunu attı. Orada olabilir." Dediğinde Ateş göz yaşlarını temizledi ve odada ki telefonunu ve araba anahtarlarını aldı. "Tamam, neyi bekliyoruz çıkalım." Dediğinde Taylan onu kolundan tuttu. "Hazırlıksız gidemeyiz. Adamlarımı ayarlayayım ve bir planımız olsun." Ateş onu onayladı ve Taylan sekiz araçtan oluşan bir ekip topladı. Hazırladıkları bir plan doğrultusunda atılan konuma doğru yola çıktılar.
Alev'in anlatımı ile.
Gözlerimi açtığımda bir yatağa bağlı olduğumu gördüm. Günlerdir yaşattıkları eziyetin ardı arkası kesilmiyordu. En son hatırladığım, beni bağladıkları sandalyede yüzüme vurarak bir şeyler söyledikleriydi.
Beş gün önce.
Eve geldiğimde Demir ile konuşmuştuk ve bir saate yanıma geleceğini söylemişti. Film izleyecektik. Film izlerken bir şeyler atıştırırız diye markete çıkma kararı aldım.
Evden çıktım ve market yakın olduğu için arabamı almadan markete doğru yürümeye başladım. Hava giderek kararıyordu.
Evden uzaklaşıp markete yaklaştığım sırada; iki takım elbiseli olan adamların arkamdan geldiğini fark ettim. Yanılıyor olabilirdim ama yine de adımlarımı hızlandırarak yürümeye devam ettim. Hızla yürüyerek markete gittim ve alacaklarımı aldıktan sonra çıktım. Saat sekize geliyordu. Marketten çıktığım da etrafıma baktım ve kimse yoktu. İçim rahatlamıştı, sanırım yanılmıştım. Eve dönerken geldiğim yoldan gitmek yerine daha kısa olacağı için başka bir sokağa girdim. Ancak sokağa girdiğimde bu kararı aldığım için kendime küfürler etmeye başladım. Hava kararmaya devam ediyordu ve bu sokak bomboştu.
Biraz daha ilerlemeye devam ettiğim de sokak hala boştu. Ta ki, markete giderken gördüğüm o iki kişiyi tekrar görene kadar. Sokakta üçümüz vardık ve onlar bir kaç adım uzağım da duruyorlardı. Bana doğru yaklaştıklarında geriye doğru bir kaç adım attım ve elimde ki poşeti umursamayıp yere attığım gibi hızla koşmaya başladım. Onlar da arkamdan koşarak geliyordu. Biraz daha hızlandım ve karşıma çıkan ilk ara sokağa girdim.
Korkudan kalbim hızla atıyordu ve nefes nefese kalmıştım. Sokağın sonuna geldiğim de yalnızca sağa doğru bir yol vardı ve oraya doğru gittim.
"Hayır, hayır! Kahretsin!" Çıkmaz sokağa girmiştim. Önüme doğru döndüğümde adamların bana doğru geldiğini gördüm. Korkudan ağlıyordum ve bağırıyordum. Ama kimse duymuyordu. Titreyen ellerimi cebime attım ve telefonumu çıkardım. Şifreyi açmaya bile kalmadan adamlardan birisi bana doğru geldi ve telefonu elimden çekip aldı.
Diğeri de yanımıza geldi ve biri sağ kolumu, diğeri ise sol kolumu tutarak beni bir yere doğru götürmeye çalışıyorlardı.
"Yalvarırım bırakın gideyim. Lütfen." Ayaklarımı yere daha sert basarak onlara engel olmaya çalışıyordum ama bu işe yaramıyordu. Ayaklarımın yerde sürtünmesini bile umursamadan çekip götürmeye devam ediyorlardı. O kadar sesli ağlıyordum ki adamlardan biri yüzünü ekşitti ve, "kapa şu çeneni! Seni kimse duymaz."
"Ateş sizi yaşatmaz. Bunu sizin yanınıza bırakmazlar!" Dediğim de sağ kolumu tutan adam gülmeye başladı.
"Bulursa tabii." Solum da ki adam onu düzeltti ve, "ya da bulmak isterse tabii ki." Dedi. Anlamayarak onlara bakıyordum. İki kolumu da onların elinden kurtarmaya çalışıyordum. "Ne demek oluyor bu? Ne saçmalıyorsun siz?!" İkisi de beni duymazdan geldi.
Sağım da duran adam kolumu tutmaya çalışmaktan sıkılmış olmalı ki, "yeter artık lan!" Dedi ve cebinden bir iğne çıkarıp boynuma batırdı. Sesli bir çığlık daha attım. Saniyeler sonra vücudum giderek ağırlaşmaya başladı ve bacaklarımı zorlayamaz, kollarımı ise hareket dahi edemez bir hale geldim. Gözlerim giderek bulanıklaşıyor, algım giderek kapanıyordu. En son duyduğum şey ise sağım da duran adamın, "heh, şöyle ya." Demesiydi. Ardından vücudum havanladığında beni kucağına aldığını anladım.
Dört saat sonra.
Yavaş yavaş gözlerimi açmaya başladım. Etrafa baktığım da gördüğüm kâbus aklımda canlandı. Ancak orada olduğunun aksine boş bir oda da değildim. Olduğum oda da, bir yatak ve bir dolap vardı. Odanın ışıkları yanıyordu ama gri idi. Neredeyse kapanmaya yakın bir ışık vardı oda da. Bunun sebebi ışığın gri olmasıydı.
Kapıdan bir ses geldi ve o yöne doğru döndüğüm de: yaşı büyük olduğu anlaşılan ama yaşına göre dirençli olan bir adam girdi. Orta boyluydu ve siyah saçlarının arasında olan ak saçları da belli oluyordu. Olduğum durumdan dolayı mı bilmiyorum ama adamın yüzü ve bakışları korkutuyordu.
Kapıyı arkasından kapattı ve cebinden bir anahtar çıkarıp kilitledi. Yanıma doğru yaklaşıp tam karşımda durdu. Oturduğum yerden başımı kaldırıp gözlerininin içine bakmaya başladım.
"Sonunda tanışabildik." Dediğinde Çetin denen adamın bu olduğunu düşünmeye başladım. Ağzım kapalı olduğu için konuşamıyordum. Arkama geçti ve ağzımda ki bezi açıp çıkarttı.
"Kimsin sen?! Ne istiyorsun benden?" Dedim bağırarak.
Tekrar karşıma geçti ve bir kez daha ona bakmak için başımı kaldırdım.
"Beni tanıyor olman gerekirdi. Kırıldım." Dedi sakin ve alaycı bir ses tonuyla.
"Çetin şerefsizi sensin öyle mi?!" Dediğim de kısa ve sesli olan bir kahkaha attı. Bağlı olan ellerimi açmak için hareket ettiğim de başarısız oldum ve durdum.
"Evet. Sen de Alev Aral. Büyümüşsün," dedi ve elini saçlarıma attı. Başımı iki yana doğru salladığım da uzattığı elini çekti. Ve yarım bıraktığı sözünü tamamladı. "Güzelleşmişsin." Dedi. Sinirle ona bakıyordum.
"Ateş seni bulacak! Ve yaptığının cezasını çekeceksin!" Dediğim de bir kez daha güldü.
"Sana o kadar üzülüyorum ki. Yazık, gerçekten çok yazık. Ateş gelse bile alamaz artık seni elimden. Almak isteyeceğini de sanmıyorum." Dedi alayla.
"Ne saçmalıyorsunuz siz?!" Sorduğum soruyu duymazdan geldi.
"Her şeyi öğreneceksin merak etme. Şimdi artık kimsenin seni duyamayacağına ikna olup bağırmayı kes." Odadan çıktı ve tekrar kapıyı kilitledi. Başımı eğdim ve ağlamaya başladım. Önce adamlarının ardından bu adamın Ateş'in beni aramak istemeyeceğini söylemesinin sebebi neydi?
Beş gün sonra, bu gün.
Yatağa bağlı olan ellerime baktım, zincirliydi. Elimi kendime doğru çekip zincirleri kopartmaya çalışsam da olmadı. Ayaklarımda zincirliydi ve ağzım kapalıydı. Her yerim gördüğüm işkenceler yüzünden ağrıyordu. Günlerdir yemek ve su getirdiklerinde yalnızca su içiyordum. Odadaki perdeler yüzünden gece mi yoksa gündüz mü anlayamıyordum. Tekrar ağlamaya başladığım sırada odaya adamlardan biri geldi.
Bağlı olan kollarımdan birini tuttu ve elinde ki iğneyi batırmaya çalıştı. Engel olmak için ağzımın kapalı olmasını umursamadan bağırıyor ve kolumu oynatıyordum. Bana bu iğneyi üçüncü kez yapışlarıydı. Belli saat aralıklarında geliyor ne kadar dirensem de iğneyi vurup gidiyorlardı. Kolumu daha sıkı tuttu ve, "kolunu oynatmaya devam edersen canın daha çok yanar. Yerinde olsam bunu yapmazdım." Dedi. İğneyi batırdı ve hareket etmeyi kestim. Çırpınmaktan yorulduğum için göğsüm inip kalkıyordu. Ağlamaya devam ediyordum. İğneyi vurdu ve kolumu bıraktı. İğneyi her vurdukların da uykum geliyordu. Uyandığımda ise beynimin uyuştuğunu hissediyordum ve midemi bulandırıyordu.
Adam odadan çıkıp kapıyı kilitlediğinde gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum. Bana ne yapıyorlardı veya amaçları neydi bilmiyorum. Gözlerimi açık tutmaya çalışırken kapı bir kez daha açıldı. Çetin ve yanında bir kız gelmişti. Gelip başımda durduklarında kızın yüzüne bakmaya çalışıyordum. Ama iğnede ki ilaç yüzünden birazdan uyuya kalacaktım. Gözlerim kapandı ve bir kez daha açıp kızın yüzüne baktım. Demir'e benziyordu. Kıza bakmaya devam ederken gözlerim kapandı ve uykuya daldım.
Devam edecek...
Sizce bir sonra ki bölümde neler olacak?
Bir sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle 💖
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.87k Okunma |
684 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |