23. Bölüm: Alev'in Ateş'i
Korkuyla sıçrayarak uyandım. Yanımda duran telefonumu elime aldım ve saate baktım. Saat gecenin ikisiydi. Gördüğüm kâbus yüzünden hızla uyanmıştım ama aklımda ne gördüğüme dair hiç bir şey yoktu.
Günlerden cumartesiydi. Bahar'ın bir hain olduğunu öğrendiğimin, çıktığımız o operasyonun ve ailemin geri dönmesinin ardından bir hafta geçmişti. Pazartesi günü ise okullar açılıyordu.
O gün olanlardan sonra bazen hatırladığım, bazen ise hatırlamadığım kâbusları görüp uyanıyordum. O gün, hâlâ her saniyesi ile aklımdaydı.
Her şey çok karışıktı. Ben ve Ateş karanlıkta patlayan silahların ortasında öylece kalmıştık. Ateş ile bir yere saklandık.
"Ateş ne oluyor?" Diye sormuştum. Çok korkuyordum.
"Alev, şimdi buradan çıkmak zorundayız. O kaçıyor." Diye cevap vermişti.
"O kim? Ateş ne oluyor? Korkuyorum." Silah sesleri gelmeye devam ediyordu. Kırılan bardak sesleri, inleyen bir kaç adam.
"Her şeyi anlayacaksın. Sen burada dur, ve sesini çıkarma." Titreyen ellerime baktı. "Bu halinle bize bir yardımın dokunmaz." Olumlu anlamda başımı salladım. Bir masanın altındaydım ve masanın üstünü kaplayan örtü sayesinde görünmüyordum. O gün gerçekten korkuyu tamamen içimde ve tüm bedenimde hissediyordum. Ellerim ile kulaklarımı kapatmış, Ateş'in beni buradan almasını bekliyordum. Devam eden silah sesleri ve bağırışmalar. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum sessice ağlıyordum ve ellerim hâlâ kulaklarımdaydı. Masanın örtüsü kalktı ve karşımda Demir'i gördüm. Saçları dağılmış, eli, yüzü ve kıyafetleri kan içindeydi. Ateş neredeydi? O gün nerede olduğunu, bu gün hâlâ bilmiyorum.
"Alev hadi gidiyoruz." Dedi acele ile. Olumsuz anlamda başımı salladım. Hiç bir şey düşünemiyordum. Demir kolumu tuttu ve masanın altından beni aldı. Her yer hâlâ karanlıktı. Ama her yerin dağılmış olduğunu göre biliyordum.
"Alev bana bak. Korkuyorsun biliyorum. Ama buradan çıkmak zorundayız." Dudaklarım kurumuştu ve ellerim titremeye devam ediyordu. Etrafa baktım ve ona dönüp, "Ateş. O nerede?" Diye sordum.
"Alev, şuan buradan hemen çıkmazsak yanacağız." Dedi ve kolumdan tutarak hızla merdivenlerden indirdi ve ordan çıktık. Evden hızla ayrıldığımızda hâlâ kolumu tutuyordu.
Geldiğimiz arabanın yanına yaklaştığımızda bir patlama sesi duydum. Ardından her şey çok ani oldu.
Ateşler içinde yanan bir ev, arabaya geçmemiz ve oradan hızla uzaklaşmamız.
O günden sonra Ateş'i yalnızca bir kez gördüm. O gün hakkında hâlâ konuşamadık, sormaya cesaretim olmadı çünkü. Her şey çok ani ve saçmaydı. Bir o kadar da korkunç.
Bahar o gün onlarla kaçtı ve onun ile hiç yüzleşemedim. Her şey o kadar zoruma gidiyordu ki. Onu görmek de istemiyordum artık.
Yataktan çıktım ve mutfağa geçtim. Telefonumu masanın üzerine koydum ve su alıp masaya geçtim.
Rüyalarım da tek hatırladığım karanlığa karşı olan korkumdu. Bu korku artık beni rahatsız etmeye başlıyordu. "Keşke bunu atlatmanın bir yolu olsaydı." Dedim kendi kendime. Ama bu yaşadıklarım karanlıktan iyice korkmama sebep oluyordu. Her gece kâbus görüp kalkınca mutfağa geliyordum. Bu duruma alışınca mutfağa gece lambası takmıştım. Ayağa kalktım ve gece lambasını kapattım. Ev tamamen karanlık oldu. Lambanın yanından uzaklaşırken telefonum çaldı, korkuyla sıçradım. Bu saatte kim neden arasın? Arayan Ateşdi.
Bu saatte araması korkutmuştu. Lambayı tekrar açtım, korkumu yenmeyi sonraya bırakacaktım. Boğazımı temizledim ve telefonu açtım.
Bir şeyler söylemesini bekliyordum ama o hiç bir ses vermeyince, "Alo?" Dedim. Bir kaç saniye durdu ve yalnızca "Alev." Dedi. Sesi değişik geliyordu.
"Ateş iyi misin?" Diye sordum. Derin bir nefes alıp verdiğini duydum.
"Kapıyı açar mısın?" Anlamayarak kaşlarımı çattım.
"Ne?" Diye sordum. Sonra kapının tıklandığını duyunca kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtığım gibi Ateş'i gördüm, şaşkınlıkla ona bakıyordum. Sarhoştu.
"Ateş? Ne bu halin?" Diye sordum. Gözleri kızarmıştı ve ayakta zor duruyordu.
İçeriyi işaret etti, "geçebilir miyim?" Diye sordu. "Tabii, gel." Dedim. Zorda olsa içeriye geçti ve kendisini salonda ki koltuklara bıraktı. Kapıyı kapattım ve yanına gidip oturdum. Fazlasıyla sarhoştu. "Ateş sen neden bu kadar içtin? Hemen Demir'i arıyorum. Neden yanında değil ki o?" Ateş telefonu hızla elimden aldı. "Onu aramak istesem, ona giderdim Alev." Dedi. Anlam veremeyerek ona bakıyordum. Çok fazla içmişti bu yüzden ağzını yayarak konuşuyordu. Kafasını koltuğa yasladı ve gözlerini kapattı. "Uyuma, kahve yapacağım sana." Tam kalkıyordum ki kolumu tuttu. O kadar içmişti ki gücü bile yoktu. "Konuşalım." Dedi.
"Konuşacak durumda değilsin. Kahve yapayım öyle konuşalım." Yutkundu ve "Alev. Lütfen. Ayılmak istemiyorum." Bu hali üzmüştü ve korkutuyordu. Tekrardan yanına oturdum. "Peki, konuşalım. Bu saatte buraya, bu şekilde neden geldin?" Sorduğum soruları duymazdan gelerek, "yoruldum." Dedi. Neredeyse konuşurken uyuyacaktı. "Neyden?" Tamam, belki saçma bir soruydu. Ben bile yoruldum. Ama farklı bir şeylerin olduğu belli. "Her şeyden, herkesten, kendimden, oyunlardan, yalanlardan, yalanlarımdan, çaresizliklerimden, yaşadıklarımdan," derin bir nefes alıp verdi. Nefesi yüzüme geldiğinde yoğun içki kokusu yüzünden yüzümü buruşturdum. "Yaşattıklarımdan." Diyerek sözünü tamamladı.
"Ateş bak, bir şeyleri sakladığın için sana sürekli kızıyorum. Ve sana defalarca kez açık olman için yalvardım. Ama şuan değil, böyle değil. Yanlış şeyler söylemeni istemiyorum." Benden sakladığı ne varsa bu kafa ile söyleye bilirdi. Ama bunu istemiyordum.
"Aileme bunu yapanları arıyorum," Tekrar konuşmaya başlayınca dikkatle dinlemeye başladım. "Ve onları özlüyorum. Ama aynı zamanda onlara çok kızıyorum." Konuşurken sesi bazen çok az çıkıyordu. Söylediği gibi fazla yorgundu. Kelimeleri ise düzgün telaffuz edemiyordu.
"Onlara neden kızıyorsun?" Diye sorduğumda başını yasladığı yerden kaldırdı ve kızarmış gözleri ile bana baktı.
"Kendilerinden geriye bana miras olarak bıraktıkları bu oyunlar yüzünden." Canım yandı. Derin bir nefes alıp verdim. Ateş'e yaptığı her şey için kızgın ve kırgındım, ama şuan fark ediyordum; hiç onu anlamaya çalışmamıştım. Sustum ve devam etmesini bekledim.
Bir kaç saniye durdu ardından, "senin gelmen ile her şey daha kötü oldu. Daha çok yoruluyorum artık." Dedi. Başka bir şey olsa kendimi suçlu hissedebilirdim belki ama, şuan onu yoranın ben olmadığımı, belki olsam da isteyerek yormadığımı biliyorum. Bu yüzden bir suçluluk duygusu yoktu.
"Aklım karışıyor." Diyerek devam etti. "Ve bunun sebebi de sensin. Sen; bu kadar saf olman, titreyen sesin, titreyen ellerin, gözlerin ve bakışların." Yutkundum. Devam etmesini bekliyordum. Bir kaç saniye, sanki ilk kez görüyormuş gibi yüzümü izlemeye devam etti. Devam etmeyecek, belli. "Bu olaylara ben isteyerek girmedim. Bunu sende biliyorsun, ve daha da fazlasını. Ayrıca şuan istesem de gidemem." Dedim. O kadar değişik bakıyordu ki. Biraz boş gözlerle, biraz yorgun, biraz öfkeli. Öfkesi bana değildi. Bir kez daha yutkundum, ve ayağa kalktım. "Konuşacakların bittiyse kahve yapacağım, ya da uyu." Olumsuz anlamda başını salladı. Ama hangisine olduğunu anlayamadım, tekrar yanına oturdum. "Neden o gün ile alakalı bir şey sormuyorsun?" Diye sordu. Bunu bende bilmiyorum, sanırım o kadar cesaretimin olmadığındandı. Yine de o gün ile alakalı sormak istediğim, ve cesaretimin olduğu tek bir şey vardı. "O gün neredeydin? Ve o günden sonra. Demir'i her gün gördüm, bazen buraya geldi, bazen buluştuk. Sen neredeydin? Demir'e sordum ama bilmediğini söyledi. Ne kadar inandırıcı gelmese de, sustum." Olduğu yerde rahatsızca hareket etti. Bunu söylemek bu kadar zor olmamalıydı. "Cevap vermeyeceksen sormanın ne anlamı var ki?" Diye sordum bu sefer. "Tuzak kurmuşlardı. O gün oraya gelme sebepleri bizdik. Ama biz başka bir şey sanıyorduk. Onların hazırlıksız, bizim ise hazırlıklı olduğumuzu sanıyordum. Bu da yanılmaydı. Çatışma çıktığında anladım, o ev sadece bizi oyalayıp, ev ile patlamamız içindi." Kaşlarımı çattım. "Onların kaçtığını söylemiştiniz?" Diye sordum. "Sormak istemiyordun, biz de anlatmak. Bu yüzden geçiştirdik." Geçiştirdik dediği kişi bendim, ama sanki benden söz etmiyor gibi konuşuyordu. "Biraz adamlarla oyalandık. Sonra Demir'i buldum. O an onun yanına gidemeseydim, Demir ölecekti." O ölmemişti, ama canım öyle bir yanmıştı ki. İhtimali yetmişti. "Sonra kendisine geldiğinde seni bulmasını ve oradan çıkmanızı söyledim. Direnemedi bile. Sizin çıktığınıza emin olduktan sonra siz oradan uzaklaşırken ben orada kalmaya devam ettim. Ardından çıktım ve ev patladı." Bir şeyleri atlayarak anlattığı anlaşılıyordu. Ama yine soru sormayacaktım. "Onun buraya geldiğini öğrendim. Ve bir kaç şey daha." Dediğinde yutkundu. Gözlerini acı kapladı. O dediği kişi Çetin'di, bu belli. Ve onun burada olması, artık daha çok yorulacağız demek oluyordu. Ama gözlerini acı ile dolduracak başka ne öğrenmişti?
"Onların ne olduğunu sorsam, söyler misin?" Olumsuz anlamda başını salladı. Ve gözlerini benden kaçırdı. "Söyleyemem." Dedi. Nedense sinirlenmiştim. Sürekli bir şeyler yarım, ve yanlıştı. "Ben bir karar aldım, Alev." Dediğinde,
"Ne kararı?" Diye sordum.
"O aptal sözleşme umrumda değil. Ailemin intikamını farklı yollar ile de alırım." Dediğinde sorgulayan gözlerle bakmaya devam ettim. O ise büyük bir hırsla bakıyordu. "Hangi sözleşme?" Diye sordum. Sorduğum soruyu duymazdan gelerek, "sana bir şey olmayacak. Ve yaptıkları o iki piçin yanına da kalmayacak." Biri Çetin, peki ya diğeri? Bana bir şey olmayacağını belirtmesine de anlam veremedim. Ama nedense inanmıştım.
"İki?" Diye sordum, sustu. Dudakları aralandı ve bir şeyler söyleyecek gibi olsa da vaz geçti.
"Bu gece burada kalabilir miyim?" Diye sordu. Gülümsedim.
"Bu saatten sonra, bu halinle göndermem zaten." Diye cevap verdim.
O da gülümsedi. Ayağa kalktım, "kahve yapıp geliyorum." Dedim.Sonunda kabul etti ve olumlu anlamda başını salladı. Mutfağa geçtim, kahveyi ve fincanı çıkardım. Uzun bir süre de Ateş'in söyledikleri yüzünden uyuyamacaktım.
Çetin'e yardım edenin kim olduğunu söylememesine takılmıştım.
Fazla oyalanmadan kahveyi yaptım ve Ateş'in yanına gittim. Başını koltuğa yaslamış, tavanı izliyordu. Alayla, "düz tavan, desen bile yok. Neyi izliyorsun?" Diye sordum. Başını yasladığı yerden kaldırdı ve bana bakıp gülümsedi. Yanına oturdum. Kahvesini masaya bırakıp bana döndü. "Bir gün beni affet diye vaz geçtim her şeyden." Dedi. Anlamayarak yüzüne bakıyordum. Hâlâ çok sarhoştu ve zorlukla konuşuyordu. "Ne için?"
"Yaptıklarım için." Durdu ve, "yapacaklarım için." Dedi. Sonra dediğini düzelterek, "yani, yapacaktım. Yapmayacağım artık." Pişman ve masum bakıyordu. Derin bir nefes aldım.
"Ne dediğini anlayamıyorum, Ateş." Omuz silkti. "Olsun, bir gün her şeyi anlattığımda kırılıp kızarsan bile bu günü hatırla ve hissettiklerini hafiflet. Ve belki bu sayede affedersin. Affeder misin?" Neyden bahsettiğini tam anlamıyla anlamasam bile, affederim diyemedim. Çünkü belli ki, onu bu kadar sarhoş yapan ve hırslandıran aldığı vaz geçme kararıydı. Bu basit bir şey olamazdı. Uzun süre sessiz kalınca, "anladım." Dedi. Üzülmüştü. Bu hali komik geliyordu. Yarın bunların kaçını hatırlardı acaba? Aklıma gelen bir fikirle sinsice gülümseyip, kahvesini içmek üzereyken elinden aldım. Anlam veremeyerek bana bakıyordu, kahveyi masaya bıraktım. "Affedersem ne olacak?" Diye sordum. Bir kaç saniye durdu ve düşündü. Bir an gülümsedi, sonra gülümsemesi soldu ve ciddileşti, ardından üzüldü ve tekrar gülümsedi.
"Alev'in Ateş'i olurdu." Dedi ve gülümsemeye devam ederek bakmaya başladı. Ne demek istediğini anlamıştım. Ve kalbim hızla atmaya başlıyordu.
"Hmm," dedim düşünüyormuş gibi. "O zaman affede bilirim." Gülümsemesi genişledi. "Hmm," dedi o da düşünüyormuş gibi. Ne düşündüğünü anlayamamıştım. Yüzüme doğru yaklaşmaya başladı. "Hadi kahveni iç artık." Dedim, yutkunarak. Dediğimi umursamadı ve yaklaşmaya devam etmeye başlayınca hızla oturduğum yerden kalktım. "Sen iyi değilsin. Ayrıca henüz sen hiç bir şey anlatmadın ve bende affetmedim, bu yüzden Ateş Alev'in değil." Kalbim büyük bir hızla atarken o ise gülümseyerek bakıyordu. Kahvesine uzandı ve keyifle içmeye başladı. Sarhoştu emindim, ama bir o kadar da değil gibiydi. Ve sanki ben onunla değil, o benim ile oynamış gibi hissediyordum.
Boğazımı temizledim ve karşısında olan bir başka koltuğa oturdum. Kahvesini bitirdi ve başını tekrar arkasına yasladı.
Bu hali de çok güzeldi.
Oturduğum yerden kalktım ve bitirdiği kahveyi mutfağa bıraktım. Yanına dönmek yerine odama gittim ve onun için yastık, battaniye alıp yanına döndüm. Uyuduğunu fark edince karşı koltuğu onun için hazırladım ve yanına geçtim. "Ateş." Uyanması ve hazırladığım yere geçmesi için seslendim ama yerinden oynamadı bile. Bir kaç kez daha seslendiğim de yalnızca, "hı?" Dedi ve tekrar uyudu. Bu hali komik geldiği için telefonumu aldım ve onu çektim. Tam bu esnada hızla telefonu elimden aldı, olduğum yerde korkuyla sıçradım. "Başkalarının haberi ve izni olmadan onların fotoğraflarını çekmek bir suçtur." Dediğinde gülümsüyordu. Bense uyanık olduğu halde uyuyormuş gibi yaptığı için sinirle ona bakıyordum. "Sen gerçekten pisliğin tekisin." Dedim ve telefonumu ondan alıp, odama doğru gittim. Arkamdan, "fotoğrafı çektikten sonra hakaret etmekte suçtur." Dediğini duydum. Gülmemi tutamadım ve sesli bir şekilde gülmeye başladım. Odama geçip kapıyı kapattım ve yatağıma doğru ilerledim. Neyse ki fotoğrafı silmemişti.
Sabah
"Alev çıksana kızım! Ben evime gidiyorum ya." Dediğinde kapıyı açtım. "Kendi evimin banyosunda bile rahat vermiyorsun ya." Dedim ve göz devirip yanından geçtim. "Şu hallere bak. Bir gün gözlerin öyle kalacak, sonra Ateş dedi dersin." Güldüm ve mutfağa geçtim. "Çocuk gibisiniz gerçekten." Demir'in bu söylediğini duymazdan geldim ve doğradığı salatalardan bir tanesini ağzıma attım. "Onu arkadaşına söyle, bana değil." Demir'de bu söylediğimi duymazdan geldi. "Saçlarını kurut, dışarda yağmur yağıyor hasta olursun." Dediğinde olumlu bir şekilde başımı salladım. "Ateş çıksın kuruturum, saç kurutma makinesi banyo da kaldı." Diye açıklama yaptım. Sabah Demir'i aramıştık ve Ateş'in evine gidip ona giyisi getirmesini, ardından da buraya gelmesini söylemiştik. "Kahvaltıyı hazırlamakta sana kaldı kusura bakma." Dediğimde Demir gülümsedi. "Yabancı değiliz, sorun yok." Dedi ve doğradığı salata ve domatesleri masaya koydu. Ateş'in söylediği şey aklıma gelmişti ve bu moralimin bozulmasına sebep olmuştu. O an yanında olmasaydı belki de şuan Demir burada olamayacaktı. Kısa sürede ikisine de o kadar alıştım ki, onlardan birine bir şey olma düşüncesi bile canımı yakıyordu. "Alev hanım. Bi' daldınız, sorun mu var?" Gözlerimi Demir'e doğru çevirdim ve gülümsedim. İhtimalleri bu kadar düşünmeyecektim, sonuçta bu gün ikisi de buradaydı. "Hayır, hiçbir sorun yok." Dedim ve masaya geçtim. "Yalan atmayı öğrenmen lazım." Dedi ve hafif güldü. Bu 'inanmadım' demekti. "Ateş'ten öğrenirim." Dedim imayla. Boğazını temizledi ve mutfaktan çıktı. Oturduğum yerden kalktım ve çayları doldurmaya başladım. "İki saattir kızın kapısında çık diye bağırıyorsun, şimdi de biz mi bağıralım kapında lan." Demir'in söylediğine hafif güldüm. Ardından, "sen değil, o kız gelip çağırsın." Dedi Ateş. Bende mutfaktan çıktım ve Demir'in yanına gittim. Banyo kapısının önünde durmuş, telefona bakarak Ateş'i çağırıyordu. "Allah Allah, ben neden çağırıyorum? Ne münasebet." Kapı açıldı ve Ateş çıktı. "Bir şey derdim de, neyse. Ne münasebetmiş." Dedi ve mutfağa doğru ilerledi. "Dakika tuttum. Ben on beş, o ise bir saat yirmi dakika sonra çıktı." Demir ve bende mutfağa geçtik, üçümüz de masaya oturduk. "Ne kadar boş insansın sen ya." Dedim ve güldüm. "Hayır, her şeyi geçtim de. Ateş gecenin bir saati bensiz içmeye gidiyor, sonra da burada kalıyor. Hayırdır?" Demir'in bu sorusu ile Ateş'e döndüm ve tekrar gözlerimi ondan ayırıp, önüme döndüm. Artık ikimiz de gülmüyorduk.
"Yanlış bir şey mi sordum? Bu kadar kasılmanıza gerek yoktu. Konuştuğunuz şeyler illa ki olmuştur. Ne konuştunuz diye sormuyorum, özele saygım vardır." Dedi. Son söylediğini söylerken göğsünü kabarttı. Tekrar güldüğümüz de Ateş Demir'in kafasına vurdu. "Ne boş yapıyorsun lan." Dedi. Telefonumu cebimden çıkarıp Demir'e döndüm. "Bir fotoğraf çekmişim, görmen lazım Demirciğim." Dediğimde dün gece Ateş'i çektiğim fotoğrafı Demir'e gösterecektim. Ateş bunu anlayınca telefonumu elimden hızla aldı. "Ne fotoğrafı? Ne kaçırdım ben ya." Diyerek kendisine söylenen Demir'i duymazdan geldim ve Ateş'e döndüm. "Sen iyi alıştın, her seferinde telefonu elimden çekip almaya. Dur, ne demiştin? Heh! Hatırladım." Sesimi kalınlaştırdım, "tamam vereceğim, ama polisi aramayacaksın. Yoksa telefonunu kırarım." Dedim ve Demir'le gülmeye başladık. "Ne kadar komiksiniz öyle. Keşke o gün kırsaydım." Bir kez daha güldüğümde itiraf ederek, "yalan yok, o gün gelip bana: bir gün kendi evimde sizinle oturduğum kahvaltı masasında, o günün dalgasını geçeceğimi söyleseler asla inanmazdım. Söyleyen kişinin ise deli olduğunu iddia ederdim." Dedim. Bir an düşününce gerçekten öyleydi. Bir çok şey değişmişti, ilk zamanlarda ki hallerimiz sanki başkalarıydı. "Bu kadarını bende beklemezdim." Diye ekledi Demir. Ateş her ne düşünüyorsa burada değil gibiydi ve bizim aksimize oldukça ciddiydi. "Ateş? İyi misin? Şaka yaptım sadece." Elinde ki telefonumu kapatıp cebine koydu. Bu yaptığını umursamadım. Ardından bana dönüp, "şaka olduğunu biliyorum, minik. Aklıma bir şey takıldı sadece." Diyerek açıklama yaptı. Sorunun şaka olmadığını biliyorum. Aklına ne gelmişti kim bilir.
Kahvaltı yapmaya başladık. Bazen ben ve Demir Ateş ile uğraşıyordum, bazen o ikisi benimle veya Ateş ve ben birbirimizle uğraşıyorduk. Kahvaltımızı yaptık ve onlar salona geçtiler bende mutfağı toplayıp, saçımı kurutmak için banyoya geçtim.
Ateş'in anlatımı ile.
Alev nerede olduğumu sormuştu. Onun hiç bir suçu yoktu ama ben ondan bile uzak olmak istemiştim.
Ve ondan uzak durdum çünkü bir kez daha nefrete ve öfkeme yenik düşemezdim.
"Alev'in yanında konuşmazdık biliyorum, ama bizi şuan duymaz. Söylesene, neden günlerce ondan kaçıp sonrasında sarhoş olup onun evine geldin?" Demir'e de hiç bir şey anlatmamıştım. Demir benim sırtımda yük gibi olan her sırrı biliyordu. Tüm yüklerimizi paylaşıyorduk, ama her ne kadar onunla paylaşsam da olanların yükü hiçbir zaman hafiflemiyordu. "Neden ondan kaçtığımı biliyorum, ama neden ondan kaçarken tekrar ona gittiğimi bilmiyorum." Demir ciddi bir şekilde dinlemeye devam ediyordu. "Peki, neden kaçıyordun?" Diye sordu. Derin bir nefes aldım. "Ailemi Çetin'nin öldürdüğünü ikimizde biliyoruz." Diyerek söze girdim. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Bu o kadar ağır bir şeydi ki, söylerken ve düşünürken nefes almakta zorlanıyordum. "Annem o şerefsiz yüzünden öldü, evet." Dediğimde, "baban?" Diye sordu. Henüz tam söylemeden bunu yapanın Çetin olmadığını anlamıştı. "Babamı öldüren, Çetin değil. Aykut Aral'mış." Demir şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu. Dudakları aralandı, bir şey söyleyecek gibi olsa da söylemeden dudaklarını birbirine bastırdı. Aykut Aral. Yani Alev'in babası. "Bu nasıl olur? Bu kadar iğrenç olamaz. Bunu da yapamaz." Dediğinde gözlerimin acıyla yandığını hissettim. "Adam kızının ölümü ile sonuçlanacak bir sözleşmeyi imzaladı, Demir. Asıl bizim bunu yapamayacağını düşünmemiz bir aptallıktı." Dedim.
"Şerefsiz." Dedi ve sinirle ayağa kalktı.
"Senin babandan yardım istememiş miydi o?! Biz her şeyi, o kızın yüzüne baka baka yalan atmayı, babanın verdiği bir söz için yapmadık mı?" Dediğinde bende ayağa kalktım. "Bağırma Demir. Kız duyacak." Dediğimde tekrar koltuğa geçti.
"Ben her şeyden vaz geçtim, Demir."
"Nasıl yani?"
"Alev zarar görmeyecek. Babamın sözü ve o sözleşme, ikisi de umrumda değil artık." Tekrar ayağa kalktı.
"O nasıl olacak Ateş? Vaz geçtiğinde ölürsün. Bunu da mı unuttun?" Yutkundum.
"Unutmadım! Artık kimsenin emri ile çalışıp, yola devam edemem." Demir korku ve sinirle bana bakıyordu.
"Alev'e bir şey olsun bende istemem. Onu Aslı gibi seviyorum." Dediğinde gözleri dolmuştu.
"Ama sana da bir şey olursa, artık gerçekten yapamam. Ateş. Ama o itlere biz vaz geçtik dediğimiz gibi ikimiz de ölürüz." Derin bir nefes alıp verdim.
"Alev'e ihanet etmektense, onlara ihanet etmeyi tercih ederim. Ama benim tercihim ile seni de yakamam. Tercih hakkı senin; her şeye rağmen, tüm ihtimallere ve olacaklara karşı, çıktığımız bu yolda benim ile yeni bir yola çıkmayı kabul edecek misin?"
Devam edecek...
Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir. Bölüm de en çok beğendiğiniz kısım neresiydi?
Bir sonra ki bölümde görüşmek dileğiyle 💖
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.87k Okunma |
684 Oy |
0 Takip |
37 Bölümlü Kitap |