38. Bölüm

38. Bölüm

Helena
yazarhelena

 

 

Son perde.

 

 

Bedenimin sallandığını hissediyordum. Gözlerimi yavaşça açtığımda bir arabanın içerisinde olduğumu anlamak pek de zor olmadı. Sorun şu ki, ben neden buradayım?

 

Arka koltuklara yatırılmıştım. Yavaş yavaş doğrulmaya başladım. Şoför koltuğunda ki Ateş'i görünce kan beynime sıçramıştı resmen. Yolu izlemeye devam ederken arabanın içerisinde bulunan aynadan bana baktı.

 

"Bu gece sana bu soruyu ikinci kez soruyorum... Ne yapıyorsun sen, Ateş?" Dedim sinirle.

 

"Kucağımda bayıldın. Kolundan tutup, partiye mi götür meliydim? Yoksa orada bırakıp gitmeli miydim?" Konuşurken yola bakıyordu. "Keşke orada bıraksaydın." Dedim sinirle. Hiç bir tepki vermedi.

"İndir beni." Dediğimde boğazımın kuruduğunu fark etmiştim.

"O dediğini yapamam. Ayrıca torpidonun gözünde su var, içmek istersen..." Dediğinde tahammülsüzce sözünü kestim.

 

"Sen gerçekten benim ile alay ediyorsun. Bunun başka bir açıklaması olamaz." Sadece omuz silkti... Tekrar sinirlenmeye başlıyordum.

 

"Senin amacın ne, Ateş?" Diye sordum bıkkınlıkla.

 

"Konuşmak istiyorum. Ve sen de beni dinleyeceksin." Dediğinde kaşlarımı çattım. Tekrar başa sarmıştık, emir vererek konuşmlar falan... Ama bizim için başa dönmek bile imkânsızdı artık.

 

"İnmek istiyorum." Dedim.

 

"Ben istemiyorum."

 

"Senin isteklerin ile ilgilenmiyorum Ateş." Dediğimde derin bir nefes aldı.

"İlgilenme. Ama benim istediğim olacak Alev. Sadece konuşmak istiyorum." Arabadan atlamak daha cazip geliyordu.

 

"Konuşacak hiç bir şey kalmadı. Senin yüzünü bile görmek istemiyorum Ateş!" Dediğimde hiç bir şey demedi. Ağır mı olmuştu? Asla.

"Arabayı durdur yoksa atlarım." Dediğimde belli belirsiz gülümsedi. Yapamayacağımı mı sanıyordu? Sağımda ki kapıya doğru yaklaştım ve kendime bir kaç saniye bile tanımadan kapıyı açmaya çalıştım. Kilitliydi.

 

"Senin yapacaklarını tahmin etmek artık çok kolay Alev." Dedi keyifle. Sinirle nefes alıp verdim. Nereye gittiğimizi bile bilmiyordum. Cama baktığımda ormanlık bir alanda olduğumuzu fark ettim. İstemsizce kaşlarım çatılmıştı.

 

"Nereye gidiyoruz? Ayrıca neden? Partiye gelmek bir hataydı. Şu doğum günü partilerinin ben var ya..." Dediğimde Ateş susmam için, "şşş." Sesi çıkarınca bende sustum. "Sakin ol güzelim. Bu güne kadar ağzından tek bir küfür duymadım, duymakta istemiyorum. Ha, illa edeceksen senin yerine ben ederim." Dediğinde ona tiksiniyor gibi bakıyordum.

"Aptal... Aptalsın!" Diye bağırdığım da yine hiç bir tepki vermedi...

Nereye gideceğimizi henüz söylememişti. Bende sormayacaktım, her nereye götürüyorsa tek başıma geri dönmem artık imkânsızdı. Çünkü arabam mekânda kaldı ve buraya hiç gelmedim. Bu adam neden sürekli ormanların arasından çıkıyor? Ayı.

 

Araba aniden durunca düşmemek için önümde ki koltuğun yaslanma kısmını tuttum.

 

"Ne yapıyorsun sen ya!?" Diye sorduğumda anlık bir korkudan dolayı sesim çok yüksek çıkmıştı.

 

"Ben yapmadım. İyi misin?" Dediğinde yalnızca göz devirdim.

Bunu görünce, "İyisin." Dedi.

 

"Neden durduk?" Diye sordum dediğini duymazdan gelerek.

 

"Bilmiyorum. İnip bakacağım ama yolun geri kalanını yürüyeceğiz gibi görünüyor." Dedi. Bir bu eksikti. Partiye gideceğim her günün gecesi bu aptalla bir ormanda son buluyor. Sinirden deliye dönmeme çok az kaldı.

 

Arabadan inip, tekerleklere baktığında yanaklarını şişirerek derin bir nefes alıp verdi.

Anlaşılan dediği gibi yürüyecektik.

 

Tekrar arabaya bindiğinde torpido gözünden bir silah, el feneri, su ve arabada ki radyoya bağlı olan telefonunu aldı. Bunları alırken, "Arabanın tekerlekleri pert olmuş. Az kaldı zaten, yürürüz." Dediğinde hiç bir şey demeden kilidini açtığı kapıdan çıktım. Yolu biliyor olsam bir dakika durmaz, koşardım. Ama işte... Onun gibi ayı değilim ki.

 

Arabadan indiğimde yüzümü buruşturarak ayaklarıma baktım. Topuklularım yüzünden yürümek çok zor olacaktı.

 

Burası çok fazla soğuktu. Yeni yağmur yağdığı belli oluyordu.

 

"Hadi, neyi bekliyorsun?" Diye sorduğunda ona doğru döndüm.

"Elinin körünü!" Dediğimde sinirle yanından geçip, düz ve ağaçlarla kaplı olan yola girdim. Arkamdan geliyordu.

"Bu halinde iyi ya. Keyif veriyor." Dediğinde artık yalnızca tanrıdan sabır diliyordum.

"Susacak mısın?" Diye sordum. Gülmüştü.

Birden ona doğru döndüğümde o da durdu.

"Komik bir şey mi söyledim? Zaten yeterince gergin ve sinirliyim. Kapa çeneni!" Dediğimde teslim oluyormuş gibi önce ellerini kaldırdı, ardından da sağ elini dudaklarına doğru götürdü ve fermuar kapatma işareti yaptı. "Güzel." Diyerek yola devam ettim. Kaç dakikadır yürüdüğümüzü bilmiyordum. Telefonumda yoktu ki. O önümde yürürken bir anlığına onu izlerken buldum kendimi. Neden yaptı bunu? O söylemişti ama... Alev'in Ateş'i onun yüzünden olamıyordu artık. Bunları düşünmem bile sinir bozucuydu ama kendime karşı dürüst olabilirdim en azından.

 

Bir kaç saniye sonra ayağımda ki sızıyla çığlık attım. Refleks olarak, bana doğru dönen Ateş'e tutunmuştum. Topuğum kırılmıştı.

"İyi misin?" Diye sordu ilgi ile.

"Topuğum kırıldı!" Diye bağırdım. Bağırmamın sebebi yalnızca sinirdi.

"Tamam, sakin mi olsan artık?" Dediğinde, karanlıktan dolayı tam olarak seçemediğim yüzüne baktım. "Sakin falan olamam Ateş! Başıma ne gelse sebebi sensin! Şuna bak, sen hayatımda olduğundan beri ve hayatımda olduğun sürece, gittiğim her partinin sonu ormanda ve seninle bitiyor!" Dediğimde ben ciddi anlamda sinirliyken o buna keyifle gülümsemişti.

 

"Tamam, çıkart ayakkabılarını." Dediğinde sorgulayarak ona bakıyordum.

"Nasıl yürüyeceğim?" Diye sordum.

"Benimkileri vereceğim." Dediğinde bunu beklemediğim için şaşırmıştım. Ama bunu kabul edemezdim, olduğumuz yer ormanlık. Ona ne kadar kızgın ve nefret dolu da olsam, ben acımasız değilim. Çıplak ayakla yürütemem.

"Olmaz." Dedim sadece. Dudağı yana doğru kıvrıldı.

"Benim için mi endişeleniyorsun sen?" Diye sordu üzerime eğilerek. İşaret parmağımı alnına koydum ve ittim. Yüzünü uzaklaştırdığında hâlâ gülümsüyordu.

"Hayır tabii ki de. Umurumda bile değilsin Ateş. Senin elli numara olan ayakkabın, benim ayağıma nasıl olsun?" Diye sordum sinirle.

"Yalnız benim ayağım kırk yedi numara." Dediğinde sinirle güldüm.

"Şuan tek sorunumuz buydu yani? Öyle değil mi?" Diye sordum göz devirerek. Hâlâ kollarına tutunuyordum. Yoksa ıslak yaprakların üzerine düşecektim.

"Her neyse. Ya ayakkabılarımı alırsın, ya da ben seni alırım." İstemsizce kaşlarımı çatıp kafamı hafif yana yatırdım.

"Ne diyorsun sen ya?" Dedim, hafif gülmüştü.

"Kucağıma yani. Kucağıma alırım. Nasıl yürüyeceksin kırık topukla? Diğerinide kırarsan yine yürüyemezsin." Çaresizce sesli bir nefes alıp verdim. Kabul etmek zorundaydım.

 

Bir ağacın gövdesine yaslandığım da topuklu ayakkabılarımı çıkarttım ve o da kendi ayakkabılarını bana uzattı. Gülümsememek elde değildi. Onun ayakkabılarını ayağıma geçirdiğimde tabii ki büyük gelmişti. Ama başka çaremiz yoktu. Yerde ki topuklularımı tek eline aldı ve bana boşta olan elini uzattı.

Sorarcasına başımı salladığım da, "Çok zorsun be güzelim. Bir kez daha düşmek istemezsin diye düşünüyorum." Uzattığı eli tutmadan yaslandığım ağaçtan uzaklaştım.

"Düşmem. Kusura bak, ya da bakma. Ama artık uzattığın eli tutacak kadar bile güvenim yok sana." Dediğimde tepkisine bile bakmadan yola doğru döndüm ve yürümeye başladım. Arkamdan geliyordu. Sanırım sinirlerim ciddi anlamda bozulmuştu, gülümsüyordum. Hava giderek soğuk oluyordu. Ay'ın ışığı sayesinde feneri bile yakmamıştık. Biraz daha ilerlediğimiz de sonunda iki katlı bir ev karşıladı bizi. Anlaşılan burasıydı. Eve doğru ilerlediğimizde önüme geçti ve evin kapısını açmak için cebinden anahtar çıkarttı. Diğer elinde hâlâ ayakkabılarım vardı.

 

Eve geçtiğimiz de o direkt banyo olduğunu düşündüğüm bir yere doğru gitti. Ben ise, birleşik olan salonun ve mutfağın ortasında öylece durmuştum. En azından artık üşümüyordum.

Yarım saat sonra yanıma geldiğinde üzerini baştan aşağıya değiştirdiğini fark ettim. Beyaz boğazlı bir kazak, siyah bir keten pantolon ve beyaz ayakkabı giymişti. Şuan bile gözüme o kadar güzel görünüyordu ki... Anlatamam.

 

"Bu evde senin için malesef bir şey yok. Benimkileri giyebilirsin." Dediğinde, sesi yorgun ve soğuktu. Ona karşı artık hiç güvenimin kalmadığını söylediğimden beridir konuşmuyordu. Kızmış mıydı? Yoksa kırılmış mıydı? O duygusuzun teki. Bana neden kırılsın, doğru ya.

 

Elbise ile durmak rahatsız ediciydi, bu yüzden onun dolabından giyinmeyi kabul edecektim.

"Altımda kısa bir tayt var zaten. Bir tane tişört verir misin?" Diye sorduğum da hiç bir şey söylemeden yukarı kata doğru çıktı. Bende emanet gibi yolun ortasında durmayı kesip, salona doğru ilerledim.

Bir kaç dakika sonra yanıma kısa kollu siyah bir tişört ile geldi.

"Bunu al. Bana artık olmuyor zaten." Dediğinde başım ile onayladım ve bana gösterdiği banyoya doğru ilerledim.

Elbisenin altına kısa bir tayt giymem iyi olmuştu. Ama elbiseyi çıkaramıyordum. Fermuarları açamıyorum. Şimdi onu buraya çağırıp, yaz dizilerinde ki o klasik sahneyi yaşatmamak için üzerimi değiştirmeyecektim. Elbise ile kalacak olmanın verdiği rahatsızlık ile elimde ki tişörtle salona geçtim.

Telefona bakarken başını kaldırmadan beni baştan aşağıya doğru süzdü.

"Üzerini neden değiştirmedin?" Diye sorduğunda yalnızca omuz silktim.

Hâlâ bana bakıyordu.

Elinde ki telefonu kapattı ve kollarını birbirine bağladı.

"Böyle rahat edemezsin sen, git değiş." Dedi. Haklıydı.

"Yok, ederim." Dediğimde, sol eli ile burnunun ucunu kaşıdı. Yine sırıtıyordu... Anlamış mıydı? Sanmam.

"Peki, sen bilirsin." Dedi.

"Beni neden evime değilde buraya getirdiğini ne zaman söyleyeceksin?" Diye sorduğum da bağladığı kollarını açtı ve derin bir nefes aldı.

"Madem nedenler ilgini çekmiyor, ilgini çekecek başka konuları konuşalım diye." Anlamadığımı belli eden bir surat ifadesi ile ona bakıyordum.

"Babanı arıyormuşsun?" Dediğinde şaşkınlıkla ona bakıyordum bunu sadece ben ve Aslı biliyordu. Aras'a bile söylemedik.

"Aslı mı..." Dediğimde sözümü kesti.

"Hayır, ben duydum. Duymasam bile... Bu zaten tahmin etmesi zor bir durum değil. Ortak bir yanımız var." Dediğinde ona yine sorgulayıcı bir şekilde bakıyordum. "Bende babanı arıyorum." Diyerek sözünü tamamladı.

"Sen onu neden arıyorsun?" Diye sorduğumda kekelememek için kendimi zor tutmuştum.

"Sence?" Diye sorduğunda aklıma yalnızca tek bir şey geliyordu. Babam onun babasını öldürmüştü.

"Soruya soru ile cevap verme, Ateş." Dediğimde başını onaylarcasına salladı.

"Baban, babamın katili." Dediğinde sesi hiç olmadığı kadar nefret dolu çıkmıştı.

"Yeni bir intikam oyunu daha mı? Sıra ona mı geldi? Ne istiyorsun benden ve ailemden!?" Diye sorduğumda alayla güldü. Kaşlarımı çattım.

"Ona baba bile diyemiyorsun artık. Ayrıca hangi aile? Sen ve annen kaldınız. Baban, annenin orada kaldığını bile bile onu kurtarmak için hiçbir şey yapmadan kaçtı." Haklıydı... Acıyla yutkundum.

"Bunlar seni ilgilendirmez. Seninde ondan farklı bir yanın yok, Ateş. O, benim üzerime bir kumar oynadı. Sen ise, oynan kumarda kendi intikamın için başka bir oyun daha oynadın. İkiniz de neyi hiç saydınız biliyor musun? Canımı!" Dediğimde gözlerinde ki pişmanlık tekrar yerini aldı.

"Ben, senin canını hiçe saymadım!" Dediğinde sesi biraz yüksek çıkmıştı. Belki de bunu sürekli yüzüne vurmamdan bıktığı içindi.

"Öyle mi?" Dedim ve sinirle güldüm. "Ya ne yaptın? Söylesene," Dediğimde sinirle ellerini dağınık saçlarında gezdirdi.

"Vaz geçmiştim... Bana biçilen rol buydu. İntikamım için tek çarem sendin! Ama her şeyin bu kadar karışacağını bende düşünemedim... Bir şeyler oldu ve ben vaz geçtim. Sana hiçbir şey olmayacaktı ama ben intikamımı alacaktım. O piç kurusu vaz geçtiğimi biliyordu. Sırf sen..." Dediğinde sinirle ayağa kalktım.

"Ben ne Ateş?! Ben ne?! Tek çaren bendim öyle mi? Şimdi ne değişti?! Madem tek çare bensem, intikam oyunun neden, ve nasıl değişti?!" Dediğimde o da sinirle ayağa kalkınca bir kaç adım geriye doğru ilerledim.

 

"Çünkü ben sana aşık oldum!" Dediğinde kalbimin ritmi bozuldu ve daha hızlı atmaya başladı.

"Rolümü anlattıklarında hiç bir şey demeden kabul ettim. Bir sürü ölüm gördüm ben, babası tarafından bu oyunlara itilen bir kızın canını mı düşüneceğim dedim!" Bu söz o kadar ağır gelmişti ki, istemeden geriye doğru küçük bir adım attım. Ama gerçekler buydu. "Bunu düşünen beynime tüküreyim! Sonra sen çıktın, kız bu dediler. Saf olman, güzelliğin, sözlerin, davranışların... Sen işte Alev! Sen, benim düşüncelerimi baştan yarattın. İlk başta dediğim gibi, umurumda değildi. Ama sonra... Senin ağladığını, korktuğunu, çaresizliğini... Bunları yaşadığını görmenin bile canımı ne kadar yaktığını fark ettim. O an anladım işte yapamayacağımı. Yıllarımı alan o intikam oyunu için bile senin saçının tek telini feda edemeyeceğimi." Bunlara verecek tek bir cevabım bile yoktu... Sadece canımın yandığını, üzerine ise kaynar bir su dökülerek daha da fena yakıldığını hissediyordum. Geçmiyordu... Ateş ne söylesede içimde ki, öfke, sinir, hayal kırıklığı ve güvensizlik. Geçmiyordu. İnanmak istiyordum, hatta buradan el ele çıkmak istiyordum. Ama bu imkânsızdı. Bırakın buradan el ele çıkmayı, birlikte bile çıkmamalıydık şu kapıdan. Çünkü artık güvenim ve inancım kalmamıştı...

Onun yüzünden kimseye karşı kalmayan bu iki duygu, en çokta ona karşı işliyordu.

"Sen bana söyledin." Dediğimde sesim titriyordu. "Aslında her şey gün gibi ortadaydı. Ben kördüm. Göremedim hiç bir şeyi... Anlayamadım. Babana bile güvenmeyeceksin dedin. Ben sana bile güvendim. Şuan burada bu halde olmamın tek sebebi benim, hiç biriniz değil." Dediğimde bana doğru yaklaştı.

"Lütfen şunu söyleme artık, lütfen. Bana güvenmediğini biliyorum. Ama ne olur daha fazla yakma canımı. Sana yemin ederim bitmişti her şey. Senin için vaz geçmiştim. Lütfen affet. Sarhoş olduğumda söylemiştim, eğer o gün gelirse, affet beni..." Sözünü kestim ve bir adım daha geri gittim.

"Ben o günü çok iyi hatırlıyorum Ateş. Sakın karşıma o günle çıkma." Acıyla bir kez daha yutkundum. Başımı yana doğru çevirdim. Akmak üzere olan göz yaşlarıma engel olmaya çalışıyordum. Gözlerimin kızardığını, yanan ve sızlayan burnumdan tahmin edebiliyordum. "O günü de ağzına alıp, sakın... Sakın kirletme. Sen duygusuz bir herifin tekisin, Ateş! Bana karşı bir şeyler hissetmesen, canım umurunda bile olmayacaktı senin. Belki de her şey çoktan bitmişti. Keşke farkında olmasaydım, keşke senin şu inanamadığım aşkın, gerçekleşmeseydi. Daha az acırdı canım." Dediğimde onunda gözleri dolmuştu. İlk defa... Ona olan sinirimin bir üst seviyesi olamazdı ama dolu bakan, o iki gözü canımı yakıyordu. Gözlerimi onun gözlerinden çektim.

"Gerçekten bu kadar mı görüyorsun?" dediğinde onun da sesi titriyordu. "Senin zihninde ki Ateş bu kadar mı duygusuz? Benim canım yanmıyor mu sanıyorsun? Mutlu olduğumu, zevk aldığımı, hiç bir şey hissetmediğimi mi sanıyorsun?" Dolan gözlerini eli ile temizledi ve alayla güldü. "Peki." Dedi sadece. Sesi hâlâ titriyordu. "Bu kadarlıkla kalayım o halde." Dediğinde yukarı doğru çıkan merdivenlere ilerledi. Bu sefer arkasından gidip onu durduran ben oldum.

"Bunu yapamazsın! Önce canımı yakıp, gözlerimin içine baka baka bana ihanet ettikten sonra sana duygusuz dediğim için arkanı dönüp gidemezsin!" Dediğimde tekrar bana doğru yaklaştı.

"Sana geldim, git dedin. Haklı olarak... Şimdi arkamı döndüm gidiyorum, yapamazsın diyorsun? Sen kendin bile neyi istediğini bilmiyorsun Alev." Boğazıma oturan yumruk bir türlü geçmiyordu.

 

"Neden beni de anlamıyorsun? Sana inandım, güvendim... Sevdim." Dediğimde sanki bunu yeni fark ediyormuş gibi bakıyordu. Belki de ilk kez dile getirdiğim içindi.

"Sonra sen bir hiç uğruna her şeyi harcadın! Ne yapabilirim Ateş? Geçmiyor. İçimde ki acı bir türlü geçmiyor!" Dediğimde elimi topuz olan saçlarıma atmıştım.

"Zaman." Dedi sadece. Hiç bir şey söylemediğimde devam etti. "Zaman,geçirirdi. Ama sen istemedin. Bak işte, tüm doğrularım ile karşındayım. Bitti her şey dedim, ama sen inanmayı denemedin bile. Belki de istemedin." Sinirle güldüm.

"İstedim! Çok istedim. Ama güvenim kalmadı Ateş... Bitirdin, yok ettin. Benim aklımın ucundan geçmedi bu noktaya geleceğimiz, ihanetin... Benim düşünmekten bile kaçtığım o şeyi sen gerçekleştirdin!" Dediğimde biraz daha yaklaştı ve yüzümü ellerinin arasına aldı. Şuan bile dokunuşları kalbimi yerinden çıkartacak kadar attırıyordu. Aptal kalbim... Aptal Alev!

"Ben çok üzgünüm. Sadece bir şans, sadece bir şans ver bize. Sana söz veriyorum; ne yalan olacak hayatımızda, ne de ihanetler." Şuan bir yanım o kadar istiyordu ki ona sarılıp her şeyi unutmayı... Ama olamazdı işte. Olmamalıydı. Biz imkânsızdık. Ateş hiçbir zaman Alev'in olamazdı. Her şeyi bir kenara atsakda, bir gerçek vardı: Babam, onun ailesinin katiliydi.

Ama o buna rağmen istiyordu.

"Ben... Ben bilmiyorum." Dedim sadece. Baş parmağı ile yanağımı okşuyordu. Bir anlığına gözlerimi kapattım. Yalnızca beni sevdiğini hissetmek istedim. Aslında o kadar ihtiyacım vardı ki ona.

"Ben ikimizin de yerine biliyorum." Dediğinde yutkundum. Bir yanım hâlâ onun ihaneti yüzünden kanayan yaraları iyileştirmek için uğraşıyordu. Bir diğer yanım ise... Açtığı yaraları kapatması için ona bir şans vermek istiyordu.

"Biz imkânsızız, Ateş." Dedim. Sesim fısıltı şeklinde çıkmıştı.

"Değiliz Alev. Değiliz. Sadece tamam de, kabul et." Dediğinde beni kendisine doğru yaklaştırdı ve alnını alnıma yasladı.

"Lütfen." Dedi fısıldayarak. Ona hayır demek, benim için Dünya'nın en zor şeyiydi. Ama evet demekte bir o kadar zordu.

"Zaman." Diyen bu sefer ben oldum.

"Bana zaman ver. Unuttur bana her şeyi, kapat açtığın tüm yaraları." Dediğimde gülümsedi. Alnını alnımdan çekti ama elleri hâlâ yüzümü tutuyordu.

"Teşekkür ederim. Sana söz veriyorum, elimden ne geliyorsa yapacağım." Dediğinde bende gülümsedim. Umarım bu da bir oyun değildi. Umarım bu anlar büyük bir pişmanlığın başlangıcı olmazdı...

Gözleri gülümseyen dudaklarıma kaydı.

"Öpebilir miyim?" Diye sorduğunda şaşırmıştım. Yüzümü ellerinin arasından çektim.

"Olmaz. Henüz unutmadım Ateş." Diyerek cevap verdim.

"Peki, unutana kadar bekleriz." Bir kez daha gülümsemiştim. "Bu gün değil, ama bir gün." Dediğinde utançla gülmüştüm. Ne olacaktı bizim bu tutarsızlığımız? Ne gidebiliyorduk, ne de kalabiliyorduk.

 

"Şimdi," dediğimde dikkatle beni dinliyordu. Gözlerinin içi gülüyordu. Boğazımda ki yumruğun acısı geçmişti.

"Elbisenin fermuarını indirmeme yardım et, yoksa yırtacağım." Dediğimde, keyifle gülen yüzünü izledim.

Arkama geçtiğinde fermuarı yavaşça aşağıya doğru indirdi. Düşmemesi için elbiseyi göğüs kısmından tutuyordum.

Başını biraz daha yaklaştırdığında kokladığını anlamıştım. Ama hiç bir şey demedim. Bir kaç saniye sonra arkamdan çekildiğinde, koltuğa doğru yaklaştım ve elbiseyi tek elim ile tutup, diğer elim ile koltuğun üzerinde ki siyah tişörtü aldım ve banyoya geçtim.

 

Bir saat sonra.

 

Hayatımın bu kadar karışması akıl alır gibi değildi. İçimde, adı olmayan büyük bir korku vardı. Ya her şey bir kez daha bitiş noktasına gelirse?

"Alo? Burada mısın?" Dalan gözlerimi daldığı yerden çektim ve yanımda oturan Ateş'e doğru çevirdim.

"Efendim?" Diye sordum.

"İyi misin? Kaç dakikadır sana sesleniyorum." Dediğinde derin bir nefes aldım.

"Ben korkuyorum Ateş. Ama böyle... Garip bir korku. Anlatamıyorum. Ama sanki... Sanki her şey tekrardan yerle bir olacak gibi." O da derin bir nefes alıp verdi.

"Bunları düşünme Alev'im. Her şey bir gün son bulacak. Ve biz hâlâ yan yana olacağız. Belki daha da yakın." Dediğinde zoraki bir gülümseme yerleşti yüzüme.

"Aslı beni merak etmiştir." Diyerek konuyu değiştirdim.

"Onlar ile konuştum. Ve merak etme, sonunda konuştuğumuz için fazlasıyla mutlu geliyordu sesi. Mahçup olmadın yani." Dediğinde gövdemi de ona doğru çevirdim.

"Ben seni bu kadar anlayamazken, sen söylemediğim düşüncelerimi bile görüyorsun. Bunu nasıl yapıyorsun?" Diye sordum. Dudakları keyifle yana doğru kıvrıldı.

"Ben sana bakarken sadece dış güzelliğini, söylediğin sözleri görmüyorum. İçinde ki güzelliği de görüyor, içinde ki sesleri de duyuyorum. Ve bunun için gözlerine bakmam yetiyor." Dediğinde bende gülümsedim. Ateş Sönmez bana aşıktı. Ve bende ona.

 

 

Bir hafta sonra.

 

Yazarın anlatımı ile.

 

Aslı ve Demir salonda otururken kapı çalmıştı.

"Birini mi bekliyorduk?" Diye soran Demir'i Aslı başı ile onayladı ve heyecan ile ayağa kalktı. "Aras gelecekti." Demir kaşlarını çatmıştı. "Bu lavuk neden sürekli evimizde?" Diye sorduğunda Aslı onun bu sözüne alışmıştı, hiç bir tepki vermeden sorusunu yanıtladı. "Bir şey istedim, onu getirdi. Ayrıca sinemaya gideceğiz." Dediğinde Demir elinde ki telefonu yanına bıraktı. "Neden? Aras, kargo mu?" Kendi şakasına kendisi gülen Demir'e Aslı göz devirip kapıya doğru ilerledi.

"Çok komiksin, Demir." Dediğinde Demir arkasından, "bana abi demeyi de öğreteceğim sana." Demişti.

Ama Aslı bu dediğini umursamıyordu bile.

 

Aras ve Aslı salona geçtiğinde Demir Aras'a bakarken burun kıvırıyordu.

"Sana da merhaba Demir." Dediğinde Demir onu duymazdan geldi ve tekrar telefonunu eline aldı. Tam o anda telefonu çaldığında kulağına doğru götürdü ve salondan ayrıldı.

 

"Klasik Demir işte. Ben üzerimi değişip, geliyorum." Diyen Aslı'yı, Aras başı ile onayladı. Tekrar kapı çaldığında kapıyı açan Demir olmuştu. Alev ve Ateş gelmişti. Zaten az önce Demir ve Ateş telefonda konuştukları için bu duruma şaşırmamıştı. Bu geçen bir hafta da, Alev'in affetmek için zaman tanıdığı tek kişi Ateş değildi. Demir ile de artık konuşuyor olsalar bile kırgınlığı devam ediyordu.

"Of Ateş. Ben bir şey demiyorum artık. Desemde anlamazsın zaten." Demir kapıyı açtığında Alev ve Ateş kapıyı açan Demir'e selam bile vermeden içeri girmişlerdi. Ve yine bir konuda zıtlaşıp tartışıyorlardı.

"Anlamayan taraf ben olsaydım, aynı şeyi üçüncü kez anlatmazdım." Dediğinde Alev durdu ve hakaret etmiş gibi Ateş'e bakıyordu. Demir ve Aras ne olduğunu anlamaya çalışarak ikisini izliyordu.

"Sen bana ne demek istiyorsun şuan? Sana en son yazdığımdan beri aynı konu. Madem anlamıyorum, tek başına git." Ateş bıkkınlıkla nefes alıp verdi. Alev salona geçince o da konuşarak peşinden gidiyordu.

"Kızım sen iyi misin? Ne diyeceğim adamlara?" Diye sorduğunda Alev'de açmış olduğu saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi.

"Ben anlamıyormuşum ya. Bana neden soruyorsun?" Dediğinde kollarını birbirine bağlamıştı.

"Of Alev, of!" Diyen Ateş koltuklardan birine kendisini attı.

"Ne oluyor lan size?" Demir'in sorusuna cevap veren Ateş oldu.

"Hanım efendinin inadı ile uğraşıyoruz, ne olacak?" Dediğinde Alev sinirle Ateş'e doğru döndü.

"Ya bir sus artık ya. Eğer sen başından beri tamam deseydin, şuan burada tartışmak yerine görüşmede olurduk." Dediğinde Ateş şakaklarını okşuyordu.

"Senin görüşme de olmana gerek yok zaten. Ne bok varda orada olmayı bu kadar istiyorsun? Anlamıyorum ki." Diye cevap verdi. Demir ve Aras şaşkınlıkla izlerken, Aslı keyifle Aras'ın oturduğu koltuğun kolluğuna oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, Alev ve Ateş'i izliyordu.

"Taylan abi ikiniz gidin dedi. Senin söylediğin gibi; görüşme de beş tane adam var, sen gitme. Ateş gitsin, demedi." Dediğinde o da kendisini koltuğa attı. Herkes konunun ne olduğunu az çok anlamıştı.

"Demir sana kolay gelsin. Ben güzelimi alıp gidiyorum. Bunlar yine başlamış." Diyen Aras, ayağa kalktı ve Aslı'da onun arkasından ilerledi.

Demir Aras'ın karşısına geçti.

"Hiç bir yere gitmiyorsunuz. Ayrıca Aslı'ya güzelim deme diye kaç kere uyardım seni?" Dediğinde sesinde ciddi bir şekilde uyardığı anlaşılıyordu.

"Demir çocuk çocuk hareketler yapma. Sal şunları." Diyen Ateş'e doğru döndü Aslı. "Şimdi de şunlar mı olduk Ateş abi?" Ateş dudaklarını aralayıp, cevap vereceği sırada araya Demir girdi.

"Ona neden abi? bana neden Demir?" Aslı keyifle ufak bir kahkaha attı. "Bizim aramızda bir dakika var, onunla ise bir yaş." Dediğinde Alev kaşlarını çatarak Ateş'e doğru döndü. "Sen, on sekiz değil misin?" Diye sorduğunda Ateş, kaşlarını kaldırdı. "Yirmi olacağım." Dedi.

"Ekibin en büyüğü benim. Ve aynı zamanda en çok hor gürüleni." Diyen Aras,sahte bir ifade ile üzülmüş gibi yapıyordu. Bu sefer kaşlarını çatan Demir oldu. "Sen kaç yaşındasın?" Diye sordu ciddi bir ses ile. "Yirmi bir olacağım." Diye cevap verdi Aras. Aslı alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Of Aras." Dediğinde Aras ne olduğunu anlamak için yanında ki Aslı'ya doğru döndü. "Ne oldu güzelim, ne yaptım?" Diye sordu. "Yakında anlarsın, hadi çıkıyoruz biz. Size de kolay gelsin." Dedi ve Aras'ın kolunu tutarak, onu salonun dışına doğru ilerletti.

 

Beş saat sonra.

 

"Bu bina çok büyük, ayrılmamız gerek. Ve bu ne kadar doğru?" Diyen Aras'a Ateş cevap verdi.

"Doğru değil zaten. Ama mecburuz. Binada dört kat var," dediğinde Demir'e doğru döndü. "Sen ve Aslı aynı katta olun. Birinizden birine bir şey olursa en azından bir diğeri yardım etsin." Dediğinde araya Aslı girdi. "Olmaz, saçmalamayın. Alev'in atış dersleri bitmedi bile. Ben silahı da bıçağı da kullana biliyorum. Alev seninle olsun." Dediğinde Alev sesini bile çıkarmıyordu. Çünkü korkuyordu. Ateş Alev'e baktığında korktuğunu anlayınca Aslı'yı başı ile onayladı.

 

Geçen iki ay: Alev, Ateş, Demir, Aslı ve Aras'a iyi gelmiş olsa da aleyhlerine de işliyordu. Çetin'de boş durmamıştı. Kızı yerine koyduğu Aslı ve en güvendiği adamı olan Aras, ona ihanet etmişti. İki tarafında alması gereken intikamlar giderek artıyordu.

 

Ve iki tarafta Aykut'u arıyordu...

 

Aykut'un en son görüldüğü bir binayı bulmuşlardı. Bina tamamen ona aitti. Ve o bina da, Aykut'un peşinde olan yalnızca az önce saydığım

beşli değildi...

 

Devam edecek...

 

 

 

 

Bölüm : 02.06.2025 21:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...