34. Bölüm

🦷 Yirmi Dokuz

yarimine
yarenbayan_

 

'Hoş geldiniz sefalar getirdiniz canikomlar.'

 

Finale adım adım keyifli okumalar.

 

Bu bölüm sonu biraz olaylı şeyedi verin. Ehee.

🦷

Sokak kavgası yaptığımızı gören bir adam yüzünden şu an da ellerim arkamda birleştirilmiş şekilde polis arabasına bindiriliyordum. Abimde tam yanıma oturtturulmuştu.

 

“Bu senin yüzünden başımıza geldi. Hele annemlere Dilrüba bu işi başımıza açtı de seni odan da ki camdan atarım intihal süsü veririm.” derken çok ciddiydim.

 

“Konuşmayın.” Yanımızda oturan kadın polise yandan bakıp yeniden abime döndüm. Tip tip suratına baktım. O ise ben hariç her yere bakıyordu. Uyuz herif!

 

Abimler içimden geçecekti özellikle Deniz abim beni kesecekti.

 

Ne kadar da şiddetçil bir aileyiz biz böyle.

 

Polis arabası yola çıktığında az önce sakin sakin oturduğum lüks restauranta baktım. Abimler endişelenmişler midir ki? Sanmam ne de olsa yanımda beni koruyacak olan Toprak abim ile yanlarından ayrılmıştım.

 

Başımız kesinlikle belaya girmezdi.

 

Siz öyle sanın.

 

Yaklaşık on dakika sonra karakolun önünde araba durdu ve kapılar yavaşça açıldı. İlk önce beni arabadan çıkardılar daha sonra da abimi peşimden çıkartıp önden götürmeye başladılar. Bende zar zor eteğime basmadan peşlerinden gitmeye başladım.

 

Karakola girdiğimizde bizi doğruca nezarete attılar.

 

Abim benim bulunduğum nezaretin karşısındaydı. Oturduğu yerden öne doğru eğilmiş beni inceliyordu.

 

“Abimler bizi umarım hemen fark eder.” dediğimde abim, “Merak etme Deniz abim burada tanınıyor. Hemen haber gitmiştir.”

 

“Aman ne güzel. Tam da kişisine gitmiş. Seni dövecek beni de azarlayacak biliyorsun dimi?”

 

“Kızım beni neden dövüyor? Sen azarlanıyorsan bende azarlanmalıyım.” dediğinde suratını astı. Şaka mı yapıyordu bu adam?

 

“Bana bak Toprak bozuntusu ben mi dedim sana o yemek masasından kalk, gel benimle iş ortağı ol?”

 

“Demesen bile gelmem lazımdı. Kardeşimsin kızım sen benim. Karşıma geçmiş bana oradan laf etme.” derken sesi sertti.

 

“Abi?” dediğimde daha yumuşak konuşmaya başladım. Bakışları yeniden bana döndü. “İyi hoş eğlendik ama sonuçlarına katlanmalıyız. O çocuklar şikayetlerini geri çekmezlerse?”

 

Abim yarım ağız gülümsedi kafasını geriye doğru uzanıp duvara yasladı. “Daha şikayetçi bile olmadılar. Hele bir uyansınlar onların analarından emdikleri sütü burunlarından getireceğim.” derken yine sinirlenmişti.

 

Bugün sinirlenme günüydü. Kardeşine yan gözle bakılmıştı ve bu hiç hoş bir davranış değildi.

 

“Buradan çıkarsan kesinlikle yaparsın.” dediğimde bacaklarımı kendime doğru çektim ve uslu uslu oturma kararı aldım. “Burada seninle çene çalamayacağım abiciğim.”

 

Toprak abim de benimle aynı fikirde olacak ki oda sustu ama içinden sayıp sövmeye kaldığı yerden devam etti. Canım abim sesini dışarı vererek beni rahatsız etmek istemiyordu.

 

Bende abimin sessizliğinden yararlanarak ileri de bizi nelerin beklediğine dair hayaller kurmaya başladım.

 

Yaklaşık yarım saat sonra bulunduğumuz yerin kapısı açıldı ve içeri giren Deniz abim ve Göktuğ ile bakışlarımı onlara çevirdim.

 

Yanlış. Hayallerimin içinde Göktuğ yoktu ama neyse demek ki olması gerekiyormuş.

 

“Toprak, Dilrüba?” Abim bulunduğumuz demir parmaklıkların arkasından bize endişeli gözlerle bakarken ben olduğum yerden kalktım ve parmaklıklara yaklaştım. Abime elimi uzattım.

 

“Abi, bizi buradan çıkar.” dediğimde uzandı ellerimi tuttu.

 

“Korkma güzelim sizi burada bırakmayacağım. Birazdan çıkacaksınız.” dediğinde Toprak abim hala sinirliydi çünkü oturduğu yerden ne kalkmıştı ne de konuşmuştu.

 

“Toprak ağrın mı var oğlum?” Göktuğ konuştuğunda hepimiz ona doğru döndük.

 

Toprak abimin bakışları bu sefer Deniz abime dokundu. “O şerefsizler nerede?” dediğinde yutkundum.

 

Abimleri sakinleştirsem, Göktuğ nasıl duracaktı?

 

“Abi, boş mu versek hani. Bak çıkıyoruz da.”

 

Toprak abim bir hışımla ayağa kalktı. Demirliklere doğru yürüdü ve sıkıca demirleri tuttu. “O orospu çocukları benim kardeşimi rahatsız edecek ben boş mu vereceğim. Sikerler öyle işi. Az eğlenelim dedik tamam. Sana uydum ama bu iş burada bitmedi. Dilrüba, ben onların ecdadını varya!” dediği an içeri giren polis yardımcısı ile sustu. Kafasını sinirle iki yana salladı.

 

Göktuğ ve Deniz abimin gözleri ise benim üzerimde dolaştı. Demiz kapı aralandığında hemen çıktım ve Deniz abime sıkıca sarıldım.

 

Toprak abimin de kapısı açıldığı anda, “O dövdüğümüz iki gerzek orospu çocuğu nerede?” diye sorduğunda polis ilk önce düzgün konuşması için uyardı ama daha sonra hastane de oldukları bilgisini aldı.

 

Toprak abim bu bilgi ile durur mu yanımızdan ışık hızı ile geçti.

 

“Abi durdur şunu!” diye adeta bağırdığımda Deniz abim hemen peşinden gitti ve ben yerde sürüklenen elbisemi avuç içlerime toplamaya çalıştım. “Delirtecek bu abi bozuntusu beni.”

 

“Çıkın lütfen.” Polis yardımcısı bizi nezarethaneden kovduğunda ayağımda ki topuklu ayakkabılarımla ses çıkarta içeriden çıktım. Abimler karakolun içinde gözükmüyordu.

 

Dış kapıya doğru adımlarımı döndürmüştüm ki kolumdan tutulmam ile olduğum yerde geriye doğru çekildim ve adımlarım sekteye uğradı. Arkamı dönmem ile Göktuğ’un koyulaşmış gözleri ile buluştum.

 

“Göktuğ.” dediğimde polis var veya yok demeden belimden kavradığı gibi beni kendine çekip dudaklarıma sıkıca kapandı. Gözlerim irice açıldığında karşılık vermeme izin vermeden kendisi öpüp geri çekildi. Yeniden “Göktuğ.” dediğimde bakışları hafifledi ama hala içinde bir ateşin yandığına emindim.

 

“Dilrüba, onların yaşamasını istiyor musun?”

 

“Yaşayacaklar zaten. Senin benim yaşımda daha olgunlaşmamış şerefsizler işte Göktuğ. Öldürecek değiliz ya!” dediğimde gözlerim etrafımda döndü.

 

“Rahatsız etti derken neyse bahsetti Toprak?”

 

“Abimler ile yemeğe gitmiştik ya orada karşı masamda oturuyorlardı. Bana bakıp konuşuyorlardı falan. Öyle yani.” dediğimde bakışları dudaklarıma kaydı. Dudaklarım kıvrıldığında ona doğru bir adım attı.

 

O sırada, “Evinize gidin!” diyen ses ile bir adım geriledim.

 

Bize laf eden polis memuruna bakmama gerek kalmadan Göktuğ’un bu söz hoşuna gitmiş olacak ki beni belimden tuttuğu gibi kapıya yönlendirdi.

 

“Bugün çok güzel olmuşsun.” dedi.

 

Bende, “Beni eve mi götürüyorsun?” dedim.

 

Üstten doğru bana baktığını biliyordum ama dönüp ona bakmadım.

 

“Ev çok genel oldu. Evimize desen daha anlamlı olabilirdi.” dediğinde kalbim hızlandı.

 

“Bak benim astımım var. Ne yapıyor sen öyle?” dediğimde kıkırdıyordum.

 

Karakoldan çıktığımızda Toprak ve Deniz abimin sakinleştiğini ve arabanın önünde bizi beklediğini fark ettim.

 

“Sanırım ve eve gidiyorum. Sen evimize gidebilirsin.” dedim. Belimde ki elinin baş parmağı usulca belimi okşadı.

 

Cevap alamamıştım.

 

“Eve gitme zamanı.” dediğimde Göktuğ’dan ayrıldım ve uzanıp yanağından öptüm. “Sonra görüşürüz sevgilim. Kafana da takma ben onlara güzel tekme attım.” derken gözlerim alt bölgesini işaret ettiğimde kaşları havalandı sonra ise dişlerini göstererek güldü.

 

“Afferim benim güzelime.” dediğinde gülümsedim. Öpücük atım koşar adım arabaya geçtim ve arka koltuğuna kuruldum.

 

Toprak abim bir Göktuğ’a bir de arabanın içinde masum masum oturmaya başlayan bana baktı ve sabır çeker gibi dudaklarını oynattığında Göktuğ’a ufak bir baş selamı verip arabaya geldi. Ön yolcu koltuğuna oturdu.

 

“Şu herifle bizim yanımızda mıy mıy olma.” dediğinde sırıttım ve öne doğru uzanıp kollarımı boynuna doladım. “Seninle mıy mıy olsam abişim.” dediğimde güldü. Kollarımın üstüne ellerini kapattı. “Bana daima mıy mıy olabilirsin tatlı cadı. Elalemin adamına olma yeter. Ben senin abinim.” dediğinde boynuna sulu bir öpücük bıraktım.

 

“Abisi yesin mi kardeşini?” dediğimde beni öyle bir tuttu ki kollarım boynundan gevşedi. Yan iki koltuğun arasına çekti beni ve şu an da yarı olarak kucağındaydım.

 

“Abi sen ne yaparsın? Ayıptır ha.” dediğimde ikimizin de benden bu tepkinin gelmesini beklemiyor olacak ki gür bir kahkaha atmaya başladık. Cidden o nasıl bir cümledir öyle?

 

“Dilrüba beni yakında gülmekten öldüreceksin.” dediğinde saçlarına uzandım ve hiç acımadan karıştırdım.

 

Şoför koltuğunun kapısını açıldığında biz eğlencemizi kesmemiş daha çok gülüşmeye başlamıştık.

 

“Şimdi gelelim size.” diye başlayan cümle ile ister istemez Toprak abim ile sustuk.

 

Toprak abim beni rahat oturacağım şekilde sırtımı kapıdan yana doğru verdi. Beni tek bacağının üstüne oturttu.

 

“Ben sizinle ne yapacağım?” diyen Deniz abime dudaklarımı büzerek baktım. “Tamam güzelim anlıyorum. Bütün işe yarar ve yaramaz huylarını Topraktan aldın ama aldığın için uygulamak zorunda değilsin.” dediğinde dudaklarımı daha fazla bükmeye başladım.

 

“Ya Toprak derdini anlamasaydı ve sen tek başına gitseydin? İki tane senin iki katın adamla ne yapacaktın? Sana zarar gelseydi ikisini de gebertirdim.” dediğinde büktüğüm dudaklarım ile abimi izlemeye devam ettim.

 

“Toprak ile görüşmeni yasaklıyorum.” dediğinde dudaklarım o şeklini aldı.

 

“Ama o benim abim.” dediğimde çok komik bir şeymiş gibi güldüm. “Bu imkansız.”

 

Deniz abim de sinirden gülmeye başladığında Toprak abimin kucağından uzanıp Deniz abimin yanaklarını sıktım. “Abi, söz bir daha bu denli yaramazlıklar yapmayacağım. Bir daha adam dövmeyeceğim.” dediğimde gülüşü daha da derinleşti.

 

“Bir de bir daha adam dövmeyeceğim diyor.” Deniz abim arabayı çalıştırarak dikkatini bizden ayırdığında Toprak abime yaklaştım.

 

“Sen merak etme kaptan. Bizi kimse ayıramaz.” dediğimde Toprak abim ile aynı anda göz kırptık ve ben hemen radyoya uzandım.

 

Çalan müzik ile kafamı Toprak abimin omuzuna yasladım.

 

Yorulduğumu ise burada anladım.

 

Usul usul yolu izlemeye başladım.

_

Bulut Güngör’den

Gözlerim kapı da oyalanıyor kardeşlerimin ve abimin gelmesini bekliyordum. Oradan annemi eve ben getirmiştim ve oda çok endişeliydi.

 

Beni küçük ikili yine başlarını belaya sokmuştu. Bu duruma ne kadar sinirlenmem gerekse de geçmiş aklıma geldiği gibi keyfim yerindeydi.

 

Toprak ve Dilrüba hala aynıydı.

 

Yıllar onlardan hayatlarını almış bile olsa kendilerini aynı saflıkta korumuşlardı.

 

Kapı kilidi oynadığında, “Geldiler!” diyerek oturduğum yerden kalktım ve hızlı adımlarla kapıya yürüdüm. Annem ise arkamdan, “Şükürler olsun.” diyerek ayaklandı.

 

İçeri ilk önce Deniz abim girdi. Hemen arkasından Toprak kucağında mayışmış uyumak üzere olan Dilrüba ile giriş yaptı.

 

Dilrüba yine ortalığın içinden geçip kendini yine uykuya teslim etmişti. Bir insan cidden hiç mii değişmezdi.

 

“Ben şu ufaklığı yatırayım geleceğim.” Toprak Dilrüba ile salondan çıkarak merdivene yöneldi. Annem de hemen peşlerine takıldı.

 

“Sorun neymiş, abi?” dediğimde Deniz abim elini boynuna atıp ovdu.

 

“Dilrüba’ya yan gözle bakan iki piç kurusu işte. Dilrüba da bunu fark ediyor masadan kalkıyor. Onlara hadlerini bildirmek için. Toprak da Dilrüba’nın karın ağrısını anlıyor onunla beraber masadan kalkıyor. Bunlar tuvalete gitti sanırken arka sokakta o iki çocuğu haşlamışlar. Sonra da hazin son karakol.” normalmiş gibi anlatması bittiğinde kendini koltuğa attı. Kafasını geriye yatırarak gözlerini yumdu. “Yordular beni ama keyifli bir yorgunluk. Bu ikisini anlayamıyorum.” dediğinde üst katın merdivenlerde oluşan gürültü ile abim ile bakışlarımız oraya döndü.

 

Dilrüba gayet zinde bir şekilde uyanmış merdivenleri daha ayağından bile çıkarmadığı topuklu ayakkabıları ile iniyordu. Tam ona kızacağım an arkasından onunla aynı hızda inen Toprak’ı gördüm.

 

Bunlar bir pantolonun birer paçasıydı.

 

“Koşmayın, çocuklar!” Annem ise arkalarından korkuluklara tutunarak iniyordu.

 

Deniz abime döndüğümde hiç oralı bile olmadı. Gözlerini azıcık Dilrüba’nın üstünde gezdirdi sonra kafasını geriye atıp gözlerini kapattı.

 

Toprak ve Dilrüba dış kapıyı açıp evden çıktığında merakıma yenik düşüp oturduğum yerden kalktım.

 

“Ben şunlara bir bakayım.” diyerek salondan çıktım. Büyük kapıya yöneldim.

 

“Aman oğlum bir delilik yapmasınlar.” diyen anneme, “Sakin ol sen anne. Onlar aklı başında insanlar.” ben bu cümleyi kurduğum an Deniz abim tek gözünü açıp bana baktı. Gülecek gibi oldu ama sonra kendini tutup gözünü geri kapattı.

 

Tamam son söylediğime bende pek katılmıyordum.

 

Ben adımlarımı kapıya yönlendirdiğim an dışarıdan yüksele yüksek müzik sesi ile bakışlarım yeniden abime ve anneme döndü. Onlarında ilgisini çekmiş olacak ki oturdukları yerden kalktılar.

 

Üçümüzde kapıya yöneldiğimizde gördüklerimiz ile gülmeye başladık. Bu sefer yaramazlık yapmıyorlardı. Yaptıkları yaramazlığı kutluyor gibilerdi.

 

Hareketli bir şarkının ritminde ikisi karşı karşıya gelmiş oynuyorlardı. Öyle böyle değil baya bir kıvırtıyorlardı. Bunlar kafadan kırıktı.

 

Dilrüba etrafından döndüğünde eteği havalandı ama onu bile umursamadı. Hemen arkasından eteği bedenine dolandı ve kahkaha tıp ellerini Toprak’a uzattı. Birbirine yaklaşıp geri çekildiler. Ellerini ayırıp birbirlerinin etrafında dönmeye başladı.

 

Fakat bu eğlence ortama dahil olan farklı bir beden ile anında kesildi.

Müzik ise çalmaya devam etti.

_

Dilrüba Güngör’den

Toprak abimin arkasında uzakta duran silüet ile olduğum yerde hareket etmeyi kestim. Müziği kapatmak bile o an aklıma gelen son şey bile değildi.

 

Toprak abim bende ki farklılığı sezdiğinde arkasını döndü ve koruma iç güdüsüyle beni kolumdan tutup arkasına çekti.

 

Yutkundum.

 

Dicle tam karşımızdaydı. Bir elinde bebek puseti tutuyordu. Koluna yaslıydı. Sanki içinde bir şey yokmuş gibi öylece tutuyordu. Diğer yana doğru saldığı avucunun içinde silah tutan eli titriyordu. Aslında Dicle komple titriyordu.

 

Gözleri genişlemiş bakışları körermiş gibi bakıyordu.

 

“Dicle?” dediğimde Toprak abimin arkasından çıktım. Onun önüne geçtim. Dicle’ye yaklaşmaya çalıştım.

 

“Dilrüba?” diye arkamda kalan Toprak abim seslendiğinde, sesinin altında ki tonda saklı olan korkuyu sezdim.

 

Karşımda duran kızın, eski dostumun elinde bir siyah vardı. O silah ne için elindeydi. Onu öğrenmem gerekiyordu.

 

“Dicle ne oldu?” dediğimde elinde ki silahı kendi şakağına dayadı ve adımlarım tökezledi.

 

“Dicle ne yapıyorsun!” diye ona ellerimi uzatarak sorduğumda gözlerim istemsizce korkudan dolmaya başladı.

 

“Ne yapmadım ki Dilrüba. Hayatımı zehir ettim.” dediğinde arkadan kolumun tutulması ile başımı arkama çevirmiştim ki patlayan silah sesi ile gözlerim yeniden önüme döndü.

 

Dudaklarımın arasından kaçan çığlık ile olduğum yere düştüm.

 

Karşımda kanlar için de kalan Dicle’ye erişmeye çalışmak istercesine yerde dizlerimin üstünde süründüm. Kendisini kafasından vurmuştu.

 

Midem ağzıma geldiğinde ağlamaya başladım. “Dicle neden? Neden Dicle!” Ellerim pusete gittiğinde içinde gözleri kapalı bir bebek buldu beni. Ona ellerimi uzattığında buz kesmiş bedeni parmak uçlarıma temas ettiğinde ellerimi pusetten hızlıca çektim.

 

Abimler yanıma koştuğunda beni Dicle’den ve pusetin içinde cansız bir şekilde yatan bebekten uzaklaştırmaya başladılar.

 

O an dalgın gözlerim ağlamaktan kısılacak sesim ile pusetin içinde cansız bebeğin üstünde gördüğüm not kağıdına uzandım. Onu aldığım gibi olduğum yerde abimlerin beni çekmesiyle uzaklaştım ama yerden kalkmadım.

 

Kollarımla gözyaşlarımı, yanaklarımı silmeye çalıştım. Bir yardımı olmadı.

 

“Dicle bunu neden yaptın?” demekten ne ileri ne de geri gidebiliyordum.

 

Bütün bedenim titrerken katlanmış olan kağıdı açtım. İçinde yazan üç satılı boğazım düğümlenirken okumaya başladım.

 

“Herkes istediği hayatı yaşayamazdı. Sen hayatını buldun ben ise kaybettim. Sen yaşamayı hak ettin biz ölmeyi. Kadir Güngör artık yaşamıyor kardeşim. Yeğeninin, bebeğimin ve senin intikamınızı aldım. Bizi unutma olur mu? Ben seni hep sevdim. Ve bu durumu hiç yaşamak istemedim. Beni affet. Seni çok seven ablan...”

 

Hıçkırıklar dudaklarımın arasından kayıp giderken karşımda ki cesede uzanmak için oturduğum yerden zorla kalktım ve etrafa süzülen kanları umursamadan Dicle’nin Abla’mın üstüne kapandım. Kana bulanmış saçlarına ellerimi koydum. Ona sıkıca sarıldım.

 

“Abla.” dediğimde belimden tutuldum ama karşı geldim. Burada kalmak istiyordum. Geç kalışlarıma içim çıkana kadar ağlamak ve burada mahvolmak istiyordum.

 

“Kadir ölü mü senin kaybın mıydı yani? Onun varlığı hepimizin ölümü müydü Dicle? Olmasın. Ben daha onu sevememiştim Dicle. Böyle olmaz.” Dediğim de boğazım sızlamaya başladı. Kan kokusu midemi bulandırmaya devam etti. “Buz gibi Dicle!”

 

Ben ölümün benden nasıl sevdiklerimi götürdüğünü iliklerime kadar hissederken bir ses duydum. Bebekliğimden beri ninni gibi gelen babam gibi hissettiren o adamın sesini.

 

“DİLÜBA!” sesinde fazlasıyla endişe ve korku barındıran kişiye bakmak için başımı kaldırdım.

 

Ve onu gördüm.

 

Utku Saltuk.

 

Dudaklarımın arasından bir hıçkırık kaçtı ve ben başımı gerçek anlamda kaybettiğimi anlamışçasına başımı iki yana hızlıca salladım ve çığlık attım.

 

Ellerimin arasında yatan iki cansız bedenin önünde mahvolmuş bir şekilde ağlamaya başladım ve çığlık attım. Durmadan, boğazımın acısını umursamadan.

 

Toprak abimin yanıma gelip beni kollarının arasına almasıyla kriz geçirdiğimi anladım ama geç fark ettim. O sırada ölmeyi yaşamakla bir tuttuğumu fark ettim.

 

Karanlık gökyüzüne bakarak; Yaşamanın ve ölmenin nasıl bir arada varlığını sürdürdüğünü öğrenmek istememiştim. Bunu bana böyle mi öğretmen gerekiyordu?

İki canı benden alarak mı?

🦷

 

Bölüm Sonu

 

Şey anlıyorum sizi. Ciddiyim anlıyorum ama eğer ki baş karakter için olum istemiyorsanız buna eyvallah demeniz lazım.

 

Ne kadar da sakin konuşuyorum hele demin salya sümük ağlamamışım gibi.

 

Finale son 3 bölüm sanırım ya... (Zaman atlaması okuyacağız. Psikolojimiz berbat malum.)

 

Utku Saltuk? (geldi benim ki)

 

Göktuğ Mert Barkın? (Aşkım)

 

Toprak Güngör (Yavrum)

 

Deniz Güngör (☺️)

 

Bulut Güngör (😇)

 

Gelecek bölümde görüşürüz. ❤️

 

Bölüm : 04.01.2025 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...