74. Bölüm

73.Bölüm

yaren bayraktar
yarenbay30

73.Bölüm: Karanlıktan Işığa

 

Annemin bakışları altında hızlıca indiğim merdivenleri tamamlayıp arabaya ilerledi. Eş zamanlı açılan kilitle hemen içine geçtim ve siyah filmli camlardan birilerinin bizi görüp görmediğini iyice emin oldum. Bu herifle anılmak istemiyordum kesinlikle..

Annem hâlâ balkonda öylece bir el salladı Doğana. O ise arabaya binmeden annemin bu selamına karşılık verdi. Asla kaçırmazdı heleki o kadar göz boyadıktan sonra.

Yanımda yerini alır almaz devrik baygın bakışlarımı üzerine ittim.

 

" Formundasın yine."

Diye söylendi yarım ağız. Arabayı çalıştırırken anneme ve gören görmeyen tüm mahalleliye kısa bir korna çalıp şovunu yaptı.

Tabi kaçmazdı zaten.

" Sen gel babamı karakollarda süründür sonra ' merhaba, ben de en az sizin kadar mağdurum' de.Yemezler canım.. Utanmasan şirketinize açtığımız tazminat davasına ortak olup, payını isteyecektin."

Bıyık altından gülerken hiç bir şey söylemedi.

" Kanım dondu.. Vizyonun ne kadar geniş senin ya! "

Diyerek devam ettim tonumu yüksek tutarak.

 

" Beğenmene sevindim.Senin standartların her zaman yüksektir.Sana yetişmeye çalışıyorum."

Diye mırıldandı tekrar. Keyif alıyordu benimle tartışmaktan. Susamazdım. Bu adamın ağzına laf veremezdim.

 

" Standartlarım vicdan konusunda da yüksektir.Tavsiye ederim,sen de kullan bence hem yan etki de yapmıyor."

Kaşlarımı çattım.

 

" İyi ki hatırlattın. Bu yüzden ailenle tanıştım bugün.İşin içinde haksızlık olduğunu farkedince onlarında öğrenmeye hakları olduğunu dusundum. Haksızlık karşısında nasıl susabilirim ki değil mi? Sende susmazdın?"

Diye mırıldandı sakın bir ses tonu ile..

Çıldırtacak beni bu herif.

 

" Ben senin gibi insanların üzerine basarak yükselmiyorum ve bunu kendime hak görmüyorum. O yüzden yapmazdım."

 

" Bu konuda kendini mütavazi görmene izin vermeyeceğim. Sende yükseliyorsun sessiz sessiz,üzerime basarak.."

 

" İtirazın mı var yoksa?"

Dedim. Boşta bulunarak söyledim bunu. Yoksa duygularıyla alakalı bir şey bilmek istemiyordum. Durumun vahimliğini son derece net görebiliyordum.

 

" Asla! Senden gelen hiçbir şeye itirazım yok!"

Bir anlığına gözlerini yüzüme çevirirken.

“Şu tazminat konusu... Ne kadarlık bir bedel düşünüyorsun mesela?” dedi alaycı bir gülümsemeyle. “Bu araba mı, yoksa yanında oturan adam mı? Karıştırmayalım sonra, fatura yanlış kişiye kesilmesin.”

Başımı çevirip yüzüne baktım. Sözlerinin altına gizlediği şey o kadar açıktı ki, içimde kıvrılan öfke birden başka bir şeye dönüştü. Ama hemen bastırdım.

 

" Ne münasebet! Yaptığınızıda kabul ettiniz zaten. Ben, seni o mahkeme salonunda görmeden içim rahat etmez. Tazminatı da daha belirlemedim.Bu arabaya kadar alacağım.Kendini hazırla..Sen ve şirketin bunun bedelini ağır ödeyecek."

 

Sözlerim, arabanın içinde yankılandı sanki. Doğan gür bir kahkaha attıktan sonra sözlerime karşılık verdi.İnsan ya utanır ya üzülü ama bu adam ne utanıyor, ne üzülüyordu.

 

"Bu arabaya kadar alacağım, dedi ya..." dedi, hâlâ gülerek. “Umarım beğenmişsindir çünkü zaten şirketin yarısı senin nefretinle dönüyor, arabayı da al bari tam olsun.”

Tartışmaktan bile zevk almıyordum artık.

 

" Yoksa seni kızdırdım mı?" Tek kaşını kaldırarak

" Öyleyse söyle direksiyonu daha sıkı tutayım.En son sinirlendiğinde hoş şeyler olmamıştı...En azından benim açımdan.."

Bana göz kırparak geri yola döndü. Oh olsun iyi yapmışım. Haketmiş öyle bir fırsat bulsam yine yapardım.

Göz ucuyla baktım. Gülümsüyordu. Şu ifadesi... direk hapislikti. Bir insan bu kadar rahat nasıl olabilirdi?

Doğan direksiyonu sola kırarak şehir içindeki daha tenha bir sokağa saptı. Gittikçe ışıklar seyrekleşiyor, arabaların yerini taş duvarlarla çevrili eski yapılar alıyordu. Camdan dışarı bakarken, nereye gittiğimizi düşünmek istemesem de düşünüyordum. Bu adamın beni götürdüğü hiçbir yer sıradan değildi. Ve bu sessizlik—hayır, bu sessizlik bile sıradan değildi.

Arabayı taş bir binanın önünde durdurduğunda artık sokakta ne tabela vardı, ne de bir yaya. Her şey sanki sessizliğe yemin etmişti. Bina da öyle… konuşmayan, ama içine çekmeye çalışan bir yapı gibiydi. Üzerinde hiçbir yazı olmayan demir bir kapı, eski püskü ama sağlam taş duvarlar ve küçük, yuvarlak demir parmaklıklı pencereler…

 

" Nereye geldik!"

Dedim çevreye bakınarak.

 

"Umarım arabanın içindeyken bağırma kotanı doldurmuşsundur." dedi, arabayı tarihi taş bir binanın önünde durdururken. Söylediğim cümleyi görmezden gelerek..

 

Kapıyı açmadan önce yüzüme döndü. Gözlerinde o bildik bakış: ciddiyetle dalga geçmekten keyif alan, oyunbozan bir sır gibi.

 

“İnmeyeceğim,” dedim aniden. “Bana yerini söyle, ben seni mahkemeye çağırırım.”

 

“Mahkemeye çağırırsan burada anlatacaklarımı salonda anlatamam,” dedi göz kırparak.

 

Kendi kapısını açıp indi, sonra benimkini açtı. Geriye yaslanarak bana elini uzattı. Alaycılığı bir kenara bırakmış gibiydi. Bu sefer sadece elini uzatıyordu. Bu sefer... fazlası yoktu.

 

" Hatırlat, mahkemede varlığındanda davacı olacağım!"

 

Diye söylenerek istemeyerek de olsa elini tuttum.

 

Parmakları parmaklarımı sardı. Sıcak ve rahatsız edici bir güven hissi. Beni istemediğim halde ikna eden bir temastı bu. Gözlerimi kaçırdım ama yürümeye devam ettim.

 

Kapının önünde durdu, başparmağını yanındaki eski duvarın içine gömülü, dışarıdan bakınca zor fark edilen küçük bir boşluğa bastı. Gıcırdayarak açıldı kapı. İçeride ince, loş bir koridor uzanıyordu. Tavan alçaktı. Duvarlardaki lambalar sarıydı ama titriyordu, sanki sabit durmaktan korkuyor gibiydiler. Her adımda çınlayan ayak seslerimiz dışında hiçbir şey duyulmuyordu.

Doğan, beni peşinden sürükler gibi değil... yönlendirir gibi yürüyordu. Hızlı adımlarla dar bir koridordan geçtik. Ardından duvarın kenarındaki küçük bir panele parmak izini okuttu. Ahşap duvarda belli belirsiz bir kapı açıldı. Şaşırmamaya çalıştım ama kaşlarım çoktan çatılmıştı.

 

Ardından merdivenlerden aşağı inmeye başladık. Merdivenler genişti, ama alçak tavanı ve taş duvarlarıyla bir tünel hissi veriyordu. Aşağı indikçe sesler duymaya başladım. Derinden gelen müzik... metalin metale değen sesi... uzaktan yankılanan kahkahalar.

Kapı açıldı.

 

Karşımda loş kırmızı ışıklarla aydınlatılmış, yerin altına kurulmuş bir mekân vardı. Biz üst kattaydık. İnsanlar ise altta..Duvarlar tuğlaydı, tavan borularla doluydu. Altta masalarda insanlar vardı. Bazıları kart oynuyor, bazıları şifreli konuşmalar yapıyordu. Herkesin yüzünde bir sır saklı gibiydi. Sigara dumanı ve pahalı parfüm kokusu birbirine karışıyordu. Bizim olduğumuz üst kat alt kata göre daha salaştı.Ortada büyük bir masa, masanın başında siyah takımlı bir adam.Bizi görünce gözleri Doğan’a kaydı. Hafifçe başını salladı.

 

“Burası neresi?” dedim, sesi kısıp.

 

Doğan yaklaştı, bana eğilerek kulağıma fısıldadı.

 

“Senin öfkelendiğin o şirketin gerçek merkezi burası. Aynı amaca hizmet eden insanların ortak merkezi..Ve ben artık her şeyi...Senin için açıyorum.”

 

Gözlerim büyüdü. Ben olsam bana güvenip buralara getirmezdim.Yani ya dinleme cihazı yerleştirirsem ya bu ortamı kullanıp ihbar edersem. Güzel fikirlerdi. Ben bile kendime güvenmezken o bana nasıl güveniyordu? İçimdeki sinir yerini buz gibi bir ürpertiye bırakıyordu. Şimdi kafamda sadece tek bir şey yankılanıyordu.

Bizi el ele gören tekrar ve tekrar bakıyordu.

Doğan, içerideki bakışları umursamadan beni mekânın daha tenha bir köşesine götürdü. Duvarın dibindeki yarım daire şeklindeki deri koltuğa oturmamı işaret etti. Çok geçmeden oturduğum yerden kalkarak trabzanlara tutundum.Durduğum yer aşağıdaki katı tüm insanlarla beraber net bir şekilde görüyordu. Sinema salonu büyüklüğündeki alan kadınlı erkekli insanlarla doluydu.

Kimi yerde lobi benzeri alanlar.. Kimi yerde uzunca masalar.. İnsan stili ise karışıktı..Elit figürlerde gozune carpıyordu.Tek yaptıkları şey ise eğlenmekti.

Sessizce oturdum. Etrafımı izlemeye başladım.

Aralıklarla insanlar sahne benzeri yere çıkıp konuşmalar yapıyorlar fikirlerini sunuyorlardı.

Fikirleri de kendileri gibi illegaldi.Asla bilimsel değildi..

Yüzümü buruşturdum. Sonra eş zamanlı olarak tüm lobi ve masalarda şarap şişeleri açılmaya başladı. Kutlama gibi...

" Neyi kutluyorlar?"

Diye sordum omzumun üzerinden ona bakarak.

Yavaşça yerinden kalkarak ' gel ' diye mırıldanıp tabiri caizse beni sürükledi. Giriş yaptığımız yerde bulunan alt kata indiğini düşündüğüm merdivenlerden inmeye başladık. Neyseki kısa sürede ona ayak uydurabilmiştim. Son basamağıda indikten sonra yukardan baktığım insanların içindeydim artık.

Aralarında yavaşça geçerken herkes işini bırakıp bize bakmaya başlamıştı. Saçlarımı önüme düşürüp bakişlardan kaçındım. Kaçınmaya çalıştım...

Biraz önce konuşma yapan adamların yerini aldık bir basamak yükseldikten sonra.. Elimi elinden çektim. Neyseki çokta zorlamadı.Ne olacağını az çok kestirmeye başlamıştım..

Sanırım..

Ama her iki türlüde biraz sonra olacaklardan hoşlanmayacağımı biliyordum.

O kalabalığın içinden bir hayalet gibi geçip gidiyordu sesler. Bardak şıngırtıları, hafif müzik, fısıltılar... Hiçbiri kulağıma ulaşmıyordu artık. Gözler ona dönerken, ben başımı önüme eğdim. Kalbim, tam göğsümde hızla çarpan bir yumruk gibi hissediliyordu. Orada bulunmak bile yeterince zorken, şimdi…

Anksiyetemin gün yüzüne çıktığını söylemişmiydim..

 

Onun adımlarını duydum.

 

Yaklaştı.

 

Hissediyorum.

 

Ama kafamı kaldırmadım.

" Yemin ederim ki söylediğin her bir kelime için çok pişman olacaksın.

Herkesin içinde beni nasıl yerin dibine soktuysan, gün gelecek beni yıldızlardan bile üstün tutacaksın.O kadar üstün olacağım ki bana sen bile ulaşamayacaksın. Herkes de şahit olsun."

Böyle söylemiştim değilmi?

Sanki birazdan kıyamet kopacakmış gibi bir ağırlık çökmüştü üzerime. Zamanında onun karşısında ezilirken ettiğim o yemini hatırladım. “Gün gelecek beni yıldızlardan bile üstün tutacaksın” demiştim. O ne yapmıştı peki, beni her kesin içinde rezil etmişti. Onlar yüzünden ağlamıştım bile. Ah! O günler. Ölür niyetine yaptığım büyü, ters tepmişti. Üzerine bilmem kaç sezonluk olaylar yaşamıştım. O gün dilimi eşek arısı soksaydıda bu noktaya gelmeseydim.Sözlerim şimdi kafamın içinde yankılanıyordu.

 

Göz göze geldik.

 

Dünyada yerçekimi yokmuş gibi hissettim.

 

Ama bu sefer başka bir bakış vardı gözlerinde. Kinle değil. Umursamazlıkla değil. Belki de... belki de pişmanlıkla.

 

O an her yer sustu sanki.

 

Beni sahneye çıkardığında içim titriyordu. Parmak uçlarım buz gibiydi. Göz göze gelmemeye çalışarak çevreme baktım. Herkes gözlerini dikmiş bize bakıyordu. O sahneye çıktığında onunla bir daha aynı zeminde bile durmayacağıma yemin etmiştim. Ama işte buradaydım.

 

"Bugün iş konularımızdan çok farklı bir neden ile buradayım." dedi mikrofonu kullanmaya tenezzül etmeden gür sesiyle..

 

Sesinde alıştığım o buz gibi keskinlik yoktu. Sanki çatlamıştı. Sanki onun da içinde bir şeyler dağılmıştı bir zamanlar. Gözleri kalabalığı tararken bir an için soluk aldım. Bu bir oyun olabilir miydi? Beni tekrar ezmek için bir plan mıydı? İntikam mıydı?

 

"Bu kez ne iş, ne ortaklık… Bugün burada olma nedenim, bambaşka."

 

Gözlerimi zeminden çekmeden yerin yarılıp beni altına alması için niyet ettim, içim yankılandı.

 

Zihnimde farklı sözler çalkalandı tekrar istemsiz..

O gün, beni yerin dibine soktuğu, beni ‘Bakar mıyım sana?’ diyerek aşağıladığı gün... Ellerim titredi.

 

"Bana ‘bana sen bile ulaşamayacaksın’ demişti."

 

Bir uğultu yayıldı kalabalığa. Bazı yüzler dönüp bana baktı. Dudaklarımı sıktım. Gözlerime hücum eden yaşları geri göndermeye çalıştım.Üzüldüğüm şey şuydu:Hırs uğruna konunun buralara gelmesi..

 

"Haklıydı."

 

Ne?

 

Gözlerim ona kilitlendi. Kaşları çatılmıştı ama sesi sakindi.

 

" Söylediklerinin arkasında duracağına dair de yemin etmişti..." Gözlerini bana çevirdi

"Sözünde durdu.."

 

Tekrar kalabalığa baktı.

 

"Birçoğunuz o gün oradaydı.Ben dahil hepimiz gülüp geçmiştik haykırdıklarına..O gün sahte bir gülümsemeyle dikilmişti karşımda... Gerçek bir kadının, güçlü bir yüreğin önündeyim."

Konu nerelere gidecekti. Herkes eteğindeki taşları dökecekse eğer hepsine adi olduklarını söyleyip yaptığım büyüyü tarifiyle beraber anlattıktan sonra ortamı terk edebilirmiydim?"

O an dizinin üzerine çöktü.

 

Dünya durdu.

 

Kalbim boğazıma tırmandı.

 

Yanaklarım kıpkırmızı olmuş olmalıydı ama o an utanmıyordum. Öfkelenmiyordum. Sadece şaşkındım. Titriyordum. Dizlerinin üzerine çöken adam, bir zamanlar bana ‘sen kimsin ki’ diyen adamdı. Şimdi, gözümün içine bakan adam, hayatıma girmesin diye büyü yaptığım adamdı.

 

"O gün ona silah uzatmıştım, bugün ona bir yüzük uzatıyorum."

 

O an dizinin üzerine çöktü. Cebinde çıkardığı tanıdık mavi kutuyu açtı. Diğer yüzüğün aksine etrafı küçük elmaslardan ortası ise safire benzer taştan yapılmış bir yüzük. Kutu aynıydı yüzükler farklı.

İlk yüzük parmağımda yer aldığı gün tüylerimi diken diken ediyordu. Sanırım bunu düşünerek onu değistirmişti.

 

"O gün elimde ölüm vardı. Bugün… ömür."

 

Yüzümdeki kaslar kilitlendi.

 

Tepemden aşağı buz gibi bir dalga döküldü sanki. İnsanlar nefesini tutmuştu. Ama ben—ben başka bir şey düşünüyordum. O gün yaşadıklarımı. Gururumu. O havuz başındaki kalabalığı. O küçümseyen bakışı. Masaya vurulan o silahı.

 

" Benimle evlenir misin, Umay?"

 

Ben değişmemiştim. Hâlâ o havuz başında, hayatında ilk defa gururu böylesine kırılan,öfkeli ve hırslı o kızdım.

Belki de fazla kurcalıyor, fazla sorguluyor, her şeyin altına saklanan başka bir anlam arıyordum. Ama başka türlüsünü bilmiyordum. Kırılmıştım. Ve kırıldığım yerden keskinleşmiştim. Herkesi suskunluğumla susturmayı öğrenmiştim. O yüzden, Doğan şimdi ne söylerse söylesin… içimde hâlâ o geceye ait bir yangın yanıyordu. Soğumamış, sönmemiş, sadece susturulmuştu.

Bugün tekrar uyanmış..

Ve susturulmuş her şey, zamanı geldiğinde patlardı..

Bugün burası kesinlikle patlayacaktı.

Bana taktıkları o isim,Vesvâs..

Belki de söyledikleri gibiydim.

İnsanların arasında maskemi gizleyerek güvenleri kazanıyordum. Sonra ise zayıf noktalarından onları buluyordum..

İçim olması gerekeni haykırsa da ben çoktan kararımı vermiştim.

Yüzüme yerleştirdiğim sahte bir o kadar da samimi gülümsemeyle cevabımı verdim.

Gülümseyerek..

 

Bölüm : 01.06.2025 21:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...