69. Bölüm

68.Bölüm

yaren bayraktar
yarenbay30

68.Bölüm: Kırılma Anı

 

Aşina olduğum hastanenin giriş kapıları açıldığında burnuma kesif bir antiseptik kokusu doldu. Adımlarım aceleci ama dengesizdi. Hâle yanımdaydı ama söylediklerinden hiçbirini duymuyordum. Benden çok daha fazla endişeliydi.Tek bildiğim, Kuzey’in bu binanın içinde bir yerde olduğu ve... ve benim hiçbir şey bilmediğimdi.

 

“Pardon…” dedim, nöbetçi hemşirenin yanına giderek. “Az önce trafik kazası geçiren biri getirilmiş, Kuzey Gümüş... Onunla ilgili bilgi alabilir miyim?”

 

Kadının gözleri hızla bilgisayara yöneldi. Parmakları tuşlara basarken çıkardığı ses sanki sonsuza kadar sürecekti. Derken başını kaldırdı, yüz ifadesi değişti—hafifçe gerilmişti.

 

“Bekleme alanına geçebilir misiniz? Birazdan bir görevli sizinle konuşacak.”

 

“Bir şey mi oldu? Lütfen… Sadece yaşayıp yaşamadığını söyleyin.”

Diye söylendi Hâle ama kadın cevap vermedi. Gözlerini kaçırdı.

 

Sırtımdan soğuk bir ter indi. Ayaklarım beni zor taşıyordu artık. Hâlenin koluna girdim, birlikte bekleme koltuklarına doğru ilerledik.Onu oturttum. Başını ellerinin arasına aldı. Oturmadım. Oturursam çöküp kalacağımı biliyordum.

 

Dakikalar mı geçti, saatler mi… Bilmiyorum. Sonunda bir adam yaklaştı. Üniformasındaki isme gözüm takıldı: Komiser Yardımcısı Levent Şahin.

 

“Umay Hanım siz misiniz?” diye sordu.

 

Başımı salladım. Sesim çıkmadı.

 

“Bize verdiğiniz numaradan ulaştık. Hastayı tanıdığınızı söylediniz. Şu anda ameliyatta, durumu kritik ama yaşıyor.”

Durumu ne kadar kötüydü?

İçime bir nebze olsun su serpildi. Ama Levent Bey’in yüzündeki gölge, bunun bir rahatlama anı olmadığını söylüyordu.

 

“Ancak... bu kazayla ilgili bazı tutarsızlıklar var,” dedi. “Kazaya karışan diğer kişi de hastaneye getirildi ama onun ifadesi alınamıyor. O da ağır yaralı. Başta normal bir kaza sandık. Araç incelemesinde bazı anormallikler tespit ettik. Fren izleri, hız kontrol sistemiyle uyuşmuyor. Görgü tanıkları da var. Şu anda olayın kasıtlı olma ihtimali üzerinde duruyoruz.”

Kimdi o adam?

Düşmanımıydı ters mi düşmüştü?

Yoksa ona kin mi besliyordu?

Neden yapmıştı?

Boğazımdaki düğüm iyice sıkılaştı.

 

“Ne demek istiyorsunuz? Diğer adam... Kuzey’e bilerek mi çarptı yani?”

 

Komiserin gözleri kısıklaştı. “Bu ihtimali göz ardı etmiyoruz.”

 

Hâle bir küfür fısıldadı. Ben ise gözümü kapadım. Başımı öne eğdim. Aklımda bir tek soru vardı: Neden? Neden Kuzey?

 

Telefonum titredi elimde. Arayan yoktu. Sadece ekran titriyordu—benimle alay edercesine. Kuzey az sonra beni almaya gelecekti. Belki bir şeyler anlatacaktı, belki sadece birlikte gülecektik. Ama şimdi... şimdi ölümle yaşamın sınırındaydı.

 

“Ben onu görebilir miyim?” dedi Hâle. Sesi tırtıklıydı.

 

“Ameliyat bitmeden mümkün değil,” dedi komiser. “Ama burada kalabilirsiniz. Sizi bilgilendireceğiz.”

 

Başımı salladım. Ellerim üşüyordu. Sanki kanım çekilmişti.

 

Hâlenin eline hafifçe vurdum destek olurcasına.. “Ne çıkarsa çıksın... Birlikte öğreneceğiz.” diye mırıldandı.

 

Dediği cümleye elbet bir cevabım vardı ama bugün onun zamanı değildi.

 

*****

Sabah, gri bir örtü gibi çökmüştü üzerime. Güneş vardı belki gökyüzünde ama içimdeki hava hâlâ dün geceki kadar karanlıktı. Aynanın karşısında yüzüme sürdüğüm ince fondöten tabakası bile, göz altımdaki uykusuzluğu, içimdeki çöküntüyü örtememişti. Hastaneye gitmek istemiyordum. Ama el mahkûm… İşleyen bir çark vardı ve benim görevim, o çarkın sessizce dönmesini sağlamaktı.

 

 

Hastane koridorları, bugüne kadar bana hep alışkanlık kokardı. Temizlik deterjanlarının ferah kokusuna karışan tıbbi malzeme kokuları, yürüyen adımların yankısı, uzaktan duyulan ayak sesleri... Hepsi tanıdıktı. Ama bugün başka. Bugün her şey tedirgin ediciydi. Her şey fazlasıyla keskin. Her şey bir tehdit gibi üzerime yürüyordu.

 

Adımlarım yavaş, omuzlarım düşük, gözlerim sürekli bir yerlere takılıyor ama hiçbir şeye tam olarak odaklanamıyordu. Sekreter masasına ulaştığımda, beni gören Elif abla dudaklarında ince bir tebessümle karşıladı. Ama gözleri sorguluydu.

 

“İyisin değil mi, Umay?” diye sordu hafifçe.

 

Başımı salladım. “İyiyim, sadece... uykusuzum.”

 

Yalan söylemek bazen yaşamak gibiydi. Gereklilik. Oturdum. Bilgisayarımı açtım. Randevu listeleri, e-postalar, yönlendirilecek hastalar... Her şey aynıydı ama bende hiçbir şey aynı değildi. Parmaklarım klavyeye dokunuyordu ama yazdıklarım gözümden kaçıyordu. Aklım Kuzey’deydi. Onu en son gördüğüm o andaydı. Gözlerinde yansıyan o gülümsemeyi düşündüm. O içtenliği. Bana bakarken dudaklarının kenarında oluşan o minik kıvrımı…

 

O an burnumun direği sızladı. İçimde öyle yoğun bir şey yükseldi ki nefes almak zorlaştı. Sandalyemde doğruldum, derin bir nefes aldım ve dosyayı alıp kalktım. Belki biraz yürümek iyi gelir diye düşündüm. Ya da sadece kaçmak istedim.

 

Koridorun sonundaki odaya yönelirken istemsizce gözüm sola, yoğun bakım servisinin çıkış koridorunu kaydı. Kuzey’in yattığı odanın numarasını ezbere biliyordum artık. Oradan geçmemem gerekiyordu. Ama kalbim ayaklarıma söz geçiremedi. Yolumu uzattım. Kendi kendime bahanem hazırdı: “Sadece geçiyorum.”

 

O an…

 

Bir gölge kapladı koridoru. Sırtımı dikleştirdim. Gözlerimi kıstım. Kalbim, boynumda atmaya başladı.

 

Tam o an…

 

Doğan dışarı çıktı.

 

Kapıda çarpıştık.

 

Ellerimdeki dosyalar yere saçıldı, bir anlık şaşkınlıkla dondum. Bunun ne işi vardı burada yine? Hemen eğildim ve yerdekileri toparlamaya çalıştım. Bir yandan da ne cevap vereceğimi seçmeye çalışıyordum. Doğan ise başta refleks göstermedi, üstten beni izlemekle yetindi.

 

Sonra, eğilip yere düşen bir evrakı alıp bana uzattı.

 

“Dikkat etmeniz gerekirdi,” dedi. Konuştu yine bencil.. Ben hep buralardaydım. Dikkat etmesi gereken taraf ben değildim.Tonu sıradandı ama içinde dikkatle ayarlanmış bir soğukluk vardı.

 

Yerdeki dağılan dosyaları toplayıp toparlandım.

Dosyayı alırken göz göze gelmemeye çalıştım. “Pardon… Acelem vardı.”

 

“Görüyorum." dedi Doğan, gözlerini yüzümden bir an bile çekmeden. Ardından hafifçe geriye çekildi, yol vermek ister gibi.

 

Elimdeki dosyaları kaba taslak toparladım.Tam yürümek üzereydim ki aklına bir şey gelmiş gibi arkamdan konuştu.

" Kuzey beyi arıyordum.Nerede olduğunu biliyor musunuz?"

Arkamda olduğuna güvenerek yüzümü buruşturdum. Gözlerimi sıkıca kapattım. O kadar da kolay kurtulamayacaktım anlaşılan. Başladık yine.

 

Ses tonu o kadar kendinden emindi ki, sanki benim kaçacak hiçbir yerim kalmamış gibiydi.

 

Döndüm.

 

Yüzümde zar zor toparladığım o ifadesizliği takınarak, gözlerimin içine doğrudan bakmaya çalışan o adamın karşısında bir duvar gibi durdum.

 

“Gelmeyecek,” dedim. Sesim kırılmasın diye yutkundum. “Bugün hiç kimseyi kabul etmeyecek.”

 

Doğan’ın yüzünde küçük bir kıpırtı belirdi. Kaşları çok hafif çatıldı. O anın içinde fazla görünmeyen, ama beni darmadağın edecek bir kuşku kırıntısı… Sadece o.

 

“Neden?” diye sordu. “Kendisi mi söyledi?”

 

İşte o soruya hazır değildim.

 

Boğazım kurudu. Yine de başımı salladım.

Şuan bu konuyu kimseye qçmak istemiyordum. Konuşmak dahil..

“Evet. Dün akşam konuştuk.”

 

“İlginç,” dedi. Gözleri beni delip geçerken sesi sakinliğini koruyordu. “Hastane çalışanları öyle demiyor.”

 

Kanım çekildi. Kalbim göğsümde değilmiş gibi attı. Madem biliyordu neden soruyordu ki,neden beni meşgul ediyordu?

 

Yutkundum. “Siz her şeyi kontrol etmeye mi çalışıyorsunuz?”

 

“Hayır,” dedi. “Sadece yalanı yakalamaya çalışıyorum. Gerçeklerin yerini almasına izin veremem.”

 

Artık dayanamıyordum. Elimdeki dosyayı sıktım. İçimden geçenleri bastırmak için kendimi zorladım ama kelimeler ağzımdan patlayarak çıktı.

 

 

Koridorun sessizliği, içimde kopan fırtınayla çelişiyordu.

Bir anlığına zaman durmuş gibi hissettirdiydi o sessizlik. Nefes almam gerektiğini hatırlatan tek şey, kalbimin gürültüsüydü. Göğsümün içinde çırpınan bir kuş gibi. Kontrolsüz, panik halinde… ve tam olarak bu yüzden, ilk cümle ağzımdan çıkarken sesimi kontrol edemedim.

 

“Kuzey Bey, feci bir kaza geçirdi. Dün gece…” dedim, dudaklarım titreyerek. “Ziyaretçi kabul etmiyor çünkü yoğun bakımda ve doktorlar buna izin vermiyor.”

 

Doğan'ın yüzünde bir değişiklik olmadı. Ama gözleri… evet, o gözler bir anlığına küçüldü. Göz bebekleri sanki daha derinlere baktı, daha karanlık yerlere. Gördüğü şey ben değildim, bundan emindim. Bir şeyi ölçüyordu. Belki de beni.

 

“Demek öyle,” dedi sonunda. Sesi yumuşaktı, ama içindeki mesafeyi gizlemiyordu. “Neden daha önce söylemediniz?”

 

İçimden yükselen ani öfke, kelimelerime hükmetti. Düşünmeden, tartmadan konuştum.

 

“Çünkü bu sizi ilgilendirmez!” dedim. Sesim duyulmaz olsun istemiştim ama yüksek çıkmıştı. Çok yüksek. O an, söylediğim her kelimenin içinde kendimi kaybettim. “Siz onun yakın arkadaşı falan değilsiniz. Onunla ilgili her şeyi bilmeye hakkınız yok!”

 

Cümlemi bitirir bitirmez pişmanlık çöreklendi içime. Sanki ağzımdan çıkanlar havada asılı kaldı da geri dönüp beni boğacaktı. Ama Doğan’ın tepkisi... beni asıl sarsan oydu.

 

Hiçbir şey söylemedi.

 

Bir adım geri çekilmeye hazırlanırken, o sadece durdu. Sanki bu cümleyi duymayı beklemiyordu. Kaşları hafifçe kalktı, ama öylece kaldı. Sanki duygularını anlamaya çalışıyor gibiydi. Ya da onları bastırıyordu. Hangisi daha ürkütücüydü bilmiyorum.

 

İçimde bir şey çatladı. O sessizlik… beni sersemletmişti. Bu kadarını beklemiyordum. Sert bir karşılık, öfke dolu bir söz... Bunlara hazırdım. Ama bu boşluk? Bu bakış?

 

Sonra yavaşça bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi yok edecek kadar yaklaştı. Nefesim kesildi. Kalbim hızlandı. Geri çekildim, iki adım… Belki üç.

 

“Anlıyorum,” dedi. Sesi ilk kez içime işledi. “Biraz gerginsiniz sanırım. Kuzey Bey’in yönlendirdiği doktorun benim için faydalı olduğunu söyleyecektim. Sanırım bazı şeyleri hatırlamaya başladım.”

 

Kalbim boğazıma çıktı. Gözlerim istemsizce ona döndü. Ama hâlâ tanıdık bir şey yoktu yüzünde. O eski Doğan’dan ne kaldıysa, bir sisin arkasında saklanıyordu.

 

Ne demek istiyordu? Ne hatırlıyordu?

 

Gözlerimi kaçırmakla bakmak arasında gidip geldim. Doğan ise sadece durdu. Sanki o gülümsemeyle bir sınav yapıyordu. Evet, gülümsedi. Ama bu gülümseme... dostça değildi. Sanki içinde bir gölge taşıyordu. Eski bir kurnazlık, bastırılmış bir kıvılcım.

 

“Tanıdık yüzler görüyorum mesela,” dedi. “Gözümün önünde dolaşıyorlar ama isimleri yok. Bazen bir his... Bazen sadece bir kelime çakılıyor zihnime.”

 

İçimde bir ağırlık çöktü. Ellerimi birbirine kenetledim. Derin bir nefes aldım ve sesimi olabildiğince sabit tuttum. “Anlıyorum. Bu konuda yardımcı olamayacağım. Hekiminize danışsanız iyi olur.”

 

Başımı eğdim. Ne bir bakış fazla, ne bir kelime.

 

Tam sınırı çizmek istiyordum ki, Doğan bakışlarını koridora çevirdi. Bir süre sessiz kaldı. Ardından tekrar bana döndü.

 

“Kuzey Bey kendine geldiğinde, lütfen selamlarımı iletin.”

 

Hazır olmadığım kadar hızlı cevap verdim. “İletirim.”

 

Cümle ağzımdan çıktığında fazla sert, fazla çabuktu. Kontrolsüzdüm. Bunun farkındaydım.

 

Doğan’ın dudaklarına hafif bir tebessüm yerleşti. Alaycı değildi ama boş da değildi. İçinde bir anlam vardı. Belki bir ima. Belki sadece bir sezgi.

 

“Ne kadar da resmî oldu bu cevap,” dedi yavaşça. “Gerçekten iletecek misiniz?”

 

Boğazımdan bir yutkunma sesi geldi. Gözlerimi kaçırmak istedim ama yapamadım. Kaçarsam teslim olurum. Kaçarsam geçmişi inkâr etmiş olurum. Kalakaldım. Baktım. “Elbette. Ne söyledinizse aynen aktarırım.”

 

“Güzel,” dedi. Gözleri üzerimde bir an daha durdu. Sonra başını hafifçe eğdi. Bir teşekkür gibiydi… ya da oyuna dair bir selamlaşma.

 

“Sizi daha fazla meşgul etmeyeyim.”

 

Dönmeye başladı. Ayak sesleri koridorda yankılanmadan önce, bir şey oldu. Bir ağırlık... kelimelere sığmayan bir şey. Havada asılı kaldı. Nefesim daraldı. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Ama hiçbir şey söylemedim. Yüzümdeki ifadeyi boş tuttum. Sessizliğimin ardına saklandım. Ne hissettiğimi bilmesini istemedim.

 

Doğan ise yürümeye başladı. Adımları kararlıydı. Arasına mesafe koyuyordu. Uzaklaşıyordu. Bir yabancı gibi.

 

Ama ben... sadece bir yabancıya bakmadığımı fark ettim. Onun ardında, hatıraların gölgesine saklanmış bir oyuncu vardı. Bu oyunu önceden de oynamıştık belki. Belki başka rollerle, başka yüzlerle.

 

Kalbimde taşıdığım sızı, geçmişin keskin bir yankısıydı. Onun bana nasıl baktığını hatırladım bir anda. O zamanlar o bakışın arkasında ne çok şey gizliydi: öfke, merak, tutku, inat... şimdi ise hepsi çözümlenemeyen bir muammaya dönüşmüştü. Onunla konuşmak, bir labirentin içinde yankılanan sesleri dinlemek gibiydi. Kime ait olduğu belli olmayan yankılar…

 

Derin bir nefes aldım. Damarlarımda dolaşan gerilim, adımlarımı kontrol etmekte zorlanmama neden oluyordu. Bir hemşire yanımdan geçti ama görmedim bile. Bedenim buradaydı ama zihnim… geçmişte. Onunla yaşadığım o kaçınılmaz karanlıkta.

 

Ya oyun yeniden başlayacaksa? Aynı tahtada, aynı taşlarla… ama bu kez daha acımasız kurallarla?

 

Gözlerimi sıktım. İçimde bastırmaya çalıştığım şey, korkudan fazlasıydı.

 

Ve ben... bir kez daha zehre dokunmaya hazır mıydım?

 

Koridorun ucunda kaybolan siluetine baktım bir kez daha.

 

 

 

Bölüm : 21.05.2025 19:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...