66.Bölüm: Kuzgunun Çığlıkları
Koridorun mat ışıkları, odanın içine sızarak gölgeleri yerinden oynattı. Derin bir nefes aldım ve kendimi dışarı attım. Aptal karganın çığlıkları her yeri inletmişti. Peşimden hâlâ camı gagalıyordu.Zaten boşunada gelmiştim burada hiçbir şey yoktu. O kağıdı ya yanlış yerde arıyordum ya da yeni ismiyle hayatıma giren Mâran benimle nedenini bilmediğim bir oyun oynuyordu?
Koridorda yavaşca ilerlerken salona inen merdivenleri arıyordum.Tam sağa dönüp koridorun köşesinden geçecektim ki ayak sesleri duydum—yavaş, ağır ve tanıdık bir tonda.
Geri çekildim. Hemen yanı başımda, koridora açılan küçük bir niş vardı.vardı.Duvarda uzun, işlemeli bir aynanın arkasına gizlenmiş eski bir konsol. Onun ardına saklandım. Nefesimi tuttum.
Köşeyi ilk dönen, Doğan’ın babası olduğunu tahmin ettiğim kişi oldu. Daha yakından inceledim onu...Ellili yaşlarında olduğunu tahmin etmiştim.Farklı bir aurası vardı. Ceketinin düğmesi açıktı, gömleği kusursuz ütülüydü. Yüzündeki çizgiler daha derin, bakışları daha keskin görünüyordu.Ardından, gergin adımlarla Doğan’ın annesi geldi. Birbirlerine yakın ama içten uzak… İnce topuklarının zemine bastığında çıkan tıkırtılar, kalbimin ritmiyle yarışıyordu.
Bu ikiliyi ilk defa yan yana görüyordum.
Dışardan bakınca gayet Cool görünen bir çifttiler.
“Bana neden söylemedin?” dedi o kadın, sesi kısık ama dikenli. “Zühre’yi bu davete neden çağırdın, Kartal?"
Kartal ismi buydu demek?
Adam bu söylediklerine hiç kulak asmadan benim bulunduğum alana adımlamaya devam ediyordu.Kadın,adama yetişerek kolunu tuttu ve ilerlemesini durdurdu.Bu temastan rahatsız olmuş gibi kolunun kadının elinden rahatça kurtadı.
Başını hafifçe eğdi, gözleri kadınınkinden başka bir noktaya sabitlendi.
“Bazı şeyleri görmen gerekiyordu.”
Kadının dudakları titredi. “Neyi görecektim? Onun hâlâ senin üzerinde etkisi olduğunu mu?”
" Hayır, aptal! Onun burada olması demek; rakiplerimizi ekarte etmek demek, yanımıza daha çok ortak bulup krallığı daha da büyütmek demek..."
Kadının gözleri büyüdü, ama öfkesinden değil—şaşkınlıktan. Kartal ismindeki o adam ise dudaklarının kenarındaki alaycı kıvrımı saklamaya gerek duymadan devam etti.
“Sen hâlâ onu bir kadından ibaret sanıyorsun.” Ses tonu alçak, neredeyse fısıltıydı ama her kelimesi hançer gibi keskin. “Onu dışarda bırakmak, savaş ilanı olurdu. İçeri almaksa... bir anlaşma.”
Kadın kollarını göğsünde kavuşturdu, başını hafifçe yana eğdi.
“Yani biz onunla... anlaşma mı yapıyoruz şimdi?” Sesi sahte bir tebessümle bükülmüş, kıskançlıkla çelikleşmişti. “Ne ara senin ağzından böyle şeyler duyar olduk, Kartal? Düşmanlarınla ne zamandan beri anlaşarak sorun gideren biri oldun?”
Adam bir adım attı. Aralarındaki mesafe inceledi. “Ben onunla hiçbir şey yapmıyorum,” dedi soğukkanlılıkla. “Ama onun neye kadir olduğunu biliyorum. Bunu unutan çok kişi oldu, mezar taşları hâlâ tazedir.”
Kadının gözleri anlık bir korkuyla kıpırdadı ama çabuk toparlandı. “Sen onu hâlâ... büyülü sanıyorsun.”
Kartal gözlerini hafifçe kıstı. “Büyü, kimin baktığına göre değişir. Ama evet, ben onun ne olduğunu unutmadım. Unutanlar zayıf düşer. Sen, hayatı boyunca yalnızca ayna karşısında savaşmış biri olarak bunu anlayamazsın.”
Kadının yanakları kızardı, tırnakları avuçlarına geçti. “Sana göre her şey strateji. Ama ben onun sana nasıl baktığını gördüm."
Kartal başını yana çevirdi, hafifçe güldü.
Kadın bu söz karşısında nefesini tuttu. Gözleriyle Kartal’ın yüzünü kazır gibi inceledi ama onun bakışları hâlâ ürkütücü bir sükûnet içindeydi.
“Zühre bir tehdit değil, denge. Onu davet etmek, masaya bir kılıç koymak gibiydi. Ve o masaya kimse yumruğunu vurmaya cesaret edemez.”
Kadın bir an kıpırdamadı. Sonra sesini alçalttı. “Sen hâlâ ona hayransın.”
Kartal bu kez kadının gözlerinin içine baktı. Bakışı, onu kıskanmasından bıkmış bir hükümdarın kararlılığıyla sertti.
“Sana son kez söylüyorum,” dedi net ve ağır bir tonda. “Zühre’ye karşı kinle değil, dikkatle yaklaş. Onu kadın olarak küçümseyip düşman bellemek... seni ilk düşürecek hata olur.”
" Geçmişte-"
Kadın daha ilk kelimesini kuramadan Kartal tarafından ekarte edildi.O adamın bunca diyalog arasından rahatsız olduğu tek nokta buymuş gibi gerildi ve alayından geriye gözle görünür öfkesi kaldı.
“Geçmişi kazmak istiyorsan, neyle karşılaşacağını da göze alacaksın. Bu sadece bir uyarı değil, son şansın.”
Kadın, bu uyarıyı tehditten ayırmakta zorlandı. Sırtı dikleşti, ama yüzündeki renk kaybolmuştu. Birkaç saniye sessizlik oldu. Sanki ikisinin arasında yılların hesaplaşması durmuş, sadece tek bir isimle yeniden uyanmıştı: Zühre.
Kartal, konuşmayı bitirmiş biri gibi başını çevirip yürümeye başladı. Kadın ardından baktı, ama artık ne dudaklarında söz vardı ne de gözlerinde zafer.
Nefesimi tutarak her kelimeyi içinme çekmiştim. Zühre’nin kim olduğunu düşündüğünü sanmıştı ama şimdi... onun yalnızca geçmişte değil, hâlâ korkulan biri olduğunu fark ediyordu. Ve bu konuşma, sadece bir başlangıçtı.
Kalbim hâlâ hızlı atıyordu. Kartal’ın sözleri kulağımda çınlıyordu: “Onun burada olması demek; rakiplerimizi ekarte etmek demek…” Zühre hakkında söyledikleri, onun gücüne yaptığı o dolaylı atıflar... Ne demekti bu gerçekten? Sadece politik bir hamle miydi? Yoksa Zühre sandığımdan da fazlası mıydı?
Kendimi toparlamaya çalıştım. Konsolun arkasındaki daracık alanda fazla kalamazdım. Parmak uçlarımda yükselerek başımı hafifçe uzattım, koridorun yeniden sessizliğe büründüğünden emin olmak istiyordum. Adımlar uzaklaşmıştı. Yavaşça çıktım saklandığım yerden. Kalın halının üzerinde ayaklarım sessizce kaydı, bedenim hâlâ tetikteydi. Kafamın içinde bir soru girdabı dönüyordu: Zühre kimdi gerçekten? Neden bu kadar önemliydi? Ve… ben onun neresindeydim?
Adımlarımı dikkatlice merdivenlere doğru çevirdim. Koridordan ağır ağır indim. Loş ışıklar artık daha da sönük, sesler ise uzaktan gelen bir uğultu gibi… Alt katta hâlâ devam eden davetin uğultusu, sanki başka bir dünyaya aitmiş gibi geliyordu. Bu dünyadan değil, bir rüyadan sızmış gibiydim. Bedenim buradaydı ama zihnim hâlâ o konuşmanın yankısında dolanıyordu.
Birkaç basamak sonra eteklerimi düzelttim, saçımı elimle geriye attım. Geri dönmeliydim. Kimseye belli etmeden, sorularımı saklayarak, bu gecenin içine yeniden sızmalıydım.
Adımlarım beni tekrar büyük salona çıkardı. Işıklar parlıyordu. Müziğin ritmi hâlâ aynıydı, gülüşler, kadehlerin tokuşması, abartılı kahkahalar… Herkes kendi maskesinin ardında oynamaya devam ediyordu.
Sema’yı uzaktan gördüm ama yaklaşmadım. Göz göze gelmek bile istemedim. İçimdeki fırtına, paylaşılabilecek cinsten değildi. Sadece yürüdüm. Kalabalığın arasından süzüldüm. Bir hayalet gibi. Sanki orada değildim, sanki hiç olmamıştım. Bedenim o salonda dursa da zihnim hâlâ aynanın ardında, o gizli konuşmadaydı.
Cam kapıların ardındaki gece karanlığı bana daha davetkâr geldi birden. Temiz hava… belki biraz yalnızlık… Belki de biraz daha netlik. İçimdeki düğüm, o karanlıkta çözülmeye daha yakın gibiydi. Sessizce büyük salonun yan kapısından çıktım. Koridordan geçip, bahçeye açılan cam kapılara yöneldim. Kimse dikkat etmiyordu. Bu kadar yüzün arasında görünmez olmak ne tuhaf bir avantajdı…
Dışarı adımımı attığım an, soğuk hava yüzüme çarptı. İçerideki ağır parfüm kokusu yerini nemli, metalik bir havaya bıraktı. Bahçe boştu. Sadece uzak köşelerde birkaç sigara içen siluet. Işıkların uzandığı yerden uzaklaştım. Karanlık beni daha çok koruyordu.
Yavaşça otoparka yöneldim. O taş zeminin üzerine basarken, topuk seslerim nihayet özgürleşti. İçerideki gibi halılar değil, dışarının gerçekliği vardı şimdi. Her adımda biraz daha hafifledim. Ta ki…
Bir gölge hızla köşeden dönüp bana çarpana kadar.
Bedenim geri savruldu, nefesim kesildi. Küçük bir çığlık boğazımda sıkıştı ama çıkamadı. Başıma soluma çevirip bana çarpan kişiye baktım.
“Affedersiniz,” dedi adamın sesi. Yabancı bir tını… Hafif aksanlı, fakat kontrollü.
Başımdan aşağı ince bir ürperti aktı. Yanımdan öylece ayrılırken yüzüme dahi bakmadı. Elleri cebinden öylece uzaklaştı.
“Sağolun, bende çok iyiyim?” diye iğneledim. Bu tepkiyi korktuğum için vermiştim.
Yalnızca başımı salladım. Dilim damağıma yapışmış gibiydi.Hadi ama, dikkat çekmemem farkedilmem gerekiyordu. Öylesine bir adamın peşinden bağırmam değil.
Önüme geri dönüp yenilmişlikle arabaya ilerledim...
****
Kalabalığın arasında ağır adımlarla ilerliyordu genç adam. Ağır bir bakışla etrafı süzüyor, çevresindekilerin gözünde fark edilmeyen o tedirginliği adım adım hissediyordu. Güç, onun her zaman sahip olduğu bir şeydi; ama şu sıralar, kontrol ettiği şeyler arasında bir boşluk vardı. Gözlerinin önünde duran düzen, ona aitmiş gibi görünüyordu ama içten içe bunu reddeden bir yanı vardı ve bu babasının yerini almadan düzelmeyecekti. Herkes yerli yerindeydi, her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Bu kusursuzluğun yalnızca ustaca hazırlanmış bir sahne olduğunu söylüyordu.
Son günlerde etrafındaki insanlar daha dikkatliydi. Daha ölçülü. Fazla nazik. Fazla düşünceli. Tüm bu ince davranışlar, aslında bir şeyin üzerini örtme çabasıydı. Bunu görüyordu. Adını koyamasa da, içinde uyanan kuşku giderek büyüyordu. Biri ya da birileri, ona ait olan bir anıyı saklıyor gibiydi. Ve bu, onu öfkelendiriyordu.
Tam o sırada, havayı yaran keskin bir çığlık yükseldi. Davetlilerin gülüşleri bir an durdu, başlar tavana çevrildi. Pencerelerin dışından gelen o ses, bir kuzguna aitti ve o kuzgun ise kendisine ait.Siyah tüyleriyle geceye karışan, gözleriyle genç adamı takip eden vahşi bir kuzgun.
Onu en iyi tanıyanlardan biriydi. Uğursuzluğun habercisi değil, hakikatin yankısıydı.
Başını kaldırmadı, bakmadı bile. Ama o çığlık, kulağının içinde keskin bir yankı gibi çınladı. Dışarıdan bakanlar onu sakin ve kontrollü görmeye devam etti. O ise içten içe bir işaretin geldiğini anlamıştı. Kuzgunu, her zamanki gibi bir şey anlatmaya çalışıyordu. Her zamanki gibi, bağırarak.
Görünürde hiçbir şey olmamış gibi, elindeki kadehi bir kenara bıraktı ve kimseye belli etmeden salonun içinden süzüldü. Gölgelerle arasında hep bir bağ vardı; onları ne bastırır ne de kovardı. Onların içinden geçer, onların dilinden anlardı.
Üst kata çıkan merdivenleri ağır ağır tırmandı. Parmak uçları, duvarda asılı duran aile portrelerine değmeden geçti. Her karede bir güç gösterisi, bir miras, bir hâkimiyet vardı. Ama sanki bir çerçeve eksikti. Sanki duvarda silinmiş bir yüz vardı ve Doğan, o silueti bilinçaltının derinliklerinde arıyordu.
Odasına vardığında kapıyı sessizce açtı.
İçeri adım attığında, içinde açıklayamadığı bir huzursuzluk belirdi. Oda ilk bakışta yerli yerindeydi. Her şey düzenli, her şey titizlikle korunmuştu. Ama fazlasıyla düzgündü. Gerçeklikten çok, bir sahne gibi. Bir başkasının eli değmişti buraya, fark ettirmeden.
Etrafı inceleyerek cama ilerledi kuzgun onun gelişini hissetmiş gibi bağırmayı kesti ve korkulukta öylece durup içeriye bakar gibi baktı.
Eliyle cama vurup uzaklaşmasını istedi ve öylede oldu. Karga kanatlarını açıp yuvasına geri döndü.
Adımlarını ağırlaştırdı. Gözleri odanın her köşesini süzerken, kulakları sessizliğin içindeki sızıntıyı arıyordu.
Birini arar gibi giyinme odasına yöneldi. Işık sensörü harekete geçti ve loş bir aydınlık yayıldı. Kravatlar, gömlekler, ceketler muntazam bir şekilde sıralanmıştı. Ama gözleri, içgüdüsel bir dürtüyle sola, duvara gömülü çelik kasaya döndü.
Kapak…
Aralıktı.
Şifresini açamadığı kasa aralıktı..
Kaşlarını çattı.
Davetsiz bir misafir vardı evinde. Onun kendinden çok daha iyi tanıyan biri..
Sınırlarının işgaline izin verdiği biri..
Yaklaştı. Eğildi. Parlak metalin üzerinde parmak izleri aramadı. Gözleri, açılmış kapağın ardında saklananlara odaklandı.
Kasada evraklar vardı. Düzgün dizilmiş dosyalar, kodlanmış zarflar, ve onların arasında, küçük bir kutu.
Mavi, kadife bir kutu. Küçük. Sessiz.
Dosyaların üzerine öylece savrulmuş bunu rağmen tüm hakimiyetini koruyan bir şey.
Her şeyi anlatacak kadar güçlü.
Kutuyu eline aldı. Parmaklarının arasında ağırlığı hissedilir değildi, ama içeriği çok daha fazlasını taşıyordu. Kutuyu yavaşça açtı.
Yüzük.
Gümüş bir halka. Üzerine işlenmiş elmas taş, gecenin içine düşmüş bir yıldız gibiydi.
Önce kolye sonra ise bir yüzük...
Kesinlikle bir kadın...
Kasayı kapamadı. Yüzüğü kutusuyla birlikte elinde tuttu. Gözlerini kısmıştı. Öfke değildi bu. Öfke geçiciydi. Bu daha derin bir şeydi.
Bu yüzük burada olmamalıydı.
Yahut bu kadar görünür olmamalıydı.
Arkasını döndü.
Kuzgun gitmişti.
Ama mesajı ortada kalmıştı.
Artık daha dikkatli olacaktı.
Karar.
Artık, içine doğan şüpheyi bastırmayacaktı. Artık, çevresindeki herkesin ağzından dökülen kelimelerin ardına bakacaktı.
Ve eğer biri, bu düzene gizlice bir taş attıysa…
Onun kim olduğunu öğrenmek için ne gerekiyorsa yapacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
25.2k Okunma |
1.68k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |