64. Bölüm

63. Bölüm

yaren bayraktar
yarenbay30

63.Bölüm: Şüphe Tohumları

Hâle banyodan çıkar çıkmaz saçlarını aceleyle havluyla sardı. Göz ucuyla telefona baktı, o anki yüz ifadesi sanki birkaç saniyeliğine gözümün önünde dondu. Ekran hâlâ karanlıktı ama onun yüzünde beliren hafif endişe, küçük bir kırılma gibi, dikkatli bakınca hemen seçiliyordu.

Ben bir adım geriye çekildim, mutfağın köşesine yaslandım. Kendimi geri planda tutmaya çalışıyordum ama içimdeki her damar, her hücre, her şey gözlem yapıyordu. Hâle'nin en küçük hareketini, yüzündeki en küçük gölgeyi bile ezberlemek ister gibi.

 

Tam o anda telefonu tekrar çaldı.

İkimiz de istemsizce irkildik.

Omuzlarım hafifçe sıçradı, kalbim refleksle kaburgalarımı zorladı.

 

Hâle, neredeyse düşünmeden telefonunu eline aldı ve koridora yöneldi. O hızla ilerlerken başını çevirip bana baktı, sesi biraz fazla telaşlıydı.

 

"Muhtemelen hastaneden," dedi, kelimeler ağzından aceleyle dökülüyordu. "Bugün nöbet sıram yoktu ama... Belli ki acil bir şey var."

 

Başımı hafifçe salladım.

Sanki içimde büyüyen şüpheyi çiğneyerek yutmaya çalışıyordum. O şüphe, mideme saplanan soğuk bir bıçak gibi dönüp duruyordu.

Yüzümde ise sadece hafif bir ifade vardı; ne fazla endişeli, ne fazla umursamaz. Sıradan. Normal.

 

Telefonunu açarken karşı tarafın dediği cümleleri gayet net duyabiliyordum.

 

"Hâle Hanım,iyi akşamlar rahatsız ediyorum ama bu gece nöbeti olan hemşire arkadaşımın acil bir durumu gelişti, sorun olmayacaksa bu gece servise gelmeni istiyeceğim. Yoğun bakımda bir sorun olmuş."

 

Yoğun bakım.

Sözcükler havada asılı kaldı bir an.

Benim için bir sinyaldi bu; Hâle'nin hızlı gitmesi demek, benim arkamdan kalan boşlukta nefes almam demekti.

Ama aynı zamanda kalbimde yeni bir baskı hissettim: Artık zaman daralıyordu.

 

Hâle kısa bir "Tamam," deyip kapıyı kapattı. Ardından hızla odasına yöneldi.

Ben kapının eşiğinde kaldım, olduğum yerde küçük bir gölge gibi.

Onu izliyordum.

Üzerine aceleyle sade bir pantolon ve bir kazak geçirirken elleri titrek bir telaşla kıyafetlerle boğuşuyordu.

Bu acelecilik... sadece hastane yüzünden miydi gerçekten?

Yoksa saklamak istediği bir şeyin yakalanma korkusu mu vardı içinde?

 

Kendimi olabildiğince sıradan göstermeye çalışarak sordum:

 

"Ciddi bir durummuymuş, Hâle?"

 

Sesim bana biraz yabancı geldi; fazla rahat, fazla akıcı. İçimde fırtınalar koparken dışarıdan bu kadar sakin durabiliyor olmama şaşırıyordum.

 

Hâle başını salladı, bir yandan saçını düzeltiyordu.

 

"Pek bir şey söylemediler ama... Yoğun bakım deyince insan yerinde duramıyor işte." dedi.

 

Ağzımda metalik bir tat birikti.

Onun sözlerini kafamda evirip çevirirken içimde küçük, kurnaz bir ses mırıldandı.

Yerinde duramayan sadece sen misin, Hâle? Yoksa başka şeylerin de var mı senden kaçırdığın?

 

Yine de yüzüme küçük, zoraki bir gülümseme yerleştirdim.

 

"Tüh! Uzun zamandır kız gecesi yapmamıştık.Farklı planlarım vardı.Geç kalmadan git o zaman." dedim, sesim gayet destekleyici çıkmıştı.

Ama içimde başka bir ses çığlık atıyordu.Git, git ve bana arkamdan bakacak boş zamanı bırak.

 

Hâle çantasını kaptı, anahtarlarını cebine atarken bana dönüp baktı.

Gözleri bir anlığına üzerimde takılı kaldı.

Sanki aramızda görünmeyen bir ip vardı da, o an hafifçe gerildi.

Sonra gülümsedi.

 

"O geceyi biraz ertelememiz gerekecek sanırım.Gece geç dönebilirim. Kendine dikkat et olur mu?" dedi kısa bir öpücük göndererek.

" Hem bana anlatman gereken şeyler var.Uzun bir zamana ihtiyacımız olacak."

 

Başımı hafifçe salladım.

Yutkundum.

Doğanı hastanede ilk ziyaret edişimde Hâle yaptığım küçük açiklama onu tatmin etmemişti ve bana gerçeği anlatma karşılığında yardım etmişti. Bahsettiği konu buydu.

Kelimeler dilimin ucuna geldi, ama söylemedim. Sen de kendine dikkat et, Hâle.

 

Hâle kapıdan çıkıp gittiğinde evin içine ağır bir boşluk çöktü.

Sanki havada asılı kalan bir gerilim vardı.

Ayaklarım yerde sabitlendi bir an.

Hızlı adımlarla balkona ilerlerken bulunduğumuz sokağı terkedişini izledim.

Sonra, yavaşça Hâle'nin odasına doğru yürüdüm.

 

İçimde hâlâ çırpınan bir yan vardı. Belkide herşeyi yanlış anlamışımdır diye haykıran bir şeyler.

Yada belki de hiçbir şey bulamayacaktım.

Belki de öyle şeyler öğrenecektim ki, geri dönüşü olmayacaktı.

 

Ama artık duramam.

Kapı kolunu yavaşca aşağı indirdim. Şekerli parfüm kokusu buram buram burnumu sararken etrafa bakındım. Yatak iki komodin, üzeri dolu makyaj masası ve dolabı. Başta komodinlerden başladım. Makyaj masası taradım eşyalarından başka birşey yoktu. Sonra ise dolabı...

Kıyafetleri öylesine içine tıkılmış halde..

Ne aradığımı bende bilmiyordum şuan.

Ve bir şey bulamadığım her dakika yaptığımın suçluluk duygusu beni daha fazla sarıyordu.

Kıyafetlerini üstün körü karıştırırken yine bir şey bulamamıştım.

Gömleklerinin asılı olduğu bölüme geldim. Fotoğraf makinesinin kabı çekti dikkatimi. Fotoğraf çekmeyi seviyordu. Bir çırpıda onu aldım elime kutusunu açtım makineyi elime alarak dikkatli bir şekilde açılış tuşunu buldum.

Yavaşca yatağa otururken önüme çıkan fotoğrafları üstün körü geçmeye başladım. Deniz, bağ bahçe doğa alakalı fotoğraflardı içindekiler genel itibari ile...

Hatta bazılarında ben bile vardım.İlk tanıştığımız zamanlardan kalan fotoğraflardı bunlar.

Sonra bir şeye denk geldim.

Kuzey bey ile ben..Bir akşam yemeğinde karşılıklı bir masada tabağımdaki eti bıçağıyla kesip bana yardım ederken çekildiğim bir fotoğraf. Dışardan çekilmişti.

Kaşlarım çatılırken öteki fotoğrafa geçtim.

Bu sefer Kuzey bey masada tek, camdan dışarıyı süzüyor. Muhtemelen o sırada ben telefonda Zühreyle konuşuyordum.Beni mahalleye gelmem için ikna ediyor. Doğan henüz beni bulmamış.

Diğer fotoğraflara da baktım fakat bir şey bulamadım.

Telefonunu elime alarak benimle alakalı o iki fotoğrafın resmini çektim.

Bir an makineyi yere fırlatıp parçalamak istedim.

Ama kendimi tuttum.

Delil elimdeydi.

Ne yaparsam yapayım, dikkatli olmak zorundaydım.

 

Makineyi kapattım, aynı dikkatle kutusuna yerleştirdim.

O an, Hâle’nin bana neden bu kadar çabuk güven duyduğunu, neden hayatımın içine bu kadar hızlı sızdığını anladım.

Her şey planlıydı.

Birinin planıydı. Belki de Doğanın.

Fakat oturmayan şeyler vardı. Doğana çalışsaydı beni çok daha öncesinde bulurdu. Altı ay beklemezdi. Ya da iyi ihtimalle Kuzeyde şuan yaşamıyor olurdu..

Allah korusun.

Başka biri vardı onu yönlendiren.

Yavaşça ayağa kalktım.

Ayaklarım yere mıhlanmış gibiydi ama ilerlemek zorundaydım.

Kendi içimde büyüyen öfkeyi bastırarak odadan çıktım.

Makineyi yerli yerine bıraktım.

Sanki hiçbir şeye dokunmamışım gibi.

Yakınımdan biriydi onu yönlendiren bulacaktım her kimse...

 

Saatlerce balkondaki sandalyenin üzerinde gecenin soğukluğuna aldırmadan oturuyordum.

Düşünmekten kafam duman altı olmuştu. Plan yapıp bozmaktan Bir hal olmustum. Hatta bir kaç dakika önce eve gelince Hâleyi dövmeyi bile aklımdan geçirmiş,prenses ruhumu uykusundan uyandırmıştım.

Sessizlik evin her köşesine sızmıştı. Hâle'nin kokusu hâlâ havada asılıydı, ama ben yalnızdım. Ve yalnızlık… düşündüğümden daha çok şey fısıldıyordu kulağıma.

Sokakta sadece birkaç arabanın motor sesi vardı. Tam o sırada sehpada ki telefon titredi. Birden her şey dondu.

 

Ekranda bir yazı 'Büyücü Bozuntusu'

 

Kalbim bir anlığına durdu sanki. Yüzümü buruşturdum.Onun beni araması… Bu, bir sınırın aşıldığı andı. Parmağımı ekrana götürdüm. Tereddüt ettim. Ama bastım.

 

“Efendim?”

 

Sesim yorgun, boğuk, ama temkinliydi.

 

Zühre’nin sesi ise sanki her zamanki gibi hiçbir boşluğu kaçırmayan, soğukkanlı bir netlikteydi.

 

“Umay,” dedi. “Beni aramıyormuşsun?"

Teklifini kabul ettiğimi çok daha öncesinde söyleyecektim fakat bir türlü ulaşamamıştım.

Alay etmiyordu. Sadece biliyordu. Bunu nasıl yaptığını anlamam mümkün değildi, ama sesindeki güven rahatsız ediciydi.

 

“Evet, aradım.” dedim, içimde yükselen huzursuzluğu bastırmaya çalışarak.

 

“Artık ne istediğim değil, senin neyi istemek zorunda kaldığın önemli." dedi. “Doğan seni köşeye sıkıştırdı. Hâle de sandığın kadar masum değil. Ve sen, bugün ilk defa gerçekten yalnız olduğunu hissettin.”

 

Yutkundum. Bu kadın, kelimeleriyle sinir uçlarıma dokunuyordu. Gücü her şeyi bilişi beni korkutuyordu.Bir yabancıydı ama aynı zamanda sanki zihnime kurulmuş bir gölge gibiydi.

 

“Hâleyi nereden biliyorsun ?” diye sordum. Sesim titrememeliydi ama titredi.

O muydu Hâleyle iş birliği yapan?

Bilmiyordum...

Zühre bir şey öğrenmek istese peşime adam takacak biri değildi. Onun felsefesi beni takip ettirmek değil yılan diliyle beni birşeylere mecbur bırakmaktı.

Zühre’nin sesi bir perde alçalttı. Daha tok, daha yakın geldi.

 

“Çünkü seni izliyorum demek isterdim ama gerçek şu: Sen zaten gözlerinin içinden dışarı bağırıyorsun. Korkuyorsun, Umay. Ve korkunun içinden geçmek için bana ihtiyacın var.”

 

Sustu. Ben susmadım.

 

“Teklifini kabul ediyorum.” Sözler ağzımdan öylece çıktı. Önce ben bile inanamadım. Ama sonra bir boşluk doldu içimde. O karanlık, yapışkan sessizlik yerini keskin bir netliğe bıraktı.

 

Zühre hemen yanıt vermedi. Bir nefes aldı önce. Ardından sesine tekrar o keskin zekâ hâkim oldu.

 

"Sen… kimsin gerçekten?” dedim fısıltıyla.

Sesim kendi ağzımdan çıkmış gibi değil de, başkasının merakını dile getiriyor gibiydi.

 

Telefonun ucundaki sessizlik büyüdü.

Bir an, hattın koptuğunu sandım. Ama sonra Zühre konuştu—yavaş, karanlıkta yankılanan bir suda dalgalar gibi.

 

“İsimler… geçicidir. Kökünü merak etmen gerekirken, bana takılan etiketi mi soruyorsun?”

 

Sanki ciğerlerimdeki hava yer değiştirdi.

Zühre devam etti, sesi şimdi daha tok, daha içimdeydi sanki.

 

“Bunu bilmek seni rahatlatacak mı sanıyorsun?”

Sesinde alay yoktu; yalnızca yorgun bir hakikat vardı.

“İnsanlar bana isimler taktılar, sıfatlar uydurdular. Medyum dediler, büyücü dediler,katil dediler, bazıları ise hiç konuşmadı… sadece gözlerini kaçırdı.Hakları da vardı bir bakıma.”

 

Yutkundum.

Bir yabancının sesi değildi bu. Sanki beni çok uzun süredir izleyen, her düşüncemin kökünü bilen bir bilge konuşuyordu.

 

“Neden şimdi?” dedim tekrar. “Neden ben?”

 

Zühre’nin sesi hafifçe değişti.

Bir rüzgâr esintisi gibi, ama içinde geçmiş zamanlar gizliydi.

 

“Çünkü bazı kişiler, kendi elleriyle kaderin ipini çekmeye cesaret edebilir. Sen onlardan birisin. Ama henüz bilmiyorsun... İçinde uyuyan şeyi.”

 

Nefesimi tuttum.

Uyuyan şey. O cümle içime çöreklenen bir karanlık gibi yayıldı.

“Büyü kitabının sayfası… gerçekten orada mı?” dedim, sesim ürkekti bu kez.

O sayfanın Doğanın evinde olmasının uçukluğuda çok tuhaftı.

Ama bir yandanda artık şaşırmıyordum...

O lanet karga her yere bırakmış olabilirdi onu.

 

“Sayfa,” dedi Zühre, “Sadece mürekkep ve parşömenden ibaret değil. O parça… seni kendine çağırıyor. Bir şey seni o odaya çekecek. Kapının gıcırtısı, eski bir dolabın arkasındaki tını, belki de gece rüzgârında kıpırdayan tek bir perde. Gözlerini açık tut.”

 

Karanlık daha da ağırlaştı.

Bu bir konuşma değil, bir uyarı gibiydi artık.

 

“Ne yapmam gerekiyor?” dedim.

 

“Kalbinle değil, içgüdülerinle gir o eve,” dedi Zühre. “Neyi aradığını bildiğini sanma. O seni bulacak.”

 

Telefon kapanmadan hemen önce, fısıltı gibi gelen son cümlesi tüylerimi diken diken etti.

 

“Ve bulduğunda, artık hiçbir şey senin eskiden olduğun kişi gibi olmayacak.”

Bölüm : 02.05.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...