63. Bölüm
yaren bayraktar / Vesvâs: Son Yok / 62.Bölüm

62.Bölüm

yaren bayraktar
yarenbay30

62.Bölüm: Kuşkular Üzerine

Elimden çıkardığım kartı uzattım. Parmaklarım sargılarla kaplıydı ama hâlâ titriyordu. Doğan’ın eli de benimki gibi sargılıydı. Dosyayı alırken ellerimiz hafifçe birbirine dokundu.

 

O anda, bir anlığına zaman durdu.

Parmak uçları, anıların gölgesinde sanki bir şeyleri arar gibi kıpırdamıyor ama duruyor da diyemem. Bu bir tanıma çabası mı, yoksa sadece zihninde bir kıvılcımı tutuşturan masum bir tesadüf mü, bilemiyorum.

 

Kuzey Bey’in sesi bir yankı gibi geliyor kulağıma ama anlamını kavrayamıyorum. Gözlerim hâlâ Doğan’ın yüzünde. Bakışları, bandajın üzerinden kayıp gözlerime ulaşırken yakalandığımı hissediyorum.

 

Bir anlığına her şey netleşiyor.

 

O an, tek bir bakışın binlerce kelimeye bedel olduğunu anlıyorum. Gözlerimiz buluştuğunda aramızda geçen her şey, her kelime, her bakış, her kaçış... hepsi aynı anda üstüme yığılıyor. İçimdeki panik, kelimelere dökülemeyecek kadar yoğunlaşıyor ama yüzümde hâlâ sakinmişim gibi duran o maskeyi koruyorum.

 

Doğan’ın dudakları kıpırdıyor ama söyleyeceği şeyi söylemeden önce duruyor. Sonra kartı yavaşça alıyor ve sargılı parmakları arasında çeviriyor. Sargılı elim hemen yanıma düşerken parrmağının bana değdiği yer hâlâ yanıyor. Gözlerini karttan ayırmadan konuşuyor.

 

Tekrar yüzüme bakmadı. Hatta sanki o dokunuş bile fazla gelmişti ona. Belki acıdı, belki çekindi... Bilemiyorum. Ama ellerimizin buluştuğu yerde bir şey vardı. Sıcak bir an mıydı, yoksa yalnızca hayal gücüm mü çalışıyordu, emin olamıyordum.

 

Fark etti mi? diye geçirdim içimden.

Yoksa sadece tesadüf müydü bu kısa temas?

Kartı avucunda çevirerek konuştu gözleri Kuzey’e dönüktü. Ama ben... ben o bakışın arkasında bir başkalık olduğunu hissettim.

 

Kendini toparlamıştı. Gözlerinde o eski boşluk yoktu. Ama bu, her şeyi hatırladığı anlamına gelmiyordu. Belki sadece zamanını doldurmak için yüzüne yeni bir maske geçirmişti. Belki de gerçekten daha iyiydi.

 

“Bazen eller daha çabuk iyileşiyor, değil mi? Kafa daha inatçı.”

Dedi Doğan hafif kaşlarini kaldırarak.

“Evet, fiziksel iyileşme daha kolaydır. Ruhsal olan zaman alır.”

Kuzey bey başını onu doğrulamak için salladı.

“Bazen hiçbir şey hatırlamamak garip bir huzur gibi. Ama bir yandan da... eksik hissettiriyor. Tuhaf bir çelişki.”

 

Söyledikleri kulağa tamamen normal geliyordu. Bir hasta, doktoruyla konuşuyordu işte. Ama sesi… tonu… hepsi biraz fazla bilinçliydi sanki.

 

Yine de şüpheye düştüm.

Hayır Umay,dedim içimden.

Sen kuruyorsun. Sadece biraz daha dikkatli konuşuyor. Hepsi bu.

 

Doğan gözlerini bana çevirmeden devam etti:

 

“Bu tür şeyleri yaşayan başka hastalar da olmuş mu? Yani... hiçbir şey hatırlamayıp yine de bir şey eksikmiş gibi hissedenler?”

 

Kuzey düşünceli bir ifadeyle.

“Olmaz mı? İnsan zihni karmaşık bir mekanizma. Unutsa bile, bazı boşlukları sezgiyle doldurur.”

 

Doğan başını yavaşça salladı.

“Demek ki boşlukları doldurmak bazen... hislerle oluyor.”

 

Sesi hâlâ sakindi. O kadar sıradandı ki… belki de sıradanlığın içinde bir şeyler gizliyordu.

 

Ben orada duruyordum. Bir şey söylemeden. Elimi geri çekerken sargının altında kalan o yanık yer biraz sızladı.

 

Ama içimdeki o başka yer… asıl orası daha çok acımıştı.

 

Doğan bir adım geri çekildi, dosyasını göğsüne bastırdı ve Kuzey’e dönerek konuşmayı bitirdi:

“İyileşmek zaman alıyor, biliyorum. Ama bir şeyleri zorlamadan ilerlemek daha iyi gibi geliyor.”

 

Kuzey başını salladı.

“Tam da yapmamız gereken bu.”

 

Doğan göz ucu bile olsa bana dönmedi. Ama giderken omzundaki o tuhaf gerginliği hissettim.

“Teşekkür ederim.”

Hadi ya! Teşekkür edebiliyormuydu?

Bu sözlerin altına gizlenmiş bir kuşku, bir sorgu, belki de bir suçlama var. Her şey olabilir. Yüzündeki ifade, o tanıdık maskelerden biri. Gülümsüyor ama gözleri gülmüyor. Gözleri konuşuyor ama kelimeler susuyor.

 

Kuzey Bey hafifçe başını sallıyor.

“Umarım faydası olur,” dedi. Sesi ciddi ama sakin. Belki de o da bir şeylerin farkında ama emin değil.

Ben ise orada kaldım..

 

“Ya her şey yalnızca benim kafamdaysa?”

Diye mırıldandı kendi kendine. Cevabını beklemedi bile kısa bir baş selamı ile arkasını dönüp uzaklaşmaya başlamıştı.

 

O gitse bile, bu konu kapanmamıştı.

Ve ben, içten içe şunu biliyordum.

Her şeyi hatırlamıyor olabilirdi.

Ama hiçbir şey de tamamen silinmemişti.

 

 

******

Kapının anahtarını çevirirken boğuk bir tık sesiyle birlikte içeriye girdim. Apartmanın loş koridorundan sonra evin içi olduğundan daha karanlık ve sessiz geldi. Sadece banyodan gelen su sesi var.

Sanırsam Hâle duşta.

 

Ayakkabılarımı yavaşça çıkardım, günün ağırlığı ayaklarıma, omuzlarıma yük olmuş gibi. İçimde hafif bir baş ağrısı zonkluyor ama daha çok kalbimdeki bir huzursuzluk tırnaklarını içime geçirmiş gibi.

 

Elimdeki çantayı koltuğun kenarına bıraktım. Evin havası biraz soğuk, pencere açık olmalı. İnce hırkamı sıyırıp koltuğa atarken gözüm mutfağa takılıyor.

 

Su içmeliyim, boğazım kupkuru.

 

Mutfaktaki adımlarım sessiz ama içimde bir uğultu var. Belki yorgunluk, belki içime çöken o tanımsız gerginlik.

Bu gerginliği bugün başıma gelenlere bağlıyorum.

Buzdolabını açıyorum, soğuk hava yüzüme vuruyor. Bir şişe su alıp kapağını çeviriyorum. Tam içecekken... bir ses.

 

Titreme sesi.

 

Mutfaktaki küçük masaya gözüm kayıyor. Hâle'nin telefonu masanın üzerinde duruyor. Ekranı yanıp sönüyor.

Başta çalıyor ama telefon titreşim modunda. İşime devam ediyorum.

Sonra telefondan ses kesiliyor.

 

Elimdeki bardaktaki suyu yarım yamalak içip tezgaha bırakıyorum. Sonrasından mutfaktan çıkmak için ayaklanıyorum.

Tam kapıdan çıkacakken ilk mesaj geliyor.

Ardından bir diğeri.

 

Ve sonra... bir tane daha.

Yavaşca geri dönüp masanın başına ulaşıyorum ellerimi geride bağlayıp telefona eğildim.

 

Ekrandaki isim gözlerimi yakar gibi oluyor.

-Kuzen-

 

Telefona gelen mesajların sıklığı... acelesi... sabırsızlığı... içime tuhaf bir şey oturtuyor.

Şuan yaptığım şey çok yanlıştı biliyorum ama duygularıma engel olamıyordum.

Kafamdan bir düşünce geçiyor. Bu kadar çok mesaj... Neden bu kadar sık?

Yaşadıklarımın psikolojimi kötü etkilediğini biliyordum.

Her şeye karşı kuşku duymam..

Kesinlikle önünü alamıyordum.

Derin bir nefes alıyorum.

Ellerimin bağını çözüyorum.

Telefonun ekranı hâlâ açık. Kilit devreye girmemiş. O birkaç saniyelik fırsat penceresi içinde mesajlar gözümün önüne seriliyor.

 

Kuzen: "Ne öğrendin?"

Kuzen: "Umay hâlâ yanında mı?"

Kuzen: "Bu gece konuşmamız gerek."

 

Kalbim göğüs kafesime sığmıyor sanki. İçimdeki kuşku kıpırdanmaya başlıyor.

 

Beni soruyor.

 

Kuzeni.

 

Daha önemlisi benden öğrenmesi gereken şeyler de var.

 

Gözlerim hâlâ ekrana kitlenmişken, su sesi banyodan hâlâ geliyor. O an zaman yavaşlıyor. İçimde çığlık çığlığa susan bir panik var.

 

Bir şeyler yanlış. Çok yanlış.

 

Telefonun ekranı sonunda kararırken ben hala aynı yerdeyim. Düşüncelerim ise her yerde.

 

Beni neden soruyor? Hâle bu kişiyle benim hakkımda neden mesajlaşıyor?

 

Birden geçmişe dönüyorum. Hâle'nin bazı garip davranışları geliyor aklıma. Özellikle son zamanlarda sorularının yönü, beni fazla yoklayışı, dışarı çıkarken telaşlı konuşmalar yapması.

 

Bir gün odasında konuşurken kapısını hızlıca kapatmıştı. O an aldırmamıştım. Ama şimdi...

Delirecek gibi hissediyorum.

Kuşku mu?

Paranoyaklık mı?

Delilik mi?

Mideme kramplar giriyor.

 

Kendi kendime, abartıyorsun Umay demek istiyorum ama bu mesajlar... öylece gözümün önünde parlayan o mesajlar, içime düşen gölgeyi susturamıyor.

 

Duş sesi kesiliyor. Banyodan metalik bir tıkırtı geliyor. Suyun ardından havlunun çekilme sesi, ayakların yere bastığını duyuyorum.

 

Zaman tekrar akmaya başlıyor.

 

Suyu kaptığım gibi mutfağın kenarına geçiyor, hızla bir yudum alıyorum. Sanki o birkaç saniye yokmuşum gibi.

 

Telefon hâlâ masanın üstünde. Eskisi gibi sessiz, sıradan. Ama artık değil.

 

Birkaç saniyelik fark, her şeyi değiştirdi.

 

O mesajlar, artık geri dönülemeyecek bir şeyin başlangıcıydı.

 

Kapı aralanıyor, buğulanmış aynanın ardından Hâle’nin sesi geliyor:

 

“Umay, geldin mi?”

 

“Hmm, geldim. Yeni mi duşa girdin?” diye sesimi olabildiğince normal tutuyorum.

 

“Yarım saattir sudayım, kötü bir gündü,” diyor iç geçiren bir tonda.

 

Aynı kötü gün... Ama bizim yaşadığımız farklıymış meğer.

 

Gülümsemeye çalışıyorum ama dudaklarımda bir gerilim var. Elimdeki suyu masaya bırakırken gözüm tekrar o telefona kayıyor.

 

Kendi telefonum cebimde. Ama şu anda elim en çok Hâle’nin telefonuna gitmek istiyor.

 

Sorgulamak istiyorum. Ama zamanı değil.

 

Şimdilik... sadece izlemeliyim.

Bölüm : 25.04.2025 22:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...