60.Bölüm: Güç Yarışları
İznim bitmek üzereydi. Ailemle çıktığım alışverişte pazarı neredeyse toplamıştık bile. Kredi kartım dibi görmüştü. Daha fazla fakirleşmemek için elimdeki poşetlerle onlardan ayrılmıştım.
Ayaklarımı pazarın kalabalık olmayan sokağına çevirdim fakat nereye adımlasam boğucu kalabalık beni tutuyordu.
Yarınlar yokmuşcasına yaptığım alışveris bana tüm olanları unutturmuştu. Yakında gidecek olmamda bende burukluk bıraksada orada korktuğum hiçbir şeyle karşılaşmayacağım içinde rahattım.
Alpaya ulaşamamıştım şu süre zarfında..Belliki bir sürede ulaşamayacaktım. İşin garip tarafı Zühre hanımda telefonları açmıyordu, annemin imrenerek söylendiğine göre tatile çıkmıştı.
İhtiyacım olduğunda kimseyi yanımda bulamıyordum. Ana yola ulaşırken kenardaki küçük şirin kafeyi gözüme kestirdim. Bizimkiler işlerini halledip gelene kadar burada oturabilirdim.
Alışveriş poşetlerini elimde sıkıca kavramış, gözümü diktiğim yere kaldırımdan hızlıca yürüyordum. Hava hafif serindi ama bu beni rahatsız etmiyordu. Güneş, binaların arasından çekilmeye başlamıştı, günün yorgunluğunu üzerime sinmiş gibi hissediyordum. Sessiz, sıradan bir gündü. Bundan kesinlikle memnundum.
Yol kenarındaki kafeye yaklaştıkça kenarda duran büyük siyah arabayı farkettim.
Aracın camları kapkaraydı. Ne içeriyi görebiliyordum ne de beni izleyen bir çift göz olup olmadığını. Önüne geldiğimi farketmeden arabanın kapısı açıldığında, refleks olarak bir adım geri çekildim. İçimden bir şey, yanlış bir durumun içine sürüklendiğimi söylüyordu ama belli etmemeye çalıştım.
Daha fazla incelemeden cafenin kapısına adımlarımı yönlendirdim.
Çok geçmeden ismin arkadan seslenildi.
" Umay hanım!'
Omuzlarımı bıkmışçasına bırakarak havaya sesli bir üfleme bıraktım. Bu duruma çoktan alışmıştım. Gün geçmiyordu ki başıma dertten kurtulmuyordu. Bıkkınlıkla sesin geldiği yöne döndüm.
İçerdekilerin hayatımı zehir eden adamlardan biri olmadığını biliyordum. Onların gelişleri daha olaylı oluyordu.
Şoför, uzun boylu, ifadesiz yüzlü bir adamdı. Ceketinin düğmesi kapalıydı, ayakkabıları neredeyse parlıyordu. Bir şey söylemeden arka kapıyı açtı ve başıyla içeri girmemi işaret etti. Ne bir selam ne bir açıklama. Sadece sessizlik.
Bir süre kıpırdamadan durdum. Kalbim ritmini değiştirmiş, sanki göğsüme tırmanmaya başlamıştı. İçeride ki kimdi? Bütün vücudum alarm veriyordu ama yüzüm belli etmeyecekti.
Başımı hafifçe yana eğip, küçümser bir tavırla sordum.
“Ne yani? Beni kaçırıyor musunuz?”
Şoför cevap vermedi, sadece bekledi. İçimdeki gerginliği bastırıp dudaklarımı sıktım. Birine haber vermeliyim, dedim kendi kendime. Ne olabilirdi ki en fazla? Daha başıma ne gelirdi ki?Bunu tek başıma halletmeliydim.
Gözlerim yavaşça açık kapıya kaydı. İçerisi loştu ama köşede oturan kadını fark etmem uzun zaman almadı.
Kadın başını yana eğdi. Gözleri dikkatle üzerimde dolaşıyordu, sanki her mimiğimi inceliyor gibiydi.
Bu kadınla hayatımın hiç bir yerinde karşılaşmadığıma veya onu görmediğime emindim.
Kim olduğunu bilmiyordum öğrenmek istemiyordum fakat bilmek zorunda kalacağıma emindim.
Gölge gibi oturmuş, tek kelime etmeden beni izliyordu. Yüzü ifadesizdi, ama o bakışlar… Bir avcının gözlerini andırıyordu.
İçimden küfrettim. Şimdi gitsem, beni rahat bırakırmıydı? İnsanlar burada olmasına rağmen, bu kadının bana ulaşmak için ne kadar ileri gidebileceğini tahmin etmeye çalışıyordum.Derin bir nefes aldım ve bir an bile gözümü kırpmadan içeri girdim.
Kapı arkamdan kapandığında, içeride keskin bir parfüm kokusu vardı. Soğuk deri koltukların üzerine oturdum ve poşetlerimi yan tarafa bıraktım. Orada, köşede oturan bir kadın vardı. Sert bakışlı, soğukkanlı.
Uzun, şık bir pardösü giymişti, bileklerinde pırlanta taşlı bir saat parlıyordu.
Siyah saçlarını ensesinde toplamış,yüzüne yaptırdığı bariz işlemler kırışıklarını kapatmıştı.
Beni süzüyordu.
Bense onu..
Tırnaklarımı avucuma geçirerek onun yüzüne baktım.
O, hafifçe gülümsedi. Ama o gülümseme, dostane değildi.
"Normalde bir yabancının arabasına binmem,” dedim. “Ama sanırım siz zaten yabancı değilim diyorsunuz.”
Kadın başını yana eğdi. Hafif bir tebessüm, ama içinde bir damla bile sıcaklık yoktu.
“Kaçmadın... Akıllı ve cesaretlisin.” dedi. “Daha ilk dakikadan.”
İlk cümlemi duymamazlıktan gelerek arabaya sorgusuz binmemi yorumladı.Tok bir sesi vardı ve tuhaf bir aksan. R'leri baskın çıkaramıyordu. Türk olduğu belliydi. Belli ki uzun süredir burada yaşamıyordu.
Bu cesaret değildi boşvermişlikti.
Sözüyle kaşlarımı çatıp ona baktım.
"Neden ? Kaçmamı gerektirecek bir durum mu var?” diye cevap verdim, sakin görünmeye çalışarak. Kim olduğunu elbet söyleyecektim ama önce haddini bilmeliydi.
“Henüz yok. Ama olur mu, bilemeyiz.”
Kaşlarım çatılmak yerine havalandı. Şaşkınlıkla..
"Hem önce teşekkür etmelisin, değil mi? Sonuçta, seni buraya almak için özel olarak uğraştım.”
Sorduğum soruyu görmezden geliyor. Benim sinir kat sayımı yükseltecek seviyede boş konuşuyordu.
Bir yandan içimdeki rahatsızlık büyüyordu. Kucağımdaki ellerimi yumruk yapıp çenemi kaldırdım.
"İnsanları yanıltmak gibi kötü bir huyum var.”
Sonra, sanki bundan hiçbir şey anlamamış gibi başımı eğerek düşündüm.
Kadın, gözlerini yüzümde gezdirdi.
“İnsanları yanıltmak…” diye tekrarladı. “İlginç bir yetenek.”
Sırtımı koltuğa yaslayarak hafifçe başımı yana eğdim. “Şimdi beni tehdit mi edeceksiniz yoksa önce kendinizi mi tanıtacaksınız?”
Diye tısladım dişlerimin arasından.
Kadın hafifçe güldü.
Ama o gülüşün içinde keskin bir bıçak gizliydi
Arabanın içindeki hava ağırlaşmıştı. Sanki kelimeler, havada asılı kalan duman gibi, yavaşça etrafımızı sarıyordu. Kadının söyledikleri kafamda yankılanıyordu.
"Bazı kayıplar… normal değildir."
Ve ikinci sorununda görmezden geldiğinin kanıtıydı bu. Kayıplar ne alakaydı diye kendime sordum içten içe. Belliki kelime oyunu oynayacak sorduğum soruları bir süre cevapsız bırakacaktı.
Dışarıdan sakin görünüyordum ama içimde bir alarm çalıyordu.
Madem oynamak istiyordu, istediği onun olmalıydı.
Oyun oynamaya alışkındım ama bu kadın başka bir seviyedeydi.
"Sizce hangi kayıplar normal değildir?" diye sordum, sesime hafif bir merak tonu ekleyerek.
Kadın başını hafifçe yana eğdi. "Bazen insanlar kaybolur ama yok olmazlar."
Gözlerimi kısmadan ona baktım. "Kaybolup da var olmaya devam eden biri mi arıyorsunuz?"
Kadın hafifçe gülümsedi ama bu gülümseme beni rahatlatmadı. "Bazı insanlar değişir. Eski halleri yok olur, geriye başka biri kalır."
Gözlerimi kaçırmadan, hafifçe başımı eğdim. "Değişim bazen gereklidir."
"Evet," dedi kadın. "Ama her değişim doğal değildir."
İçimde bir şey sıkıştı. Konuşma çok dikkatli ilerliyordu, ama her kelime ağırlığını hissettiriyordu.
"Sizi bana getiren şey tam olarak bu mu?" dedim sonunda. "Kaybolmuş ama yok olmamış birini aramak?"
Kadın bu kez yüzüme daha uzun baktı. "Belki de seni tanımak istemişimdir."
Gözlerimi kaçırmadan, dudaklarımı hafifçe büzdüm ve arabanın içinde göz gezdirdim.
"Beni tanımak için fazla zahmetli bir yol."
Kadın gülümsedi. " Gösterişciyimdir. Sıradan yöntemler sevmem."
Onun her kelimesinin ince hesaplanmış olduğunu fark ettim.
Oyun oynuyordu. Bunu çoktan anlamıştım. Ama amacı neydi ve en önemlisi kimdi?
Yumruk olan ellerimi açarak dizimde birleştirip hafifçe öne eğildim. Sıra bendeydi o zaman.
"Sizce… insan en çok ne zaman merak eder?"
Kadın başını yana eğdi. "Bildiğini sandığı şeyin gerçek olup olmadığını sorguladığında."
Bu kadın beni gerçekten bir şeyleri merak ediyordu ama neden,neden ben?
"O zaman bir soru daha," dedim. "Beni gerçekten tanıyor musunuz, yoksa yalnızca hakkımda bir şeyler duydunuz mu?"
Kadın gözlerini kırpmadan yüzüme baktı.
"Sana kendini anlatma fırsatı veriyorum. Bence bu, bir lütuf sayılabilir."
Kendi içimde gülümsedim ama dışarıdan belli etmedim. Güç oyunlarıydı bunlar.
"Size kendimi anlatmam için önce kimsiniz, onu bilmem gerekir."
Kadın gözlerini hafifçe kıstı.
"Kimin kim olduğunu bilmek bazen yanılgıdır, Umay."
Adımı söylediğinde bir an için içimde bir kıpırtı oldu.
Oyun kızışıyordu.
"Peki," dedim. "O zaman siz bana ipuçları verin. Kim olduğunuzu sizin sözlerinizden anlamaya çalışayım."
Kadın bir süre sustu. Sonra, sanki çok eski bir sırrı hatırlıyormuş gibi, gözlerini uzaklara dikti.
"Ben... bir şeyi kaybettim. Ama kaybettiğim şey tamamen yok olmadı. Sadece benden uzaklaştı."
Bunu söylediğinde içimde bir şey şiddetle yankılandı.
"Ve senin…" Kadın gözlerini tekrar bana dikti. "O uzaklaşan şeyi gördüğüne inanıyorum."
İçimdeki sessizlik, bir çığlık kadar gürültülüydü.
Kadının kim olduğunu artık az çok tahmin ediyordum.
Ama asıl mesele, onun benden tam olarak ne istediğiydi.
“Tanışalım." dedi, elini hafifçe kaldırarak. “Ben Doğan’ın annesiyim.”
Kalbim, anlık bir boşluğa düştü.
Tanıdığı olduğunu anlamıştım fakat annesi olma ihtimali aklımdan hiç geçmemişti. Benzemiyorlardı bile.
Ailesinin konusu hiç açılmamış kim oldukları hakkında pekte bir fikrim yoktu.
Ama yüzümde tek bir kas bile oynamadı.
Bunu nasıl kullanabileceğimi düşündüm. Hangi kelimenin onu nasıl yönlendireceğini…
Uzattığı elini görmezden geldim o da çok üstelemedi zaten.
Sonra başımı hafifçe yana eğerek, sanki bu bilgi ilgimi ancak biraz çekmiş gibi yaptım.
Gözlerimi kırpıştırdım.
Bu sefer gözlerini gözlerime dikti. Artık oyun oynamıyordu.
"Oğlumun başına ne geldiğini biliyor musun, Umay?"
Hangi konuda..Doğanın başına çok şeyler gelmişti bilerek veya bilmeyerek benim elimden.
Hangisini soruyordu?
Bu sefer kaçamak cevaplar vermedim. Arabanın içindeki hava, boğucu bir ağırlık kazanmıştı.
"Doğan’ın hafızasını kaybettiğini duydum." dedim, sesimi dengede tutarak.
O başını yavaşça salladı. "Evet oğlum son iki senesini hatırlamıyor. Ne tesadüfse tamda senin onun hayatında rol oynadığın bir zaman dilimi bu..."
İçimde bir şey sıkıştı. Yüzüme herhangi bir duygu yansıtmamaya çalıştım ama dikkatle beni inceliyordu.
"Bu ne anlama geliyor?"
"Bilmem. Bende bu sorunun cevabını sana sormaya geldim."
Ses tonu sertleşti.
Sessizlik. Arabanın içinde, kelimelerden daha ağır bir şey vardı.
"Oğluma ne yaptın, Umay?"
Bu soru bana ilk defa yöneltiliyordu ve sorunun pek çok cevabı vardı.
Yaptığım büyümü, yoksa benim yüzümden geçirdiği kazayımı düşünmeliydim?
Tonundaki sertlik, suçlayıcı bir anne refleksi değildi. Boş bir şüpheyle buraya gelmemişti. Bir şeyler biliyor ya da tahmin ediyordu.
Ama ben de altta kalacak değildim.
Gözlerimi hafifçe kıstım. “Eğer oğlunuzun hafızasını kaybetmesine sebep olan kişi ben olsaydım… burada, sizinle, bu arabada olur muydum?”
"Bazen insanlar kendilerini akıllı sanarak hata yapar," dedi, sesi hâlâ pürüzsüzdü ama bir kaya kadar sertti. "Ve ben hata yapan insanları hiç sevmem."
Gözlerimi kaçırmadan karşılık verdim. "Bu konuda hemfikiriz."
Kadın derin bir nefes aldı, ardından vücudunu azıcık geriye yasladı.
Bana biraz daha yaklaştı. "Sıradan bir insan olmadığını biliyorum, Umay.Bunu hissettiriyorsun."
Nefesimi tuttum ama yüzümü taş gibi sert tuttum. "Ne demek istiyorsunuz?"
Ayfer başını hafifçe yana eğdi. "Sadece şunu bilmeni istiyorum: Oğlumu kaybetmem. Onu geri alırım."
Arabanın kapı şoför tarafından geri açıldı. Belliki sona yaklaşmıştık ve inme vaktim gelmişti.
Arabanın içindeki hava soğudu sanki fakat bu soğukluk atmosferde değil kurduğu cümlelerdeydi.
"Ve eğer onun başına gelenlerde senin bir payın varsa," dedi gözlerini benden kaçırmadan, "Bunu öğreneceğim."
İlk kez içimde hafif bir ürperti hissettim. Ama korkuya dönüşmesine izin vermedim.
Gözlerimi kırpmadan cevap verdim.
Yüzüne karanlık bir gülümseme yerleşti. "Bazen en masum görünenler, en büyük günahkârlardır." dedi yutkundum ama içimde hafif bir titreme hissettim.
Çantalarımı alarak kapıdan dışarı adım attım ne dediğini umursamazca fakat cümlelerini de cevapsız bırakmadım. İnsanların bana baktığını umursamadan omzumun üzerinden ona kısa bir bakış attım.
"Öyleyse öğrenin. Ama öğrendiğiniz şeyleri kaldırabilecek misiniz, onu bilemem."
Biraz önce alıkonduğum cafenin içine adımladım.
Masumiyeti oynamak her zaman kolaydı…Bunu herkes yapardı ama onun gibi insanlar, yalanın kokusunu almayı iyi bilirdi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
25.2k Okunma |
1.68k Oy |
0 Takip |
74 Bölümlü Kitap |