Riccardo’nun aklı, ruhu adeta parçalanıyordu. Kafayı yememek elde değildi; kesinlikle sınırdaydı. İçinde fırtınalar kopuyor, ama dışarıya tek bir damla gözyaşı bile düşerken siniri adeta patlamaya hazır bir bomba gibi yerini koruyordu. O kız... O kızla ne yapacağını, nasıl davranacağını, hangi kelimelerle yıkacağını ya da iyileştireceğini bilmiyordu.
Kasten üzmüştü onu. Gözlerindeki o yalana karışmış şüpheyi, kırılganlığı görmek istemişti. Ama aklında, yüreğinde oturması gereken parçalar birbirini tutmuyordu. Kendi kendini kandırmak istese de, ne kadar zorlasan da zihninde bir türlü tam yerleşemiyordu o düşünce.
Bakışlarını onun gözlerine diktiğinde yalansız, saf bir gerçeklik vardı orada. Ama Riccardo, artık o kadar çok aldatılmış, o kadar çok hayal kırıklığı yaşamıştı ki, birilerine güvenmek, hayatını onlara bağlamak, onu bir ölümle eşdeğer bir uçuruma sürüklüyordu.
İçine saplanan o kurşun, kalbinde iz bırakıyordu. Kurşun, öylesine derinden saplanıyordu ki, nefes almak zorlaşıyordu. Ölüyordu. Hem de yaşarken.
Riccardo, sevdiği kızı bırakıp giderse, kalbinin onunla parçalanacağını biliyordu. Ölümden kaçmak mümkün değildi. Korkuyordu. Ama korkusunu saklıyordu. Kimse görmesin diye, kimse anlamasın diye.
Oysa Peri kızını seviyordu. Bunu biliyordu. Ama sevgi, bazen en çok zarar verirdi. Bu gerçek, acı, yıpratıcıydı.
Riccardo’nun zihninde birden kızı düşündü: Adının anlamı neydi acaba? Kırdığı o küçük kalbin adı… Bu anlamsız düşünceye kızdı kendi kendine. O an, içindeki karmaşadan kaçmak için kendini başka bir odaya attı, kapıyı arkasından sertçe kapattı.
Riccardo, sadece eşofman altını giymiş, üstü çıplak halde aşağıdaki spor odasına adım attı. Soğuk beton zeminin serinliği derisini okşarken, içindeki fırtına çok daha sıcak, çok daha yıkıcıydı. Kendini dövmek istiyordu; öfkesini, acısını, çaresizliğini somutlaştırmak istiyordu.
Kum torbasının karşısına geçtiğinde, yumrukları sanki tüm dünyayı vuruyordu. Her darbe, kalbinin ritmiyle uyum içinde, sinirle ve öfkeyle defalarca torbaya çarptı. O an orada ne kadar öfkesini kusmaya çalıştığını, ne kadar kırgın olduğunu, sadece o odada o an Riccardo biliyordu. Başkaları için görünmezdi o acı.
Ama aklından o kızın yüzü bir saniye bile silinmiyordu. Gözlerinin önünden gitmiyordu. O yüzle gelen o derin üzüntü, yeri geldiğinde onu gözyaşlarına boğuyordu. Duyguları kontrolden çıkıyor, adeta deli gibi düşüncelerin girdabında savruluyordu.
"ÖLDÜRÜYORSUN!" diye kükredi boğazı yırtılırcasına. "AKLIMI DA, KALBİMİ DE ÖLDÜRÜYORSUN!" Sesinin titremesi öfkesini, çaresizliğini yansıtıyordu.
O yüzü aklından çıkaramıyordu. Tek bir damla gözyaşı dökmek bile içini paramparça ediyordu. Riccardo, kendini sevgiyle, aşkla, kırgınlıkla, öfkeyle dolu karmaşık duyguların içinde buluyordu. Aşık olduğunu bu kadar derinden hissettiği için kendine kızıyordu.
Aşk… Zehir gibiydi. Kalbinin derinliklerinde önce tatlı, huzur veren bir melodi gibi çalıyor, sonra usul usul bedenini, ruhunu sarıyor, sonunda ise acı verip, öldürüyordu.
Ama aşkın bir panzehiri vardı; sevgi, değer görmek… Bunlar iyileştirir, öldürmezdi. Ancak o panzehiri bulmak, öyle kolay değildi. Neredeyse imkansızdı.
Riccardo daha fazla dayanamadı. Terli, yorgun ve bitkin halde yukarı çıktı. Ayakları sanki kendi başına hareket ediyor, o da bir kukla gibi itiliyordu.
Bir anda kendini Peri kızının odasında buldu. Kız, masum ve savunmasız, sırtı ona dönük bir şekilde derin uykudaydı. Üzerini örtmeden, üşüdüğü her halinden belli olan küçük kızın varlığı, Riccardo’nun kalbinde hem yumuşak bir yer hem de tarifsiz bir yük oluşturuyordu.
“Salak Peri kızı,” diye fısıldadı kendine, kırgın ama bir o kadar da sevgi dolu. Elindeki havluyu kenara bırakırken yavaşça uyuyan kızın yanına yaklaştı. “Allah güzelik vermiş, ama beynini unutmuş,” diye mırıldandı, hem kendine hem de o büyülü uyuyan kızı izlerken.
(Evet, Riccardo Müslümandı. Nedenini sormayın, ben de bilmiyorum.)
Konuşurken sesi neredeyse fısıltıydı; Peri kızının uyanmasını kesinlikle istemiyordu. O huzurlu uykusunu bozmak, o masum anı kırmak istemiyordu.
Kızın üzerini yavaşça örttü, dokunuşu nazikti, sanki kırılacak bir cam parçasına dokunur gibi. Terden ıslanmış vücudunun temizlenmesi gerekiyordu; bir duş şarttı ama o an onu izlemek, o anı yaşamak, Riccardo’ya yetiyordu.
Peri’nin uyuduğu yatağın yanına sessizce geçti. Sırtını duvara yasladı; odanın sakinliğinde kendi nefesini duyabiliyordu. Bir bacağını yere doğru uzattı, diğerini ise kendine doğru çekti. Kolunu nazikçe, adeta koruyan bir kalkan gibi, o bacağına doladı.
Kızın saçlarının uçlarına baktı; gece boyunca dağılmış, yumuşak bukleler… Sonra yüzüne çevirdi bakışlarını. O ciltte, o uykuda, o masumiyette saklıydı tüm dünyanın yükü.
"Yıldız dizer gibi… özellikle dizilmiş yüzündeki ciller," diye mırıldandı Riccardo, kelimeler dudaklarından sessizce süzülürken.
“Özür dilerim,” dedi Riccardo, sesini neredeyse fısıltıya indirerek. Tekrar tekrar, bir ritim tutturur gibi. “Özür dilerim Peri kızı.” Sonra bir kez daha, daha ağır, daha anlamlı: “Gözünden düşen o gözyaşı için özür dilerim.”
Kız uyanana kadar bu sözleri tekrarladı durdu; sanki o gözyaşını silmek, o acıyı geri almak istercesine. İçinde bir yerde, o gözyaşını döktüğü için kendine kızıyordu; ama bu kızdı, onun karşısında duran, kırılgan Peri kızı, sinirini boşalttığı kişi.
Kız kıpırdanmaya başladığında hemen doğruldu. Dolabının önünde, sanki kendine kıyafet seçiyormuş gibi davranarak hızlıca üstünü giyindi; ama gözleri hâlâ endişeli, ruhu hala parçalanmıştı.
Lavinia’nın Anlatımıyla
Uyandığımda, uyanmak için bir sebebim yoktu aslında. Gözlerimi birkaç kez kırptım, dünyaya tekrar alışmaya çalışıyordum. Tam kendime gelmek üzereyken, görüş alanıma giren Riccardo’nun varlığı beni aniden ürküttü.
Sırtı bana dönük olduğu için ilk başta onun olduğunu anlamamıştım, o yüzden korktum. Fakat o olduğunu fark ettiğim anda o anlamsız korku, yerini başka bir duyguya bıraktı; garip bir rahatlama, belki de şaşkınlık.
“Tüm aklımı aldın,” dedim, ters ters ona bakarak. Sonra üzerinde hiçbir şey olmadığını, bana döndüğünde fark ettim ve içimde tuhaf bir karışım belirdi; utanma, şaşkınlık ve garip bir çekim.
“Benim aklımı ve kalbimi almana sayarsın,” dedi.
Bir şeyler mırıldandı ama ne dediğini tam duyamadım. Az önce söylediği her söz, kalbime yeniden saplanan küçük bir bıçak gibiydi. Gözlerine baktım; o yemyeşil gözler bana buz gibi bir tepkiyle bakıyordu. Duygusuz, tepkisiz.
Annemi istiyordum. Onun bir mezarı yoktu. Cesedinin nerede olduğunu bilmiyordum. Bulmalıydım onu, ne pahasına olursa olsun.
Ya kardeşim? Kardeşim neredeydi? O annesiz yaşayamazdı. Annem olmadan yapamazdı. O ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlıydı, kopmaz bir zincirdi. Ve ben, zincirin bir parçasını kaybetmiştim.
Annemin öldürüldüğünü nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Ya kardeşim biliyor muydu? O acıyı nasıl taşıyordu? O sorular zihnimde yankılanırken, boğazım düğümlendi.
“Riccardo.” Dedim aniden, sesim titrek ama kararlı.
Bana baktı. Gözleri buz gibiydi, donuk ve uzak. Ona baktığımda, içimde bir soğukluk yayıldı. Üşüyordum, ama o soğukluk sadece dıştan değildi.
“Ne oldu?” diye sordu, sesinde isteksizlik vardı. Gözlerini bana dikmekten kaçınıyordu, sanki bana bakmak ona acı veriyordu.
“Kardeşime gitmem gerek.” Dedim, kelimelerim kısa ve kesin.
Hiçbir şey söylemedi. Yüzüme bakmadı bile.
“Gidemeyeceğine göre?” dedi sonra, soğuk ve meydan okurcasına.
“Kim engel olacak buna? Ona ihtiyacı var.” Sesim, içimde büyüyen çaresizliği saklamaya yetmiyordu.
“Kardeşinin hain bir ablaya mı ihtiyacı var?” diye alay etti.
“Ben sana bir şey yapmadım. Salakça, saçma sapan konuşuyorsun.” Dedim, öfke ve kırgınlık birbirine karışmıştı. “Riccardo, ben tanımadığım birine neden hainlik yapayım?” Kendi bacağımı gösterdim, o yara izlerini. “Neden arabaya çarpayım? Neden kendimi bu halde tutayım?”
“İhanette neden aramak aptallıktır.” Dedi soğukkanlılıkla ve kapıyı ardına kadar açarak çıktı. Uzaklaşan adım sesleri kulaklarımda çınladı.
Madem gitmeme izin vermiyordu, o zaman kaçardım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.52k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |