9. Bölüm

8. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Gözlerimi ilk açtığımda, odanın tavanından süzülen keskin beyaz ışık gözlerimi yaktı. Işığın geldiği yöne istemsizce kaşlarımı çatarak baktım, sonra başımı yavaşça başka tarafa çevirdim. Göz kapaklarım hâlâ ağırdı ama en çok bedenimi saran sıcaklığı hissettim.

Belimde dolanmış bir çift kol…

İlk anda içime sert bir korku yayıldı. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Gözlerim panikle yan tarafa kaydı. Ve işte o anda... Riccardo’yu gördüm.

Yanımda, kollarını bedenime dolamış, yüzünü boynuma gömmüş hâlde uyuyordu. Nefesi, boynumda ritmik ve sıcak bir şekilde geziniyordu. Büyük, güçlü bedenine kıyasla ben... onun yanında bir çocuk gibi kalmıştım.

Kafası tam boynumun kıvrımına yaslanmıştı. Elinin içinde bir şey vardı; bir kağıt ya da not gibi... ama onu fark edecek kadar bile zihnim net değildi henüz. Tüm dikkatimi yüzüne verdim.

Yüzü uyurken bile sertti. Kaşlarının arasında o alışıldık çizgi yine vardı. Ama bir yandan da huzurlu görünüyordu. İçinde bir savaş varken bile bana böylesine yakın olması garipti.

Kımıldamaya çalıştım, yavaşça kollarından sıyrılmak istedim. Ama o, uykunun içinde bir homurtu çıkardı ve kollarını daha da sıktı bedenime.

Donakaldım.

Nerede olduğumu bilmiyordum. Hangi şehirde, hangi ülkede olduğum bile muammaydı. Ama emin olduğum tek şey vardı: Bu adam beni bırakmıyordu.

“Riccardo…” diye fısıldamayı düşündüm ama tam o sırada, göz kapakları aralandı. Gözleri yavaşça açıldı. Baktı bana, hâlâ tam uyanmamış gibiydi.

“Hadi ama Peri Kızı… Bu kadar kıpırdanmak zorunda mıydın?” dedi İtalyanca, mırıldanır gibi.

Şaşkınlıkla gözlerinin içine baktım. Sonra o kendine gelip bana daha dikkatle döndü.

“Peri Kızı?” diye sordu bu kez İngilizce. “İyi misin?”

Kafa sallamakla yetindim. Düşüncelerim karmakarışıktı.

Odayı incelemeye başladım. Yüksek tavanlı, gösterişli ama karanlık renklerle döşenmiş bir yerdi. Koyu gri perdeler yarı aralıktı, gün ışığı süzülürken bile odanın havası loş ve ağırdı. Her şey pahalı ve şık görünüyordu ama aynı zamanda soğuktu. Bu odada ilk defa gözümü açıyordum ve bu yabancılığın içinde boğulacak gibiydim.

Yatağın karşısında eski bir şömine vardı, üstü parfüm şişeleri ve birkaç kitapla doluydu. Zeminde ağır bir halı seriliydi ama hiçbir şey bana tanıdık gelmiyordu.

Aklımda hâlâ annemin o hali… O an, hâlâ gözümün önünden gitmiyordu. Yattığı yerdeki cansız bedeni…

“Neredeyim ben?” diye sordum, sesim çatallaşmıştı. Riccardo bana dikkatle baktı, sanki zihninde bir şeyler tartıyor gibiydi.

Ama sonra beklemediğim bir şey oldu.

Yüzündeki ifade değişti. Sertleşti.

“Niye yaptın?” dedi bir anda. Sesi duyulmayacak kadar sakin ama tehditkârdı.

Kaşlarımı çattım, ne dediğini anlamamıştım.

“BLACK ile bağlantın ne?” diye sordu bu sefer.

İçimde bir yer titredi.

Ben sadece uyanmıştım… ama belli ki onun için uyanmam bile şüpheliydi.

Duvarda yazan o not… “Daha yeni başladık. BLACK :)”

Aklıma o geldi. Belli ki Riccardo ondan bahsediyordu. Ama benim bu BLACK denilen kişiyle hiçbir bağlantım yoktu. İsmini bile ilk defa duyuyordum.

“Ne bağlantısından bahsediyorsun?” dedim sessizce. Sesim titredi. Kalbim, boğazıma çıkmıştı sanki. Gözlerimi yüzüne diktim ama ne aramam gerektiğini bile bilmiyordum artık.

Bir süre baktı bana. Bakışlarının içi karışıktı. Sorgulayıcı, kırgın ve bir o kadar da öfkeli.

“Onun cevabı sende, Peri Kızı.” dedi. Tonu yumuşak gibiydi ama kelimeler bıçak gibiydi. Ne dediğini anlayamıyordum. Algılarım hâlâ bulanıktı. Başım ağrıyor, kalbim çarpıyordu. Neredeydim, kimdim, neyle suçlanıyordum… her şey bir sis perdesinin ardındaydı.

“Riccardo, gerçekten ne dediğini anlamıyorum. BLACK diye birini tanımıyorum bile.”

Gözlerinde o an bir kararsızlık gördüm. Sanki bana inanmak ister gibiydi… ama sonra gözlerini kırpıştırıp bakışını yere çevirdi. Kendi içindeki o inanan tarafı susturmuştu.

Başını iki yana salladı, pes etmiş biri gibi.

“Hain o, Riccardo…” dedi İtalyanca.

Beni hâlâ bu dili bilmediğime inandırmıştı kendini. Ama o an ne söylediğini çok net anladım. Kelimeleri değil, yargıyı hissettim içimde. “Hain”... Ağır bir kelimeydi. Zehirliydi.

Ama neye dayanarak böyle diyordu? Ne yapmıştım? Onun yanında olmak dışında… Ne gibi bir hainlik yapabilirdim?

“Anlamıyorum seni Riccardo.” dedim boğuk bir sesle. Gerçekten anlamıyordum. Sözlerini, niyetini, bu suçlamaların kaynağını… hiçbirini anlayamıyordum.

“Sus.” dedi, sesi bu sefer daha sertti. Şaşkınlıkla başımı kaldırdım. “Konuşma.”

Sesi buz gibiydi bu kez. Gözleri, beni yakacak kadar keskindi. Bakışlarının altında ezildiğimi hissettim. Kalbimin üzerine taş gibi çöktü o bakışlar. Ne yaparsam yapayım, bana inanmayacak biriyle baş başa kalmıştım.

Gözlerimi kaçırdım. Ayaklarımın ucuna baktım. Alçıdaydı… kırıklarım yüzünden sarmalanmıştı. Bununla yürüyebilir miydim, bilmiyordum. Ama bir an önce bu evden, bu bakışlardan, bu sessiz ama yargı dolu odadan çıkmam gerektiğini hissediyordum.

Bu bir yabancı evdi. İçinde bir yabancı adam vardı. Ve ben, onunla aynı yatakta uyanmıştım kendi isteğim dışında. Ne zaman getirilmiştim, ne zaman uyumuştum, hiç hatırlamıyordum.

Sınırlarım zorluydu. Kafam zonkluyordu. Riccardo'nun sessizliği ve suçlayıcı bakışları ise beni içeriden çürütüyordu.

Yerdeki soğuk, kemiklerimin içine yürüdü sanki. Diğer bacağımı ise elimle yavaşça kavrayarak yere bıraktım. Sanki bedenim değilmiş gibi yabancı, sanki canımın her kıpırtıda içimden bir şeyleri eksilttiğini hissediyordum. Dizlerimdeki titremeyi bastırmaya çalışarak doğruldum. Kalbimle değil, gururumla hareket ediyordum artık.

"Her şey için teşekkür ederim. Ben... artık gitsem iyi olur." Sesim ne kadar sabit çıkmaya çalışsa da içindeki kırıklıklar duyuluyordu. Riccardo bana baktı. O an omzuma bir kar tanesi düşmüş gibi irkildim ama ona dönüp bakmadım. Göz göze gelirsem düşerim sandım.

Gerçekten beni bir hain olarak mı görüyordu? Yutkunduğum nefesim boğazımda kaldı. O an içimde bir yer sessizce parçalandı. Ben... öyle biri değildim. Hiçbir zaman olmadım. Ama o buna inanmadıysa, benim inandırmam neye yarardı? Yine de... isterdim. Onu ikna etmeyi. Gözlerinin içindeki öfkeye uzanıp, orada bir parça güven bulmayı... Her şeyden çok isterdim.

Bir an durup kendimi dinledim. Neydi bu çabanın kaynağı? Daha önce hiç tanımadığım, belki bir daha asla tanımayacağım bu adama… Kendimi neden ispatlamak istiyordum? Neden onun gözünde temize çıkmak bu kadar önemliydi? Bilmiyordum. Cevabım yoktu. Sadece içimde bir boşluk vardı. Uçurum gibi. Adını onun sustuğu yerden alan bir sessizlik gibi.

Ayağa kalktım. Gözlerim onunkini buldu. İçinde yanan öfkeyi ilk kez bu kadar net gördüm. Ve sonra o cümle… "Gerçekten seni bırakacak olduğumu sana düşündüren nedir?"

Sözleri havaya değil, doğrudan kalbime saplanmıştı. İçimde bir şey irkildi. Anlam veremedim. Kaşlarımı çattım. Boğazımdan tek kelime süzüldü: "Anlamadım?"

Sesim fısıltı gibi, ama içinde küçük bir fırtına vardı. Ne saçmalıyordu bu adam? Beni bırakacak olan bendim. Ama galiba... biz aynı hikâyenin farklı yerlerinde yürüyorduk.

"Hiç bilmediğin bir ülkenin içinde yalnız kalmana izin vermem. Ve aynı şekilde… düşman olarak gördüğüm birinin cezasını kesmeden de arkamı dönmem," dedi Riccardo.

Sesi öyle sakindi ki tüylerim ürperdi. Sanki kelimeleri dudağından değil, buzdan bir bıçak gibi çıkarıp ruhuma saplıyordu. Gözleri kıpırtısızdı; içinde ne bir öfke, ne bir merhamet… Sadece sessiz, karanlık bir boşluk vardı.

Göz göze gelmemeye çalışarak sordum: "Beni… nereye getirdin sen?"

Sorunun ağzımdan çıkışıyla birlikte ciğerimde bir daralma hissettim. Boğazım kurumuştu. İçimde tarif edemediğim bir tedirginlik büyüyordu.

Riccardo gözlerini gözlerime kenetledi. Hiçbir duygu geçmedi yüzünden. “İtalya’ya,” dedi.

Sanki dünya durdu.

Ayaklarımın altındaki zemin bir anlığına kaydı sanki. İçimde, karnımın tam ortasında bir ağırlık oluştu. O ismi duymak bile midemi bulandırmaya yetmişti. Yutkundum, ama o düğüm boğazımdan inmedi.

"Neden?" dedim, gözlerim büyümüş, sesim boğuktu"Niye yaptın böyle bir şeyi?"

Bomboş gözlerle baktı bana. Sanki söylediğim hiçbir şey onun için bir anlam ifade etmiyordu. Derin bir nefes aldı, omuzlarını küçümseyen bir tavırla silkti.

“Burada yaşıyorum çünkü.”

Cümle basitti. Ama bendeki etkisi, bir binanın çökmesi gibiydi.

“Ben burada mı yaşıyorum Riccardo?” dedim. Gözlerim dolmuştu ama ağlamıyordum. Sadece sesim çatlamıştı. “Annem… kardeşim… evim… Her şeyim orada kaldı benim. Her şeyim.”

Konuşurken yavaş yavaş geriye doğru çekildim. Göğsüm yükselip iniyor, kalbim sanki göğüs kafesimi parçalayıp dışarı çıkmak istiyordu. Ama Riccardo?

Bir heykel gibi...

Bakışları üzerimde, ama duyguları gizliydi.

“Annen öldü.”

Zaman durdu.

O an bedenim bir taşa dönüştü sanki. Nefesim kesildi, içimden biri ipleri kopardı. Kulaklarım uğulduyordu. Evet, gözümle görmüştüm onu. Ama bunu bir başkasının, hele ki Riccardo’nun dudaklarından duymak… Başkaydı. Sözleri hançer gibiydi, keskin, soğuk ve derin.

Bir şey söylemeye çalıştım ama dudaklarım kımıldamadı.

Ardından bir cümle daha geldi.

"Kardeşin kayıp."

Bu sefer sesi daha vurguluydu. Kelimeleri bilerek sertleştiriyor, beni kırmaya çalışıyordu. Farkındaydım. Ama buna hazır değildim.

İçimdeki tüm duvarlar tek tek yıkıldı. Gözlerim Riccardo’nun gözlerinde bir sebep, bir iz, bir pişmanlık aradı. Yoktu.

O ise sadece… izliyordu.

Daha sonra ceketinin iç cebine uzandı. Soğukkanlı bir şekilde telefonunu çıkardı. Ekranına birkaç kez dokundu, ardından bana döndü. Sessizlik, bir anda içimi delen bir uğultuya dönüştü. Videoyu açtı.

Ekranda… bizim ev vardı. Alevler içinde. Tavan çökmüş, pencerelerden simsiyah dumanlar yükseliyordu. Her şey… cayır cayır yanıyordu.

Boğazımda bir düğüm oluştu. Gözlerim videoya kilitlendi ama görüntüyü zihnime almak istemiyordum. Ellerim titremeye başladı.

"Evini ben yakmadım," dedi, sesi duvar kadar soğuktu. "Ama evin de yanmış."

Birkaç adım bana doğru geldi. Ayak sesleri bile kalbime bastı sanki. Yüzünü yaklaştırdı, nefesi burnuma değecek kadar yakındı artık.

"…Ama ben yakmayı çok isterdim."

O cümle içime yanan bir ok gibi saplandı. Söz değil, işkenceydi. Bir damla yaş süzüldü gözümden.

Yanağımdan süzülen o gözyaşını o da gördü. Gözleri, yanak çizgimde iz bırakan yaşa kaydı. Gözbebeklerinde kısa bir an… sadece bir an, bir şey kıpırdadı. Sanki bir parça pişmanlık kalbinin köşesine uğramıştı da hemen kendini toparlamıştı. Sertçe yutkundu.

Ama hemen ardından gözlerini kaçırmadan geri çekildi. Buz gibi, karanlık hâline döndü.

"Hain olan bir kızı da bırakmam," dedi.

Kelimeler beynimde çınladı. Yüzüne boş gözlerle baktım. Göğsüm daraldı, kalbim sanki kırık kaburgamın içinde atıyordu.

"Ne haininden bahsediyorsun?" dedim, sesim titriyordu. "Hiçbir şey yapmadım ben."

Bana uzun uzun baktı. Sadece baktı. O bakışın içinde inançsızlık da vardı, öfke de, delice bir şey daha… Adını koyamadığım bir şey.

"Kes sesini. Yalan söylemeye devam etme bana," dedi.

Kafamı iki yana salladım. Gözlerimden dökülen yaşlar artık tek damla değil, kesintisiz birer sızıydı. Dudaklarım aralandı.

"Ben yalan söylemiyorum," dedim. Sesim öylesine kısık çıktı ki, kelimeler dudaklarımda ezildi.

Riccardo başını yine iki yana salladı. Bu sefer daha sertti hareketi. Yüzü, yüzüme o kadar yakındı ki nefesi her hecede yüzüme çarpıyordu. Sıcak, karışık bir öfke taşıyordu soluğu.

"Yalan söylüyorsun."

"Riccardo..." dedim, nefes nefeseydim. Kelimeleri ağzımdan dökmek, diken yutmak gibiydi. "Annem öldü. Kaybettim ben onu. Ben sana hainlik edeceğim diye... annemi kaybetmek mi isteyeyim?"

O cümleyle boğazım daha da sıkıştı. Gözlerim bulanıklaştı.

Kafasını yine iki yana salladı. Ama bu defa içinde bir fırtına vardı. Gözlerinde kaybolmaya yaklaşmış bir öfke, bir çığlık, bir delilik...

"KES SESİNİ!" diye birden bağırdı.

Tüm oda yankılandı. Ses duvarlardan geri çarptı bana. Kulaklarım uğuldadı. Göz kırpmadım. Donmuştum. Kafamı iki yana salladım, o hâlâ titriyordu öfkesinden.

"Ben bir şey yapmadım," dedim yeniden, inatla, korkuyla değil ama paramparça bir kırılganlıkla.

O an bir adım daha yaklaştı. Daha fazla. Artık nefesi değil, bakışları yüzümde dolaşıyordu.

"SANA O SESİNİ KES DEDİM!" diye bir kez daha bağırdı.

Sesi o kadar yüksek çıktı ki, duvarlar titredi sanki. Yüreğim ağzıma geldi. Boğazım düğümlendi, tüylerim diken diken oldu ama... korkumu ona göstermedim. Gözlerimin içi dolsa da dimdik baktım yüzüne.

"BANA BAĞIRMAYI KES!"

Bu sefer ben bağırdım. Sesim çatladı, yırtıldı ama geri durmadım. Dudaklarım titreyerek açıldı, nefesim hırıltılı çıktı. Ama o anda... durdu.

Donmuş gibi kaldı. Gözleri büyüdü. Şaşkındı. Az önce öfkeyle kükrerken şimdi gözlerini gözlerime kilitlemiş, öylece bakıyordu. Şok içindeydi.

"NEDEN YAPAYIM BÖYLE BİR ŞEYİ?" diye haykırdım. Gözyaşlarım artık tutunamıyordu, yanaklarımdan süzülüyor, sesime boğuluyordu. "Hiç tanımadığım birine... amaçsızca neden zarar vereyim ben?!"

O hâlâ susuyordu. Ama gözlerinde kaynayan bir şey vardı. Beklediğim gibi pişmanlık değil... öfkenin altına gizlenmiş bir geçmişti.

"YILLAR SONRA BABAMIN KATİLİNİN ADI..." diye başladı, sesi bu kez biraz daha titriyordu. "Niye senin duvarında yazılı? Bu bir tesadüf mü?"

Çekilmiş bir tetiğin ardından gelen sessizlik gibiydi o an.

"Ben..." dedim, nefesimi toparlamaya çalıştım. Dizlerim titriyordu. "Ben hiçbir şey yapmadım."

Gözlerini kısmıştı. O kelimeyi işitince dudakları kıpırdadı, ama gözleri boşaldı sanki.

"Sen..." dedi, bu kez neredeyse bir fısıltıyla. "Sen bana çok şey yaptın."

Sesi öylesine kırık, öylesine kısıktı ki... Az önce bağıran o adam değilmiş gibiydi. Gözleri yerde, omuzları düşüktü.

Bir şey demeden dönüp kapıya yöneldi. Parmak uçlarında değil, adımlarında bir yorgunluk vardı. Kapının kolunu çevirdi, duraksadı ama sonra arkasına bile bakmadan çıktı odadan.

Ben ise olduğum yerde kaldım. Nefesim hızlandı, gözlerim karardı.

Kırık ayağıma baktım. Morarmıştı, şişmişti. Ama o an en çok canımı yakan o değildi.

Göğsümde yankılanan kelimelerdi. Suçsuzluğumdan şüphe edilmesi, yalnız kalışım, hiçbir şey yapmadığım hâlde her şeyin üzerime yıkılmasıydı.

Yanağım ıslaktı. Gözlerim kapanırken içimde bir boşluk büyüyordu.

Başımı dizimin kenarına dayadım. Gözyaşlarım sessizce akmaya devam etti. Ve sonra... Ağlaya ağlaya uyuya kaldım.

Bölüm : 24.10.2024 16:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...