Bazen doğru bildiğimiz şeyler yanlıştı. Yanlış bildiklerimizse içimizde derin izler bırakan, sessiz ama sarsıcı doğrulardı.
Şimdiye dek hiçbir şeye şüpheyle yaklaşmamıştım. Hayatın bana sunduklarını hep olduğu gibi kabul ettim. Belki de bu yüzden, bazen olduğum yerde saydım, hatta geriye itildim. Ama bazen de tam tersine, düşünmeden attığım adımlar beni ileriye taşıdı. Cesaret sandığım şey aslında bilinçsizliğin başka bir adıydı belki de.
Riccardo’nun beni terk ettiğine hep inandım. Ona dair zihnimde var olan tek ihtimal buydu. Bir başka olasılığı düşünmek bile aklıma gelmemişti. Oysa şimdi, geçmişin üzerindeki tozu araladıkça, bambaşka bir gerçekle karşılaşıyordum.
Hangimiz daha çok acı çekmişti?
Ben mi, onun beni arkasına bile bakmadan gittiğini sandığım o gecelerde içimde büyüyen boşlukla baş etmeye çalışırken?
Yoksa mezarımın başında geceleri uyuyarak ömrünü tüketen, sessizce çiçek bırakan, toprağı seven bu adam mı?
Her şeyi anlatmıştı bana...
Mezarlıkta geçirdiği her geceyi, üzerinde taşıdığı o utanç sessizliğini, rüzgârla savrulan Lavinia çiçeklerini nasıl usulca bıraktığını... Mezarımın taşını nasıl titizlikle temizlediğini… Onca zaman boyunca beni orada, bir mezar taşının ardında yaşatmaya çalışmıştı. Ben yokken bile, varlığıma sarılmıştı.
Ve ben... onu bencilce terk etmekle suçlamıştım.
Oysa o hiç gitmemişti.
Ben gitmiştim.
Ben kaybolmuştum.
Riccardo benim öldüğüme inanmıştı.
Aylarca ölmüş bir kadının yasını tutmuştu.
Oysa ben... hâlâ yaşıyordum.
Hem de onsuzluğun her zerresini hissederek, içimde onun adını susturamadan…
"Özür dilerim..." dedim, ne diyeceğimi bilemeden. Kelimeler boğazımda düğüm düğüm olmuştu. Nefesim kesik kesikti; sanki ciğerlerim beni susturmaya çalışıyordu. Ne söylemem gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Boşluğa fısıldar gibi çıkan sesimle birlikte gözümden bir damla yaş süzüldü, yanaklarımı yakarak yere düştü.
"Seni bencillikle suçladım... Affet be-"
Cümlem daha tamamlanmadan, başını kararlı bir şekilde iki yana salladı. Sert değildi ama çok netti; kelimelerimi duymak istemiyor gibiydi. Ya da belki zaten fazlasını kendine söylemişti.
"Araştırmadım..." dedi, sesi bir çakıl taşı gibi düştü aramıza. Net, sade ama içinde tonlarca pişmanlık saklıydı. "Sen olduğunu söylediklerinde, sen olmadığını bilmem gerekiyordu." Gözleri mezar taşına kaydı. Bakışı, geçmişe saplanmış gibiydi. Sonra yavaşça fısıldadı: "Sen çok güzel kokarsın... O öyle kokmuyordu."
Sanki içime usulca işleyen bir bıçak gibiydi bu söz. Başımı istemsizce eğdim. Gözlerim toprağı arıyordu ama asıl kaçtığım, onun gözlerinde yanan o yangındı.
"Ben... senin gözünden yaşlar düşürmeye sebep oldum." dediğinde, sesinin titreyişini duyabiliyordum. Gözlerimin en derinine, tam kalbimin merkezine baktı. Geriye kaçacak yer bırakmıyordu bana. "Affet beni, Peri'm..."
Adımı söylediği anda içimden bir şeyler koptu. Beni hâlâ öyle çağırması, aylar sonra bile adımı hâlâ kalbinde taşıması… Yutkundum ama boğazımdaki düğüm çözülmedi.
Yanıma doğru yaklaştı. Aramızdaki mesafeyi bir adımda yok etti. "Yalvarırım..." dedi, sesi çatallandı. Ve sonra hiç beklenmedik bir anda sarıldı bana. Tüm bedeni titriyordu. "Sen de gitme benden..." dedi kulağıma, öyle kısık bir sesle ki, sanki sadece kalbim duysun istemişti.
Belime sımsıkı sardı kollarını. Tenim, onun dokunuşuyla titrerken, başını boynumun kıvrımına gömdü. Nefesi sıcak ama darmadağındı. O an, bedenini değil, kalbini yaslamış gibiydi bana. Sonra… o hıçkırıklar geldi.
Riccardo… ağlıyordu.
Tüm gururunu, suskunluğunu, zamana yüklediği öfkesini boynuma bıraktı. Islaklık, önce omzuma sonra kalbime işledi. O her şeyini bastıran adam, şimdi titreyen bir çocuk gibiydi kollarımda.
"Benim… kalbimin atmasından anlamam lazımdı sen olmadığını." Sesi, boğuk bir kuyu gibiydi. İçinden sadece acı yankılanıyordu. "Benim kalbim senken… sen ölsen bile atmazdı. Bunu bilmem lazımdı..."
Sözleriyle beraber sarılışı da sıkılaştı. Parmakları belime değil, sanki zamana tutunuyordu. Gitmemi istemiyor gibiydi. Sanki bıraksam, düşecek gibiydi.
"Gideceksen…" dedi nefesini zorlayarak, "beni de al, Peri. Yalvarırım… benden gitme."
Her kelimesiyle bir şey daha çözüldü içimde. Onun yaşları, bastırdığım tüm duygularımı yıkayıp ortaya çıkartıyordu. Onun hiçbir suçu yoktu. Suçlu aramak bile anlamsızdı artık. O sadece sevmişti… kaybettiğini sanarak sevmişti.
Kollarımı doladım ona, sıkıca. Bu kez tereddütsüzdüm. Artık direnmenin bir anlamı yoktu. İçimdeki o buz katmanı çözülmüştü. Ben kollarımı açar açmaz, sanki bunu bekliyormuş gibi bir anda beni kucağına aldı, dizlerine yerleştirdi. Sırtımı kavradı, alnını alnıma dayadı ve bir çocuk gibi sarıldı.
"Sen olmadan ben neydim biliyor musun?" dedi fısıltıyla. "Hiçbir şey…"
"Her gece mezarında uyudum çünkü başka hiçbir yer bana yaşamak gibi gelmedi." dedi konuşmaya devam ederken. "Senin olmadığın bir hayatı yaşamak değil… sadece idare etmekti." Sonra gözlerimin içine baktı. Gözleri hâlâ doluydu ama içindeki karanlık azalmıştı. "Ben hâlâ seni seviyorum, Peri." dedi. "Sevmediğim tek şey… senden uzak geçen her saniye."
Kalbim… onun dudaklarından dökülen o cümleyle sanki bir anda yeniden atmaya başladı.
"Arman biliyordu," dedim. O an aklımda sadece bu cümle vardı. Sesim, içimde bir süredir sakladığım ağırlığı taşıyordu. "O… benim yaşadığımı biliyordu, Riccardo."
Riccardo’nun gözleri aniden büyüdü, yüzüne boş bir ifade yayıldı. Göz göze geldiğimiz o saniyede zaman durmuş gibiydi. Yüzündeki tüm çizgiler gerildi, sesi bile çıkmadı önce. Sonra dudakları aralandı, kelimeler zorla döküldü: "Ne diyorsun sen? Siz onunla görüşmüyor musunuz? Nasıl… nasıl söylemedi bana?"
"Arman," dedi tekrar, içinde biriken öfkeyle. "O nasıl biliyordu Lavinia? Bilse bana söylerdi." diyordu kendi kendine, ama sesi kararsızdı. Bir yanıyla beni duymak istiyor, diğer yanıyla duyduklarına inanmamak için çırpınıyordu. Kendini ikna etmeye çalışıyordu, ama gözleri çoktan gerçeği kabullenmişti. "Katili aradı benle."
"Riccardo... O senin benim sözde katilimi bile aramana yardım etti," dedim, boğazımda düğümlenen sözlerle. "O adamın izini sürdü. O gösteriyi seninle birlikte oynadı. Oyun içindeydi, Riccardo."
Riccardo bana bakıyordu ama bir şey görmüyordu artık. Bedenini değil, dünyasını sarsmıştım.
"Arman sayesinde geldim İtalya’ya." dedim. "Hamile olduğumu da biliyordu. Her şeyimi... her adımımı biliyordu. Ben buraya geldiğimde onunla iletişimi hiç kesmedim. O sustu, hep sustu."
Kelimelerim birer mermi gibi saplanıyordu içine. Göz kapakları bir anlığına ağırlaştı, nefes almayı unutmuş gibi başını öne eğdi. Sonra, neredeyse fısıltıyla konuştu:
"Bana senin yaşadığını söylemedi..."
Gözlerini yeniden kaldırdı, ama bakışlarında yılların ihaneti vardı. "Ben... sen diye ölürken, o seni bana söylemedi."
Kelimeler arasında bir öfke yoktu. Kızmıyordu, haykırmıyordu. Daha kötüsü vardı: inanılmaz bir kırılma... Riccardo’nun içindeki çocuk, belki de ilk kez birine bu kadar güvenmişti. Arman onun çocukluğuydu, geçmişiydi, ailesinden geriye kalandı. Ve şimdi o geçmiş, kendi elleriyle karartmıştı geleceğini.
"Bir sebebi vardır illa," dedi Riccardo, sesi net ama içinde bastırılmış bir çatlakla. Gözleri kaçamak olsa da tonlamasında inat vardı. Arman’a laf yedirmek istemiyordu, biliyordum. Onu korumaya çalışıyordu çünkü Arman, sadece bir çalışan değil, geçmişin içinden getirdiği bir parçaydı. Ama gerçek başka bir şey söylüyordu. Gerçek, yalanın en büyüğünün içinde durmuş, ikimize de aynı suskunluğu satmıştı.
Tam bir şey söylemek üzereydim ki, arkamdan gelen bir sesin gülümseyen tonu donuk havayı yardı.
"Sana da katili araman için yardım etmiştim, öyle değil mi Lavinia?" dedi tanıdık ve sinsi bir ses.
Sesin sahibini tanımam için dönmeme gerek yoktu. İçimdeki tüm kabukları çatlatan o ses...
"Annenin katilini," diye eklediğinde, iliklerim buz kesmişti.
Oyun başlamıştı ya da bitmek üzereydi.
"Oyunu bozdun Lavinia," dediğinde tam karşımızda durmuştu. Arman.
Gözlerinde alışık olmadığımız bir karanlık vardı. Yüzündeki her çizgi artık başka birine aitti. Artık tanıdık değil, tehlikeliydi.
"Ne yapıyorsun sen?" dedi Riccardo, bir adım ileri atarken. Gözleri Arman’ın eline kaydı. Ve orada gördüğü şey, kelimelerinin tonunu değiştirdi.
Bir silah...
Gecenin içinde parlayan soğuk bir metal. Ölüm kadar gerçekti.
Mezarlığın taşları, Arman’ın kahkahasını yankı gibi geri veriyordu. Çınlayan, iç gıcıklayan, gürültülü bir sessizlik gibiydi.
"Ne kadar da güzel inandınız siz bana," dedi, ikimize de sırayla bakarken. "Yıllarca oynadığım bu oyunda başrol bendim. Sizse sadece seyirciler."
Sesi tehditkârdı ama aynı zamanda umursamazdı. O artık bizim tanıdığımız Arman değildi. O Arman, mezar taşlarının arasında bir yerde gömülmüştü. Yerini bir başka şey almıştı yüzü tanıdık ama içi buz gibi bir yabancıydı.
"Arman...?" dedi Riccardo, sesi bu kez neredeyse bir çocuk gibi kırılmıştı. Sadece silah değil, hatıralar da Arman’ın elindeydi. Ve şimdi hepsini ateşe veriyordu.
"Oyun bitti gençler," dedi son kez. Gözleri kıpırtısızdı. Parmakları tetiğe yakın, dudakları bir sır gibi mühürlüydü.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.53k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |