Gelinliklerin arasında dolaşan o kadına bakıyordu Riccardo. Ancak bakmıyordu, aslında hiçbir şeye bakmıyordu. Zorla getirilmiş, bomboş bir şekilde oturuyordu. Uykusuzdu ama uyuyamıyordu. Gitmek istiyordu, ama gitmeye cesareti yoktu. Ölmek istiyordu ama her seferinde bir şekilde hayatta kalıyordu.
Nefes alıyordu ama neden aldığını sorguluyordu. Aşk neden hep yarım kalıyordu? Hayat neden bu kadar acımasızdı? Ölmesi gereken o kadar çok insan varken, neden hep iyiler ölüyordu? Bu dünyada kalıp, beyazları kararmasın diye mi?
Bir çocuğun yuvasını neden alıyorlardı? Yıllarca neden onsuz bırakıyorlardı? Ailem dediğin insanları neden ayırtmak için diretiyorlardı? Bunları yapanların ölmesi gerekiyorken, neden hep iyiler ölüyordu?
Dünya, iyi insanların yaşayamayacağı kadar kötüydü...
Sofia’nın gelinlik içinde odadan çıktığında, Riccardo başını bile kaldırmadı. Onu, sanki orada olmayan birini gibi hissetti. Ne kadar yakın olursa olsun, Sofia o anda Riccardo’nun gözlerinde bir yabancıydı.
Sofia, Riccardo’nun gözlerini arıyor, ona bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ama Riccardo o kadar yoğun bir boşlukta kaybolmuştu ki, onun varlığını bile hissetmiyordu. Bardaktan aldığı bir yudum viskiyi yavaşça yudumlarken, gözleri bir yere takılmadı. Sadece düşünceleri, Lavinia'nın yokluğunda kaybolmuştu. Lavinia, her şeyin anlamıydı, o gitmeden önce hayatını bir başka şekilde şekillendiriyordu. Ama şimdi, ne yapacağını bilmiyordu.
Bir zamanlar, birlikte makarna yapacaklardı, Riccardo aklından geçirdi. Ona söz vermişti. Beraber mutfakta geçirecekleri o basit anı, o kadar güzel bir şekilde hayal etmişti ki. Ama şimdi, o hayal kalmadı. Çünkü o gitti.
Riccardo bir kez daha bardağını doldurdu. O an, yaşadığı içsel boşluk daha da derinleşiyordu. O kadar yalnız hissediyordu ki, etrafındaki insanlar bile onu anlamıyordu. Sofia, o kadar yakındı ama sanki bir adım bile uzaklaşıyordu. Bir zamanlar yakın olan, şu an sadece bir yabancıydı.
Sofia birden seslendi, “Bana bakmayı düşünüyor musun, Riccardo?”
Riccardo, hala bakmadı. Sadece yavaşça cevabını verdi: “Neden, sen Peri’m misin? Karşımda o olmadığı sürece, kimseye bakmak zorunda değilim.”
Sofia durdu. Riccardo, bir zamanlar ona farklı bakardı. Ama o günden sonra her şey değişmişti. Sofia, her şeyin ne kadar değiştiğini hissedebiliyordu. O eski Riccardo, bir yıkıntıya dönüşmüştü.
“En azından benden nefret etmesen olmaz mı?” diye sordu Sofia, umutsuzca. “Onun ölümünde benim suçum yoktu. Bunu sen de biliyorsun.”
Riccardo, ona gözlerini kaldırmadan yanıt verdi. “Bunu biliyor olabilirim, ama hislerim farklı.”
Bir yudum daha aldı viskiden. O geceyi düşündü. Lavinia'nın kayboluşunu. Her şeyin nasıl bir anda altüst olduğunu... Riccardo'nun aklı bir türlü rahatlamıyordu.
Bundan üç ay önce olanları tekrar kafasında canlandırdı. O geceyi, bir türlü çözemedikleri sırrı... Sofia’nın o geceyle bağlantısını hissediyordu, ama henüz tam olarak ne olduğunu bilmiyordu. Bir şeyler eksikti. Bir iz, bir işaret... Ama hiçbir şey bulamıyordu. Yine de, bir yerlerde, bir şeylerin doğru olduğunu hissediyordu. Bir gün, bu sırrı çözecek ve birinin bunun bedelini ödeyeceğini biliyordu.
Sofia bir kez daha döndü, etrafında huzursuzca dönüp duruyordu. Gelinliklerin etrafında adeta kaybolmuş gibiydi, her biri bir başka rüya gibi göz alıyordu, ama o, her birinin içinden Lavinia’yı görmek istiyordu. Sonunda dayanamayarak, “Bu gelinliklerden birini sen beğenmediğin sürece gidemeyeceğiz buradan.” diyerek sesini yükseltti, fakat sesindeki o kırılgan ton, Riccardo'nun duymazdan geldiği derin bir acıyı gizliyordu.
Riccardo, gözlerini ona çevirmeden sadece yüzünü buruşturdu, dudağını ısırarak, “Peri’m giymediği sürece hiçbir gelinliği beğenmeyeceğim, Sofia.” dedi, kelimelerinin sertliği, Lavinia’nın yokluğunun ona acı veren bir kırbaç gibi hissettirdiğini belli ediyordu. Konuşurken, gözleri bir an olsun Sofia’ya kaymadı.
Yanındaki telefon aniden çaldı. Riccardo, telefonun ekranına bir göz attı, ardından telefonunu eline alıp direk açtı. Arayan, Arman’dı. Riccardo, anında telefonunu kulağına götürüp, hiçbir şeyin onun dünyasında lavinialı olmayan bir düzende gerçeklik kazanamayacağını düşünüp konuşmaya başladı.
Sofia'nın vücudu gerildi, gözleri Riccardo’ya takıldığında bir an içinde kaybolmuştu. Onunla arasındaki soğukluğu hissettiği anda içindeki üzüntüyü bir kenara itip, kalbinde biriken sinirle başını öne eğdi. Diğer her şeyde olduğu gibi, bu da ona engel olmuştu, ama sadece sinirini içinde tutarak kabine doğru yöneldi. “İyi ki senden kurtuldum.” dedi, sesindeki tiksinme o kadar derindi ki, sözleri tükürük gibi dolaylı bir kinle doluyordu. Lavinia’dan başkası değildi, ama bu adını anmaktan bile kaçındığı kadının gölgesi, her zaman Riccardo’nun sözlerinde var oluyordu. "Şimdi sırada Riccardo'dan ruhunu kurtarmak kaldı."
Sofia, o anki çaresizliğini kısa bir süreliğine kafasında unutmuş gibi, hızlıca yüzüne bir gülümseme yerleştirdi ve çalışanlara döndü. Şimdi, zorla da olsa rol yapma zamanıydı. “Eşim maalesef bunu beğenmedi,” dedi, sesi net ve kesindi. Ama gülümsemesindeki bozukluk, her şeyin ne kadar içi boş olduğunu bir kez daha gösteriyordu.
"Önemli bir şey mi oldu, Arman?" dedi, sesi yorgunluğun en koyu tonuyla çatallanmış, neredeyse fısıltıya karışmıştı.
Söyledikleri kelimeler kadar, suskunluğunun da derinliği vardı.
Arman bu kırılgan sese alışmıştı artık. Başlangıçta içine sızan ince bir merhametle kulak kesilirdi, şimdi o ses onun için alışkanlığa dönüşmüştü. Yine de... yine de içindeki bir yer hâlâ Lavinia'nın adını her duyduğunda usulca sızlıyordu.
Bir kadına bu denli bağlanabileceğini asla düşünmemişti. Onun hayatı boyunca ilişkileri yüzeyde kalmış, gecelik dokunuşlardan öteye geçmemişti. Ama Lavinia? Onun için durum başkaydı.
Riccardo’yu çocukluğundan beri tanıyordu. Aynı sokaklarda koşturmuş, aynı savaşlarda omuz vermişti ona. O adam gözünün içine bakılınca içindeki kasırgaları bile saklamayı başarabilen o güçlü adam şimdi tuzla buzdu.
Binlerce ölüm görmüş, hiçbir şeyden ödün vermemiş bir adamı... küçücük bir kadın, tek bir bakışla, tek bir sevgiyle yerle bir etmişti.
İlk zamanlar geçici bir sarsıntı zannetmişti herkes. Kısa sürede toparlanıp hayatına döner sanmışlardı. Ama kimsenin bilmediği şey, onun artık dönecek bir hayatı kalmamış olduğuydu. Lavinia’dan sonra geriye kalan her şey, griye bürünmüştü.
"Sadece sizi merak etmiştim," dedi Arman, kelimeleri titrek bir sadakatle kurarken.
O, Lavinia’nın hâlâ yaşadığını biliyordu. Ve onun neden saklandığını da... En büyük neden, Riccardo’nun Sofia ile gerçekten evlenmek zorunda oluşuydu.
Bu evlilik bir aşkın değil, bir mecburiyetin çığlığıydı. Eğer evlenmezse; Riccardo, Arman ve onların değer verdikleri herkes birer birer yok olacaktı. İçlerinde en kırılgan olanı ise Peri’ydi.
Arman, o kızın da bu uğurda feda edileceğini biliyordu. Onun şu anki yokluğuna alışırsa, gün gelip kendi elleriyle ölümünü yazmayacaktı. Çünkü bu iki âşık kavuşursa, birinin öleceğine emindi.
Ve bu yüzden susuyordu.
Her suskunluk, kalbinde yeni bir sızıya dönüşüyordu. Onu korumak için susması gerekiyordu ama koruduğu her gün, kendinden biraz daha vazgeçiyordu.
"Beni merak etme," dedi Riccardo, sesi yavaşça sönüyordu, hâlâ o aynı bitkinlikle. Başını geriye yasladı; telefon elinden düşecek kadar gevşekti, parmakları hayatla bağlantısını kesmiş gibiydi. "Bana onun katilini bul, Arman."
Uzun bir sessizlik oldu.
Arman’ın yutkunduğu duyuldu sadece. Sanki içinde bir şeyleri kırmamaya çalışarak konuşmaya hazırlanıyordu. Sonunda dudaklarından sadece iki kelime döküldü: "Tamam abi."
Telefonu kapattı ve tekrar aldığı yere koydu.
Riccardo, bacaklarını genişçe açarak, yayvan bir şekilde koltuğa gömülmüştü. Ellerinin arasından kayıp giden geçmişi tutmaya çalışır gibi boşluğa bakıyordu.
Konuşma bitmişti belki, ama Lavinia'nın adı hâlâ odadaydı. Onun varlığı yokluğuyla yarışıyor, Sofia'nın kusursuz varlığı bile bu yokluğu telafi edemiyordu.
Riccardo, sessizliğin içinde bir hayalete dönüşmüştü.
Sofia gelinliğiyle odadan çıkarken, Riccardo başını hafifçe kaldırıp ona baktı. Bir anlık sessizlik. Sofia, giydiği beyaz gelinlikle Riccardo’nun karşısında duruyordu. Ancak Riccardo’nun gözlerinde hiçbir şey yoktu. Duygularını ifade etmeyen, yalnızca uzak bir noktaya bakıyordu. Beyaz, gerçekten çok yakışıyordu ona. Ancak bu beyaz, Lavinia için söylenmişti.
Lavinia'nın kızıl saçları, çilleri, mavi gözleri… Riccardo bir an için gözlerini kapattı, o anı yeniden düşündü. Lavinia’nın yanında, her şey daha farklıydı. Her şey canlı, her şey sıcak, her şey benzersizdi. O güzel kadına bakarken, beyazın altında gülümseyen o masumiyet, nehir gibi akan neşesi vardı. Sofia? O… o sadece bir yansıma gibiydi. Beyaz, sofistike, ama bir türlü içindeki sıcaklığı yansıtmayan bir şey.
Gelinliği giyen sanki Sofia değildi. Onun için Peri'ydi. Her şeyiydi. Kalbiydi. Ama gelinliği asıl giyen o değildi.
Şu anda gelinlik seçmeye eğer Lavinia ile gelseydi burası kahkalar ile dolup taşacaktı. Lavinia kızıl saçlarını savururdu...
Çok severdi saçlarını savurmayı. Saçları ne de güzel kokardı ama...
"Her şeyim..." Diye geçirdi içinden bir kez daha Riccardo.
Sofia'nın siyaha yakın saçları, sıradan kahverengi gözleri ve pürüzsüz cildi… Tüm bu özellikler Lavinia ile karşılaştırıldığında silik kalıyordu. Riccardo, Sofia'nın yüzüne bakarak içinden, “Beyaz ona yakışıyor, ama her şey ne kadar boş.” diye geçirdi. Lavinia’ya ne kadar çok yakışıyordu beyaz! O kadar saf, o kadar güzel, o kadar gerçekti…
Sofia ise ne kadar da ona benzemeye çalışıyordu. Ama ne kadar denerse denesin, Lavinia gibi olamayacaktı.
Bütün bunlar, Riccardo’nun zihninde bir geçişken görüntüler gibi belirmeye devam etti.
Sofia, gelinliğiyle Riccardo'nun karşısında duruyordu. Riccardo gözlerini ondan kaçırıp, masada duran viskisini tekrar aldı. Bir yudum daha alırken, ağzında alkolün acı tadı, Lavinia’nın her zaman ona sunduğu saf sevgiyle kıyaslanıyordu. Lavinia’nın gülümsemesi, bir zamanlar ona ne kadar güzel bir dünya sunmuştu. Şimdi, her şey acı verici şekilde boştu.
Sofia, Riccardo’nun sessizliğine dayanamayarak, bir adım daha attı.
“Riccardo, bana bak. Ne olur, bak. Beni gör!” dedi.
Riccardo, elindeki viskiyi salladı, parmaklarının ucuyla bardak duvarını hafifçe dövdü. “Bana bakman gerekseydi, zaten bakardım. Ama sen, Sofia… Sen benim için o olamazsın neden anlamıyorsun?" Diye parladı. "Her şeyde o var neden anlamıyorsu?.”
Sofia'nın yüzü aniden soldu, ama Riccardo ona bakmadı. Yalnızca Lavinia’nın kırmızı saçları, mavi gözleri ve o özel ışığını hatırlıyordu. O gelinlik, Sofia’nın üzerinde ne kadar da yanlış duruyordu. Beyaz, ona hiçbir anlam taşımıyordu. Riccardo’nun kalbi, bir zamanlar her şeyin anlamını bulduğu o anılarda kalmıştı.
Sofia, Riccardo'nun sözcüklerini sindirirken, sadece acıyı hissedebiliyordu. “Lavinia’yı o kadar sevmiş olman… O kadar… kırıcı,” dedi, sesi titriyordu.
Riccardo bir yudum daha aldı. “O zamanlar çok şey varmıştı. Şimdi her şey kayboldu,” dedi, bir an için gözleri derinleşti, ama sonra gözlerini tekrar Sofia’dan kaçırdı.
Ayağa kalktı dayanamayarak. "Bak Sofia," dedi ona bakarken. Sofia kendi gözlerini onun yemyeşil gözleri ile kenetledi. "Yanımda sen olsan bile ben sana dokunmam." Dedi net bir sesle. "Yanımda sen olsan bile ben sana aşık olmam." Dedi bir kez daha.
Acı, dudaklarının arasından dökülmese de gözlerinin içinde çırpınıyordu.
Sustuğu her saniye, içindeki fırtınaları bastırmak için harcadığı çabayla yankılanıyordu odada.
"Acıları söylüyordu" dedi kendi kendine, neredeyse duyulmayacak kadar kısık bir sesle Sofia.
Ona ait olmayacağını her şekilde ifade ediyordu. Gözleri hâlâ boşluğa sabitlenmişti. Ellerini sıkmıştı ama titremesini durduramıyordu.
"Bu kalbi bana hatırlatan oydu." dedi sonunda, yutkunarak, gözlerini bir noktada sabitleyerek.
Sesinde çatlaklar vardı, sanki içinden geçenleri kelimelere dökmek ruhunu parçalıyordu.
Dışarıdan bakan biri, onu yine o alışıldık haliyle görürdü: Sert, duygusuz, yılmaz bir adam.
Ama içeride... İçeride paramparça bir çocuk vardı. İçerde paramparça bir kalp vardı.
"Ben ona aittim." dedi. "Her bir zerrem... her bir hücrem Peri’ye ait."
Sofia’ya bakarken içinde bir boşluk büyüyordu.
Güzel bir kadın belki, iyi biri de.
Ama kalbi bir odaydı, ve o odada yıllar önce tek bir isim kazınmıştı: Peri.
Riccardo'nun sevme biçimi, sahiplenmek değil, teslim olmaktı.
Ve o, çoktan teslim olmuştu.
Gözlerinin rengini ezberlemiş, sesinin tonuyla geceleri uyur olmuştu.
Peri onun için bir insan değil, bir varoluş hâliydi.
Ve bunu kimse değiştiremezdi.
Sofia’ydı yanında duran ama, ruhu hâlâ Peri’nin sessizliğinde bekliyordu.
En sonunda yanına hiçbir şey almadan çekip gitti. Sadece gitti.
Arkasından bağırmak bir şeyler söylemek istedi Sofia ama hiçbir şey yapamadı. Sadece orada gelinliği ile dururken içindeki nefret duygusu hiç olmadığı kadar büyüdü.
Gece gökyüzü, yasını tutar gibi kapkara bir örtü gibi inmişti şehrin üzerine.
Ay, bulutların ardından çekingen bir çocuk gibi bakıyor; sessizlik, toprağın kalbine işlenmiş eski bir ağıt gibi yankılanıyordu.
Riccardo, adımlarıyla bu ağıtı tamamlıyordu.
Dar bir patikadan yürüyordu usulca elinde tuttuğu Lavinia çiçeği, her adımda biraz daha sımsıkı kavranıyordu.
Solmuyordu bu çiçek. Solamazdı. Çünkü onun anlamı solarsa, Riccardo da yok olurdu.
Lavinia.
Adını içinde her geçirdiğinde ciğerlerinin ezildiğini hissediyordu.
Bir kadının adı, bir adamın ömrüne bu kadar işleyebilir miydi?
Onunki işlemişti. Kök salmıştı. Ve şimdi, mezarının başında çiçek değil, kalbinin bütün kırıklarıyla diziliyordu.
O tanıdık mermer başucuna geldiğinde nefesi kesildi.
Boğazı kuruydu. Gözleri donuktu. Ama içi... içi yangın yeriydi.
Diz çöktü.
Sanki dizleri değil de, bütün benliği yere çökmüş gibiydi.
"Yorgunum…" dedi. Sesi bir fısıltı değil, çökmüş bir hayatın iç çekişiydi. "Sana geldim."
Lavinia çiçeğini usulca koydu toprağın üstüne.
Çiçeği değil, kalbinin en canlı yerini bırakıyordu aslında.
Parmak uçları titredi. Gözlerini kaçırmadı taşın üzerindeki isme bakarken.
Çünkü kaçtığı her gün, bin kez daha aynı yere dönmüştü içinde.
"Ben hiçbir yere ait değilim artık… Hiç kimseye… Ama sana… sana ait olduğumu inkâr edemem."
"Çünkü ben hâlâ buradayım… Sadece senin yanında."
Kelimelerinden sonra uzun bir sessizlik çöktü.
Sadece toprağın altında cevap veremeyen bir yürek ve onun başında hâlâ atan bir başka yürek vardı.
Birbirinden ayrı ama aynı acıya mühürlü.
Riccardo gözlerini kapadı.
Başını mezar taşına yasladı.
Alnını yalayan serinlikte bir an, Lavinia'nın nefesini hissetti.
Sanki toprağın altından değil, kalbinin en derininden sesleniyordu ona.
"Lavinia çiçeği solmuyor, biliyor musun?" Sustu ve mezara bakmaya devam etti. "Belki de soluyor ama ben solmasına izin vermeyeceğim Peri'm." Dedi direkt olarak toprağa bakmaya devam ederken. "Tıpkı senin içimde solmayışın gibi."
Ve o gece, Riccardo orada kaldı.
Bir adam, yorgunluğunu bir mezarın sessizliğine bıraktı.
Uyumak için değil, unutulmak için değil…
Sadece… ait olduğu tek yere sığınmak için.
Çünkü bazı insanlar ölünce gitmezdi...
Ve bazı adamlar, mezar başında hâlâ sevilmeye devam ederdi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.52k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |