51. Bölüm

47. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Odanın havası boğucuydu, her nefeste Riccardo'nun ciğerlerine daha fazla acı giriyordu. Gri ışık, pencere kenarındaki perdelerden süzülen ince bir şerit gibi, karanlığı daha da derinleştiriyordu. Duvarlar sessizdi ama içlerinde onca yıllık acıyı taşırken, Riccardo'nun ruhu da onlara benzer şekilde bir köşeye sıkışmıştı. Her bir adım, her bir düşünce, her bir içki yudumu, içindeki boşluğu biraz daha büyütüyordu. Alkol, her tarafını sarhoş ediyor, düşüncelerini bulanıklaştırıyordu ama o, bir şekilde, acıyı daha da keskinleştirecek kadar devam ediyordu. Ölüme, sadece bir adım daha yaklaşmak istiyordu, her geçen dakika bir adım daha fazlasını içmek, kaybolmak, varlıkla bağını koparmak… Bir hiçliğe karışmak.

Betül, odaya girmedi bile; kapı eşiklerinden bile fazla mesafe koymuştu aralarına. Ama yine de, sözleri, karanlıkta yankılanan bir çığlık gibi Riccardo’nun kulaklarına çarptı. "Küçük bir kadın alt eder demiştim sana," dedi. Hemen ardından gelen soğuk cümle, onca zaman içinde sakladığı duyguları, derin yaralarını açtı. Riccardo, o an o kadar sarhoştu ki, kafasında yüzlerce ses yankı yapıyor, hiçbir şeyin gerçekliğini hissedemiyordu. Ama bir şeyi net bir şekilde biliyordu: içindeki bu yanma, acı ve sevda, onu paramparça etmeye yetiyordu.

Bardağını ağzına götürdü ama içki, boğazında değil, kalbinde bir acıya dönüşmüştü. Sanki bir yudum daha alsa, kalbi patlayacak, her şey bitecekti. "Geçecek mi?" diye sordu, ama sesindeki korkuyu kimse anlamazdı. "Çok acıyor... Sence geçer mi?" Kelimeler bile zorla çıkıyordu dudaklarından, içindeki yanma kelimelere dönüşmeden yavaşça öldürüyordu onu.

Betül, gözlerini gözlerinden ayırmadan, keskin bir bakışla ona cevap verdi. "Geçmeyecek. Hiçbir şey geçmeyecek." Sesi, sanki her kelimesiyle bir yaraya tuz basıyordu. "Sen alıştığını sanacaksın. Belki zamanla unutmak isteyeceksin... Ama bir kalbin var, ve o kalp, o acıyı her attığında sana hatırlatacak. O kadın sana aitken, sen kendine bile ait olmayacaksın."

Riccardo, bir an olduğu yerde donakaldı. Odanın içindeki tüm hava birden daralmıştı. Her şey boğuluyordu. Bardağını masaya düşürdü; camın o soğuk ve sert sesi, odada yankılandıkça içinde bir yerlere daha da batıyordu. Her bir nefeste daha da derine çekiliyordu. Başını kaldırdı, gözleri bulanık ama bir şekilde net bir kararlılık taşıyordu. İçindeki acı ve öfke, ölüm kadar keskin, intihar kadar yakın bir şey halini almıştı. "Atmasını engellerim," dedi. Bu, sadece bir söz değil, son bir savaş cümlesiydi; acısına son verecek tek şeydi belki de. "Tek bir kurşun bu acıya yetmez belki ama atmasını engellerim." O an, karanlıkta bir aydınlık gibi parlayan bir his vardı. Bu acıyı daha fazla taşımayacaktı, ne de olsa her şeyin sonu, bir kurşun kadar yakın olabilirdi.

Riccardo'nun içindeki boşluk giderek daha da derinleşiyordu. Betül'ün sesindeki yumuşaklık, odadaki kasveti daha da yoğunlaştırıyordu. Kafasında yankı yapan her kelime, yavaşça onu daha da hapseden bir zincir gibi vücuduna geçiyordu. O, hala bir köşeye sıkışmıştı, bir adım bile atacak hali yoktu. Elindeki içkiyi bitirmek, biraz daha sarhoş olmak istiyordu ama içindeki boşluk, ne kadar içerse içsin dolmayacak kadar büyüktü.

Betül, hala onu izliyordu. Gözlerinde bir şey vardı, bir tür yumuşaklık ama aynı zamanda derin bir hüzün de. "Lavinia sana kızardı," dedi, sanki onun acısını daha da kesmek ister gibi. Bir tür vazgeçirme çabasıydı, ama Riccardo'ya, hiçbir şeyin kalmadığını fark ettirmeye yetiyordu. Betül, gözleriyle Riccardo'nun sırtını izlerken, içindeki o acı, bir çığlık gibi fısıldanmıştı.

" Beyaz Peri'me çok yakışırdı, değil mi?" Riccardo kendi kendine mırıldanarak, koltuğa doğru savruldu. Kafasında, o güzel gülüşü hayal etmeye çalıştı. Gözleri hafifçe uzaklara daldı, sanki geçmişe döndü. "Ne güzel de gülerdi, değil mi?" dedi, sesindeki tını birden yavaşladı. Her kelimesi, içindeki sızlayan hatıralara karışıyordu. İçkisini alıp, bir yudum daha aldı. Gözleri hala uzaklarda, geçmişin içindeki kayıplarda.

Betül, Riccardo'nun acısına ortak olmuştu. "Çok güzel gülerdi," dedi, sesi titrek bir hüzünle karışmıştı. İçindeki boğazına takılı kalan sözcüklerle, sanki kendisini de kaybetmiş gibiydi.

Riccardo, kafasını kaldırıp derin bir nefes aldı, sonra gözlerini yavaşça Betül'e çevirdi. "Neden bütün sevdiklerimi alıyorlar benden?" diye mırıldandı, bu sefer daha çok bir çığlık gibi. Gözleri boştu, ama içindeki karanlık çok derin, çok karışıktı. "Çok mu kötü bir insanım?" dedi. Bu, belki de yıllar içinde yapmadığı tek samimi soruydu; o kadar susmuştu ki, sonunda kendisini sorgulamak zorunda kalmıştı. Gözleri Betül'e odaklandığında, bir anlığına dünyadan kopmuş gibi hissetti; ama ardından, o kaybolmuş boşluğun içinde tekrar kayboldu.

Riccardo’nun karanlık dünyasında, her şey sessizdi. Betül’ün gözlerinden süzülen tek damla yaş, odanın içindeki bu soğuk atmosferi bozmaya yetmişti. Ama Riccardo, o gözyaşlarını bile umursamıyordu. O sadece boşluğa bakıyordu, içine çektiği havayı bir ağırlık gibi hissediyordu, kalbinde bir eksiklik vardı, ama bu eksiklik o kadar derindi ki, bir damla bile acıyı dindiremezdi.

Betül’ün mırıldanışı, ona yaşamaya devam etmesi gerektiğini söylüyordu. Ama Riccardo, yaşamın ne olduğunu artık hatırlamıyordu. “Yaşam mı?” diye sordu, sesi boğulmuş, her kelimeyi acı içinde dökerken. Gözlerini Betül’ün gözlerinden ayırmadan bakmaya devam etti. “Ne yaşamı?” diye yine mırıldandı, sanki her şeyin anlamını yitirdiği o anı tekrar yaşıyor gibiydi. Şişeyi kafasına dikti, bardakla uğraşmayı bırakmıştı. Her şeyin ona ait olduğu bu yalnızlıkta, içki, acıyı bir anlığına dindirmekten başka ne işlevi olabilirdi?

"Ben kendi yaşamımı toprağa verdim," dedi, her kelimesi birer darbe gibi Riccardo’nun içindeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. O kadar derindi ki, yaşamına devam etmek, her şeyin bir oyun gibi olduğunu hissettiriyordu ona. Ama Betül, Riccardo’nun bu söylediklerine daha fazla dayanamayacak kadar hassastı.

"Yapma bunu Riccardo," diye mırıldandı, gözlerinden akan yaşları daha fazla tutamıyordu. Ama Riccardo, sadece boş bir şekilde ona bakıyordu. Bu bakış, tüm duygularını, acılarını içinden geçirdiği bir nehir gibi biriktiriyordu. Betül ne kadar istemese de, bu gözler ona gerçekliği ve kaybı hatırlatıyordu.

Riccardo, Lavinia’yı düşünmeye başladı. Yatakta bir zamanlar kendisini öperken, o anın sıcaklığı şimdi bir hayale dönüşmüştü. “Biliyor musun, ben onun nasıl koktuğunu o ölürken fark ettim,” dedi, sesi bir an duraksadı. O anı hatırlarken, içindeki derin acı, yerini solgun bir hüzne bırakıyordu. Başka bir köşeye bakarken, hazırlanan Lavinia’yı düşündü. O hayalin içinde, her şeyin güzele dönüştüğü bir anı bulmaya çalıştı ama hiçbir şey yakalayamıyordu.

“Lavinia çiçeği kokuyormuş," dedi, o soğuk, kuru sessizliğe yeni bir anlam katarak. "Ölüm çiçeği kokuyormuş. Ölüm kokuyormuş.”

Betül, o acı sözlerle baş edemedi. Hızla odadan çıkmak istedi, ama Riccardo’nun söylediği her şey, içindeki boşlukla birlikte onu sarmaladı. Kapıyı çarptı, ancak kendi odasına girdiğinde, odanın içinde sürüklenen yalnızlık ona hiç yabancı değildi. Kapıyı sırtına dayayarak, yavaşça uzaklaştı, içindeki acı dalgalarıyla birlikte.

Yalnızlık her köşede onu bekliyordu, tıpkı Riccardo’nun yaşamındaki gibi... Ve Betül, son bir kez gözlerini kapatarak, Riccardo'nun söylediklerini sindirmeye çalıştı. Ölüm kokusu... Hayatın, kayıpların ve tüm o anıların karanlık izleriyle ne kadar derinden bağlı olduğunu düşündü.

Bölüm : 28.04.2025 18:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...