Zamanın eli yoktu artık Riccardo için. Dakikalar, saatler, günler… Hepsi birbirinin içine gömülmüş, ağır ağır çürüyen birer cesede dönüşmüştü. Nerede olduğunu, neden yaşadığını ya da ölüp ölmediğini bile bilmiyordu. Sadece, içini oyup geçen o tarifsiz boşluğu hissediyordu. Sanki ciğerleri nefes alıyor, ama hayatı içine çekemiyordu. Sanki kalbi atıyor, ama her atış biraz daha kurşun yüklüyordu bedenine.
Bilinmezliğin ta kendisiydi şu an Riccardo.
Yatakta yatıyordu, ama neden oradaydı?
Nefes alıyordu, ama neden hâlâ hayattaydı?
Cevapsız sorularla dolu bir mezarın içindeydi sanki. Yaşıyorsa bile, çoktan gömülmüştü.
Oda... Oda bir harabeydi. Camlar yarı açık, rüzgârla sarsılan perdeler duvarlara vuran hayaletler gibiydi. Küf kokusuyla alkol kokusu birbirine karışmış, her köşeye sinmişti. Yerde devrilmiş içki şişeleri, kırık cam parçaları ve eski anıların ağırlığıyla dolu bir savaş alanıydı burası. Bir zamanlar yaşanmışlığın izlerini taşıyan eşyalar, şimdi bir ölüm sessizliğine gömülmüştü. Duvarlardan sarkan saat bile durmuştu. Her şey, zamanın burada intihar ettiğini haykırıyordu.
Riccardo, gözleri kapının girişine iliştiğinde, önce bir gölge sandı. Sonra, gözlerinin önünde kanlı bir kutsallık gibi beliren o silüeti fark etti.
Lavinia...
Ne kadar zamandır bu odada hayalini gördüğünü hatırlamıyordu bile. Her seferinde ellerini uzatmıştı ona; her seferinde bir boşlukla, bir yoklukla çarpışmıştı. Ama bu kez... bu kez daha yakındı sanki. Daha gerçek.
"Peri'm..." Kelime, ağzından bir ağıt gibi döküldü. "Sevgilim..." Sesinin titrek yankısı odanın soğuk duvarlarında kayboldu.
Hayali gülümsüyordu. Tam o eski haliyle, hayat dolu, umut dolu... Riccardo'nun en sevdiği haliyle gülümsüyordu... Riccardo'nun ciğerine bıçak gibi saplanan o gülümseyişle. Yerde devrilen şişelerin arasındaki buruk kokular, alkolün yakıcı buğusu, beyninin içinde bir yangına dönüşmüştü. Lavinia'nın hayali yavaş adımlarla ona yaklaşıyordu. Ayak sesleri yoktu, ama adımlarının ağırlığı yüreğine çivileniyordu. Her adım, Riccardo'nun göğsünde bir kemik daha kırıyordu sanki.
"Lavinia..." diye fısıldadı bir kez daha, sesi bir haykırış kadar acı, bir dua kadar güçsüzdü. "Lavinia'm."
Hayal, önünde durdu. Gözleri... Tanıdığı o gözlerdi. Okyanus gibi derin, sonsuz ve artık ulaşılamazdı.
"Çok mu zor?" diye kendi kendine düşündü Riccardo. "Ona gitmek imkansız mı?"
İmkansız, sadece bir yalanın adı; ne kadar bağırırsan bağır, o asla gerçeğe dönüşmezdi.
"Yapma bunu kendine, sevgilim..." dedi Lavinia'nın hayali, sesi o kadar yumuşak, o kadar kırılgandı ki Riccardo gözlerini kapadı. Ama gözlerini kapatınca bile gitmiyordu. O, hâlâ oradaydı. Gerçekten varmış gibi. Var olmaması gerektiği kadar canlıydı.
"Yapma bunu, Riccardo..." Dedi bir kez daha, sesi bu kez fısıltı gibi, son bir uyarı gibi çınladı kulaklarında. Başını hafifçe yana eğdi, o zamansız, masum hareketiyle. Dünya yok oldu o anda. Oda, zaman, nefes, kalp atışları... Hepsi Lavinia'nın hayaline gömüldü. Ve Riccardo, o hayalin önünde diz çöktü. Bir adam gibi değil, bir enkaz gibi. Bir kurban gibi. Kendi elleriyle kazdığı mezarına ağlayan bir adam gibi...
Riccardo, titreyen dudaklarının arasından bir fısıltı gibi kopardı kelimeleri. "Sana... beyaz çok yakışıyormuş biliyor musun sevgilim?" Gözlerinde acı, elleri titriyordu. Karşısındaki Lavinia hayalinde bembeyaz bir elbiseyle duruyordu. O an her şeyin bir sonu olduğunu, kendisinin bitişini hissediyordu.
Sesinin titreyişi, odadaki ağır havayı daha da kesif bir hale getirdi. Karşısında duran o silüet... Hayal mi, gerçek mi, ayırt edemiyordu. Ama bir şeyi net görebiliyordu: Lavinia, baştan ayağa bembeyaz giyinmişti. Sanki hiç kirlenmemiş, hiç acı çekmemiş bir masumiyet gibi duruyordu karşısında. Beyazlar içinde, soğuk odanın karanlığını bile kıracak kadar parlaktı. O an, zaman durdu. Sadece Lavinia'nın o sonsuz gözleri vardı, bir de Riccardo'nun acıyla kavrulan yüreği.
Gözleri içine lime lime işlemişti Riccardo'nun.
Gözlerini onun gözlerine kilitledi. İçinde kaybolduğu o masmavi deryaya baktı. Titreyerek, içini kanatan bir soruyu fısıldadı: "Gözlerinden öptüğüm için mi... gittin?"
O an... Riccardo'nun gözlerinden süzülen tek bir damla yaş, ağır ağır yanağından aşağı kaydı. Zamanı yara yara, sessizce ilerledi. Ve sonunda, bembeyaz yastığın üzerine düştü. Minicik bir iz bıraktı ardında. Sanki kalbinin çatlağıydı o iz. Sanki içinin parçalandığının kanıtı.
"Sen inanırdın öyle şeylere..." diye mırıldandı.
Karşısındaki hayal, gözlerini kırpmadan ona bakıyordu. Sesi, bir sonbahar rüzgârı gibi hafif, bir ağıt gibi kederliydi. "Ben gitmedim..." dedi Lavinia. Fısıltısı, Riccardo'nun kemiklerine kadar işledi. O an, Riccardo nefesini tuttu. Dünya dönmeyi unuttu. Ve Riccardo, artık geri dönüşü olmayan bir düşüşün eşiğinde savrulmaya başladı.
Susmuştu Riccardo. Kafasında bin bir düşünce, yüreği tıka basa dolu ama sesini çıkaramıyordu. Lavinia’nın sesi, şimdi o beyaz elbisenin içinde, bir hayalin parçası olarak ona doğru yaklaşıyordu. Riccardo'nun içi, her geçen saniyede daha da boşalıyordu. "Yapma bunu kendine, sevgilim..." dedi. Lavinia, yaklaşarak son bir kez ona bakıp, sanki bir şeyleri unutur gibi gözleriyle üzgün bir gülümseme sundu. “Yapma Riccardo…” dedi, ve Riccardo'nun içine sızan bu söz, sanki bir ölüm fermanı gibi her şeyin sonuna doğru sürüklüyordu.
Ama Riccardo, kalbinin en derin yerinden gelen o itiraza karşı sesini yükseltmeden, sadece bir kez daha aynı kelimeleri fısıldadı: "Biz hiçbir şey yaşayamadık ki, sevgilim…" O anda, sesindeki kırılma bütün odada yankılandı. Kalbi çürümüş gibiydi. Aşkını, hayatını, her şeyini kaybetmişti ve o kaybolan her şeyin cenazesinde yalnızdı. Ama Lavinia ona "gitti" dediğinde, o kadar ağrıyordu ki, sanki Lavinia'yı defalarca kaybetmiş gibi hissediyordu.
Arman'ın sesi, odanın içine girdiğinde her şey daha da büyüdü. “Abi!” diye bağırdı. "Toplantıya bekliyorlar, hemen hazırlanıp çıkman gerekiyor!"
Sanki bir dünya yıkılmadan önce son bir kez daha bağırmıştı. Ama Riccardo bir tek kelime bile etmeden ayağa kalktı. “Siktir...” diye mırıldandı. Ama odanın içinde daha önce hissettiği sıcaklık gitmişti. Gitti… Ne kadar gitmesini istemese de, bir şekilde, o yine gitmişti.
Sarsak adımlarla banyoya yöneldi. Her şeyin anlamı silinmişti. Zihnindeki çığlıklar, göğsünde kırılan milyonlarca parça gibi yankılanıyordu. Odaya girdiğinde, sadece soğuk bir aynadan yansıyan yansıması vardı. Hiçbir şeyin gerçek olmadığı, sadece bir hayalin parçaları gibi. Elleriyle yüzünü yıkarken, suyun sıcaklığını dahi fark edemedi. Lavina'nın kokusu hala tenindeydi, ama o kokunun ardında her şey silinmişti. Sadece boşluk kalmıştı. Yavaşça başını kaldırıp aynada kendisine baktı. Yalnızca bir yansıma, kaybolan bir hayat.
“Sen de öldün Riccardo…” diye mırıldandı, fakat o ses bile kendi içinde kayboldu.
Sofraya gitmek zorundaydı, ama sanki ruhu başka bir yerdeydi. O içki kokusu, o sessiz odada bir tek gerçek varmış gibi hissettirdi. Beyaz, her şeyin temizlendiği, ama içini bir hiçle dolduran bir renkti. Riccardo, beyaz elbiseli bir hayalin arkasında kayboldu.
Arman’ın son çağrısı… Ama o çağrı, içindeki boşluğu sarmıyordu. Bir içki şişesi düştü yere, lavabonun kenarına çarptı. Çıkması gerekiyordu. Ama o çıkmayacak. Gözleri bir kez daha Lavinia’yı hayal etti. Her şey, yeniden bir sonun habercisiydi.
Musluğu açtı. Su, bembeyaz mermer lavaboya şiddetle çarpıyor, yankılanıyordu. O ses... Lavina'nın kahkahalarının yerini almıştı şimdi. Boğuk, soğuk ve cansızdı.
Elleriyle yüzünü yıkadı. Su bile sıcak değildi; buz gibi akıyordu. Parmakları titriyordu; güçsüz, pes etmiş bir titreme.
Başını kaldırıp tekrar aynaya baktı. O anda, sanki Lavinia arkadan seslendi: "Hayat devam ediyor Riccardo..."
"Hayat sendin Peri."
Kalbine bir bıçak daha saplandı o cümlede. Çünkü Riccardo için hayat, o kadının gidişiyle çoktan bitmişti. Sadece nefes almak zorunda bırakılan bir bedenden ibaretti şimdi. Arman kapıya vurdu bir kez daha. "Abi hadi! Don Mateo bekliyor!"
Riccardo gözlerini aynadaki hayaletten ayırmadan dudaklarını kıpırdattı: "Beklesin."
Sonra kravatını çekiştirerek çözdü. Takımını alelacele düzeltti. Kokusu hâlâ Lavinia'ydı; ne giyse, ne sürse, her şeyde o kadının izi vardı. Onsuz nefes almak bile bir ihanetti.
Son bir kez daha musluğun başında durdu. Ellerini iki yana dayadı. Başını eğdi. Ve neredeyse fısıltıdan da düşük bir sesle mırıldandı:
"Ben senden başka kimseyi sevmedim Lavinia... Ve kimseyi de sevmeyeceğim..."
O an, Riccardo içindeki son kalan parçayı da toprağa gömdü.
Ceketinin yakasını düzeltti. Gözlerinde hâlâ biriken yaşı bastırarak dışarı çıktı. Dünya devam ediyordu belki ama Riccardo... Sadece yürüyen bir mezardan ibaretti artık.
Oda... Buz gibi soğuktu. Duvarlardan süzülen karanlık, masanın üzerine ağır bir sis gibi çöküyordu. Gecenin içinden çekilip getirilmiş gibiydi o masa. Üzerinde yarım kalmış kadehler, içilmeyen kahveler, yanmış ama söndürülmemiş sigaralar vardı. Hava, kirli bir ihaneti, boğucu bir kaderi kokuyordu.
Masada üç kişi oturuyordu. Baş köşede gri takım elbiseli, yüzü yaşlılık ve entrika izleriyle dolu adam; Don Mateo. Sağında, kırmızı kadife elbisesiyle Sofia... Başını hafif yana eğmiş, gözlerinin içi gülümsemiyor ama dudaklarına sahte bir tebessüm iliştirmişti. Sol yanda ise Riccardo... Karanlığa bulanmış bakışlarıyla, dirseklerini masaya koymuş, başını elleri arasına almıştı. Sanki birazdan ya masayı yerle bir edecek ya da kendi içindeki her şeyi parçalayıp buharlaşacaktı.
Don Mateo parmaklarını birbirine vurdu. Tık... tık... tık... Sanki Riccardo'nun kafasının içinde çalan bir idam davulu gibi yankılandı o ses.
"Anlamıyor musun Riccardo?" dedi Don Mateo, sesi sabır taşlarını çatlatacak bir sakinlikle. "Bu evlilik sadece senin değil... Hepimizin kurtuluşu."
Riccardo başını hafifçe kaldırdı. Gözleri... Sanki bin cenazeye katılmış bir adamın gözleriydi. Kızgınlık yoktu, hayır. Çünkü kızgınlık canlılara özgüdür. Riccardo, içeriden öle öle bambaşka bir şeye dönüşmüştü.
"Kurtuluş..." diye fısıldadı. "Kimin kurtuluşu Don Mateo? Benim mi? Onun mu? Yoksa sizin kirli barışınız mı?"
Don Mateo yüzüne hafif bir gülümseme yaydı. Soğuk, hesaplı bir gülümsemeydi bu. Çakalların leş bulduğunda gösterdiği o pis sırıtıştan farksızdı.
"Ölenlerin ardından yas tutmanın kimseye faydası yok Riccardo.Yaşayanlar için anlaşmalar yapılır. Yaşayanlar için evlenilir.Ölenler... toprağın altındadır artık."
Ölenler...
Lavinia'nın gülüşü bir an için Riccardo'nun kulaklarında çınladı. Sanki biri mezarın içinden adını fısıldıyordu. Sevgilim... Riccardo...
Sofia, hafifçe eğildi. Bile isteye, kollarını masanın üzerine serdi. Elinin tersi Riccardo'nun parmaklarının ucuna dokundu. Soğuktu. Sanki bir ölü dokunmuştu ona. Riccardo içgüdüsel olarak geri çekildi. O dokunuşta Lavinia'nın sıcaklığı yoktu. O hayattı. Bu ise... soğuk, boş bir zorunluluk.
Sofia, yüzüne yine o boş gülümsemeyi takındı.
"Biliyorum, Lavinia'yı unutmadın. Bunu da senden istemiyorum Riccardo." sahte bir anlayış yayıldı. "Ben sadece... kalanları kurtarmana yardım edeceğim."
O cümledeki kalanlar kelimesi, bir kırbaç gibi yüzüne çarptı Riccardo'nun.
Kalanlar...
İnsanları.
Adamları.
Herkes.
Don Mateo ağır ağır eğildi. Sesini biraz daha kısıp, Riccardo'nun kalbine bıçağı saplarcasına söyledi. "Eğer kabul etmezsen... Sofia'nın ailesi bu masadan kalkar." dediğinde en boş gözleri ile baktı karşısındaki Sofia'ya. "Onlar kalkarsa... Düşmanların bu gece hepsinin evine girecek." dediğinde hala aynı şekilde bakıyordu. "Hepsinin mezar taşına adını kazıyacaklar, Riccardo. Lavinia'nın yanına gömecekler... Eğer gömecek bir şey bulabilirsen."
Dünya bir an için Riccardo'nun etrafında yavaşladı. Kalp atışları... Kapanıp açılan göz kapakları... Nefesi... Hepsi bir bataklığa saplanmış gibiydi. Sofia, gözlerinde hâlâ sahte bir merhametle fısıldadı: "Sadece bir imza... Sadece bir yemin... Hayatta kalanlar için."
Riccardo başını hafifçe geriye attı. Tavanı izledi. Tavanda hiçbir şey yoktu; ne bir ışık, ne bir umut. Sadece koskoca bir boşluk. İçinde çığlıklar atarak düşen, yapayalnız bir adamın boşluğu.
Sonra... Lavinia'nın hayali bir kez daha geldi. Beyazlar içinde. Gülümsüyordu. Sanki "Git..." diyordu. "Git ve koru..."
Gözleri doldu. Masadakiler görmesin diye başını eğdi. Bir damla yaş, sessizce şakaklarından süzüldü, masanın üzerine düştü. Yavaşça yumruklarını sıktı. Tırnakları avuç içini yırtacak kadar bastırdı.
"Benim bir ailem olmadığını biliyorsunuz değil mi?" diye mırıldandı Riccardo. "Öldüre bileceğiniz kimsem yok."
"Arman var." dedi net bir sesle.
Riccardo sadece ona baktı. Kaşları çatılmıştı ama bir şey söylemedi. Arman onun manevi kardeşiydi. Sonunda, çok zor duyulan bir sesle... Kendi boğazını kendi elleriyle sıkar gibi bir sesle fısıldadı: "Tamam."
Don Mateo ve Sofia birbirlerine hızlı bir bakış attılar. Bir zafer, bir anlaşma... Riccardo içinse sonsuz bir esaretten başka bir şey değildi.
İmza atıldığı anda, odadaki hava biraz daha ağırlaştı. Sanki Lavinia'nın ruhu o an gerçekten terk etmişti Riccardo'yu.
Masadan kalktı. Adımları sürüklenir gibiydi. Kapıya vardığında, dudaklarından neredeyse görünmeyen bir mırıltı döküldü: "Af et." Ve kapı sessizce kapandı.
Ardında...
Riccardo'nun parçalanmış bir ruhu ve bitmeyen bir yas kaldı...
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.53k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |