Güneşin doğup, sanki özelikle benim gözlerime düğmesi ile uykumdan uyanmak zorunda kalmıştım.
Uyanmak için fazlası ile erken bir saati benim için. Bu kadar erken uyanmak zorunda kaldığım için güne en huzursuz şekilde başladım.
Bu kadar erken uyanmayı seven bir insan olduğum pek de söylenemezdi. Ama sürekli de o kadar evde yatan biri değildim ama yine de erken uyanmak demek ölüm gibi bir şeydi.
Dün gece üşengeçlik edip sonra kapatırım dediğim perdeyi uyumadan önce kapatmamanın bedelini çok erken uyanarak ödemiş oldum. Bir daha kendime bu perdeyi kapatmadan uyumayacağımı söylesem de bu dediğime kendim bile inanmamıştım.
Kalkıp önce sabah olmasını umursamadan kalın perdeyi kapattım. Koyu renkli olan bu perde güneşten gelen ışığı anında kestiğinde yarım yamalak açtığım gözlerim de sonunda huzura kavuştu.
"Bir daha ev tutacak olursam güneş ışığından yoksun bir yer tutacağım." Diye söylene söylene etrafıma bakındım. Saate gözüm kaydığında bir kez daha derin bir nefes aldım.
Evi öyle bir yerde tutmuştum ki direkt olarak güneş kendini gösterir göstermez ilk bana selam veriyordu. O derece güneş alan bir evdeydim ve ben burayı tutarken bu kadar da güneş alacağını hiç de tahmin etmemiştim. Tuttuğum adam buranın bu kadar ışık almasını överek anlatıyordu ama ben klasik bir evi kiralamak için yalan söylediklerini düşünmüştüm.
Kendi kendime söylemeyi bırakıp direkt olarak banyoya doğru yürümeye başladım. Attığım her adımda üzerimde olan kıyafetleri nereye gittiğini umursamadan çıkarıyordum.
Banyoya girene kadar tamamen çıplak kalan vücudum ile banyo yapmaya hazırdım. Banyoya girerken suyu açtım ve altına girdim. Bir an küvete girmeyi düşünsem de bundan vaz geçip duş almak istedim. Tam bir sıcak su insanıyım. Ne kadar uykum olsa da bunu umursamadan kendimi sıcak suyun altına bırakmıştım.
Gözlerimi sıcak suyun altında zor açık tutmam yine umurumda değildi. Dün akşam olanlar aklımdan çıkmıyor ve bu benim yüzümde bir gülümseme oluşmasına sebep oluyordu.
Acaba Alex'i ilk gören kimdi? Onu o şekilde yatakta yatarken görürken nasıl bir tepki vermişti? Çok merak ediyordum ama bunu asla öğrenemeyecektim herhalde.
Suyun altındaki duşum tahmin ettiğimde daha uzun sürmüştü. Direkt olarak suyu kapattım ve kendime kurulama zahmetine bile girmeden odama doğru ilerledim. Havlu sarmak ile uğraşmak yerine direkt olarak kıyafet geçirmek istedim üzerime.
Havlu ile evin içinde dolaşmak istemiyordum. Zaten tek başıma olduğum bu yerde ister havlu ile ister de çıplak dolaşırdım. Kimse de buna karışamaz bir zahmet.
Evin her yerinden olan perdeler bunun için genelde kapalı olurdu. Ne yapacağım belli olmayan bir insan olduğum için kendi odam hariç her perde genelde kapalı olurdu.
Odamın camını sık sık açtığım için perdeyi bazen kapatmayı unutuyordum. Onun haricinde pek de sorunum yoktu.
Üzerime siyah bir tişört geçirip altına da bir şey giymeme bile gerek kalmadı çünkü zaten tişört kalçalarımın altına kadar gelmişti. Tişört erkek tişörtüydü. Evin içinde giymek için alıyordum erkek reyonunda bana büyük olan tişörtleri.
Kabul edelim ki kadın reyonlarında artık bol güzel sade tişörtler bulmak neredeyse imkansızdı. Her yerde bir yerlerinde bir yırtık olan elbiseler kendini gösteriyordu. Ya da kıyafet crop şeklinde oluyordu. Evet bende giyiyordum açık ama evde bu şekilde dolaşmak hoşuma gidiyordu.
Direkt olarak saçlarıma bir havlu sararak aşağı katta indim ve kahve yapmak için salon öle birleşik olan mutfağa doğru ilerledim. Kendime kahve yaparken kapının olduğu tarafa baktım.
Lavinia çiçeğinden boşta kalan saksıyı oraya bırakmıştım dün eve geldiğimde. Elime saksıyı alıp kahveyi bekleyene kadar aşağı inip direk olarak saksıyı yere bırakma kararı aldım.
Semtteki herkesin adı yazılı olan bir yer vardı ve her birinin isminin üzerinde de bir saksı kendine yer edinmişti. Alex'in ismine baktım ve boş olan yerine bakarken gülümsedim.
"Ah Alex ah." Diye mırıldandım kendi kendime. Diğer dolu olan Lavinia çiçeklerinde boş olan ikinci saksıydı. Birinci saksı daha buraya ilk geldiğimde bütün semttin benim babam sandığı adama ait olan saksıydı. Diğer her saksı Lavinia çiçekleri ile bütün güzellikleri ile duruyorlardı. "Şimdi seni herkes unutacak ama bil bakalım kim unutmayacak?" Dedim saksıyı yerine koyarken. Bir adım geirye çekilip hem ismine hem de boş olan saksısına baktım. "Tabii ki ben." Dedim ve merdivenlere doğru yürümeye başladım. "Kalbine o lavinia çiçeğini gömen." Dedim gülümseyerek. "Sana ilk çiçeğini veren kişi." Dedim.
Ölen insanların mezarına dikkilen ve sonradan gelen her çiçek yerine ben onlara öldüklerinden sonra ilk çiçeği veriyordum. Bunu da onların kalbine gömerek yapıyordum.
Kahvenin olduğunu bana öterek kendini belli ettiren makinadan sıcacık kahvemi aldım ve koltuğa doğru ilerledim. Kahveyi masaya koyarken midemin bulanmaya başladığını his ederken daha beklememe kalmadan direkt olarak midem ağzıma gelmeyi başarmıştı.
Koşarak lavaboya ilerlerken saçından kayıp giden havluyu umursamadan kendimi banyoya attım. Hemen sonra klozet kapağını açıp dün akşam ne yediysem hepsini çıkardım. Düşen havlu yüzünden saçlarıma kusmuk gelmesin diye arkamdan sıkıca toplamış tutuyordum.
Kusacak bir şey midemde kalmadığına emin olsam da hala öğürme isteğime engel olamıyordum. Biraz daha olduğum yerde dururken ayağa kalktım. Titreyen ellerim ile sifonu çekip el yıkama yerine doğru ilerledim. Suyu açıp ellimi yıkadım.
Daha sonra avucuma biraz su çarpıp gözlerimin içine baktım karşımda olan aynada. "Ne oluyor Lavinia." dedim kendi kendime. Ellimi bir kere daha doldurup direkt olarak yüzüme çarptığımda daha iyi his ediyordum. En azından az önce olan halime kıyasla daha iyi his ediyordum.
Lavabodan çıktıktan sonra az önceki kahve içme isteğim tamamen yok olmuştu. Aynadan gözlerimin içine bakarken kendi mavi gözlerim ana yabancı gelmişti. O gözlerin sahibini tanımıyor gibiydim.
Yukarı çıktığımda direkt olarak dolabıma yöneldim ve kendime oradan kıyafet çıkardım. Siyah tişörtü katlayıp yatağımın kenarına koydum. Eve geldiğimde giymek için bırakmıştım. Dolaptan siyah kargo pantolonu alıp direkt üzerime geçirdim. Üzerine de pembe tişört geçirip her zamanki gibi Lavinia oluşumu konuşturdum.
Renklere her zaman aşık bir kızdım. Küçükken de bu böyleydi. Hala da böyleydi. Değişmeyen tek şey belki de renklerdi benim için asla değişmeyecek tek şey olarak kalmasını istiyordum.
Etrafa bir kez daha bakarken ayna ile göz göze geldim ve hala tenimin solgun olduğunu fark ettim. Umursamadan direkt olarak telefonumu ve biraz nakit parayı cebime atıp dışarıya çıkmak için hazırdım.
Direkt olarak aşağıda beyaz sporlarımı da ayağıma geçirip dışarı çıktım. Etrafa hızlı bir şekilde göz gezdirdim ve kapıyı kilitleyip kendimi bahçeden dışarı attım. Boynumdaki kulaklığı kafama geçirip listeden herhangi bir şarkı açtım ve yoluma devam ettim.
Çalıştığım pastaneye gidiyordum. Bir pastanede işe başlamamın asıl sebebi buradakiler ile hem daha iyi sohbet edip onları tanımaktı. Hem de biraz da olsa kendi kafamı dağıtmaktı. Pasta yapmayı seven bir insandım.
Eğer bunların hepsi yaşanmıyor olsaydı şu anda ben doktorluk okumaya devam edecektim ama her şeyi geride bırakmıştım. Bıraktığım her şeyin arasında kendi hayattım da vardı. Şu anki kendime ne kadar da farklı bir meslek istemiştim. Şu anda can alan bu eller ile can kurtarmak istemiştim.
Kendi kendime bu düşünceme gülümserken pastanenin kafesine gelmiştim çoktan.
"Livia." diye bana neşeyle şakıyan Nina'ya baktım. "Günaydın." dediğinde gülümsedim. Sahte olan gülümseme ile ona doğru yürüdüm.
Burada kullandığım isim Livia olarak belirlemiştim. Lavinia ismini kullanıp da herkesin dikkatini ekmeye hiç de gerek yoktu. Özelikle ölülerin üzerinde buldukları lavinia çiçeklerinden sonra herkesin benden şüphelenirdi.
"Günaydın Nina." dedim. Askıdan önlüğümü alıp üzerime geçirdim ve saçlarımı arkadan sıkı bir at kuyruğu yaptım. Nina sohbet etmeye bayılan bit insandı ve birazcık boş boğazdı. Ama semtte herkesi neredeyse tanıyordu ve bana her bilgisini anlatan bir insandı. Onun sayesinde semtte herkesten haberim oluyordu.
"Hasta falan mısın?" diye sorduğunda yüzüne anlamsız bir şekilde baktım. "Rengin solmuş gibi geldi." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Hasta değilim ama biraz yorgunum." dedim sadece. Tezgahın önüne gelip oradaki Nina'nın yanında ona yardım etmeye başladım. Nina değişik kızdı ama kafa dengi olduğu kesindi. Ona zarar şu anlık vermeyecektim ama onda da şüphelendiğim şeyler vardı. Değişik davranışları kafamı bazen kurcalıyordu.
Burada herkesi tanıması işime yarıyordu ve bana anlattığı her şey tam anlamıyla bazen doğru bazen ise yalan çıkıyordu. Hepsini teker teker araştırırken aslında Nina'nın bu semtte birinin bile kızı olmadığını öğrendim. Ama işin garip tarafı şuydu ki Nina buradaki en zengin ailelerin üvey kızıydı.
Ve böyle bir yerde çalışıyordu?
Bunu herkesten sakladığını ve hata bana bile anlatmamış olmasına anlam vermeye çalışmak ile uğraşmıyordum. O kadar yakın değildik ama kısa zamanda bana güvenmesini sağlaya bilmiştim. Bu güzeldi. En azından bana bir şeyleri anlatması işime çok yarıyordu. Araya bir de yalanlar veya halk tarafından kabartılmış dedikodulara ekleme yaparak anlatmasa çok güzel olurdu.
Nina bu konuda pek güven vermese de bazen onun sakladığı şeyleri merak ediyordum. Mesela Gallo ailesinden üvey kız olmasına rağmen bunu neden saklıyordu? Yada aile kızlarının üvey olduğunu saklıyorlardı?
Nina bu kafenin üst katında olan dairede yaşıyordu. Normal bir evdi ve ailesi o kadar zenginken bunu neden yaptıklarını çok merak ediyordum. Bunu belki bir gün kendisi anlatırdı ama nerede ne şekil olacağını bilemezdim.
"Gelirken müzik dinliyordun sanki," diyen Nina'ya dönüp baktım ve kafa salladım. "Ne dinliyordun ki?" diye sordu merakla.
"Aslında Türkçe bir şarkı." diye mırıldananım. Yaptığım işi bırakıp Nina'ya döndüm. Sohbet başlatmaya çalışıyordu ve bana pas atmıştı.
"Çok dinliyorsun sen Türkçe şarkı." dedi gülerek. Gülümseyerek kafa salladım.
"Orda yaşıyordum biliyorsun." dediğimde gülümseyerek kafa salladı.
"Adı neydi şarkının?" diye sordu merakla. Telefonumu çıkardım ve kulaklığa bağlantısını kapattım. En son dinlediğim şarkıyı açıp tezgahın üzerine bıraktım. Şarkı bana hatırlattığı kişi belliydi.
Riccardo...
Cebimde inanmışlıklarım
Sen yarım bırakmıştın kadın
Tutunur bir merhamet sesime
Affım bir enkazdan ağır
Beni yarım bırakan Riccardo'ydu. Giden oydu. Veda etmeden sadece çekip giden oydu. Beni yarım bırakan oydu. İçime ateşi düşürüp giden oydu. O yuvamdı.
Ve benim yuvam yıkıldı. O enkazın altında ne kadar bağırsam sesimi duymadıkları için sadece sustum. Kendi sessizliğimi susturdum. Her zaman kalbi ile hareket eden ben artık kalbimi bir daha ses çıkarmasın diye susturdum. Çünkü biliyordum ki her şeye rağmen benim aptal kalbim hala Riccardo diye bağırırdı.
Bağır çağır sevdim hep sağır
Duyan olmadı, kalan olmayı
Tercih etmedim aşk beni mıhladı
Kırdın kanadımı unuttum uçmayı
Kanadım hiç oldu mu bilemem. Aşk denen şeye düştüğüm için aptaldım. Sadece aptaldım. Ben öyle bir hayatta aslında aşık olmama gerekiyordu.
"O gözlerindeki hüznün sebebi her kimse ona izin verme Kızıl."
Ben izin vermiştim.
Ben sana veda edemem
Kır, dök, parçala ama gel hemen
Ben seni kadere teslim edemem
Başına bir şey gelir, hesabını veremem
"Umarım Riccardo." dedim içimden bir ses. Kalbimden geliyordu sanki bu ses. "Sana hiç bir zaman bir şey olmaz." dedim bir kez daha. "Yoksa arkandan bıraktığın bu kalp kendini asla af etmez."
Ben sana veda edemem
Göz göre göre canımdan vazgeçemem
Ben seni uğurlamaya gelemem
Son kez gülersin, evime dönemem
Ben gerçekten ona veda edemezdim. O giderken bile ben hala onun adını haykıran bir kalp taşıyordum.
Ben sana veda edemem
Kır, dök, parçala ama gel hemen
Ben seni kadere teslim edemem
Başına bir şey gelir, hesabını veremem
Ben sana veda edemem
Göz göre göre canımdan vazgeçemem
Ben seni uğurlamaya gelemem
Son kez gülersin, evime dönemem
Ben sana veda edemem
Ben sana artık veda edemem
Ben sana veda edemem
Ben sana veda edemem
Veda, veda edemem
Ama sen bana veda ettin
Nina şarkının ismini aldı. "İtalyanca çevirisine bakacağım merak ettim." dediğine kafa salladım. Her harfi neredeyse teker teker bakarak arama yerine yazarken ben durmadım ve işleri hal etmeye devam ettim. Dışarı çıkıp masaları yerleştirdim ve tekrar içeri girdiğimde Nina'nın telefonum ile bana bakıyordu. "Şarkı çok üzücü çıktı. " dedi telefonu bana uzatarak.
"Ruhum mutlu değil ki ruhuma dokunacak olan şarkı mutlu olsun." diye mırıldandım ve mutfağa doğru adımlamaya başladım. Mutfaktan çıkmazdım genelde ama bezen çıkarıyorlardı işte. Aklıma gelen şeyle dönüp Nina'ya tekrar baktım. "Leo nerde?" diye sordum sadece. Nina ile tezgahın başında duruyordu.
"Bir saat gecikeceğini söyledi." dediğinde kafa salladım.
(Leo erkek
Nina kız)
Tekrar mutfağa gidip direkt olarak bana yapmam gereken pastaları listeleyip yetişmesi gereken tarihin yazılı olduğu o dosyaya ilerledim. İlk sayfadaki pastaya baktığımda küçük bir pasta olduğunu fark ettim.
Yuvarlak şeklindeki pastanın üzerinde bazı şekiller vardı. Dışı pembe bir renkte olup üzeri de kırık beyaz rengine kaçıyordu. Üzerindeki yazı İngilizce olup çok kolay yazıla bilecek pastaydı. Yıldızlar ve kalpler ile üst tarafı süslenmiş aynı zamanda inci gibi gözüken boncuk süsler kendine yer edinmişti. Birkaç yıldız deseni de diğerleri gibi irili ufaklı pastanın üzerinde yerini koruyordu.
Pastayı direk yapım aşamasına geçtiğimde listeden yine rastgele bir şarkı açıp kulaklığımı taktım. Mutfakta çalışmanın iyi yanı buydu. Kulaklığını çıkarman gereken bir durum yoktu.
Önce kremaları hazırlayıp dolaba attım. İki farklı renkte hazırladığım kremayı dolaba attıktan hemen sonra beyaz kremayı da arasına koyacağım için aynı şekilde dolaba attım.
Önüme kek için malzemeleri alıp sırası ile teker teker kaba almaya başladım. Hızlıca karıştırdıktan sonra kek kalıplarından uygun olanı alıp direkt olarak fırına attım. Fırında onun pişmesini beklerken meyveleri kesmeye başladım.
Muz çilek kesip içine de çikolata damlaları atmamı özelikle not düşmüşlerdi. Hem meyve hem de çikolata değişik gelse de umursamadım ve keki aldım. Sıcak kek ortama efsane bir koku verdiğinde kokuyu derince içime çektim.
Bir yandan da şarkıyı mırıldanmaya devam ederken keki kabından çıkardım. Çıkarırken hala sıcak olması zorlamıştı ama yine de çıkarmıştım. "Sözüme güven dönmem ben kahpelik etmem." diye şarkıya eşlik ettim. Kafamda çalan şarkı şu anda uğraştığım iş ile beraber bana o kadar iyi geliyordu ki...
Keki eş üç parçaya böldüm ve kremalardan arasına koyacağımı aldım. Plastik ve incecik olan şey ile pastanın dik ve düzgün durması için yuvarlak şeklini verdim be pasta tabanının altında olacak parçaya biraz krema ile kekin ilk katını yerine sabitledim.
Pastanın kekini her koyduğumda doğradığım meyveleri ve istekleri üzerine çikolataları da yerleştirdim. Pastanın iç malzemeleri bittiğinde artık iç kısmı da pastanın bitmişti.
Direkt olarak pastanın dış kısmına ait olan kremaları da sürdüm ve artık her şey tamamdı. Sadece üst kısmının süslemeleri kaldığında eğilip pastanın üzerine önce kalpleri çizdim. Daha sonra fiyonkları da çizip yıldızları en sona bıraktım. Hepsi bittiğinde kutuya koyup üzerine de ismi yazıp direkt olarak bir başka pastaya geçiş yaptım.
Mutfağa birileri girdiğinde kulağımdaki kulaklığı indirip gelen Leo'ya baktım. Leo'nun yüzü solmuş ve elleri titreyerek bana bakıyordu. "Bir sorun mu var Leo?" diye sordum.
"Livia." diye mırıldandığında elim kremalı olduğu için hafif yukarıda tutarak ona baktım.
"Bir sorun mı var?" diye sordum bir kez daha. "Benden dolayı şikayet falan mı ne oldu?" diyerek aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
"Hayır hayır." dedi hemen. Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Burada olan herkes senin pastalarına bayılıyor sadece şaşırdığım bir haber aldım da az önce."
"Sorunun ne olduğunu anlatmak istersen dinlerim." diyerek anlayışlı arkadaş rolünü oynadım.
"Biliyorum." dedi. Kenarda olan sandalyeye oturdu. Ben oturmak yerine tezgahın kenarına yaslandım ve kremalı ellerimi tezgaha yasladım. Bulaşan kremayı sonra da silerdim sorun yoktu. "Tanrım bu nasıl anlatılır?" dediğinde ona bakmaya devam ettim.
"Direkt anlat Leo." dediğimde yutkunarak kafa salladı.
"Alex diye bir arkadaşım vardı." dediğinde ne olduğunu anlamıştım. Demek ki sonunda Alex'in leşini birileri sonunda bulmuştu. Ona tol yaparak bakmaya devam ettim ama gülme isteğimi de zor tutuyordum.
"Bir şey mi olmuş arkadaşına? Ondan mı bu halin?" diye sordum.
Evet Leo her şeyi biliyorum çünkü onu ben öldürdüm. O çığlıklarını sadece ben duydum Leo. O çığlıklara atmasına da ben sebep oldum.
"Kendi evinde öldürülmüş." dediğinde yalandan bir şaşkınlık ile ona baktım. Gözlerimi kocaman yapıp ona baktım.
"Bu nasıl olur?" diye sordum hemen.
"Hatta öldürülmemiş Livia resmen canice katledilmiş." dediğinde ona bakmaya devam ettim. "Kolları ve bacakları yatağa o kadar sıkı bağlanmış ki iplerdeki düğümleri çözememişler." dediğinde bunu zaten biliyordum. "Karnına defalarca kesik atılmış." dediğinde bunu da biliyordum. "İki gözünün de üzerine çarpı işaretti çizmişler." dediğinde dehşette düşmüş gibi ona bakıyordum.
"Bunu neden yapmışlar?" diye sordum korku dolu bir sesle. Aslında bunların hepsini ben yapmıştım ama yine de bunu şu anlık Leo'nun bilmesine gerek yoktu. "Bunu neden yapmış olabilirler?" diye sordum bir kez daha.
"Kalbinin," diye mırıldandı bir kez daha. "Kalbine çiçek dikmişler." dediğinde ona bakmaya devam ederken daha çok dehşette düşmüş gibi ona baktım. "Kalbinin tam ortasına bir çiçek dikmiş ve kalbinin etrafını ve açtığı bütün yaraların içine o çiçekten yapraklar bırakılmış." dedi ve sesinde olan buz gibi korku dolu ses o kadar hoşuma gitmişti ki...
"Bu delilik." dedim sadece. Evet ben bir deliydim ama bunun sebebi buradaki herkesti.
"Çok yakın arkadaştık." dedi. Bunu zaten biliyordum. "İlk beni sorguladıklarında öğrendim ve Livia fotoğrafları gösterdiler bana." dediğinde travma kalacak olmasına üzüldüm.
Yalan söyledim üzülmedim.
"Çok ağır olmalı." diye mırıldandım kendi kendime. "Ona o şekilde bakamazdım asla." dedim. Cesedini izlediğim on dakikayı saymazsak tabi. "Üzüldüm adına Leo." diye mırıldandım. Sessim sanki şok halinde olduğum gibi çıkıyordu.
"Onu öyle gördüğümde nefes bile alamadım." dedi. Keşke nefessizlikten ölseydin Leo. O zaman belki zavallı Alex gibi acı çekerek ölmezdin. Ama sıra sana da gelecek olması ne acı...
"Üzüldüm adına." diye mırıldandım bir kez daha. "İzin alsaydın bugün işe gelmeseydin keşke." dedim sanki onu düşünüyormuş gibi.
Omzu silkti. "Evde kalsam daha çok düşünürdüm. Gelmek istedim." dedi hemen. Daha sonra ayağa kalktı. Ayağa kalkıp ön tarafa doğru ilerledi.
"Üzüldüm adına Leo." dedim sadece. Giderken kafa salladığını gördüm. Arkasına bir daha bakmadı. Mutfakta olan kameraları bildiğim için aynı üzüntülü ifade ile pastaları hazırlamaya devam ederken kulağımda neşeli neşeli müzikler çalıyordu.
Alex'i daha erken bir saate bulmalarını beklesem bu saate daha yeni yayılmıştı her şeyi. Biraz daha erken yayılmasını bekliyordum. Yada gece evine gelen o aptal kızlar bu gece gelmediği için belki de bu kadar geç saatte kalmıştı.
Acaba onu ilk gören kimdi? Korkudan çığlık atmış mıydı? Belki de evin içinde gezinip hala evde olan bir katil aramıştı. Belki de korkudan dilini yutmuş kitlenip kalmıştı. Belki de orada bayılmıştı.
Keşke görseydim ilk kimin gördüğünü.
Nina bu sefer içeri geldiğinde bu sefer de ona baktım. "Yemek molası." dedi sadece ve kafa salladım. Açlıktan karnım kazınıyordu zaten. İçeriye Leo da girdiğinde hala bomboş bakışları ile etrafa bakınıyordu.
"Leo." dedi Nina ona bakarak. "Yemek yemeliyiz lütfen." dediğinde Leo kafasını iki yana salladı.
"Şu anda yemek istemiyorum." dedi ve Nina'ya gülümsedi zoraki bir şekilde. Nina biraz daha üstelemek istese de Nina bir şey demedi ve sustu.
"Livia sen yiyeceksin o zaman." dedi hemen. Kafa salladım.
"Acıktım zaten." dedim sadece ve Nina ile direkt olarak mutfağın köşesindeki yemek masasına geçip çay ve kruvasan aldım ben kendime. O domuz pastırmalı sandviç ve kahve aldı.
"Domuz etti sevsen sandviç verirdim." dediğinde kafa salladım. O da gülümsedi. "Aklım Leo'ya takıldı." dedi.
"Sizin aranızda ilişki vardı bir ara nasıl gidiyor?" diye sordum.
Omzu silkti Nina. "Biz onun ile sadece sevişiyoruz Livia." dedi.
"Sanki çok küçük bir şeyden bahsediyorsun Nina." dedim çayımdan bir yudum alırken.
"Benim için küçük." dedi omzu silkerek. "Yatakta çok iyi kendisi. Sürekli sevişeceğim terk erkek. Beni bilirsin." dedi.
"Seni bilmem ama Leo sana aşık." dedim bu seferde.
"Bu onu ilgilendirir." dedi sadece. Güldüm. "Benim yapabileceğim bir şey yok."
"Nina bazen seni dövesim geliyor." dedim.
Bu sefer gülen oydu ve ağzına bir lokma atarak bana kocaman baktı. Aklına bir şey geldiğini belli etti. "Geçen gelen ve aşırı yakışıklı Bruno'yu hatırlıyorsun değil mi?" diye sorduğunda göz devirdim. "Yapma öyle o sana aşık." dedi.
"Ben kimse ile olmak istemiyorum Nina." dedim ters ters. Her gün buraya gelip benim ile konuşmaya çalışıyordu.
"Hadi ama Livia çok yakışıklı." dedi hemen.
"Nina yüzüne bile bakmadım." dedim ona bakarak. Bu sefer de o göz devirdi.
"O adama bakılmaz mı?" dedi. Sanki çok güzel bir teklifi kaçırmışım gibi bana bakıyordu.
"Döneceğim en sonunda Türkiye'ye." dediğimde gülerek bana baktı. "Kafeye geliyorum Bruno. Festivale çalışmaya gidiyorum lezbiyen kız musallat olur." dedim.
Gür bir kahkaha attı "Ama çok güzelsin." dedi hemen. Ona bakmaya devam ederken gülümsedim. "Güzelliğin göz kamaştırıyor." dedi. Ve dalga geçerek ekledi. "Beni de yatağa at hemen." dedi. Göz devirerek güldüm. "Keşke Bruno ile bir kez de olsa yatsaydın." dediğinde bu sefer bir kez daha göz devirdim.
"Başkasına aşığım Nina." dedim en sonunda bezerek. Gözlerini kocaman açarak bana baktı. "Kalbim başkası için atarken gidip biri ile yatmam. Aşkıma ihanet etmem ben." dedim.
"Sen başkasına mı aşıktın?" dedi hemen. Gözlerini kocaman yaparak bana baktı. "Nasıl?" dediğinde güldüm. "Kim? Adı ne? Türk mü?" diye bir sürü soru sıraladı.
"Yok." dedim ona bakarak. Yemeğimden bir lokma daha aldım. "İtalyan." dedim. Gözleri daha büyük açıldı.
"Burada yaşıyor mu? Tanıyor muyum?" dedi hemen. Kafamı iki yana salladım.
"Bu semtte yaşamıyor Nina." dedim hemen. "Ama İtalya'da yaşıyor." dedim bu seferde.
"Senin onu sevdiğini biliyor mu?" dediğinde kafa salladım. "Ve sana hayır mı dedi Livia? Sana?" dedi beni bir kere daha göstererek. Sanki beni birinin red edeceğine inanmıyor gibiydi. Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Sevgili olduk." dedim ve yüzüme hüzün kendine yer edindiğine emindim. "Terk etti." dedim sadece. Yutkundum serçe sanki kelimeler boğazıma takılmış gibi his etmiştim. Sanki söylediğim iki kelimelik cümle boğazımda yumru oluşturmuştu.
"Ve sen seni terk eden birine mi aşıksın Livia?" dedi bana kızarak. Ona bakarken kafa salladım. "Ve ona sadıksın." dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Ona değil aşkıma sadığım." dedim. Anlamaz gibi bana bakıyordu. "Türkiye'de tanıdığım bir kadın vardı ve o kadar güzel konuşuyordu ki." dedim bu seferde. "Bana şey demişti 'dokunamadığım kadar uzak olsa da sevebileceğim kadar yakın bana.' demişti ve elini kalbini üzerine koymuştu Nina." dediğimde bana bakmaya devam ediyordu. "'Çünkü o burada. Hatta o burada değil direkt burası o. Sence ben başkasını sevebilir miyim? Başkasına dokuna bilir miyim? Ondan vaz geçe bilir miyim Kızıl? demişti bana. Ve o hamileydi. Bende sana soruyorum Nina. Sence ben onu o kadar severken, ona kalbim derken bir başkasını sevebilir miyim?" diye sorduğumda dolu dolu bana bakıyordu gözleri.
"Söyleyen arkadaşının da senin de aşkınız o kadar güzel ki..." dediğinde gülümsedim.
"Onun aşkı benimkinden bile güzeldi." dedim ve elimdeki yemeğin hepsini bitirip direkt olarak ayağa kalktım. "Livia." diye seslenen Nina'ya baktım. "Umarım kavuşursun ona." dediğinde gülümsedim. "Arkadaşın da sevdiğine ve bebeğine." dediğinde bir kez daha gülümsedim.
"Umarım Nina." diye mırıldandım. "Umarım kavuşurum." dediğinde o dışarı çıktığında ekledim. "Yada en azından veda edebilirim." dedim. Son cümleyi Türkçe bir şekilde söylemiştim.
Veda etmeden yarım bitten her şey insanın canını o kadar çok yakıyordu ki. Ne onu unuta biliyordunuz ne de yollunuza devam ede biliyordunuz. Riccardo sadece öylece terk etmişti.
Ben, Riccardo'nun bıraktığı boşluğu kabullenmekte zorlanıyordum. Adını andığım her an her saniye gözleri doluyordu, ama gözyaşlarını bir kez daha bastırdım ve ağlamamak için kendime bir savaş açtım. Onun sessizce gitmesi, kalbimdeki yarayı daha da derinleştiriyordu. O anların üzerine düşünerek bir süre hareketsiz kaldım. Riccardo'nun sesini duymak, onunla konuşmak için içimi çekti. Sanki ona anlatmak istediğim her şeyi o nefes ile susturmuştum.
Riccardo'nun vedasız gitmesi, bana hem bir acı hem de bir ders olarak kaldı. Kalbimin derinliklerinde, onun geri dönmeyeceğini biliyordum. Ne demem gerektiğini veya ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ama bu terk ediliş, benim içindeki gücü ve dayanıklılığı ortaya çıkardı. Her şeye rağmen ayağa kalktım ben o gün, her şeye rağmen kalbimdeki acı ile savaşmak istedim ve savaşmaya da devam edecektim.
İşlerimin hepsini en sonunda bitirdiğimde mutfağı acele etmeden temizlemiştim. Eve gide bilirdim ama eve gitmek için bir acelem yoktu açıkçası. Deterjanı bir kez daha lavaboya döktüğüm anda kusma isteği bir kez daha geldiğinde koşarak lavaboya gittim. Bir kez daha yediğim her şeyi kusarken gözlerimden bir damla yaş düştü.
"Livia!" diye bağırdı Nina. Kapıyı kilitlemedim ve direkt olarak benim yanıma geldi. "İyi misin?" dedi endişeli bir sesle.
"Başım-" dermeme kalmadan gözlerim karardı. "bayılacağım herhalde." dedim. Bir an duraksadım ve başım dönmeye devam etti. Gözlerim daha çok karardı ve ellerim titremeye başladı. El yıkama yerinin kenarına tutunarak dengemi sağlamaya çalıştım ama vücudum bana ihanet ediyordu. Birkaç saniye sonra gözlerim daha fazla karardı ve yere yığıldım.
Nina Leo'ya bağırdığını duyuyordum. Leo adım seslerini duyuyordum. Hemen yanına koştu. "Livia! Livia, iyi misin?" diye panikle bağırdılar.
Göz kapaklarımda olan ağrı ile gözlerimi açmaya çalışıyordum. "Uyanıyor." dedi hemen bir ses ama bu ses kime ait olduğunu daha tam anlamıyla yerine gelmeyen aklım ayırt edemiyordu.
"Neredeyim ben?" diye mırıldandım.
"Hastanede." dediklerinde dikleşmeye çalışarak onlara baktım. Başımda bir doktor da bekliyordu ve bana bakıyordu.
"Gerekli müdahaleleri yaptık Livia hanım." diye mırıldanan adama doğru baktım. Leo ve Nina da endişeyle bekliyordu adamın diyeceklerini. Kısa bir süre sonra doktor yanıma geldi ve nazikçe seslendi. "Livia, kendini nasıl hissediyorsun?"
Tam açılmayan gözlerimi yavaşça açtım ve başımı sallayarak cevap verdim. "Biraz daha iyiyim." dedim. Ancak doktorun yüzündeki ciddiyeti fark ettim. Kaşlarımı çatarak bakmaya devam ettim. "Bir sorun mu var?" diye sordum endişeyle.
Doktor, derin bir nefes alarak "Livia, bazı testler yaptık." dediğinde kafa salladım.
"Hastalık falan mı?" dire sordum adama bakarken. Lafları taksit taksit söylüyordu ve zaten gerilen beni daha çok geriyordu.
"Hayır." dedi ve ona daha dikkatli bir şekilde bakmaya devam ettim. "Ve hamile olduğunu öğrendik" dedi az önceki dediğini tamamlayarak.
Şok içinde gözlerini genişletti. "Hamile mi?" diye fısıldadım. Ona bakmaya devam ederken sesim belki de sadece o az önceki fısıltımı ben duymuştum sadece.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.53k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |