Uyandığımda bedenim, üstünden kamyon geçmiş gibi ağırdı. Kaslarım tek tek isyan ediyordu; sanki gece boyunca biri kemiklerimi kırıp tekrar birleştirmişti de, hiçbirini tam yapmamıştı. Her nefesim, içimdeki bir yaraya tuz basıyor gibiydi. Göz kapaklarımı aralamak bile sanki bin kilo ağırlığındaydı. Boğazımdan istemsiz bir inilti koptu acı, bulanık ve boğuk. Başım zonkluyor, midem ayaklanan bir zehir çukuru gibi devriliyordu. Her şey bulanıktı. Önce yalnızca karanlığı seçebildim... Sonra o tanıdık, küf tutmuş nem kokusu. Rutubetin içinde çürüyen duvarlar gibi içime işledi.
Gözlerim netleşmeden hemen önce bir gölge beliriverdi başucumda. Silueti ağır, bir erkekti. Kollarında, usulca kucakladığı bir kundak vardı. İçinde bir bebek. Ama adamın yüzü... Tanrı şahidim olsun, o yüz ne şefkatliydi ne de düşmanca. Gözleri, merhametsiz bir bilim insanının laboratuvar faresi üzerindeki o donuk ve hesapçı bakışlarını taşıyordu. O an ben, insan değil, incelenen bir yaratığa dönüştüm.
“Peri kızı,” dedi İtalyanca. Sesi soğuk bir mızrak gibi içime saplandı. Alaycı mıydı, yoksa acımayla mı doluydu? Ayırt edemedim. Kelimeleri havada asılı kaldı, kafamın içinde yankılandı. Ardından kırpılmış bir film şeridi gibi görüntüler belirmeye başladı zihnimde. Kan. Taş zemine sıçramış taze, yapışkan bir kan. Annemin gözleri... donuk ve açık. Ruhunun çoktan uzaklaştığı o yüz. O pislik katil... O iğrenç karanlık...
Mideme yumruk gibi oturan bir his kapladı içimi. Gözlerimi sıkıca kapattım ama görüntüler gitmiyordu. Sanki gözkapaklarımın içi, bir sinema perdesi olmuştu. Anneme güzel bir haber vermek için gitmiştim... Oysa o, yerde cansız yatıyordu. Çığlık atmamıştım. Ama içimde bir şey o an... paramparça olmuştu. Sessizce ve geri dönülmez şekilde.
“Peri kızı... umarım İngilizce biliyorsundur. Yoksa seninle anlaşmamız zor bir iş olacak,” dedi adam. Bu kez sesi daha gevşekti, umursamazlıkla süslenmişti ama bakışları... Bakışları iğrenç bir dikkatle üzerimdeydi. Gözleri omzumdan parmaklarıma süzüldü, sonra yüzümde durakladı. Soğukkanlı bir şekilde beni süzüyordu. Tüylerim diken diken oldu. Derim, tenim, bedenim hepsi onun gözlerine direnmeye çalışıyor ama saklanacak hiçbir yer bulamıyordu.
Titredim. Kurumuş bir dilimle dudaklarımı araladım. “Anne...” dedim. Sesim, kırılmış bir dal gibi çatallıydı. Boğuk, zorla çıkan bir fısıltı. Gözlerimden bir damla yaş kaydı, yanaklarımın tuzunu suladı. “Annem...” Bu kez daha düşük bir tondaydı, daha kırık, daha parçalanmış. Sanki her hecede biraz daha yok oldum.
Adam anlamadı. Kaşları çatıldı, ardından İngilizceye geçti. “Bir yerin mi ağrıyor?” Sesi yumuşaktı narin değil, ama dikkatli. Fakat gözleri hâlâ üzerimdeydi. Kırılmak üzere olan bir cam parçasını izler gibi... Yakında paramparça olacağıma eminmiş gibi.
Dişlerimi sıktım. “Anneme gitmem gerekiyor,” dedim İngilizce. Kendimi yukarı kaldırmaya çalıştım ama ayak bileğimdeki basınçla birlikte acı içime alev gibi yürüdü. Ayağıma sarılmış kalın alçıyı fark ettiğimde bir an nefesim kesildi. Kırılmıştı. Hayatta kalmıştım. Ama hiç bu kadar lanet gibi hissettirmemişti yaşamak.
“Peri kızı, dur. Ne yapıyorsun? Kafayı mı yedin sen?” dedi adam. Omuzlarımdan tutarak beni yere bastırdı. O temas... her şeyin içine işledi. Ellerinden yayılan o boğucu his, tenime işledi, kemiğime kadar indi.
“Bırak!” diye bağırdım. Sesim çığlıkla boğazımı yırttı. “Anneme gitmem gerek! ANNEME GİTMEM GEREK!”
“Tamam, tamam... Peri kızı, tamam. Ölmedi ya annen, gidersin,” dedi umursamazca.
Başımı çevirdim, gözlerinin içine baktım. Beni anlamıyordu. Zaten kimse anlamıyordu.
“Öldürüldü,” dedim. Tek kelime, ama boğazıma dikenli tel gibi takıldı. İçime çöken bir kaya gibi ağırdı. “Annem öldürüldü.”
Elleriyle başımı tuttum. Tırnaklarım saç diplerime gömüldü, kendimi sıkmaya başladım. Boğazım düğümlendi. “Annemi öldürdü... Katletti. O annemi katletti...” Gözyaşlarım artık serbestti. Sessiz, titrek, yakıcı. Boğuluyordum. Cidden boğuluyordum. Havanın geçmediğini hissediyordum. Elim boğazıma gitti. Boşu boşuna... sanki açabilecektim o daralan geçidi.
“Şşş... Sakin... Sakin ol, Peri kızı. Nefes al,” dedi adam. Ama bilmiyordu. Ben annemsiz nefes almayı bilmiyordum. Onun sesi olmadan, onun ten kokusu olmadan... ben nefesin ne olduğunu unutmuştum.
“Anneme gideceğim,” dedim hıçkırarak. Ayağa kalkmaya çalıştım. “Annemin bana ihtiyacı var... Anneme gitmem lazım...” Ayaklarım titredi, dizlerim çözüldü. Ayağım bedenimi taşıyamadı. Dünya devrilmeye başladı. Gözlerim kararırken bedenim yere düşüyordu ki, adam kollarıyla beni kavradı.
“PERİ KIZI!” diye bağırdı. Bu kez sesi yumruk gibiydi, tok ve sarsıcı. “Ayakta duramıyorsun sen! Otur! Bakıp geleceğim... Adres ver. Ama şimdi oraya gitmen tehlikeli!”
Ama beni ilgilendiren tehlike değildi. Benim derdim, artık nefes alamadığım bu dünyada... annemi yeniden bulabilmekti.
Kafamı sağa sola salladım. Tüm vücudum ağlıyordu artık. Sadece gözlerim değil. Kemiklerim ağlıyordu, içimde o geceyi tekrar tekrar yaşayan o küçülmüş kız çocuğu ağlıyordu.
“Ben... onun yanında olmalıydım. Ben yoktum. Annemin yanında olamadım...” dedim. Her kelimeyle parçalandım. O an değil sadece... her hatırlayışımda ölecektim artık. Annem öldürülmüştü. Ben de öldüm. Ama cesedimi toprağa koymadılar. Sürüklemeye devam ettiler.
“Peri kızı, bana bak.” Sesi toklaştı, yüzüme uzandı. Gözlerimi kaçırmamıştım ama içimde kıyametler kopuyordu. “Bak, seni katil gördü. Tekrar zarar verebilir. Gördüğün için, sırf gördüğün için seni öldürmek isteyebilir. Anlıyor musun beni?” dedi. Gözlerime eğilmeden bakıyordu. Kararlılığını gözbebeklerime bırakmıştı.
“Seni oraya gönderemem. Ona seni bir daha yakalatmam. Sana zarar vermesine asla izin veremem.”
“Onun bana ihtiyacı var,” dedim sadece. Sesim, donmuş bir çığlık gibiydi. Boğazımdan geçerken bile canımı acıttı.
“Gidene kadar rahat etmeyeceksin, değil mi?” diye sordu. Başımı iki yana salladım. Hayır. Etmeyecektim. Annemin gözleri kapanmışken, ben bu dünyada huzurla oturamazdım.
“Tamam,” dedi sonunda. “Ama tek bir şartla seni oraya götürürüm. Benim arkamdan ayrılmayacaksın. Seni koruyan birkaç kişi olacak. Anladın mı beni?”
Başımı salladım. Tek istediğim şey anneme gitmekti. Onu son bir kez görebilmek. O soğuk bedenine son bir kez sarılabilmek. Ne pahasına olursa olsun...
Tam o anda bir şimşek gibi düştü zihnime. Kardeşim. Özgür. Ya o eve gitmişse? Eğer annemin o hâlini görmüşse? O görüntüyle nasıl baş ederdi? Ya katil onu da fark ettiyse? Eğer o da saldırıya uğradıysa... yok, hayır. Bu düşünce bile midemi kaldırmaya yetti.
“Kardeşim,” dedim birden, gözlerimi hâlâ sabit tuttuğum boş noktadan çekip Riccardo’ya çevirdim. “Eve gittiyse annemin cesedini gördü.”
“Evde değil miydi?” diye sordu. Başımı salladım.
“Gece çalışıyor. Akşam yedi gibi çıkıyor evden. Ben gittiğimde saat sekiz civarıydı. Her şey o bir saat içinde olmuş... ama şimdi? Şimdi evde olabilir mi?”
“Kaçta dönüyor?” diye sordu.
“Yedi gibi sabah evde olur,” dedim.
“Saat sekiz on sekiz,” dedi.
Yutkundum. Kardeşim eve döneli bir saat on sekiz dakika olmuştu. Demek ki... görmüştü. Cesedi... annemin gözleri açık bedenini, yerde kıpırtısız yatan cansız hâlini görmüştü.
“Ya... ya onu da öldürdüyse?” dedim. Kalbim yumruk gibi göğsüme çarpıyordu. “Lütfen, hemen gidelim. Onu da kaybedemem. Ne olur.” Kafamı sağa sola salladım, nefesim düzensizleşti.
Riccardo, tek hamlede beni kucağına aldı. Şaşırmıştım. Hem de korkmuştum. Ani dokunuşlar, bedenime istemsiz bir ürperti gönderiyordu. İnsanların bana dokunmasından nefret ediyordum. Ama daha çok... korkuyordum. Bu korkumdan da... tiksiniyordum.
Gözlerini yüzüme kilitledi. Uzun, tehditkâr bir sessizlik oldu aramızda. “Kimdi?” dedi bir anda. Kaşlarımı çattım. Ne demek istiyordu? “Sana zorla dokunan kimdi?” dedi. Gözleri yeşildi ama içinde ölüm vardı. O an, ismini vereceğim kişiyi ilk fırsatta öldüreceğine emindim sanki.
“Adın ne?” dedim konuyu değiştirmek için.
“Riccardo.”
“Lavinia,” dedim. Sesim, sanki bana ait değildi. Bu yeni isim, bu yeni bedenle birlikte gelen tanımsız bir karanlıktı.
“Türk müsün?” diye sordu. Konuşturmaya çalışıyordu beni. Aklımı başka yöne çekmek istiyordu. Bense ayak uydurdum. Çünkü gerçeklere dönersem... delirirdim.
“Evet,” dedim. “Sen değilsin, anladığım kadarıyla.”
“İtalyanım,” dedi.
Kafa salladım. Ama düşüncelerimi durduramıyordum. Sadece bir an değil, her saniye içimde büyüyen o korkuyla yüzleşiyordum.
“Ben kardeşimi de kaybetmek istemiyorum,” dedim. Sesim çatlamıştı. “Ya ona da bir şey yaptıysa?” Gözlerim camlaştı. Her şey üzerime yıkılıyordu.
“Sen önce sakin olur musun? Sakin olmadığın sürece nefes alamıyorsun.” dedi.
Duraksadım. Kendimi sakin tutamıyordum. Ailemi kaybetme düşüncesi içimi oyuyordu. Koridora çıktığımızda ışıklar kapalıydı. “Işıklar neden kapalı?” diye sordum.
Normalde karanlıktan korkmazdım ama şu an, bu karanlığın içinden birinin çıkıp bana saldıracağını hissediyordum. “Niye kapalı ışıklar?” diye sordu birine İtalyanca. Sesini duyduktan birkaç saniye sonra ışıklar yandı.
“Abi, genelde ışıkları kapalı tutuyorsun ya... O yüzden, kusura bakma.”
“Peri kızı burada olduğu sürece bir daha hiçbir ışık kapanmayacak. Sabah bile olsa,” dedi sert bir tonla ve yürümeye devam etti.
“Abi, istersen alalım kızı kucağından. Biz indirelim aşağıya,” dediğinde, Riccardo bakışlarını çevirdi. Gözlerinde ölüm vardı.
"Ne haddine?" dedi tok bir sesle. Adam olduğu yerde küçüldü. "Dokunanın o elini, fırlatma niyetine götüne sokarım," diye ekledi. Adam ecel terleri döküyordu.
Aklımda bir soru belirdi: Bu adamdan neden bu kadar korkuyorlardı?
"Özür dilerim, abi," dedi adam. Elleri önünde birleşmişti. Riccardo bir bakış fırlattıktan sonra yürümeye devam etti. Bana döndüğünde ise az önce tehditler savuran adam değilmiş gibiydi. Gözleri, içimdeki tüm karanlığı alıp götüren yumuşaklıkla bakıyordu.
"Peri kızı," dedi. Bu kez İngilizce konuşuyordu. "Oraya polisi, biz çıktıktan sonra yollayacağız."
Kaşlarımı çatarak baktım ona. "Neden?"
Annemin cesedi hâlâ oradaydı. Katil bulunmalıydı. Bu iş tamamlanmadan içim rahat etmeyecekti.
"Lütfen beni dinle. Sorgulama," dedi. Bir şey demedim ama içten içe kabul etmek istemiyordum. Annemin katilini bulmak artık benim görevimdi.
Arabaya bindiğimizde kafamda sadece birkaç düşünce vardı: Katil kimdi? Kardeşim eve gitmişse annemi görmüş müydü? Ya da katil ona da zarar vermiş miydi? Ya şu an... kardeşim hayatta değilse?
"Ne tarafa doğru?" diye sordu Riccardo. Düşüncelerimden sıyrılıp yolu tarif ettim. Sessizce o yöne doğru sürmeye başladı. Onun beni izlediğinin farkındaydım ama ses etmedim.
Evin önüne geldiğimizde arabadan inmeye korktum. Riccardo önce etrafı kontrol etti. Ardımızdan gelen araçları şimdi fark ediyordum. Kalabalıktı.
Riccardo neden bu kadar koruma ile dolaşıyordu?
Arabadan inmeme fırsat tanımadan yine beni kucağına aldı. "İndir," dedim.
"Nasıl yürüyeceksin? Ayağın kırık. Kaburgan da öyle. Bir de açıklayamadığım bir bıçak yarası var. Ve günlerdir aç bırakılmışsın," dedi.
Annem şehir dışındayken onun eski eşi saçma bir nedenle bana saldırmıştı. Kavga ettikten sonra beni bir odaya kilitlemişti. Annem eve döndüğünde beni oradan çıkarmıştı. Sonrasında da o adamı şikâyet ettim, nezarete atıldı.
Bir an annemi onun öldürdüğünü düşündüm. Ama hâlâ içerideydi. Yapamazdı.
Yani... herhalde?
Asansöre binip yukarı çıkarken Riccardo’nun eli belimdeydi. Kaşlarımı çattım. Silah taşıyordu. Bu şu an için iyi bir şeydi. Katil hâlâ buradaysa kendimizi savunabilirdik. Evin katına çıktığımızda Riccardo, "Önce evin her yerini arayın," dedi. Kafa sallayan dört-beş adam kapıyı kırarak içeri daldı. Riccardo ise bulunduğumuz alanı dikkatle inceliyordu. Ben ise nefes alamıyordum.
"Riccardo," dedim boğuk bir sesle. "Nefes alamıyorum."
"Sakin ol. Hiçbir şey olmayacak," dedi. Ama iyi değildim. Merdiven korkuluklarına tutunarak eve girdim. Etrafa bakmaya başladım.
Riccardo anında yanıma geldi, elimi tuttu. Diğer eli belimin kenarına destek veriyordu. Yürümemi kolaylaştırdı. Korkmama rağmen bir şey demedim.
"Hangi oda?" diye sordu. Elimi kaldırıp odayı işaret ettim. Gözümden bir damla yaş süzüldü. Odaya doğru ilerledim.
Kapı açıldığında bir şok yaşadım.
Annemin cesedi yoktu.
Ve duvarda, siyah boyayla yazılmış tek bir not vardı:
“BLACK :)”
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.52k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |