2. Bölüm

2. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Riccardo, loş ışığın sarıya çaldığı odada, gölgelerin duvarlardan kalbine süzüldüğü bir anın tam ortasındaydı. Gözleri hâlâ yatakta kıpırtısız yatan kıza kilitlenmişti. Sanki bir rüyanın içinde sıkışmıştı da uyanmak istemiyordu. Kızın yüzüne doğru eğildi. Solgun bir ay ışığı gibi titreyen cilt, kızılın en koyu tonuna sahip, dağınık saçların arasından görünüyordu. Saçları, yanaklarına dökülmüş kana bulanmış ipek şeritler gibiydi.

Kızın yüzü… Ah o yüz… Masallardan düşmüş, gökyüzünden kaçmış, günahın ortasında masumiyet gibi yatıyordu orada. Riccardo, bir an durdu. Kalbinin sesini ilk kez duyuyormuş gibi irkildi. Göğsünün içinde bir şey kıpırdadı. Bir suçlunun affedilme umuduna benziyordu bu his.

O kadar insana işkence etmişti. Parmak uçlarıyla kemik kırmanın ritmini bilen bir adamdı. Ama şimdi? Şimdi kızın her morluğu, her yarası onun içini oyuyordu. Kendi kaburgası çatırdıyor gibi hissetti. Avuçlarındaki his, kanın sıcaklığından çok daha fazlasını taşıyordu. Vicdan gibiydi. Lanet gibi.

“Ne yaptın sen bana?” diye fısıldadı, kızın duymayacağı bir tonda.

Kızın Türk olduğunu düşündü. Bilmediği bir ülke, yabancı bir şehir… ama o an Türkiye ona bir beddua değil, bir mucize göndermişti sanki. Gözlerini kıza dikti. Gözkapaklarının altında gizlenen sırları görmek istercesine. Sanki bir an açılacak da karanlığın içinde güneşi gösterecekti.

“Cidden mi Riccardo…” dedi kendi kendine, sesinde hem öfke hem şaşkınlık vardı. “Görür görmez mi? Görür görmez âşık mı oldun?” Başını yana eğdi. Dudaklarının kenarı alayla kıvrıldı, ama gözleri ciddiydi. “Yıllardır atmayan kalbin bir peri kızı yüzünden mi atıyor şimdi?”

Yanına yaklaştı, dizlerinin üzerine çöktü. Yüzü tam kızın boynuna denk geldi. Nefes aldı. Derin, aç bir nefes… Sanki onun kokusuyla aklanacak gibi, sanki günahları boğazına dizilmiş de o kokuyla boğulacakmış gibi. Kokusunda kan, sabun, toz… ve açıklayamadığı, tanımlayamadığı başka bir şey vardı. Cennet gibi bir şey. Belki de ölüm gibiydi. Belki de aşk, ölüme en yakın şeydi.

Tam o sırada kapı açıldı. Gıcırdayarak…

“Abi…” dedi şoför, sesi tedirgindi. Riccardo, başını yavaşça çevirdi. Gözlerindeki o derin karanlık bir anda odanın ısısını birkaç derece düşürdü. Göz göze geldiklerinde adamın dili damağına kurudu. “Kızın durumunu öğrenebilir miyim?” diye sordu titrek bir sesle.

Riccardo o an düşündü. Bu adam yıllardır yanındaydı. Birlikte nice kanlı gece geçirmişlerdi. Ama bu adamın kalbinde hâlâ bir köşe kalmıştı. Kadınlara, çocuklara… Ve şimdi şu kıza.

“Birkaç kırık dışında bir şey yok,” dedi Riccardo, sesi keskin bir bıçak gibiydi. “Çık. Ve kimse bu odaya girmesin. Ne zamandır kapı çalmadan girer oldunuz siz?”

Adam başını eğdi, ricaya dönüşen bir saygıyla odadan çıktı.

Riccardo arkasından söylene söylene kalktı. Kapıya yürüdü. Metalin soğukluğu parmaklarına değdiğinde iç geçirdi. Kilidi çevirdi. Tak... Sessizlik. Ama o sessizlik uzun sürmedi.

Bir inleme… İnce, yırtıcı bir yankı gibi odanın duvarlarında dolaştı.

Kızdı bu.

Yine inledi. Daha derinden. Riccardo kilitten elini çekmeden dönüp kıza baktı. Vücudu kıpırdandı.

“Öldü…” dedi kız. Türkçeydi. Anlamadı. Ama kelimenin yükünü hissetti. Sanki bir şey kırıldı içinde. Sanki o kelimeyle kendi geçmişi de öldü.

Kıza koştu. Kapalı gözlerinin arasından bir damla yaş süzüldü.

Riccardo, tek dizinin üzerine çöküp elini kızın yanaklarına koydu. Ateş… Elini yakan bir sıcaklık vardı teninde. Yanıyordu. Canı bedenine sığmıyordu sanki. Bu kadar sıcak olmamalıydı. Bu… tehlikeliydi.

Bir anda fırladı. Kapıyı açtı. Sesi yıldırım gibi indi merdivenlere: “DOKTOR!

Altta nöbet tutan doktor, sesi duyduğunda boğazı kurudu. Kaşığındaki çorbayı düşürüp nefesi kesilmiş gibi fırladı. Bir merdiven değil, bir kader çıkıyordu şimdi karşısına. Çünkü Riccardo’nun bu tonla bağırması… ya ölüm, ya mucizeydi.

Loş ışık, odanın köşelerine sinmişti. Riccardo’nun ayak sesleri yankılanmıyordu, ama içerideki havayı delen bir gerginlik vardı. Gözleri doktorun üstüne çivilenmişti. “Bir şey mi oldu?” diye sordu sessizce ama içinde volkanlar vardı. Kıza en ufak bir şey olduysa, doktorun hayat sigortası boşuna imzalanmış demekti. Yutkunurken bile ecel terleri döküyor, dua ediyordu içinden, ilk kez bu kadar samimi bir yalvarışla: Lütfen, ona bir şey olmasın...

“Ateşi niye var?” dedi Riccardo. Sesi sertti, ama öfkesinin altında titrek bir panik gizliydi. Gözleri hafif kan çanağındaydı, sinirden değil sadece uykusuzluktan, yorgunluktan ve endişeden.

Doktor şaşırmış gibi yaptı. “Ateşi mi?” diye inledi. Elbette farkındaydı. Kızın vücudundaki yaraların bazıları eskiden kalmaydı, intihap kaptığını görmüştü ama verdiği serum bile fayda etmemişti. Yine de şimdi bu adamın önünde o bilgiye sahip olmak, ölüm fermanını kendi elleriyle imzalamak demekti.

“Doktor burada dikilmeye devam mı edeceksin, yoksa ömrünü biraz daha uzatmak için kızımı yaşatacak mısın?” Riccardo’nun sesi artık tıslama gibiydi. Her kelime, doktorun damarlarında dolaşan kanda yankılandı. Adam hızla içeri girdi, elleri titreyerek kızın üzerindeki örtüyü kaldırdı. Riccardo bakışlarını hemen çevirdi; kızın sadece sütyenle yattığını biliyordu. Onu öyle görmek, içini kaldıran bir suçlulukla doluydu. O an sadece yüzüne bakmaya yeminli gibiydi; alnındaki ter, yanaklarındaki kızarıklık ve çatık kaşlarının altında titreyen kirpiklerine.

“Kız uzun süre aç bırakılmış. Ve yaranın iltihap kaptığı için ateşi var,” dedi doktor. Gözleri Riccardo’ya kaymıyordu bile. Bu bir teşhis değil, bir özür gibiydi. “Sen benim anlamadığımı bile bile neden Türkçe konuşuyorsun doktor?” diye sordu Riccardo. Bu sefer sesi bıçak gibiydi. “Sen beni öldür diye yalvarıyor gibisin.” Odanın sıcaklığı bir anda düşmüş gibi oldu. Doktorun alnından ter boncuk boncuk süzülürken, içinden geçirdiği tek şey şuydu: “Ben neden hâlâ bu işin içindeyim?” Cevap basitti, iğrençti ama gerçekteydi: Para. Bu adamı sevecek kadar temiz bir yüreği vardı, ama parayı daha çok seviyordu.

Riccardo, onun açıklamasını beklerken susmuştu. Bu sessizlik, bir ip gibi doktorun boynuna dolanıyordu. Sonunda mecalsizce konuştu adam: “Ateşi olmasını bekliyordum ama bu kadarını tahmin etmemiştim. Yarayı bildiğiniz gibi derin bir kesiydi. Müdahale ettim ama... iltihap çoktan başlamıştı. Birkaç gündür hiçbir şey yememesi de bedenini iyice zayıflatmış.”

Riccardo’nun kaşları daha da çatıldı. “Aç bırakılması mı? Ne demek bu?” diye sordu kısık sesle. Cümle ağzından dökülürken bile kalbinde bir suçluluk kıpırdadı. Bu kız, onun koruması altındaydı.

“Yarasını dediğim gibi yeni diktim,” dedi doktor ve hemen ardından ekledi: “Uzun süre açıktaydı. Enfeksiyon yayılmış. Kazada daha da kötüleşmiş olabilir.” Riccardo’nun gözleri dondu. Bu bilgi daha önce verilmemişti. Neden şimdi? Neden bu kadar geç?

Peri kızı… Ona verdiği isim bu. Çünkü o kız, dünyada var olmaması gereken bir güzellikti. Ama bu kız… kimdi? Ne yaşamıştı? Hangi cehennemden geçerek onun hayatına düşmüştü? Geçmişi, sırtında taşıdığı yük neydi? Kendi elleriyle yarasını dikmişti ama hikâyesini hâlâ bilmiyordu. Bu sefer gözlerini kaçırmadan, ağır ve boğuk bir sesle sordu: “Ne yarası doktor?”

Adam yine ecel terleri dökerek baktı Riccardo’ya. Kaşlarının arasındaki sertlik, gözlerine gölgelenen karanlık... bu adamın kıza zarar vermiş olabileceğini düşündürüyordu. Ama sonra bir an, sadece bir an... Riccardo'nun bakışları kıza değdiğinde, doktor içine saplanan o ön yargının yavaşça öldüğünü fark etti. O gözlerde nefret yoktu. O gözlerde sahiplenme de yoktu. Aşka yakın, ama ondan da derin... bir tür adanmışlık vardı. Kız onun için nefes gibiydi, gölgelerden sızmış bir kutsallıktı sanki.

“Karnında birkaç günlük olduğunu düşündüğüm bir bıçak yarası vardı,” dedi doktor. Sesi titriyordu. “Vücudunun çoğu yerinde de çürükler var. Son kaza olmadan önce yara almamış tek bölgeleri yüzü ve elleriydi. Şiddet görüyordu yani...” Her kelime, Riccardo’nun bakışını bir başka şekle sokuyordu. Ve doktor, o an kesin olarak anladı: Bu adam, kıza el süremeyecek kadar körkütük bir aşkla bağlıydı. O kıza zarar verecek en son kişiydi o odada. Onu koruyamamıştı belki... ama zarar vermemişti. Doktor, yaptığı hatanın büyüklüğüyle yüzleşti o saniyede. Riccardo’yu, kendi celladı sanmıştı. Ve şimdi, canını bağışlaması için içinden sessizce Tanrı’ya dua etti.

Riccardo kıza uzun uzun baktı. Dudakları sıkılmıştı, elleri yumruk halindeydi. Gözbebekleri büyümüştü. O izleri şimdi görmek istiyordu... ama kız uyuyordu. Ve o, uyuyan bir kadının bedenine bakan biri olamayacak kadar gururluydu. Bir gün, belki... kendi rızasıyla gösterirdi izlerini. Ve o gün geldiğinde, Riccardo her bir izin hesabını teker teker soracaktı.

“Kıza şiddet değil... işkence uygulamışlar,” diye mırıldandı. Kendi sesi bile iğrendi bu kelimelerden.

Sonra döndü doktora, yüzündeki soğukluğu hissetmek değil görmek mümkündü artık. “Siktir git,” dedi Riccardo. Tonu düşüktü, ama o tonda bir kıyamet saklıydı. Doktor bunu bir emir değil, kurtuluş zili gibi duydu. Derhal başını eğdi ve usulca, sessizliğin içinde kayboldu.

Oda yine sessizliğe büründü. Riccardo gözlerini kapadı bir an. Derin bir nefes aldı. Sonra tekrar kıza döndü. O an tek istediği şey, bu kızın başına ne geldiğini öğrenmekti. Kim yaptıysa... bulacaktı. Ve cezasını kanla kesecekti.

Tam o sırada kapı aralandı. “Abi,” dedi içeriden biri. Riccardo zorlukla çekti bakışlarını kızdan. “Kızın çok ağlıyor abi. Ne yaptıysak susturamıyoruz.” Riccardo başını eğdi. Elini alnına götürdü. Kızı değildi... ama kardeşinin kanıydı. Kendi kanıydı.

Hayır, o bebek onun değildi. Onun annesi, Riccardo’nun öldürülen ikiz kardeşiydi. Kızcağız dünyaya geleli daha on beş gün olmuştu... Ve hayat çoktan annesini, babasını çalmıştı ondan. Riccardo bugüne kadar kimseye âşık olmamıştı. Ta ki o peri kızını görene dek.

Türk bir kadındı sevdiği... ama onunla asla evlenememişti. Ailesi izin vermemişti. Riccardo’nun annesi ise oğlunun o kıza olan sevgisini bitirmesi için nefretle yürütülen bir evliliği zorlamıştı. Zamanla nefret evliliğe, evlilik ölüme dönmüştü. Türk kızı ise... Riccardo’nun annesi tarafından öldürülmüştü. O gün Riccardo’nun içindeki tüm iyilik gömülmüştü.

Ama şimdi bu bebek... ve bu kız... onun içindeki karanlığı sarsıyordu.

“Getirin,” dedi sessizce. Kısık ama sert bir buyruktu. Ve kısa süre sonra minik bir kız çocuğu getirildi kucağına. Ağlıyordu. Küçücük elleri havaya kalkıyor, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Riccardo bebeği kucağına aldığında diğer herkes dışarı çıktı. Bebeğin ağlaması o an kesildi. O kucağı tanımış gibi, huzurla sustu. Riccardo, kıyamayarak gülümsedi.

“Bebek... bazen sinir ediyorsun beni. Ne oldu da geldin kucağıma? Hadi anlat bakalım, ne geçti eline?” dedi. Sesi sert ama içinde pamuk saklıydı. Bebek, sanki az önce evi inleten kendisi değilmiş gibi, minik bir kahkaha attı. Riccardo boğazını temizledi. “Ulan bebek,” diye mırıldandı ve yanağını öptü. Göz ucuyla peri kızına baktı. “Sence de fazla güzel değil mi bebek?” diye fısıldadı.

Bebek anında ağlamaya başladı. Riccardo güldü. “Tamam tamam kıskanç. En güzel sensin,” dedi. Biraz kucağında salladı. Bebek derin bir nefesle uykuya daldı. Riccardo dudaklarının ucunda hafif bir gülümsemeyle fısıldadı: “Kıskançlık zirvede prenses.”

Bebek uyuyunca ise peri kızı inleyerek uyandı.

BÖLÜM SONU

 

 

 

​​​​

Bölüm : 27.09.2024 20:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...