14. Bölüm

12. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

"Gerçek olmayacak kadar güzelsin çünkü."

Bu cümle beynime çarpıp yankılandı.
Bakışlarımı bir türlü ondan çekemiyordum.
Yüzüne şaşkın şaşkın bakıyordum, sanki göz bebeklerim onun sözlerinde asılı kalmıştı.

Ama o... Sanki hiçbir şey olmamış gibi rahattı. Yüzünde kımıldamayan o umursamazlık, içimi iyice yakmaya başlamıştı. Gerçekten, Riccardo’da vurdumduymazlık bir meziyet gibi duruyordu.

"Anlamadım," dedim sessizce.

Gözlerini üzerimden çekmedi. Ardından dudaklarının kenarında alaycı bir kıvrım belirdi. "Anlamadığın için mi bu şekilde bakıyorsun bana?" diye sordu, sesiyle birlikte ince bir gülüş salarak.

Şaşkınlık yerini saniyeler içinde sinire bıraktı. Kaşlarım çatıldı, gözlerimdeki bakışlar sertleşti. Ve bunu fark ettiğinde dudaklarında sanki oyunu kazanmış gibi bir ifade belirdi.

"Bana öldürecek gibi bakmayı kes, Peri Kızı."

Gözlerini benden çekmeden söyledi bunu. İçimden geçenleri okuyormuşçasına. Kıpırdamadım. Sadece yüzüne biraz daha dikkatle baktım. O ise konuşmaya devam etti.

"Hadi ama Peri Kızı… Sana kimse daha önce güzel olduğunu söylemedi mi?"

Sesinde öyle bir ton vardı ki… Söyledi desem, o kişiyi bulup ortadan kaldıracak gibi bir havası vardı. Ya da belki bu sadece benim hayal gücümdü. Ama bakışlarında… bir tehdit gizliydi. Kelimeleri yumuşaktı, ama gözleri... fazlasıyla keskin.

"Soru sordum, Peri Kızı," dedi. Gözlerini bir an bile benden ayırmadı. "Daha önce kimse sana güzel olduğunu söyledi mi, söylemedi mi? Çok basit bir soruydu. Bu kadar sert bakmana gerek yok aslında."

Onun bana böyle bakışı, kelimelere yüklediği anlam… Hepsi içimde bir şeyleri karıştırıyordu. Sadece dışarıdan değil, içeriden yanıyordum. Ve bu adam... bu yangının kibriti olmuştu.

En sonunda cevap vermeye karar vermiştim. Ama iç sesim durmadı tabii.

Daha çok erken be Lavinia. Daha geç cevap verseydin kızım. Öyle olmaz, yaşlanınca cevap verirdin artık.
Geri zekâlı.

İçimdeki sesle kavga etmemenin hiçbir mantıklı açıklaması yoktu. Ve bunu cidden umursamıyordum artık. Kendimle savaşmaya alışmıştım çünkü.

Yüzümde hafif bir gülümsemeyle, buruk bir ifadeyle, "Söyledi," dedim.

"Hadi amaaaa... Senden güzelimi var be kızım."

Bu sefer duyduğum ses iç ses değildi. O, beynimin en dip köşelerinde yankılanan bir anıydı. Tonu aynıydı, sıcaklığı aynı. Sanki geçmişten çıkıp yanıma gelmişti. Gözlerim istemsizce doldu. O sesi, o cümleyi... daha önce çok duymuştum. Ama artık söyleyen yoktu.

"Kim?" dedi Riccardo.

Umursamıyormuş gibi söylemeye çalıştı ama o cümle sinirle kaplıydı. Ne kadar gizlese de sesi bağırıyordu: Sinirliydi. Kıskanıyordu. Belki de anlam veremediği bir şekilde içten içe öfkelenmişti.

"Arkadaşım. Kardeşim. Ailem. Annem," dedim.

Sesim titremedi ama içimden bir parça daha koptu. Her birini söylerken, sanki o isimleri mezar taşlarından okur gibiydim.

"Hiçbiri kalmadığına göre."

Dediği an göğsüme ince bir bıçak saplandı. Sözleri içimi oymuştu. Hava soğudu sanki. İçimde uğuldayan bir boşluk vardı. Gözlerim yere kaydı. Konuşmaya devam etse, bir şey daha söylese… kırılacak yerim kalmayacaktı.

Dediği anda yüzüne baktım. Haklıydı. Kimsem kalmamıştı artık. Her şey bitmişti.
Ben ölmüştüm. Ailem ölmüştü. Annem… ölmüştü.
Annemin ölümü yuvamın da yıkılmasıydı aslında.
Sadece bir beden toprağa girmemişti. Bizim ev dediğimiz o sıcaklık da onunla birlikte gömülmüştü.

Annem…
Onu kimse sevmezdi.
Sanki bir eşyaymış gibi davranırlardı hep.
Oysa onun da bir kalbi vardı. Kimse bunun farkında değildi. Kimse, o kalbin ne kadar kırıldığını, ne kadar sustuğunu… ne kadar susturulduğunu bilmiyordu.

O kadar çok şey yaşamıştı ki... Yine de ayakta durmayı başarmıştı.
Bize ilk başta soğuk davrandı, evet.
Ama o istemeyiş… sevgisizlikten değil, korkudan kaynaklıydı.
Ve sonra…
Bizi öyle bir sahiplenmişti ki, bize hiçbir şeyi aratmamıştı.

Ne bir ev aramıza gerek kalmıştı, ne bir kapı.
Çünkü annem, o kalbiyle bize yuva olmuştu.
Sevgi aramamıza da gerek olmamıştı.
Çünkü annem, kendi sevgisiyle bizi boğmuştu.
Bir baba aramamıza da gerek yoktu…
Çünkü annem, hem annemiz hem babamız olmuştu.

Ve Özgür…
O benim kardeşimdi.
Her ne olursa olsun, akşam olunca birbirimize sarıldığımızda, tüm dertler susuyordu.
Kardeşlikti bu işte.
İki kalbin tek yumruk gibi atmasıydı.

Bazen birbirimizin çınar ağacıydık. Yorulduğumuzda arkamızı korkmadan yaslayacağımız sağlam bir gövde olmuştuk. Bir bütün gibiydik. Köklerimiz aynı toprakta büyüyor, rüzgârda birlikte sallanıyorduk.

Bazen birbirimize arkadaştık. Kelimelere bile ihtiyaç duymadan yetebiliyorduk birbirimize. Sahte dostluklardan, yalan gülümsemelerden uzak… sadece bizdik.

Biz birbirimizin her şeyiydik.

Ama o da kaybolmuştu artık.
Yoktu.
Ve şimdiye kadar ondan tek bir haber bile alamamıştım.
Geçen her dakika, onun varlığından bir parça daha koparıyordu beni.
Haber alamadığım her saniyede… biraz daha ümidimi kaybediyordum.

Annemin yokluğuna ne kadar kolay alıştığımı bilmiyordum ama…
Gerçekten canım yanıyordu.
Kocaman bir boşluk vardı içimde.
Ve o boşluk, geceleri karanlığa dönerken daha da büyüyordu.

Gözümü kapattığım her an… sanki karanlığın derinliğinde annem beni bekliyor gibi hissediyordum.
Ona her kapandığımda... karşıma çıkıyordu.
Sanki oradaydı.
Ve uzun zamandır oradaydı.
Gitmeye de hiç niyeti yok gibiydi.

Ben ölünce giderdi.

Artık yaşamak için bir sebebim olmadığını düşünüyordum.
Elimde ne varsa, hepsi…
Teker teker…
Yok olmuştu.

Başımı yavaşça kaldırdım ve gözlerimi Riccardo’ya diktim.
Bana gerçekleri acımasızca yüzüme vuran o adama.
Canımı yakmak istediğini biliyordum.
Ama onun artık bunu başaramayacağını da biliyordum.

“Boşuna benim canımı yakmak için kendini yorma, Riccardo.” dedim, kısık ama net çıkan bir sesle.
“Benim canım… öldü bile.”

Sustu.
Yüzüme baktı.
Sadece baktı.
O gözlerin içinde ilk kez bu kadar donuk, bu kadar çaresiz bir şey gördüm.

Ve sonra…
Sesi geldi.
Soğuk. Net.
Kapanış cümlesi gibi.

“İşlere karışmadan önce düşünseydin keşke bunu, leydi.”
“Çünkü artık sana yapabilecek hiçbir şey yok.”

"Niye yapıyorsun bunu bana?" diye sordum, ağlamaya yakın bir sesle. Sesim titriyordu. "Ya annem oldu. Kardeşim kayıp. Katil beni de öldürmek istedi. Ya ben her şeyimi kaybettim." Gözlerim iyice dolmuştu artık. "Annem öldü. Hatta ölmedi, katledildi benim annem. Kardeşim kayıp. Bunları biliyorum ben de. Seni tanımıyorum bile, sana neden zarar vermek isteyeyim?" diye sordum, gözümden bir damla kaçarken. Yanağımdan çeneme doğru hareket etti o damla.

Bana baktı. Yine gözlükleriyle, çeneme ulaşmış ama daha yere düşmemiş olan o damlada sabitledi bakışlarını. Bir an elini kaldırdı, ama çok kaldırmadan geri itti. Benden hiçbir sebebi olmamasına rağmen nefret eden bir ruh hastasıyla aynı yerdeydim. Ve dolaylı yoldan bu ruh hastası tarafından kaçırılmıştım, gitmeme izin vermiyordu hiçbir türlü.

Önce bu evden çıkacaktım. Daha sonra annemin katilini bulacaktım, aynı zamanda kardeşimi. Sonra ise bu dünyadan yok olup gidecektim. Belki bir yıldız olacaktım, belki yağmurdan sonraki gökkuşağında bir renk, belki bir yağmur damlası.

Yaşamak için bir sebebim yoktu. Yaşamak istediğimi de düşünmüyordum. Kesinlikle istemiyordum. Eğer bu sebep bana Allah’ın bir hediyesi olarak verilirse kalırdım. O hediye için savaşıyordum. Böyle bir şey olacağına hiç inanmıyordum.

Riccardo bebeği benden aldı. Bebeğe son kez bakıp gülümsedim ama tam o anda bebek Riccardo’nun kucağında ağlamaya başladı. Bebeği benim kucağımdan alıp doğrulduğu anda ağlamaya başlamıştı. Riccardo kucağındaki bebeğe baktı, yavaş yavaş salladı. "Sen yine neden ağlıyorsun acaba?" diye söylendi İtalyanca bir şekilde.

Riccardo bebeği kucağında sallamaya devam etti ama bebek susmuyordu. Aksine, her geçen dakika daha da yüksek ve keskin bir şekilde ağlıyordu. Bebek neyin derdindeydi, anlamaya çalışıyordum. Ama ne Riccardo’nun, ne benim bu ağlamanın sebebi hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Ağlamasına daha fazla dayanamadım ve bebeği almak istedim. Çünkü benim için bebekler asla ağlamamalıydı, o saf masumiyet kırılmamalıydı. “Bana verir misin?” diye sordum. Riccardo, bir yandan bebeği sallamaya devam ederken bana baktı. Gözlerinde kaybolduğum o soğuk, güvenmeyen bakışlarını gördüm. “Gözünün önünde bebeğe bir şey yapamam. Ki yapsam bile bebeklere asla zarar vermem,” dedim. Ama ona göre bu yeterli değildi.

Güvenmemesini anlardım. Sonuçta birbirimizi hiç tanımıyorduk. Ama beni bebeğe zarar vermekle suçlamasını asla anlayamazdım.
“Sen ona istersen de, ben burada olsam da olmasam da zarar vermezsin,” dedi Riccardo. Bebeğe bakarken o soğuk, çözülen bakışı hâlâ yüzünde duruyordu. Fakat bana döndüğünde, o bakışlar artık tehditkâr ve sertti. Sesinin tonu da, söylediği cümleyi adeta bir uyarı gibi çıkarıyordu.

Bir şey söylemedim. Ne söylesem dinlemeyecekti. Buna emindim. Artık birilerine kendimi anlatmaktan, kendimi inandırmaktan çok yorulmuştum.
Bir kere de ben bir şey söylemeden insanların beni anlamasını istiyordum. Bir kere de onlar beni görmesini, hissetmesini istiyordu. Çünkü istersen bir insanı gözlerinden bile okuyabilirdin.

Bir kere de biri beni kırmasın, üzmesin istiyordum.
Ben her lafımı defalarca düşünüp, tartıp, ölçüp biçerek söylerdim. Bir kere de onlar, benim için bu hassasiyeti göstersin istiyordum. Özellikle sözleriyle canımı yakmasınlar istiyordum.

Demek ki çok şey istiyordum.

Sonra bebeği kucağıma koydu. Ve beklemediğim bir anda, hiçbir şey demeden odadan çıktı gitti.
Bebekle biraz uğraştıktan sonra, sonunda bebek uykuya daldı. Onu yanıma koydum ve ben de başımı yastığa gömdüm.

Bebeğe sarılarak, sessizce uyuya kalmıştım.

 

 

 

 

 

​​​​​

 

Bölüm : 01.11.2024 16:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...