12. Bölüm

11. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Bebek, kucağımdaydı. Pofuduk ellerini havaya doğru savuruyor, minicik ağzından çıkan anlamsız seslerle odada neşeli bir rüzgâr estiriyordu. Gözlerinin içi gülüyordu resmen. Göz kapaklarındaki zarif titremeye, burnunun ucu kıpkırmızı olmasına, yanaklarındaki gamzeye takılıp kalmıştım.

Bu kadar küçük bir şey nasıl bu kadar büyük bir etki yaratabiliyordu?

Bana verilen bebeğe şaşkınlıkla bakarken, Riccardo’nın odadan sessizce çıktığını fark ettim. Arkasına bile bakmadan gitmişti. Ne olduğunu anlayamadan birkaç saniye öylece bekledim. Derken bir ses... Kapı tekrar aralandı ve elinde bir biberonla geri döndü. Gözleri direkt olarak bana değil, kucağımda neşe patlaması yaşayan bebeğe çevrilmişti.

“Bana niye verdin bu bebeği?” dedim merakla.

Hâlâ şaşkındım. Bir anda, hiçbir açıklama yapmadan bebeği bana uzatmıştı. Ama o şaşkınlığı üzerimden öyle kolay atamamam gerekiyordu. Buna rağmen... Kucağıma alır almaz beynimde bir şeyler devre dışı kalmıştı. O minik varlığın sıcaklığıyla birlikte içimde tarif edemediğim bir yumuşaklık yayılmıştı. Geç tepki verebilmemin nedeni oydu belki de.

“Bebek istedi,” dedi Riccardo. Sesi umursamazdı. Fazla düz, fazla kayıtsız.

Kaşlarımı çattım hemen. “Bebek” mi dedi? Adını bile anmıyordu. Bu, gözümden kaçmamıştı.

Adını anmak istememesi… Acaba?

Belki de adını söyleyecek kadar güvenmiyordu bana. Belki de bu sadece bir refleks değil, bilinçli bir mesafe yaratma şekliydi. İçimde bir kıpırtı oldu. Hafif bir kırgınlık gibi. Ama hemen bastırdım.

Türkçe söylendim, istemsizce: “Adını söylemeye güvenmediğin birinin kucağına bebek vermek hangi kafanın ürünü acaba?”

Bakışlarını üzerimde hissettim. Göz göze gelmemiş olsak bile onun bana baktığını, beni tarttığını biliyordum.

“Ne dedin sen?” diye sordu. Sesi bir tık daha ciddi, dikkat kesilmişti.

Bebeğe bakıyordum hâlâ. Yanıtlamadım direkt. “Yok bir şey,” dedim hafifçe.

Ama gözleri üzerimden bir milim bile kıpırdamamıştı. Teni, bakışlarıyla deliniyormuş gibi hissediyordum.

“Bir şey var mı diye sormadım. Ne dedin sen, dedim,” dedi. Bu kez sesi daha keskin, daha otoriterdi.

Başımı hafifçe ona çevirdim. Kaşlarımı kaldırarak, aynı terslikle cevap verdim: “Ben de yok bir şey dedim.”

Eğer benimle sert konuşuyorsa, aynı sertlikle karşılık bulacaktı. Kimseye ekstra yumuşak davranmak gibi bir yükümlülüğüm yoktu.

Kimse kusura bakmasındı.

Ya da baksındı.

Gerçekten çok da umurumda mıydı?

Hayır. Değildi.

“Ne dediğini söyle bana,” dedi. Ses tonu yumuşak değildi. İçinde bir sabırsızlık, bir ağırlık vardı. Ama ben yine de bir şey demedim. Sadece kucağımdaki bebeğe baktım. Minik parmaklarıyla kendi battaniyesini kavramaya çalışıyordu. Yüzüme çarpan sıcaklığı, gözlerimdeki kararsızlığı örtüyordu.

“Yüzüme bak, Peri Kızı,” dedi. Tonundaki keskinlik kulaklarıma saplandı. Ama gözlerimi çevirmedim. Çünkü… Bebeğin varlığı, onun sertliğinden daha fazla dikkatimi çekiyordu şu an. Gerçek, sevimli ve huzur dolu bir canlı vardı kucağımda. Riccardo ise başka bir fırtınaydı.

“Bana bakmıyor musun?” diye sordu. Sözcükler ağzından çıkarken yanımdaki hava bir anda gerildi. Sonraki saniyede bedeninden gelen sertlik bana da ulaşmıştı.

Hiç beklemediğim bir anda yanıma geldi. Soğukkanlı, sessiz ve kesin. Elini kaldırıp çenemi tuttu. Canımı acıtmıyordu ama tutuşunda kararlılık vardı.

“Bana bak dediğimde bakmaz isen,” dedi, sesi gözlerimi titreten bir yankıyla. “Sana bir şey sorduğumda söylemez isen…” Bir an durdu. Sessizlik, kelimelerden daha fazla şey anlatıyordu.

Gözleri dudaklarıma kaydı. Ve o bakışın içinde öyle bir dikkat, öyle bir yoğunluk vardı ki… Sanki bir sonraki kelimeyi dudağımdan değil de ruhumdan koparıp alacaktı.

“Cezalandırırım,” dedi. Tek kelime. Dolu, net, geri dönüşsüz.

Ben ise hâlâ onun yüzüne bakıyordum. Dudaklarımı kıpırdatmadan, gözlerimi kırpmadan. Üzerime doğru eğildiğinde, boynundaki kolye dikkatimi çekti. Kolye garipti. Ucunu tam seçemiyordum ama bir şey taşıdığı belliydi. Küçük, gizli bir yük gibi…

“Ne tür bir cezalandırma?” diye sordum. Sesim çatallaşmadan çıkmıştı ama dudağımı kemirmemeye direnmem çok zordu. Gerildikçe bedenim kasılıyordu, ama onun dudaklarımı izleyişi bu refleksi imkânsız hale getiriyordu.

“Sana ceza mı, bilemem,” dedi alaycı bir tonla. Ardından yüzümün her noktasını inceledi. Alnım, kaşlarım, yanaklarım, burnum, sonra dudaklarım… Ve en sonunda gözlerime ulaştı.

Göz göze geldiğimizde her şey sustu. Yeşil gözleri, benim mavime bir zincir gibi bağlanmıştı. Bir anda... göz kırpmayı unuttum. Onun bakışı beni sabitledi.

“Bana ceza değil ama…” Cümlesinin sonu bile tuzaktı. Söylediği her kelimeyle birlikte, artık olay sadece bir tartışma değil, tehlikeli bir çekim halini alıyordu.

Anlamaya çalışıyordum. Gözlerim onun gözlerine takılmıştı ama zihnim bir sisin içindeydi. Ne demek istediğini, neden bu kadar bastırdığını, gerçekten bilmiyordum.

“Söyle,” dedi. Sesi, ipe sarılı bir diken gibi ince ama yakıcıydı.

“Gerçekten bir şey-” dememe kalmadan, avucu dudaklarıma bastı. Parmakları dudaklarımın kıvrımına oturduğunda, zaman bir anlığına durdu. Tenimdeki sıcaklık, nefesimdeki kırılma, kalbimdeki savrulma bir araya geldi. Dudaklarımı susturdu ama düşüncelerimi değil.

“Yalan söylemeyi aklından bile geçirme, Peri Kızı,” diye fısıldadı. Sözleri yakıcıydı ama teni soğuk değildi.

Avcunun içi sıcaktı. Avucunda nabzımı hissedebilecek kadar yakındı bana. Ve ben... Ona yaklaştıkça içimde büyüyen karanlık girdaba rağmen rahatsızlık hissetmiyordum.

Tam tersi. Onun nefesi yüzüme çarpıyor, kirpiklerinden dökülen gölge gözlerimin içine düşüyordu. Dudaklarıyla dudaklarım arasında sadece eli vardı, ama aramızdaki mesafe... O kadar azdı ki, sadece bir karar kadar.

Kendine gel Lavinia.

İç sesim bağırıyordu ama yankısı bile bana ulaşamıyordu. Çünkü o… Kokuyordu. Öyle sıradan bir koku değil, yağmurdan sonra toprağın gökyüzüne verdiği cevap gibi kokuyordu. Islak, taze, keskin... Ve altında gizli kalmış başka bir not vardı. Tanımlayamadığım, ama tanıdık. Belki de geçmişten kalma bir hatıraydı ya da onunla özdeşleşmiş bir sır.

“Bir kez daha söylemeyeceğim,” dedi. Bu sefer sesi kulağımın kenarındaydı. Fısıltısı içime işliyordu. Sanki kelime değil, ateşti dudaklarından dökülen. Nefesi, kulağımın hemen arkasındaki tenime değdiğinde gözlerim kapanmaya meyletti.

Tüylerim diken diken olmuştu. Ama ürpermemin sebebi korku değildi. Bu, bildiğin o soğuk titreyişlerden değildi. Bu, kalbimin sesini bastıran bir çekim gücüydü.

“Söyle,” dedi bir kez daha. Tek kelime. Ama içinde bin parça irade çökerten bir ağırlık vardı.

Gözlerimi kıstım. Kendime yalan söylemeyi bırakmıştım. Onun istediğini almadan uzaklaşmayacağını biliyordum. Riccardo böyleydi.

Oyunları vardı ama oyun oynamazdı.

Kuralları vardı ama hiçbir zaman taviz vermezdi.

Ve o anda… Tüm dirençlerimi gömdüğüm yerdeydim.

Pes eden bendim.

Ve bu kez, bu yeniliş… Bana garip bir huzur veriyordu.

Bir süre daha orada durdu. Oradayken aldığı nefesler sanki hızlanmıştı. Ya da sadece bana öyle geliyordu. Fazla yakınımda olması gerçekten kafamı karıştırmaya yetiyordu.

"İsmini söylemeye bile..." diye başladım söze. Benden bir an önce uzaklaşması gerekiyordu. Yoksa içimdeki duyguları bastırmayı becerebilen biri hiçbir zaman olamamıştım. Ve o... Benim yakınımdayken, içimde daha önce hiç uyanmamış bir şey kıpırdamaya başlamıştı. Tanımsız. Tehlikeli. Bağımlılık gibi.

"İsmini söylemeye bile," diye tekrarladı sözümü. Kulağımın dibinde çıkan fısıltı sesi içimi sarsmıştı. Sesinde, bana hayal gibi gelen bir uyku mahmurluğu vardı sanki. Ama bu, hayal gücümün oyunu değil gibiydi. O ses... gerçekten öyle çıkmıştı.

"İsmimi söylemeyi bile güvenmedin, bir bebeği benim kucağıma neden bırakıyorsun?" diye sordum. Ben de onun gibi fısıltıyla konuştum. Sıcak nefesi, bir anda kesildi. İnip kalkan göğsü durmuştu. Olduğu yerde buz kesilmişti sanki.

Yüzümü hafifçe yana çevirdiğimde, burnum onun burnuna değdi. İkimiz de o temasla irkildik. Ama hiçbirimiz geriye çekilmedik. Ne bir adım, ne bir nefes...

Eli, sırtımı yasladığım yatak başlığındaydı. Diğer eli ise başlığın ortalarında bir yerdeydi. İkisinin arasında kilitlenmiştim.nAma bu kilitlenmenin beni ne kadar güvende, ne kadar tehlikede hissettirdiğini anlayamıyordum.

"O yüzden söylemedim değil." diye konuşmaya başladığı anda, dudaklarıma çarpan nefesiyle sertçe yutkundum. Aynı anda o da yutkundu. Adem elmasının yükselip alçalmasından fark ettim. Aynı tepkide, aynı anın içindeydik.

Bakışlarını tam gözlerime dikmişti. Ve o böyle yaptıkça... Bakışlarına esir düşüyordum. Kendimi, gözlerini izlerken yakalıyordum. Yeşilin içinde kaybolmak, mümkünmüş meğer.

"Bebeğin bir adı yok, Peri Kızı. Saçma saçma kafanda kurup konuşma."

"Dedi beni hain olarak görüp, üstüne de o şekilde beni suçlayan o eleman." Dedim ters ters. Ona bakarken konuşmak bile zor geliyordu. Ama ona nasıl böyle bir tonda cevap verebildiğime ben bile şaşırmıştım. Sanki onun karşısında olan Lavinia, ben değildim.

"Seninle başka şekilde tanışsaydık, sence..." dedi, ama sözünü tamamlayamadı. Yarıda kesen şey, kucağımda aniden yükselen bir çığlık gibi gelen bebek ağlamasıydı.

O an, bizi birbirimizden uzaklaştırabilecek tek şey kesinlikle kucağımda duran bebekti. Eğer o ağlamasaydı... Riccardo’nun daha uzun süre o şekilde kalacağından emindim. Ve ben… buna ses çıkarır mıydım bilmiyordum.

Kafamı, en sonunda karşımdaki Riccardo’dan çekip kucağımdaki bebeğe bakabildim. Bebek, yüzünü buruşturmuş, çenesini titreterek ağlıyordu. Ama Riccardo... Ne bir adım geri çekildi, ne de bakışlarını çevirdi. Olduğu yerde öylece duruyor, hâlâ bana bakıyordu. Sanki zaman durmuş, sadece bebeğin sesi aramıza sızmıştı.

"Bebek ağlıyor. Çıkar mısın artık?" dedim en sonunda, sabırla ama net bir tonda. Gerçekten çıkmayacak gibiydi. Ben söylemesem, orada saatlerce kalabilirdi belki de.

Bir süre daha kımıldamadı. Gözlerini gözlerimden çekmeden konuştu.

"O sürekli ağlıyor. Yanıma yaklaşan her kim ise ağlıyor. Sana Peri Kızı dedim diye bile ağlamıştı."

Bir anlığına duraksadım. Gerçekten… sürekli bana Peri Kızı dediğini yeni fark etmiştim. Kucağımdaki bebeğe bakarken, bu söz zihnime ağır ağır yerleşti. Kalbime sızdı.

"Bana neden Peri Kızı diyorsun?" diye sordum sessizce. Sanki cevabından korkuyormuşum gibi. Ama cevap geldi. Hiç düşünmeden, saklamadan.

"Gerçek olmayacak kadar güzelsin çünkü."

BÖLÜM SONU.

 


 

Bölüm : 28.10.2024 17:49 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...