11. Bölüm

10. Bölüm

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Alçının iyileşmesini beklemem gerekiyordu. Kırık ayağımla kaçmam mümkün değildi, bunun acı gerçekliğinin farkındaydım. İstesem de, istemesem de o anlara, o zorunluluklara katlanmak zorundaydım.

Neden bana böyle davrandığını bir türlü anlayamıyordum. Ona hiçbir kötülük etmemiştim, hatta daha önce yüzünü bile görmemiştim. Zihnimde dönüp duran tek cevap, onun ruhunun bir köşesinde bir fırtına kopuyor olmasıydı. Kendi hayal dünyasında yarattığı hayaletlere inanıyordu.

Sebepsiz yere bağırıyor, çağırıyor, özellikle canımı yakmaya çalışıyordu. Onun bu ayarsız, kontrolsüz öfkesi karşısında çaresizdim. İtalya’dan beni bambaşka, yabancı bir ülkeye getiren de oydu aslında. Ama sanki ben onun en büyük düşmanıymışım gibi davranıyordu.

Annemin yüzü, gözlerimi kapattığım her an önümde beliriyordu. Karanlığın içinde, sessizce beni bekliyormuş gibi… O görüntü ruhumu paramparça ediyordu.

Beni böyle görmek, iç dünyamı altüst etmeye fazlasıyla yetmişti. Ve bunun tamamen farkındaydım.

Bu aralar, hayatımda olup bitenler üst üste geliyordu; ağır bir yük gibi sırtımdaydı.

Önce, annemin eski nişanlısının saldırısına uğramıştım. O korkunç anın dehşeti hâlâ bedenimde titriyordu. Ve daha sonra, şikayetçi olduğum o gün, annemin cansız bedenini görmüştüm.

Her bir anı, kalbimde bir yara, ruhumda derin bir iz bırakıyordu.

İkisini aynı anda fark ettiğimde, gözlerim neredeyse yerlerinden fırlayacak kadar açıldı. Kalbim göğsümden çıkacakmış gibi atıyordu.

Katilin o olma ihtimali aklımda dönüp duruyordu. Ve ne yazık ki, bu ihtimal düşündüğümden çok daha fazlaydı. Annem, hayatında pek çok düşman, takıntılı ruh hastası çekmişti. Ama son zamanlarda onu en çok rahatsız eden kişi sadece oydu.

Düşüncelerimin içinde boğulurken, kapının aniden “pat” diye açılmasıyla irkildim, olduğum yerden sıçradım.

Korkuyla kapıya döndüm. İçeriye giren adamın yüzünü seçemiyordum; yüzünde siyah bir maske vardı. Üzerindeki simsiyah giysiler, kimliğini tamamen gizliyordu. Sanki gölge gibi, bir hayalet…

Geriye doğru bir adım attım; hemen komodinin üstündeki vazoyu kaptım, hazır bekliyordum.

“Sakin ol,” dedi derin ve otoriter bir İtalyanca aksanıyla.

Elimdeki vazoyu sertçe komodinin kenarına çarptım. Camın sivri köşesi elimi keserken, keskin tarafını bıçak gibi havaya kaldırdım, kendimi savunmaya hazır olmak istemiştim.

Bu sefer İngilizce konuştu, sesi biraz daha yumuşamıştı: “Sakin olun. Arabayı kullanan bendim. İyi olduğunuzu görmek için geldim. Korkuttuğum için özür dilerim.”

Maskesini yavaşça indirdi, ardından şapkasını da çıkardı.

Yine de ona inanmakta zorlanıyordum. Gözlerimle ona bakarken, içimde çığlık atmakla susmak arasında gidip geliyordum.

Adamın ardından beliren Riccardo’yu görünce, derin bir nefes alabildim. Kalbimin ritmi biraz olsun yavaşladı, ama içimde hala bir gerginlik, bir huzursuzluk vardı.

“Arman.” Riccardo’nun sert, çatık kaşlarının arasından çıkan bu isim, o gizemli adamın kimliğini ortaya koyuyordu. Riccardo’nun bakışlarıyla Arman’ın bakışları arasında sessiz, kelimelerden daha güçlü bir konuşma vardı. İkisi arasında bir tür gerilim, ama aynı zamanda tanışıklık vardı.

“Abi,” dedi Arman, sesi hafifçe titriyordu ama samimiydi. “Kıza çarptıktan sonra içim rahat etmedi. Gelmek zorunda hissettim kendimi. Kıza bir şey oldu diye korktum.”

Riccardo’nun gözleri sertleşti, sesi bir o kadar keskin ve soğuktu: “Sana ne, Arman? Kıza ne işin var? Gidip kendine uğraşacak başka bir şey bul.”

Arman, başını hafifçe eğdi ama kararlılığını koruyordu: “Kıza ben çarptım abi. Beni tanıyorsun. Masum bir kız o. Öyle gözüküyor en azından.”

Riccardo kaşlarını daha da çattı, sesi tehditkârdı: “Masum gözüküyor olsa da ya değilse?”

Arman, gözlerinde inançla cevap verdi: “Bu kızdan kötü bir şey çıkmaz abi. Kızın geçmişi, beyaz renkten bile temiz. Tek sorun annesi.

Riccardo, sözü kestirerek, “Sonra konuşuruz,” dedi. Arman ise sadece başını salladı, ardından bana bir kez daha baktı. Gözlerinde hafif bir merhamet, bir pişmanlık vardı.

“Tekrar özür dilerim. Geçmiş olsun,” dedi İngilizce, sesinde içten bir üzüntü vardı. Az önce Riccardo ile İtalyanca konuşurken, şimdi onun dili İngilizceydi; bu küçük değişim, ortamın soğukluğunu biraz olsun yumuşatıyordu.

Riccardo, yüzüme dikkatle baktı. “Yüzün solmuş,” dedi sertçe ama içinde gizli bir endişe vardı.

Az önce Arman’ın aniden gelmesi beni korkutmuştu ve korkum yüzüme, gözlerime net bir şekilde yansımıştı. Riccardo’nun bakışları, derin ve boş görünse de, içten içe benim için endişeleniyordu. Bu karmaşık bakışları, sanki hem beni sorguluyor, hem korumaya çalışıyordu.

Riccardo, sonra Arman’a döndü, sonra yeniden bana yaklaştı.

“Korktun mu sen?” diye sordu, sesi yumuşamıştı.

Bir cevap vermeden sadece sessizce durdum.

“Rahatla artık, Peri Kızı,” dedi, gözlerime derin bir güvenle bakarak. “Benim olduğum yerde sana zarar gelmez.”

O an, Riccardo’nun kelimeleri bir battaniye gibi üzerime örtüldü. Kalbim biraz daha sakin atmaya başladı. Ancak hala içimdeki fırtına, onun koruyuculuğunun altında hafifçe esmeye devam ediyordu.

“Hain olarak gördüğün birine kendini zarar vermeyeceğin ne malum?” diye sordum, sesi titrek ama kararlı.

Beklemediği bir soruydu bu; bana bir süre baktı, gözleri şaşkınlıktan çok, içinde sakladığı acının ve çaresizliğin izlerini taşıyordu. Sonra, yumuşak ama keskin bir sesle cevap verdi: “Kıyamam çünkü.”

Bu cevabı duymak beklemediğim bir andı; o an, o bakışlar, bir anda benim üzerime çöktü, adeta ruhumu soyuyordu.

“Kıyamadığın tek konu canımı yakmamak mı?” diye devam ettim, kalbim sıkışarak.

“Anlamadım,” dedi, ama gözleri bambaşka şeyler söylüyordu. Aksine, sanki her kelimemi anlıyor, sessizce bana bağırıyordu.

“Sen beni ruhsal olarak çoktan öldürdün zaten,” dedim, sesim kırılmaya başlamıştı.

“Hiç tanımadığın bir insanın söylediği bir cümleye neden takılıyorsun ki?” dedi, sorgulayıcı ve soğuk.

“Belki de hiç tanımadığım bir insan söylediği için…” diye başladım.

“İşte asıl bu yüzden umrunda olmaması gerekiyor zaten,” diye kesti beni, sözleri keskin, duruşu meydan okuyucuydu.

“Eline ne geçti?” diye sordum, kalbimin derinliklerinden çıkan bu soru, ona saplanmış bir mızrak gibi.

Bana baktı, gözleri buz gibi keskin ve kararlıydı.

“Çok konuştun sen, yat uyu,” dedi.

Ama ben devam ettim, içimde biriken acıyı dökmek zorundaydım: “Canımı yakınca eline ne geçti? Ben bilmiyor muydum annemin katledildiğini? Ya da bilmiyor muydum kardeşimin kaybolduğunu? Ne geçti eline? Mutlu mu oldun beni böyle görmekten?”

O anda, ansızın bağırdı bana: “SENİN ELİNE GEÇTİ!” Sinir dolu bakışları yüzümde dolandı, her sözü adeta bir tokat gibiydi. “BANA İHANET EDİNCE ELİNE NE GEÇTİ?”

O an, aramızda kopan fırtına, kelimelerden daha kuvvetliydi. Kırgınlık, öfke, suçlama, çaresizlik… Hepsi birbirine karışmıştı, havada asılı kalmıştı.

“BEN SANA İHANET ETMEDİM!” diye bağırdım, sesim bir anda yükselip boğazımdan düğüm düğüm çıktı. Sinirlerim tamamen gerilmiş, sabrım taşmıştı. “HİÇ TANIMADIĞIM BİR İNSANA NEDEN İHANET EDEYİM BEN?” dedim, sesim titriyordu ama sözlerimde kararlılık vardı. “İHANET, TANIDIĞIN İNSANA EDİLİR. BEN SENİ TANIMIYORUM, SEN DE BENİ TANIMIYORSUN. HAYATIMDA HİÇBİR YERİN YOK. SANA NE GİBİ BİR İHANET EDEBİLİRİM Kİ? HİÇ OLMADIN. İNSAN HAYATINDAKİNE İHANET EDER.”

“HAİNSİN,” dedi, sesi buz gibi soğuk, kelimeler bıçak gibi saplanıyordu.

Kafamı iki yana salladım, gözlerim kararlı ve hırçındı.

“Canını kim yaktıysa, ya da senin güvenini kim yıktıysa, git ondan hesap sor. Benim yapmadığım bir şey için gelip bana burada bağırmazsın,” dedim, sesim sertti, karşımda duran o adamın suratında donup kaldığını gördüm.

O an, aramızdaki sinirlerin tepe yaptığı anda, bakışlarındaki o ani soğuma beni afallattı. Gözlerinde hissettiğim o duygu değişimleri beni şaşkına çevirmişti. O buz gibi bakışlarının altında sakladığı kırgınlıkları, kalp yaralarını, sert duruşunun ardındaki inceliği okuyabiliyordum.

Bir süre öylece bana baktı. Gözlerinde, söylenmemiş binlerce söz, gizlenmiş acılar vardı.

Tam o anda, odaya genç bir kadın girdi. Yaşı belki benimle yaşıttı, yüzünde yorgunluk ve endişe vardı.

“Riccardo, iki saattir burada kavga ediyorsunuz ama kız ağlamaktan bitap düştü,” dedi, elindeki küçük bebeği göstererek.

Riccardo anında bebeğe baktı, gözlerindeki sertlik yumuşadı, yerini derin bir sevgiye bıraktı. O anda, bu adamın karmaşık ruhunun ne denli farklı olduğunu anladım.

Riccardo, gözlerinde taşıdığı tüm duyguları bir anda değiştirebiliyordu. Kime baksa, ne isterse o duygu oraya yansıyordu; isteyince yoğunlaşıyor, istemeyince geri plana atılıyordu.

“Ver bana,” diyerek bebeği aldı, hareketleri hızlı ve kararlıydı. O an düşündüm, bu bebeğin onun çocuğu olması mümkün müydü? Evli miydi acaba?

Bebeğe baktım; minicik elleri, masum yüzüyle çok şirindi. Şu an onu sevmek, korumak isterdim ama Riccardo’nun bu duruma nasıl tepki vereceğini kestiremiyordum.

Sonuçta, kendi kafasında kurduğu hayallere inanıyordu. Aptaldı. Kesinlikle hayatımda gördüğüm en aptal insandı.

Allah, yüz verirken aklı kesinlikle unutmuştu.

“Yiğidi öldür hakkını yeme” derler ya, işte tam öyleydi. Riccardo aşırı yakışıklıydı, onda tip vardı.

Allah’ım, ne olurdu da yanına bir de beyin ekleseydi, o zaman onda on olurdu.

Zaten hep böyleydi; erkeklerde ya tip vardı, ama beyin yoktu ya da beyin vardı ama tip yoktu.

Allah kurallara göre yaratmıştı.

Bebek, Riccardo’nun kucağından bana dik dik bakıyordu. O an, olduğum yerde kıpırdadım.

“Ne yapıyorsun sen bebek?” diye sordu Riccardo, sanki bebek onu anlıyormuş gibi. “Dur yerinde!” diye hafifçe kızdı.

Ama bebek, bu uyarıdan sonra çığlık çığlığa, kıyamet koparır gibi ağlamaya başladı.

“Hop hop, ne oluyor bebek?” dedi Riccardo şaşırarak.

Bebek benim yüzüme bakarak ağlamaya devam ediyordu. Riccardo bana döndü ve birden bebeği kucağıma bıraktı.

Bir an ne yapacağımı bilemedim, bebeği düşürürüm diye korktum ve hemen sımsıkı tuttum onu.

BÖLÜM SONU

 


 

 

 

Bölüm : 27.10.2024 22:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...