"Anne, ben geldim." dedim neşeyle, kapıyı arkamdan kapatarak. Ayakkabılarımı aceleyle çıkarırken gözümde hâlâ o günün ağırlığı vardı ama sesimde, her zamanki gibi anneme kavuşacak olmanın huzuru... Sessizlik cevabım oldu. “Anne?” diye bir kez daha seslendim, bu kez biraz daha yüksek. Montumu askıya bıraktım, cebimden buruşturulmuş darp raporlarını ve polise verdiğim şikayet dilekçesini çıkardım. Her biri ellerimde taş gibi soğuk, gözümde ise yeniden canlanan bir günün kanıtıydı. İçimde yavaşça kıpırdayan huzursuzluğu bastırmaya çalışarak bir kez daha seslendim: "Anne?" Yine yanıt yoktu.
Adımlarım evin içinde yankılanırken, normalde huzur veren o tanıdık sessizlik bu kez kulağımı tırmalıyordu. Mutfağa baktım, kimse yoktu. Oturma odası bomboştu, koltuğun üzerindeki diz örtüsü yarım yamalak toplanmıştı. Annemin her akşam oturduğu köşe, şimdi terk edilmiş gibiydi. Kendi odasına gittim, orası da boştu. O an, içimdeki endişe giderek büyümeye başladı. Annem bu saatlerde asla dışarı çıkmazdı. Her yere tek tek baktım ama hiçbir iz yoktu. En son, her zaman kilitli tuttuğu o kapıya yöneldim. İçimde bir şeyler hızla çatlamaya başlıyordu.
Kapıyı yavaşça tıklattım, ama aralıktı. Kaşlarım çatıldı. O kapı… hiçbir zaman açık olmazdı. Tereddütle elimi uzattım. İçeri girmemem gerektiğini biliyordum ama başka çarem kalmamıştı. “Anne, buraya girmem yasak ama girmek zorunda bırakıyorsun beni. Eğer içerideysen bir ses ver, ne olur…” dedim, neredeyse yalvararak. Birkaç saniye geçti, içeriden hiçbir şey gelmedi. Derin bir nefes aldım ve kapıyı tamamen açtım.
Oda loştu. Sokaktan sızan sönük ışık içeri süzülüyor, eşyaların üzerine soluk turuncu çizgiler düşürüyordu. İçeri adımımı attığım anda zaman dondu. Ayak ucumda devrilmiş bir sandalye, yerlerde saçılmış kitaplar, kırılmış raflar... Duvarlarda parlak kırmızı izler vardı. Her şey karmakarışık, her şey yabancıydı. Gözlerim bembeyaz halının üzerinde zikzak çizerek ilerleyen kan izlerine takıldı. O çizgiyi takip ettim; titreyen dizlerimle, içimde artan bir mide bulantısıyla. Sonunda o çizgi, annemin bedenine ulaşıyordu.
Yerde yatıyordu. Cansız. Yüzü duvara dönük, saçları kana bulanmıştı. Parmakları açık, bedeni hareketsiz. Sanki biri annemi bu sahnenin tam ortasına fırlatmış, sonra da dünyadan silinip gitmişti. Gözlerim onu görüyordu ama zihnim kabullenemiyordu. Bir şey yapmam gerektiğini biliyordum ama bedenim bana ait değildi. Ne bağırabildim, ne koşabildim. Sadece orada durdum. Sesim içimde yankılanan bir çığlığa dönüştü ama dışarı çıkamadı. Sanki boğazımda binlerce paslı iğne vardı. Ayakta duruyordum ama içim çoktan diz çökmüştü. Dünya artık bir daha aynı olmayacaktı. Çünkü annem ölmüştü. Ve ben, o an... her şeyin gerçekten başladığını anladım.
“ANNE!” diye bir çığlık kopuverdi boğazımdan. Sanki o haykırış, bedenime saplanan ilk şoku yerinden söküp atmıştı. Nefesim düzensizdi, göğsüm deli gibi inip kalkıyor, kalbim kaburgalarımdan dışarı fırlayacakmış gibi çarpıyordu. Gücüm kalmamıştı. Ayakta durmaya çalışan bacaklarım pes etti, titreyerek yere çöküverdim. Ellerimle kapının kenarına tutunmaya çalıştım ama parmaklarım sanki bana ait değildi; uyuşmuştu. O an… tam o an… kalp atışlarımın arasında başka bir ses işittim. Bir nefes sesi… ama bana ait olmayan, düzensiz ve sanki sinsice gizlenmeye çalışan bir varlığın soluğuydu.
Orada, o odada... benden başka biri daha vardı.
Başımı kaldırdığımda karşımdaki aynada bir silüet gördüm. Sadece bir anlığına... göz ucuyla bile yakalanamayacak kadar hızlı geçmişti. Ama ben görmüştüm. O şey dolabın kasasına saklanmıştı, loşlukla gölgeler arasına kendini yedirerek… ama sonra — göz göze geldik. Gördüğüm o kahverengi gözler, bıçak gibi ruhuma saplandı. Beni öldürmek ister gibi bakıyordu. Buz gibi soğuk, duygusuz, ama içinde bin türlü lanet barındıran bir bakıştı bu. Dudaklarını kıpırdattı, bir şey diyecek gibiydi ama sonra vazgeçti. Sadece... yılanların sokmadan önce çıkardığı o boğuk, tehditkâr tıslama gibi bir ses saldı dudaklarının arasından.
Ayağa kalkmaya çalıştım ama dizlerim hâlâ bana ihanet ediyordu. Kaçmalıydım. Nefesimi tuttum, kalbimi bastırdım ve arkamı dönüp koşmaya başladım. O bir çift göz, işkenceden beslenen bir yavaşlıkla önümden geçti sanki. Evden dışarı atıldım, kapıyı açarken neredeyse düşüyordum. Koridor, çığlığımı yankılayarak uğuldamaya başladı. Asansöre binmek bir intihardı artık. Hemen yanındaki yangın merdivenine yöneldim. Soğuk, metalik basamaklar ayaklarımın altından kaçıyor gibiydi. Katlar birer labirente dönüşmüştü. Her katta bir kapı vardı ama hiçbiri açılmıyordu. İlk kadın kapısına yöneldim, kaçışın en mantıklı yolu oydu. Kapı koluna sarıldım, ama kilitliydi. Tırnaklarım çatladı, ellerim yanıyordu. O an yukarıdan gelen sert bir kapı çarpma sesiyle irkildim. O geliyordu. Ayak sesleri merdivenlere vuruyordu. Tıslaması tekrar kulağıma geldiğinde tüylerim diken diken oldu. Ayak sesleri ritmik değil, sinsiydi; arkamdan usulca süzülüyordu.
Gözlerim yaşla doldu. Görüşüm bulanıklaşırken kapıyı tekrar zorladım, yine açılmadı. Diğer kata indim, kapıyı denedim, o da kilitliydi. Her yerden kapanmış gibiydi. Sanki bina bile bu dehşete ortak olmuştu, beni ona sunmak için el birliğiyle tuzak kurmuşlardı. Arkamdan gelen adımlar kesilmemişti. Nefesim daraldı, panik her yerimi sardı. Son bir kapı daha... son umut… tüm gücümle asıldım ve kapı bu kez inat etmedi.
Kapı açıldı.
Tökezleyerek kendimi içeri attım. Orası otoparktı. Loş, nemli, ve ölüm sessizliğiyle çevrili bir yer. Soluk alırken ciğerlerim sanki paslı metal soluyordu. Kendimi hemen bir doblonun arkasına attım, dizlerimin üzerine çöktüm, kalbim boğazıma kadar çıkmıştı. Nefes sesimi bastırmak için elimle ağzımı kapattım. O an… otoparkın kapısı savrularak çarptı. Metalin duvara çarpışı yankılandı, ses kulaklarımda zonkladı. Oradaydı. O şey. O varlık.
İçimden sadece bir fısıltı geçti: “Siktir git.” Ellerimi daha da bastırdım ağzıma, nefes almamı bile engellemeye çalışıyordum. Sessizlik bir dua oldu artık. “Allah’ım, lütfen gitsin. Allah’ım, ne olur…” dedim, tekrar tekrar. Fısıltılar içinde bir çırpınıştı dualarım. Beni bulmaması için değil, bana dokunmaması için dua ediyordum. Çünkü eğer dokunursa... aklımı da alacaktı.
Çakıl taşlarının üzerinde çıkan o hafif, ama kararlı ses yankılandı önce. Sanki bana, “geliyorum” diyordu. Bedenim titremeye devam ederken, adımlarının nereden geldiğini anlamak için yavaşça başımı eğdim. Ayaklarını gördüm. Tam da saklandığım arabanın diğer tarafındaydı. Kaçmalıydım. Bu defa gerçekten. Hemen doğruldum, ciğerlerim alev alev yanarken otogarın diğer tarafına doğru koşmaya başladım. Ayaklarım beton zemine çarparken, arkamdan gelen o boğuk tıslama hâlâ kulağımı yakıyordu. Umursamadım. Sadece koştum. Vücudumda kalan son enerjiyi zorlayarak karanlığa doğru fırladım. Ve işte… yol. Nihayet o lanetli otoparkın dışına çıkmayı başarmıştım. Tam önümde parlayan iki far belirdi.
Ve o, gördüğüm son şey oldu.
YAZARIN ANLATIMIYLA
Bir anlık sessizlik. Ardından metalin etle buluştuğu o keskin çarpma sesi. Gövdesi havalanıp yere savrulduğunda, gece bir anlığına derin bir iç çekti sanki.
Peşindeki katil ise hâlâ sakindi. Hâlâ soğukkanlıydı. Arabanın önünde kıvrılmış bedenin hemen birkaç metre ötesinde durdu. Siyah kapüşonlu kazağını başına çekti, ellerini ceplerine soktu ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Omuzlarındaki rahatlık, sanki bir işin daha altından kalkmış birinin huzuruydu.
“Bitti.” dedi alçak bir sesle, neredeyse fısıltı gibi. Dudaklarından dökülen kelime havada dondu.
Kulaklığını taktı. Bir çağrı düştü hattına.
“Ne yaptın, Black?” dedi karşıdaki ses.
“Ikisi birden öldü.”
Soğuk, kısa ve net. Daha fazlasına gerek yoktu.
Cevabı verir vermez bağlantıyı kesti. Kulaklığını tekrar cebine koydu. Ve geceye karıştı. Peşinde bıraktığı şey, yalnızca ölü bedenler ve sessizliğin içine sızan bir tıslamaydı.
⚠️ DİKKAT: Bu hikâyede kullanılan siyah yazılar İtalyanca, İngilizce olan diyaloglar ise açık şekilde belirtilmiştir. Keyifli okumalar.
"Neler oluyor?" diye bağırdı arka koltuktan Riccardo. Belindeki silahı hiçbir tereddüt göstermeden çekmişti. Kendisini hedef alan bir oyun zannettiği her saniye onun için ölümcüldü.
"Birine çarptım!" dedi şoför, sesi panik doluydu.
"Ne?"
"Birine çarptım abi! Aniden önüme fırladı, duramadım!"
Riccardo dişlerini sıktı, tıpkı sabrını da sıktığı gibi. "Senin siktiğim vicdanınla uğraşacak vaktim yok," diyerek kapıyı sertçe açtı ve arabadan indi. Hemen arkasından adamı da çıktı, etrafa onunla aynı dikkatle bakmaya başladı. Gözleri yerde yatan kıza takıldı. Riccardo tek dizinin üstüne çöküp saçlarının arasına gizlenmiş yüzünü görmek için kızın alnına uzandı. O kızıl… Öyle yoğun, öyle çarpıcı bir kızıllıktı ki... Sanki alevden dökülmüştü saçları. Saçlarını usulca yüzünden çekince, küçük bir şok geçirdi.
Kız, bir peri kadar güzeldi. Gözleri kapalıydı ama yüzündeki ifade öyle masumdu ki, sanki ölmek değil, uyumak için yere uzanmış gibiydi.
Riccardo’nun kalbi o an garip bir ritimle atmaya başladı. Bu ani çarpıntıyı, kaza anının adrenalinine bağladı önce. Ama kendini kandırdığını biliyordu. O, daha önce sayısız kez can almıştı. Bir kızın yerde yatması, onun için ne bir günahın bedeliydi ne de bir ağırlık.
"Abi, hiçbir şey yok etrafta. Kız birinden kaçıyor olabilir mi?" dedi yanındaki adam.
Ama Riccardo artık onu duymuyordu. Nabzını kontrol etti, hâlâ yaşıyordu. Derin bir nefes verdi, ne zamandır tuttuğunu fark etmediği nefesini. Yavaşça aldı kızı kucağına. Ne kadar zayıf olduğunu hissedince istemsiz bir şekilde irkildi. Bu kadar narin bir beden nasıl böyle bir gecenin içine düşmüştü?
"Abi, kızı ne yapacağız?" diye sordu diğer adam.
Riccardo gözlerini ondan ayırmadan konuştu: "Eve gidiyoruz. Doktor çağırın."
Arabaya binerken hâlâ kendine kızgındı. Onu ezen arabanın sahibi olduğu gerçeği boğazına takılan bir yumruk gibiydi. Ama şu an düşündüğü tek şey, kucağındaki kızın güzelliği ve… yaşamasıydı.
Arabanın içine oturur oturmaz kızın başını dizlerine yerleştirdi. Bir elini alnına koydu, diğerini ise onun kalbinin tam üzerine. İçinden yalnızca tek bir şey diledi: "Kalbi durmasın."
O sırada Black, hiçbir şey olmamış gibi öldürdüğü kadının evine geri dönmüştü. Yapması gereken bir şey daha vardı. Cesedin başına geçip siyah bir sprey boya çıkardı. Kadının donuk bedeninin üzerine, kanın kuruduğu boşluğa kocaman bir harf yazdı:
“B.”
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
26.52k Okunma |
2.42k Oy |
0 Takip |
58 Bölümlü Kitap |