"Uyandığımda kafamı kaldırmak istemediğim kadar güzel bir uykudaydım." Gözlerimi yavaşça açtım, ama başımı yerinden kaldırmak o kadar zor geliyordu ki. Sanki vücudum, bu huzurlu anın son bulmasını istemiyordu. Çevremdeki sessizlik, beni sarhoş eden bir huzur gibiydi.
Kollarımda, beni sımsıkı saran bir sıcaklık vardı. Yavaşça gözlerimi yukarı kaydırdım ve uyuyan Yiğit’in yüzünü fark ettim. Yüzü, rahat bir uykuya dalmış gibi görünse de, aradaki mesafe o kadar azdı ki, neredeyse onu kendime daha da yakın hissedebiliyordum. O kadar sıkı sarılmıştı ki, buradan kalkmak neredeyse imkansız gibiydi. Ama o an, bir yandan da karnımın içinde beliren açlıkla irkilerek, bu huzurlu anı bozmaya karar verdim.
Gözlerimi onun yüzüne dikerken, ruhumda bir sıcaklık dalgası hissettim. Yüzündeki sakinlik, bana tüm dünyayı unutturmuştu. Ama bedenim, bir şekilde daha fazlasına ihtiyaç duyuyordu. Bir an, ona sarılmak yerine orada kalmayı, sadece onu izlemeyi düşündüm. Ama midesindeki açlık beni gerçek dünyaya geri çağırdı.
Yavaşça, Yiğit’in kollarını üzerimden çözerken, bedenim sızlayan yarama dikkat etti. Nazikçe üzerine elimle bastırıp, küçük bir adım attım. Ama her hareketimde, sanki kalbimdeki sıcaklık da biraz daha arttı. Herhangi birinin yanında böyle bir şekilde kalkmak, bana fazlasıyla güven veriyordu. Ayaklarım yere bastığında, vücudumda huzurlu bir sızı yerine rahatlama vardı.
Üzerimi düzelttim ve kapıyı yavaşça araladım, alt kata doğru inmeye başladım. Saatime baktığımda, yaklaşık 12 saat boyunca bir arada uyumuş olduğumuzu fark ettim. O kadar derin bir uykuya dalmışım ki, zamanın ne kadar geçtiğini anlamamıştım. Yiğit'in de uyumadığını fark etmek beni üzüntüye boğmadı. Çünkü ilk gördüğümde, gözlerindeki o yorgunluğu çok net bir şekilde okumuştum. Yeşil gözlerinin etrafındaki kırmızı damarlar, uykusuzluktan hissettiği zorlukları anlatıyordu.
Ama yine de, gözlerindeki o parıltıyı kaçırmamıştım. Yorgunluktan bile olsa, bana bakarken hissettirdiği sıcaklık, beni yeniden ona bağladı. İçimde bir şeyin titrediğini, kalbimin hızla atmaya başladığını hissettim. Ne kadar yorgun olsa da, bana olan bakışı, bir şekilde beni daha güçlü hissettirdi.
Alt katta indiğimde, evin hali tam bir felaketti. "Ebesinin amı," diye mırıldandım, evde kimse yoktu ve ortam her şeyin dağılmış, kendi haline bırakılmış hali gibiydi. Ayakkabılıkta sadece benim ve Yiğit'inki vardı, sanki evde bir hayalet varmış gibi.
Gece, o an aklıma geldi. O üst katta yatak odasında, her zaman olduğu gibi, sessizce uyanık ve kendi halinde oynarken bulduğumda gözlerim hemen ona kaydı. "Ablam," dedim, bir anda içimdeki neşeyi, bir çocuk gibi dışarıya vurup kollarımı açarak ona doğru adım attım.
Gece, beni duyduğu an, küçük bacakları hızla hareketlendi ve gözleri pırıl pırıl bana bakarken, ben de ona doğru ilerledim ve hızla kucağıma aldım. Yanağını öperken, içimden sadece "Ablam benim," dedim tekrar, ve bu sefer öpücüklerimin ardı arkası kesilmedi.
Beraber alt kata indik. Tezgâhın üzerindeki dağınıklık, Gece’nin minik elleriyle karışmış gibi görünüyordu. Küçük kız her şeye “Kili,” diyerek gösterdiğinde, gülerken “Hee ablam kirli.” diyordum, ama aslında içimdeki neşeyi saklamak zor oluyordu. Gece ile geçirdiğim her an, içimi ısıtıyor, dünyayı bir kenara bırakıyordum.
Küçük elleriyle tezgahı gösterdiği her an, o kadar saf ve tatlı bir şekilde "Kili kili" dedi ki, ben de gülerek saçımı topladım ve başladım etrafı toplamaya. Gece'nin minik bedeni, her şeyin arasında büyüyen bir neşe kaynağı gibiydi.
Bir süre sonra onu, oyuncaklarını toplarken yanında oynarken buldum. "Gel bakalım küçük hanım," diyerek kucağımda onu oyun köşesine bıraktım. Etraftaki oyuncaklar dağılmıştı ama her biri ona ait, onun dünyasının küçük parçalarıydı. Toplarken, her an onun saf neşesiyle doluyordum.
Gece, “Abyaaa,” diye seslendiğinde, benimle her şeyi paylaşıyor gibi hissettim. Yerdeki bebekle oynamak isterken, elini tatlı bir şekilde açıp kapatarak bana bakıyordu. Ona gülümseyerek bebeği alıp geri verdim. "Abla vey," dedi minik dudaklarıyla, o kadar samimi ve içten bir şekilde ki.
Etrafı topladıktan sonra, üst kattan gelen sesle, her şey bir anda hızlandı. “Mavi,” diye seslendi Yiğit, ama bu sefer ismi bir soru gibiydi, çünkü beni arıyordu. "Mavi’m?" dedi, sesindeki endişe tonuyla, ama ben yalnızca Gece’yi kucakladım.
Yavaşça, gözlerim Yiğit’e kayarken, yanına geldiğimde, "Neredesin kızım sen?" dedi bana bakarak. O an, onun sesindeki bu sıcaklık ve güven duygusu, her şeyin başında olduğumuz ve bir aile olmanın ne kadar kıymetli olduğunu hatırlattı.
"Etrafı bo-" derken aklıma Gece geldi. Ona bakarken yine Yiğit'e döndüm. "Yemek yiyecektim ama etraf bu kadar kirli olduğundan yiyemedim izin verirse yemek hazırlayacağım şimdi de." dedim.
"Allah Allah," dedi Yiğit, yüzünde belirgin bir öfke ve şaşkınlık karışımıyla. "Sen neden iş yapıyorsun kızım? Yaralı değil misin sen? Seni İbrahim Albay’a söyleyeceğim."
"Kes be." dedim, gözlerimi devirerek. "Bana da bir daha kızım deme. Ben senin kızın mıyım, hayırdır?" dedim, sesimi yükselterek, kafamı biraz yukarı kaldırmıştım. Havanın gerilmesiyle birlikte, aramızdaki mesafe iyice kısalmıştı.
Allah'ım! Hem uzundu hem de kas yığınıydı. Omuzuna ancak yetişiyordum. Yani, yaşadığım bu boy farkı yüzünden, bazen ona öfkeyle bakarken bile kendimi çocuk gibi hissediyordum.
AYIPTIR BE!
BU KADAR UZUN OLMAK ZORUNDA DEĞİLDİ!
Valla çok uzundu ya! 2,04 ne amına koyayım? Sabır be...
Sence sorun bu mu Yaren? Allah vermiş boylu poslu işte.
İç sesimi biri benden alsın. Çok haklı konuşuyor göt. Bu kadar haklılık fazla. Alabilen alsın, benden uzak tutsun, ne ederse etsin.
Yiğit’in bakışları, konuştuğum her kelimeye rağmen beni bir şekilde içine çekiyordu. Bir anda kolunu belime sardı ve kendine doğru çekti. Ellerim istemsizce göğsüne kaydı. O kadar yakındık ki, bir an sadece nefesini duyuyor gibi hissettim. Gözlerim ona odaklanmıştı, o ise başını biraz eğip, bana bakarken dudaklarıma kaydı. "Yukarı çık ve yat," dedi. Dudakları, neredeyse her sözcüğüyle bana bir tehdit gibi geliyordu ama sesindeki o yumuşaklık, içindeki o yoğun duyguyu gizlemekte zorlanıyordu. Bir an dudağıma baktı, sonra gözlerime. "Yoksa öperim seni," dedi, sesindeki o mizahi ton bir anda kayboldu, yerini ciddi bir ifadenin almasıyla.
"Çocuk burada, çocuk." dedim, yutkunarak. Gece’yi gösterdim, ama ne kadar da olsa bu yakınlığa ve onun güvenli hissettiren varlığına karşı koyamamıştım. Yiğit, Gece’ye bir göz attı, ardından bir anda kolunu belime daha sıkı sarıp, beni havaya kaldırdığında gülmekten kendimi alamadım. "Deli dur yerinde." dedim, gülerek. Ona ne kadar kızsam da, bu kadar yakınken bir yandan da rahatlamak ve onun kollarında kaybolmak istiyordum.
"Hee delirt sonra deli," dedi Yiğit, koridorda duvara yaslanırken. Bir eli hala belime dolanmıştı, diğerini ise çeneme koymuştu. Gözleri, dudaklarımda bir kıvılcım arar gibi, tam da söylenecek doğru sözde kilitlenmişti.
"Ben ne yaptım?" dedim, gözlerimi kısıp ona bakarak. Gerçekten anlamıyordum, ama o bakışlarındaki anlamı çözmeye çalışırken içimde bir huzursuzluk vardı.
"Gülmen yeterli," dedi, tek kelimeyle. Bütün ruhu, sesindeki o küçücük cümledeydi. Ama ne yapalım, gülümsedikçe, o karanlık bakışları daha çok seviyorum gibi hissediyordum. Kollarımı kaldırıp boynuna doladım, onun sıcak vücudunun üzerine biraz daha yakınlaşarak söyledi: "İbrahim Albay’a şikayet etmemem için bana rüşvet falan mı vereceksin?"
Kafamı iki yana salladım. Bazen bu kadar yakın olmak, farkında olmadan bile sarmalıyordu insanı. "Söyle derim senin askerinin evi leş gibi derim." dedim, hafifçe alaycı bir tonla.
"Allah Allah. Ben temiz bir insanım bir kere," dedi. O sesin içindeki samimiyet ve alay bir arada, beni bir şekilde rahatlatıyordu.
"Çok belli oluyor," dedim, dalga geçerek. Saçlarımın her telini hissedebiliyordum, ama o an bir şey daha vardı... O an, Yiğit'in bakışları çok derinleşmişti. Saçlarıma bakarken, o küçük değişim bile bana ilginç gelmişti. O kadar rahat ve doğal hissediyordu ki, her şey birbirine kayıyordu.
"Sen niye topladın saçını?" dedi, bir yandan ters ters. Saçlarıma uzandığında, hissettiğim o anki sıcaklık, hiç yabancı değildi. Bir anda tek hamleyle saçlarımı çözüp yüzümü özgür bıraktı. "Gel acıktın madem yemek yiyelim," dedi, ama sesindeki tonu bir yandan yavaşlattı, derinleşti.
Saçlarım iki yana düştü, yüzümdeki her teli hissettikçe, beni her zamanki gibi güvenli bir şekilde sarıp sarmalıyordu. Saçlarımı yavaşça, ama nazikçe yüzümden çekip geriye attı. Elli çenemde tekrar yerini alırken, o yakından baktığında içimdeki düşünceler değişti.
"Ama ondan önce bir şey yapmam gerek," dedi, gözlerinde bir parıltı ve anlam yüklü bir gülümseme vardı. "İçimde kalır."
"Hmm," diye bir ses çıkardım, dudaklarım hafifçe kıvrılarak. "Ne yapacaksın?" dedim, merakla.
"Seni öpeceğim." dedi, ve bir anda o mesafe kayboldu. Uzandı ve dudaklarımız birleştirdi. O an, her şeyin durağan olduğunu hissettim. Tüm evin gürültüsünden, dışarıdaki dünyadan, hatta kendi kalbimin atışlarından bile uzaklaştım. Sadece o vardı, ve o an, her şeyin en doğal haliyle birleştiği an olarak kalacaktı.
O kadar yavaş bir şekilde öpmeye başlıyordu ki, her bir hareketi bana neredeyse bir ömre bedel gibi geliyordu. Parmaklarım, Yiğit'in ensesindeki saçları nazikçe okşarken, her bir dokunuşumla ona daha da yakınlaşıyordum. Gözlerim, onun dudaklarından geçmeye başlamışken, hızlanması uzun sürmedi. Bir süre öpmeye devam edebilirdi, ama kapıdaki sesi duyduğumda, içimde bir alarm çalmaya başladı. Dudaklarımız, birbirinden ayrıldı.
Kapının olduğu tarafa doğru bakarken, Yiğit'in elleri hala belimde, benim kollarım ise boynuna dolanmıştı. O an, her şey sessizleşti, sanki zaman bir anlığına durdu.
"Dilara." diye seslendi Yiğit. O an içimde bir gerginlik hissettim. Yiğit'e baktım, gözlerim ona güveniyor, ama aynı zamanda içine düştüğümüz bu karmaşık durumu çözmek için bir şeyler yapmam gerektiğini hissediyordum.
"Sende o anahtar ne geziyor?" dedim, gözlerim Dilara'nın gözlerinde sabitlenmişken, sert bir şekilde ona yöneldim.
Dilara, beni görünce olduğu yerde donmuştu. Gözleri, önce bana, sonra Yiğit'e, sonra tekrar bana kayıyordu. Gerilimin içinde, bir şeyler koptu ve o anki suskunluk beni daha çok zorladı. "Sana soruyorum." dedim, sesimdeki sertliği hissederek.
"Sen öldün." dedi, gözlerindeki korku ve şaşkınlık karışımı ifade beni daha da sinirlendirdi.
"Geri zekalı mal. Ona 'öldün' denmiyor, 'şehit oldun' deniyor. Sikerim belanı." diye sinirle karşılık verdim. O an, her bir kelimeyi neredeyse dişlerimle sıkarken, gözlerim, elindeki anahtara odaklandı.
Dilara, elindeki anahtarı Yiğit'e uzattı. O an, kalbimde bir soğuk rüzgar gibi bir şey hissettim. Yavaşça gözlerimi ona çevirdim, ama içimdeki rahatsızlık her geçen saniye artıyordu. "Yatak odamda kalmış." dedi, ama o cümle, bir ok gibi içimi deldi.
Dönüp Yiğit'e ve Dilara'ya baktım. Bir anlık şüphe bile duymadan Yiğit'in sözlerine inanmak, bana daha güvenli geliyordu. Yiğit, hızla yanıma geldi. "Öyle bir şey yok güzelim." dedi, sesindeki sakinlik beni bir nebze rahatlatıyordu.
Dilara'ya bakarken, Yiğit'e güvendiğimi kabul eder gibi bir hareketle dönüp ona baktım. "Ateş benim anahtarımı kullanıyor. Bunun evinde oyun oynamışlar. Bunun evinde de yatak odasıyla oturma odası aynı." dedi, şüpheyi, hala Yiğit'e olan inancımla yok etmeye çalışarak.
Bir an bile şüphe duymadan Yiğit'e inandım. İçimdeki gerilim biraz daha azalmıştı. "Geçip içeri otursana." dedim, ona bakarken, sesimdeki yumuşaklık dikkat çekiciydi. "Yemek yemek istemez misin? Biz de yiyecek bir şeyler hazırlayacaktık." dedim, gözlerim, Yiğit'e biraz daha yakın durarak, içinde bulunduğumuz bu gerilimi biraz da olsa hafifletmeye çalışarak.
Bir şey demeden içeri gittiğinde, ben de hızla mutfağa yöneldim. Bütün oda birden sessizleşti, sanki etrafımdaki her şey bir anda durağanlaşmıştı. Yiğit de peşimi bırakmadı, adımlarını benimkilerin ardından attı.
Yine de aramızda bir mesafe vardı, bir engel vardı. O kadar yakın olduğumuz halde, bir türlü o engeli geçemiyorduk. Dönüp ona bakarken, içimdeki karışıklık bir anda dışa vurdu.
"Kızdın mı sen?" dedi, sesi biraz daha dikkatli, biraz daha anlayış arar gibi. Bunu anlamaya çalışması, içimdeki kıskançlığın artmasına sebep oluyordu. Kafasını öne eğerek, gözleri bende sabit kaldı.
"Neden kızayım ki?" dedim, sesimdeki soğukluk, onu biraz da olsa geriye itmiş gibiydi. "Kızacak ne var ortada?" Ama sesim o kadar sağlam değildi. Biraz kırılgan, biraz da duygusal bir tını vardı.
"Dilara'nın buraya gelmesi," dedi, yine bana bakarak. Sesinde bir belirsizlik vardı, bir şeyleri çözmeye çalışıyor gibiydi.
Kıskanmak... Evet, içimdeki duygular bir volkan gibi patlamak üzereydi. Sinirlerim geriliyordu, ama o an kendimi kontrol etmeye karar verdim. Kıskanıyordum, evet, ama bunu ona hissettirmemeliydim.
"Bana öyle bakmayı kes Yiğit," dedim, gözlerimdeki öfke bir anda belirginleşti. Sözlerim, ona doğru ok gibi fırlıyordu. "İznin varsa yemek yiyeceğim, yoksa da seni eski sevgilinle bırakıp dışarıda yemeye gideceğim," dedim, sesimdeki soğuk ve meydan okuyan ton, ona gerçekten ne kadar sinirlendiğimi gösteriyordu.
"Mavi ciddi misin?" dedi, gözlerinde endişe ve belirsizlik. "Kıskandığın her halinden belli. Neden belli etmiyorsun ki?" dedi, bunu bana söylerken, bir an daha dikkatli baktı.
"Ben neden kıskanıyayım ki seni?" dedim, sözlerim keskin ve tam hedefini bulmuştu. "Sevgilin değilim, bir şeyin değilim. Neden kıskanayayım seni?" Bu cümleler, içimde birikmiş olan öfkeyi dışarı atmamı sağlıyordu.
"Sevgilim değilsin?" dedi, kafasını hafifçe yana eğdi. Bir an için aramızda durgunluk vardı, ama aslında ne düşündüğümü o kadar net anlamıştı ki.
Kafa salladım. "Sevgilin değilim," dedim, sözlerimdeki sertlik artık her geçen saniye artıyordu.
"Neden?" dedi, biraz daha dikkatlice.
"Sen kendi ellerinle öldürdün beni." dedim, ona bakarken. O an, içimdeki eski Mavi'yi hissettim; Gökhan’a duyduğum o kırgınlık ve kaybolan güven. Belki de Yaren ona bir kin besliyordu, belki de o kin hâlâ Mavi’nin içindeydi.
Mavi ona kırgındı, Yaren ise ona kin besliyordu. Bu duygular, iki farklı kimliğin, iki farklı ruh halinin birleşimi gibiydi. Her biri, Yiğit’e yönelik bir farklı his taşıyordu.
Ve ben, kendimle bir savaşın içindeydim. Gökhan Mavi’ye attığı tek bir adım bile onun kurtulmasına yetebilirdi. Bu düşünce içimde yankı yapıyor, her geçen saniye daha da keskinleşiyordu.
"Bunun için beni af ettiğini sanıyordum," dedi Yiğit, sesi bir nebze titreyerek. Bana bakmaya devam etti, gözlerinde anlam yüklü bir soru vardı. Ama ben, sadece önüme döndüm. Sanki bir anlık bakışları, içimdeki buğuyu daha da arttırıyordu.
"Bataklığın içindeyim sanki ben," dedim, sesimdeki titremeyi hissedebiliyordum. Elime bir bıçak alıp domatesleri doğramaya başladım, parmaklarım bıçağın sapına sıkıca sarılıyordu. Domatesin kırmızı rengi, sanki içimdeki kanın rengini andırıyordu. "Ve beni o bataklığa en güvendiğim insanlar attı gibi hissediyorum," dedim, kelimelerim bir şekilde havada asılı kalırken, bıçak her seferinde biraz daha sert kesiyordu.
"Ben o bataklığın içinde ölüyorum," diye devam ettim, bıçağımı tezgaha bırakarak. "Ve bu kimsenin umurunda değil," dedim, derin bir nefes alarak omuzlarımı silktim. Salatalıkları doğururken, her dilim, sanki ruhumdan bir parça daha kesiliyordu. "Sen dahil hiç kimse beni o bataklıktan çıkarmadınız."
"O bataklığa beraber batarız biz de," dedi Yiğit, kelimeleri sanki üzerimdeki yükü hafifletmeye çalışıyordu. Ancak gözlerim hala yansıyan öfkeyle doluydu. İçimdeki kıskanclık, başkalarının varlığına karşı duyduğum bu hırçınlık, beni yavaşça içten içe tüketiyordu.
Gözlerimi ona çevirdim, fakat yine de sesim sakin çıkıyordu: "Aşka inanmıyorum belki de artık," dedim ve dudaklarım hafifçe büküldü. İçsel bir gülüşüm, yalnızca ruhumda yankı yaptı. "Ama sana deliler gibi aşıkken," dedim, bir anlığına gözlerimdeki kırılganlık bile belirdi. "Beni aşka inandır," dedim. Ardından tekrar önüme döndüm, yüzümde gizlediğim tüm acı ve öfke hâlâ belirginleşiyordu. "O kızın yanına dön," dedim, sesim sert ve soğuk bir tonda.
"O kız sikimde bile değil," dedi Yiğit, gözlerinde bu defa gerçekten bir tutku vardı. Aniden bana yöneldi, elleri omuzlarımı kavrayarak beni kendine çevirdi. O kadar yakınlaştı ki, nefesinin sıcaklığı yüzümdeki her kırışı hissedebiliyordum. "Af etmeyi öğren be," dedi, sesi artık daha kararlı ve derin. "Ölüyorum be kadın sensiz," dedi, dudakları hafifçe titreyerek.
"Öldüm ben be adam sensiz," dedim, gözlerimi dimdik tutarak. Bu cümle, içimdeki o kapanmayan yara gibi patladı. Gökhan’la olan her şey, her acı, her terk edilmişlik hissi, bir anda tüm bedenimi sardı. "Ve sen kurtarmadın," dedim, gözlerimden sadece bir damla yaş dökülmesin diye dudaklarımı ısırdım. Bu içsel çöküşe ben bile alışamamıştım.
Ateş ve Can abilerimin sesini duyduğumda, içimden bir soğuk rüzgar esti. Onlar geliyorlardı. Konuşmalarından hemen anlayabilmiştim. Koşarak bana geleceklerdi ama ben hiçbir şey yapmadan üst kata çıktım. Kapıyı hızla kapattım ve yalnız kaldım. Birkaç saat sonra göreve çıkacaktık. Oysa ki, şu an karnım aç olsa da hiçbir iştahım yoktu. Sadece kulaklığımı taktım, içerideki gürültüyü ve kaosu dışarıda bırakmaya çalışarak, hazırlanmaya başladım.
Of ki ne of, bir daha of...
Az daha dayan
Son bir dilek alacağım var
Kayıp giden yıldızlardan
Of ki ne of
Bir daha kim duyar sesimi?
Ya bu kader baştan yazılsın ya da hayatın kendisi
Nasıl silinir ben bilemedim yüzümden yaşam izleri.
Şimdi bana öyle bir şeyler
Söyle ki durup dururken
Tam hayattan vazgeçerken
Beni aşka inandır.
Şimdi bana öyle bir şeyler
Söyle ki durup dururken
Tam hayattan vazgeçerken
Beni aşka inandır.
Of ki ne of, bir daha of...
Az daha dayan
Son bir dilek alacağım var
Kayıp giden yıldızlardan.
Çalan telefonun zamanlaması mükemmeldi. Şarkının son notaları havada kaybolurken, ben elimdeki elbiseyi hızlıca kenara attım. Kulaklığıma iki kez dokundum ve çağrı cevaplandı.
"Yaren kızım," dedi İbrahim Albay'ın sesi, yankı yaparak telefonda yankılandı.
"Emredin komutanım," dedim, sesimdeki soğuklukla hemen komut almıştım.
"Yiğit'ten nişan yüzüğünü ve kıyafetini alırsın. Şimdi verdim. Hemen acele et," dedi, sesinde alışık olduğum o kararlı tonla.
"Emredersiniz komutanım," dedim, hemen telefonu kapattı. Kafamda komutlar birbiri ardına sıralanırken, hızla alt kata indim. "Yiğit," diye seslendim, ve kenardan kafasını uzattı. Gözleri bana takıldı, ama ben yalnızca amacım olanı söyledim.
"Elbise yüzük," dedim hemen, gözlerim onu takip etmeden.
Yiğit, hiç vakit kaybetmeden, elindeki kutudan yüzüğü aldı. Hızla kutuyu kapatıp elbiseyi bana uzattı. Ben, sadece başımı sallayarak yukarıya doğru adımlarımı attım. Yiğit ve diğerlerine bakmaya bile gerek duymadım, bir an bile dikkatimi dağıtmak istemedim. Görev hazırlığımın önemi her şeyin önündeydi.
Yukarı çıktığımda, odama girdiğimde elbiseye ve yüzüğe baktım. Kafamda, sinirlerim kabarıyor, tüm vücudum geriliyordu. "Ananı avradını," diye mırıldandım kendi kendime, içimde bir öfke patlaması yaşarken. Yüzüğün soğuk metalini parmaklarımda hissettim, biraz olsun sızlayan, keskin bir acı gibi… Bu kadar hızla yaşadığım duygular, beni her seferinde daha da içine çekiyordu.
(Kombini),
O gece aynanın karşısında dururken, üzerimdeki siyah elbise bir yıldızın parıltısını taşır gibiydi. İncecik askıları omuzlarımı zarifçe süslüyor, elbisenin buruşuk detaylarıysa hareketsiz bir şelale gibi dökülüyordu. Ayaklarımı saran yüksek topuklu siyah sandaletler, balo davetiyesini heybetle karşılayan bir kraliçe edası katıyordu. Siyah çantanın altın YSL logosu, aksesuarlarımın merkezinde adeta bir tac gibiydi. Parıltılarını sevdiğim altın saat ve halkalar, bileğimde ve parmaklarımda ışığı yakalarken, büyük altın halka küpeler sessiz bir melodiyle hareket ediyordu. Elbette, kırmızı YSL rujla cesaretimi, siyahıyla gizemimi ortaya koymak gerekiyordu.
"Ulan bu ne?" dedim elbiseye bakarak. "Daha kısa alaydınız olmazdı böyle." dedim kendi kendime.
Yüzüklere de baktım.
(alyanslar)
(Evlilik teklifi yüzüğü işte.)
Fazla sorgulamadım. Eğer sorgularsam eminim ki ben bu elbiseyi giymezdim. "Görev Yaren." dedim.
Üzerime giydiğimde evet elbise kısaydı ama gerçekten güzel olmuştum.
Elbiseyi üzerime geçirirken, aynada beliren görüntüde kendimi tanıyamaz oldum. Üzerimdeki kısa elbise, zarif ve iddialı bir duruşu kucaklarken, omuzlarımı ve bacaklarımı daha belirgin hale getiriyordu. Antrenmanların kazandırdığı kaslar, elbisenin şıklığına beklenmedik bir güç kattı halterle geçen saatlerin bir ödülü, bedenimin görünmez savaşçısı gibiydiler. "Görev Yaren," dedim, sorgulamalara yer bırakmadan. İçimdeki tutku ve disiplin birleşerek kararlı bir adım attırdı bana.
"İyi hoş da." dedim kendi kendime. "Kaslar aşırı belli." dedim. Kolumda kaslar vardı yaptığım antrenmanlar yüzünden. Halter falan ile uğraşıyorum diye sallarım bir şeyler artık.
Deri ceketimi omuzlarıma geçirirken bir şeylerin tamamlandığını hissettim; şıklığın asi bir dokunuşla harmanlandığı o an, kendime güvenim biraz daha arttı. Tüyleri diken diken eden bir karşılaşmayla koridorun sonunda Yiğit ve Dilara karşıma çıktı. Birbirlerine doğru eğilmiş, göz göze bir şeyler paylaşırken, üzerimdeki dikkatleri hisseder gibi oldum. Yiğit, elindeki yüzüğü parmağına takarken, gözlerinin bir anlık bana dönmesi, sonra tekrar Dilara’ya odaklanması içimde küçük bir dalgalanma yarattı. Ancak sorgulamadım. Beni görmezden gelir gibi bir kez daha bakışlarını başka yöne çevirdiğinde, bu hareket içimde bir kırılganlık yaratmayı başaramadı.
Sanki bir anlık bir şüpheyle tekrar bana baktığında, benim içimdeki Yaren çoktan duygularını bir kenara bırakmıştı. Görevimin ağırlığını üzerimde taşıyarak, adımlarımı hızlandırıp ilerledim. Bu gecenin bir anlamı vardı; ve o anlamı sorgulamadan kabullenmek gerekiyordu.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |