Dudaklarından kendimi ayırdığım anda sertçe ittim onu.
Mavi, Yaren’in ona doğru yaklaşan adımlarını duyduğunda, kalbi bir an için duracak gibi oldu. Gökhan’ı karşısında görünce, tüm bedeni bir anda taş kesildi. Onu bu kadar uzun zaman sonra görmek, nefesini kesen bir darbe gibi oldu. Gökhan, gözlerinin içine bakarken, Mavi’nin içindeki öfke ve kırıklık birikmiş nehir gibi coştu.
Yavaşça geri çekildikçe, Gökhan’ı daha net görmeye başladı. Onunla aralarındaki mesafe arttıkça, Mavi’nin içindeki gerilim de tırmanıyordu. "Uzak dur," dedi, sesi sert ve yankı yaparak odada yayıldı. Gerçekten de uzak durması gerekirdi, ama bir türlü adımlarını kontrol edemedi. Arkasında iki adamını, Ateş ve abisini fark etti. Ancak o an, her şey silikleşmişti, gözleri sadece Gökhan’ı görüyordu.
“Ben öldüm lan,” dedim, gözlerini Gökhan’a sabitleyerek. Sözler ağızımdan birer kurşun gibi sıyrıldı. Gözlerimde öfke, hüsran ve derin bir boşluk vardı. Gökhan’ın gözleri de bana doğru kayarken, öfken bir volkan gibi patlamak üzereydi.
Mavi ona çok kızgındı. Mavi onun için ölüyordu. Ama kıyamıyordu.
Yaren ondan hesap sormak istiyordu. Yaren Mavi'nin kıyamadığı Gökhan'dan hesap sormak istiyordu.
Yaren Mavi'yi korumak istiyordu.
Farklı kişilikli değildim. Delirmiş değildim. Ama biliyordum. Mavi sadece Gece Kuşlarına aitti. Kırıp dökülen, küçük kızdı.
O aşık olandı.
O sevilendi.
O Gökhan'ındı.
Yaren abisinin güçlü kardeşiydi.
"Siz…" diye devam ettim, sesim çatallı bir şekilde onlara ulaşıyordu. “Siz sadece izlediniz,” dedim, abilerimi işaret ederek, her bir kelimeyi bir ok gibi keskin fırlattım.
Ateş öne doğru bir adım attı, ama kendi bakışlarımdaki gibi keskin bir sessizlik her şeyi kapsıyordu. “Söyleyemedik,” dedi sadece. Kendi bakışlarım, Ateş’in söylediği her kelimeyi havada parçalayacak gibiydi.
“Kes lan sesini, neyi söylemedin?” diye bağırdım, tüm öfkesini içine hapseden o sert cümleyle. “Neyi söylemedin lan sen?” Gökhan’a bakarken, sinirle yüzümü buruşturdum. “Ben sensiz öldüm lan, sen sadece izledin mi?”
Gökhan, kafasını iki yana sallarken, bir an durakladı. O an, gözlerimdeki nefretin yerini derin bir kırıklık alıyordu. “Bilmediğin şeyler vardı,” dedi Gökhan, sesi hafif bir titreyişle.
Bakışlarım, bir an için yere kaydı. Her şey bir anda karanlıkla kaplanmıştı. “Benim her zaman bilmediğim şeyler var amına koyayım. Her zaman.” dedim, gözleri dolarak. Bu kez öfkesimin yerini kırgınlık almıştı. İçimdeki kırık, uzun zamandır görmediğim bir duygu gibi sızıyordu. Gözlerimden süzülen yaş, ellerimi titretmeye başladı.
“Lan ben…” dedim, sesim boğuk ve zor çıkıyordu. “Ben o mezarın başında kaç gün yattım haberin var mı?” Çenem titriyor, kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Gözlerim Gökhan’da, ama kalbim geçmişteydi, o mezarın başındaki o yalnız, soğuk günlerdeydi.
Gökhan, kafasını öne eğdi. Ateş’e baktı, ama konuşacak kelime bulamıyordu. Her kelimem bir kılıç gibi işliyordu, en derin yerlerine kadar işliyordu. Girebiliyordum.
“Sen bana onun Gökhan olduğunu bile söylemedin ama benden nefret ettiğini haykırdın,” dedim, sesimde kaybolmuş bir umut barındırarak. Ama Ateş de kafasını eğdi. Gözlerinde pişmanlık değil, sadece suskunluk vardı.
“Bizi bir dinle Yaren,” dedi Ilgaz, ama içimdeki patlamaya engel olamadı.
“Sikerim dinlemenizi!” diye bağırdım. Sesimdeki keskinlik, bütün ortamın havasını değiştirdi. "Bir kere de bu amına koyduğumun dünyasında siz dinleyeceksiniz beni!" Yavaşça bir gözyaşı daha süzüldü, o tek damla yaş, benim içindeki bütün öfkeyi suya dönüştürüyordu. “Mavi verirdi size o şansı,” dedim, sesim hıçkırıklarla karıştı.
Gökhan adım attı, ama ben sadece gözlerimle yakaladım. Gözlerimden süzülen yaşları, yavaşça Gökhan’ın yüzüne baktığımda devam ediyordu. Ben, her şeyin altında yatan derin acıyı anlamaya çalışıyordum. “Özür dilerim,” dedi Gökhan, ama güldüğüm an, bir deliliğin başlangıcı gibiydi.
“Özür dilersin,” dedim, kahkaham boğazımı yırtıyordu. “Özür dilersin.” Gözlerim artık çaresizdi. “Özür dilemen her şeyi değiştiriyor mu?”
“Anlamadığın şeyler var Mavi.”
“SİKERİM MAVİ’Yİ!” diye kükredim. “YOK MAVİ! SEN KENDİ ELLERİN İLE ÖLDÜRDÜN MAVİ’Yİ!” İçimdeki kızgınlık artık bir fırtına gibi savuruyordu. Ben, kendi kırık kalbimle kavrulurken, bir yandan da yıllarca içimde tuttuğum acıyı dışa vuruyordum.
Ben, bir an için geçmişe dair her şeyi terk etmişti. “SEN SENSİZLİĞİN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLMİYORSUN!” diye bağırdım, ardından ateşin yerini alan soğuk bir sessizlik vardı. “Ateş ile Can abime dönüp baktım. “SİZ AİLESİZ KALMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLMİYORSUNUZ!” dedim, her kelimemde hayatta bir başına kalmanın acısını hissettiriyordum. “Hepimiz sokakta yaşadık ama siz birbirinizin ailesi oldunuz!”
Bir an sessizlik oldu, gözlerimden bir damla yaş süzüldü. “ÖLDÜN SANDIM LAN BEN SENİ!” dedim, son bir çığlık atarak. Onlar hiç konuşmadıkça, benim içimde daha çok patlıyordu. “Ben seni öldü sandım lan.” O an, en derin yaram açılmıştı.
Gökhan, bana sıcacık bir sesle yaklaştı. “Mavi’m,” dedi. “Sana her şeyi unut demiyorum. Unutamayacağına adım kadar eminim.” ben adım attım, geriye doğru. “Hemen affet de demiyorum. Ama senden tek isteğim bir şans vermen.”
“Şans?” dedim , hala gözlerimden yaşlar düşüyordu. “Mavi verirdi size o şansı,” dedim, ama bu şans bana verilmiş gibi değildi. Hızla geriye doğru bir adım attı, “Karşınızda olan tek kişi Yaren,” dedim.
Gökhan, kafasını yana eğdi, fakat artık ona bakacak cesaretimi bulamıyordum. Yalnızca susuyordum. Son bir kez bağırarak, “Bir daha yüzümü görmeyeceksiniz. Buradan da siktir olup gidiyorum,” dedim. Ardından kulaklıklarımı takıp, dışarıya çıkarken, yoluka doğru hızla koştum. Nereye gittiğimi bilmeden, sadece koşuyordum.
Ve bir an, yurtların yakınlarında durdum. Yüzüme istemsizce bir gülümseme yerleşti. Çocuklar hala onu şehit sanıyordu ama…
Boncuk, gözlerindeki yaşları zor tutarak, "Ama Boncuk abla nerde ki Zeze abla?" dedi.
Gülümseyerek ona bakarak, “Ben onu çok özledim,” dedi.
Taha da ekledi, “Biz de özledik,” derken, aralarındaki kırık duvarın yerine yeni bir boşluk kalmıştı.
“Zeze abla şimdiye kadar gelmesi gerekmez miydi Boncuk abla?” dedi. Boncuk’a döndü. Her ne kadar ağlamamak için kendini zor tutsa da, yüzündeki derin hüzün her şeyin önündeydi.
"İşi vardır ablam," dedi Boncuk, bir yandan da dudaklarına zoraki bir gülümseme yerleştirerek. "Hem o Mor gözlü süper kahraman birilerini kurtarıyordur."
"O da bizi ailemiz gibi terk etti dimi?" diye sordu Kadir, ona bakarken. Gözlerim bir an ona kaydı.
"Hop hop hop!" diye bağırdım, sesim biraz sert çıkmıştı. Herkes dönüp bana bakarken, içimdeki boşluğu bir an daha hissettim. "O nasıl kelime?" diye sordum, sesimi titretmemek için zor tutarak.
"ABLAA!" diye bağırdılar birden, hep bir ağızdan. O anda, tek dizimin üzerinde çökmüşken, içimdeki acıdan bir an bile olsa kaçamadım. Hepsi bana doğru koşarken, Boncuk, donakalmış gibi şok içinde bana bakıyordu. Herkes, sarılabildiği kadar sarıldı.
"Öldüreydiniz," dedim, ama gülerek. Ne kadar moralim bozuk olsa da, asla ama asla onlara belli etmezdim. İçimdeki fırtınalarla barış yapmayı asla öğrenemedim.
Ölsem bile, onlar asla bilemezdi.
"Niye gelmedin ki abla?" dedi Narin, gözlerindeki kırgınlık net bir şekilde okunuyordu. "Bizi unuttun mu?" diye sordu, o saf duygusallıkla.
Kaşlarım çatıldı. "O nasıl söz be ablam?" diye sordum. Ama yaram fazlasıyla acımasına rağmen kendimi çekip sarıldım ona. "Ben sizi unutur muyum?" dedim, saçlarının arasına bir öpücük kondurarak.
Narin benden ayrıldığında, saatime baktım. Gözlerimle kaçırdığım anı aradım. Birkaç saniye için bile olsa, o kırık kalbime bir şeyler koyabilmek istedim. Daha sonra, önümdeki miniklere döndüm. "Pardon da ben kural mı değiştirdim?" dedim, yalandan kaşlarımı çatarak. "Bu saate kadar neden uyanıksınız?" diye sordum, tonumda oyun havası vardı.
"Yaaaa ablaa," dediler hep bir ağızdan.
"Bana bakın minikler, saat olmuş 00.34, koşun yataklarınıza," dedim, ama içimdeki boşluğu, soğukluğu hissetmeden edemedim.
Hepsi birer birer ayrıldılar. Her birinin gidişi, bir delik daha açtı kalbimde. Boncuk’a döndüm. "Ablaya sarılmak yok mu Boncuk hanım?" dedim, biraz daha yumuşak bir sesle.
Boncuk bir süre bana baktı, gözlerinde hala o şaşkınlık vardı. Birden bana doğru koşup sarıldı. "Yaşıyorsun abla," dedi ağlayarak.
Sarılmanın şiddetiyle dikişlerim bir kez daha acısa da, ben ona sarıldım. "Yaşıyorum kuzum," dedim, gülümsedim ama içimde bir fırtına kopuyordu. Yanağına bir öpücük kondurdum. Bir şey sormadı, çünkü ne olursa olsun anlatmayacağımı biliyordu. "Sende uykuya Boncuk," dedim. Usulca kafa sallayarak yatağına doğru yol aldı.
Yalnızdım artık.
İyi gözükmek için bir sebebim yoktu. Ama yine de, her zaman maskemi takmak zorundaydım. Yalnızım diye, kimseye acı verme hakkım yoktu.
Bitkin adımlarla terasa doğru çıktım. Teras camla kaplıydı, gökyüzü o kadar netti ki, sanki her şeyin ardında bir başka dünya vardı. Camın üstüne çıktım, üzerine uzandım. Kulaklığımı taktım, bir şey yapmadan sadece kaldım.
Gözlerimden usulca yaşlar düşmeye başlamıştı. Ama bir gariplik vardı, yağmur da yağıyordu. Bir an gülümsedim. Yağmurda ıslanırken, sanki bir şeyler kayboluyordu, ama bir o kadar da kalıyordu. Bir ikilem vardı.
Hayallerim her zaman vardı. Ama benim hayallerim hiçbir zaman tek kişilik olmamıştı. Her zaman içlerinde ya Gökhan ya da Gece Kuşları’ndan birileri vardı. Birlikte olmalıydık. Hepsi, bir parçamızdı.
Ve şimdi, Gökhan yaşıyordu. Bunu benden saklamıştı, ama ben bunu düşmanımdan öğrenmiştim. Onu benden alandan öğrenmiştim. Gerçekler bazen o kadar keskin olur ki, farkında olmadan seni delip geçerdi.
Zor değildi. Beni bulmak zor değildi. Onlar ismine kadar değiştirmişlerdi, ama ben hala ben oluyordum. İstese, bulması zor olmazdı. Kalbim acıyordu. Derin bir acıydı, sanki kalbimin her atışı bir çığlık gibi yankı yapıyordu içimde.
Arkamda bir yerlerde, Gökhan’ın kokusunu alıyordum. Buradaydı. Ama kafamı kaldırmadım. Hiçbir tepki vermedim. Kulaklığımı bile yerinden çıkarmadım. Sadece uzandım, yağmurda daha fazla ıslandım. Çünkü bu anı yaşamaya hakkım yoktu, sadece hissetmek istedim.
Yanıma geldiğinde, kulaklığımı çıkardım. Ayağa kalkmadım, durmaya devam ettim. "Ne istiyorsun? Git." dedim, ama bu sözlerimin ne kadar geçerli olduğunu biliyordum.
"Kalbim buradayken, ben bir yere gidemem," dedi. Sesindeki o kırgınlık ve kararlılık, içimdeki boşluğu biraz daha büyüttü.
Ona baktım, gözlerim ona odaklanmıştı. "Ne istediğime gelirsek," dedi. Gözlerim iyice daraldı. "Seni," dedi.
"Hak ettim mi?" dedim. "Ben sevilmemeyi hak edecek kadar kötü bir insan mıyım?"
"Sen bu dünyaya göre fazla iyi bir insandın," dedi, kafasını iki yana sallayarak.
"Doğar doğmaz ne yapmış olabilirim ona?" diye sordum, yine Rihem ile Rıfat’ı düşünerek. "Kardeşlerim sevilirken, beni neden sevemediler?" dedim, ama o sadece sustu.
"Ya sen? Ben senin yaşadığını bilmeyi hak etmedim mi?" dedim, bu sefer biraz daha yüksek sesle. Sessim istemsizce bu kadar yüksek çıkıyordu. Sanki kalbimin attığı çığlıklar sessime yansıyordu.
Gökhan, gözlerindeki acıdan başka bir şey göstermedi. Benimse, içimdeki boşluk her geçen saniye biraz daha büyüyordu.
“Gelmek istedim. Cesaret edemedim.” dedi, gözlerinde o bildik hüzünle. Bana baktı, her zamanki gibi ama bu sefer daha derin, daha kırık bir şekilde. “Sana bir şey olmasından korktum.” dedi.
Bir an sessiz kaldım. Ardından, dişlerimi sıkarak, “Sen yanımdayken mi bana bir şey olmasından korktun?” dedim. Sözlerim keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı.
“Görmüyor muydun Mavi?” dedi. O kadar yakınındaydım ki, sesindeki titrek tınıları içimde hissettim. Oturdum karşısına. “Herkes Gece Kuşlarını ayırmaya çalışıyordu. Herkes bizi parçalamak istiyordu. Güvende değildim. En önemlisi sen güvende değildi. Sana yaklaşmak tehlikeliydi. Her zaman bir şekilde sana zarar verebilirdim. Sensizlik zordu. Ama senin ölümün, ölümdü.” Cümlesi bıçak gibi kesildi. Başını iki yana salladı, elleriyle saçlarını karıştırırken “Yapamadım,” dedi, derin bir nefes alarak.
Sustum, içimdeki duyguların biriktiğini hissediyordum. Gözlerim yere kayarken, dudaklarım istemsizce aralandı, “Sensizlik ölümdü,” dedim, bir nefeste.
“Özür dilerim, güzelim,” dedi, sanki bu sözler ona bir yük gibiydi. Bana bakarken gözlerinde pişmanlık vardı, ama aynı zamanda bir şeyler de vardı ki, o an sadece sustum. Ne dememi beklediğini biliyordum.
“Bende seni, dilerim yakışıklı.” Cevap vermedim, sadece gözlerime odaklandım.
Telefonuma baktı, uzun bir sessizlikten sonra, “Benimle şarkı söyler misin?” dedi.
Kaşlarım çatıldı. O an anlamadım, sonra ekledi. “Şöyle soralım,” dedi ve ayağa kalktı, camın üzerinde durdu. İkimiz de sırılsıklam olmuştuk, ama sanki dünya durmuş gibiydi, tek hissettiğim şey onun varlığıydı. “Sana yaptığım onca hataya, onca aptalığa rağmen. Benimle dans eder misin?” dedi, gözleri sabırsızca benden bir cevap bekliyordu.
“Dans mı?” dedim, bir anlığına şaşkınlıkla. “Nereden çıktı şimdi dans...” derken, sözümü kesti.
“Çok zaman kaybettim ben zaten,” dedi hızlıca. “Önce beni affedeceksin Mavi. Sonra hayaller…” Bir an gözlerim, dudaklarımdan başka bir şey görmek istemedi.
“Git Yiğit,” dedim, biraz da içimdeki acıyı dışa vurabilmek için.
“Yiğit yok. Sikerim şimdi Yiğit’i,” dedi, alaycı bir gülümsemeyle. O an, istemsizce gülümsedim.
“Küfür etmeyin bayım,” dedim, gülerek. Gözleri yine gülümsedi, gözlerim bir an daha önce görmediğim bir şekilde parladı. Ellerini tuttum, yavaşça ayağa kalktım. Telefonu elimden aldı ve şarkıyı açtı. Şarkının nakaratı yavaşça yükselmeye başladığında, yüzümde istemsizce bir gülümseme belirdi. Gökhan, belimden sıkıca sarıldı.
Şarkı başladı:
Gecelerimi bana ver zehirim,
Hiç uyku uyutmaz mısın sen güzelim?
Kalbimin ritmini çaldın ve gittin mi?
Gerçekten yaptın mı bunu bana?
Şarkıyı söylerken, gözleri kıpkırmızıydı. Sadece şarkının sözlerine odaklandım, onu değil. Onun her notası içimi sarmaya başlamıştı. Yutkundum, gözleri, her kelimeyle beni daha da derinden sarmalıyordu. Gözlerim kapalıydı, ama her kelime içimde yankı buluyordu.
Peki ya aşıksam hala,
Dolanıyorsam şehrimde yalnız ve,
Bulamıyorsam seni?
Mavinin tonları, gözünde parladı
Kafayı buldum ve gülüşüne sardım…
Şarkı devam ederken, birlikte dans etmiyor, ama vücutlarımız bir şekilde uyum içinde hareket ediyordu. Gözlerim kapalıydı, bedenim ise onun etrafında dönüyordu. Yavaşça hareket ediyorduk, sanki dünya durdu, sadece birbirimize yakındık.
Yok bunun dermanı yok,
Biliyorum ama napiyim
Bu deli kalbimi?
Şişemin sonu devirir mi beni sen gibi?
Bu yağmurlar beni sensiz ıslatsa,
Gökyüzüm arınır bütün bulutlarımdan.
Suskunluğum devam etse de, Gökhan şarkıya devam ediyordu. Gözlerim kapalıydı, sadece şarkının sözlerine odaklanarak, her kelimesini içime çekiyordum. Gözlerimi kapattım, alnını anlıma yasladı, derin bir nefes aldım.
Gülüşüne sağlık çok ağlattı.
Ben düştüm düştüm toparlandım.
Beni boşver...
Kolları belimdeydi ve iyice sıkı sarıldı. Benim kollarım boynunda, birbirimizin varlığına tamamen kaybolmuştuk. O an, geçmişin tüm yükünü, pişmanlıkları, korkuları geride bırakıyorduk. Belki de tüm bu zaman içinde doğru olan tek şey buydu: Birbirimize sarılmak.
Af ederdim. Ben onu sürekli affederdim.
Yeniden beni sev,
Bana gel.
Deli der biri görse. kollarında ölsem.
Doğarım yeniden bana gülsen of.
Al beni sol yanına. gir kanıma.
Dedi bu sefer de. Şarkıyı söylerken, nefeslerimiz birbirine değiyordu. Her kelime, içimizdeki tüm yaraları sarıyordu.
Yalnız kalamam yok sensiz olamaz.
Elim kolum bağlı yüreğimde yangın.
Ben sana dargınım.
Bunu söylemedi. O kısmı, gözleriyle bana anlatmak istedi.
Başka çözüm var mı?
Gülüşünde kaldım. yok
Bu gönlüm sargılı..
Ben hala bi deli, sen hala bir delilsin.
Bi sabah uyandığım gibi.
Yüzümü gören hiç değilsin.
Şarkı devam ediyordu, ben hala gözlerimi kapalı tutuyordum. Gece mavisi gözlerinde kayboldum. Beni bul, dedi sanki.
Gece mavisi gözlerinde kayboldum bul beni,
‘tüm hata benim’ sana bu şarkılar bu gece duy beni.
Gece mavisi…
Gece mavisi…
Şarkı bittiği anda, gözlerimle onu takip ettim, sonra dudaklarım onun dudaklarına yöneldi ve bir öpücükle şarkı sona erdi. Yağmur, hem ayrılmamıza hem de kavuşmamıza şahit oluyordu.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |