(Arkadaşlar şimdi.
Yardım edin banaaaa
Bakın böyle bu kitabı yazarken aklınızda karaktarler için çalan şarkılar var mı yaaa?
Mesela Mavi Yaren'i anlatıyor bu şarkı dediğiniz şarkı. Ve ya ahanda bu şarkı Yiğit'i anlatıyor yada ikisinin aşkını anlatıyor dediğiniz.
Lütfen yardım edinnnnnnnnnn
SİZ NEDEN BENİM VERDİĞİM KİTAP İÇERİSiNDE OLAN SPOİLERE DİKKAT ETMİYORSUNUZ?!
SÜS NİYETİNE Mİ YAZIYORUM BEN?!?!?!
Aaaaaaaaaaaaaa
Neyseğğğğğ iyi okumalar canolarrr)
Yazarın anlatımıyla
Etrafına bakındı, öylece durdu. Bir şeylerin eksik olduğunu hissediyordu, ama ne olduğunu anlamıyordu. Rihem, Mavi Yaren’i nasıl yaşatması gerektiğini, nasıl bir çıkış yolu bulması gerektiğini bilmiyordu. Ama bir şey kesindi; yarası ağırdı ve iyileşmesi zaman alacaktı. Her şeyin ortasında, yüzüne bakarken, o yüzde bir huzur vardı. Ama bu huzur, Rihem’in ruhunda bir boşluk yaratıyordu. Kendini çelişkilerle dolu hissediyordu. "Kendine gel, Rihem." dedi, derin bir nefes alarak. Birden kendi yüzüne hafifçe tokat attı, sanki içindeki karmaşayı dışarıya çıkarmaya çalışıyordu. "O bir asker. Sen onun düşmanısın. Ölsün sana ne? Her seferinde neden onun ölmemesini istiyorsun? Ölsen intikamını da alacaksın."
Sözleri kendi içinde yankı yaptı, bir anlam ifade etmiyor gibiydi. Ama bir şekilde kendisini ikna etmesi gerekiyordu. Derin bir boşluğa düşmektense, her şeyin mantıklı olmasını istiyordu. Zihni, acıyla dolmuştu ve ruhu onu kabul etmek istemiyordu.
Bir bıçak aldı eline. Bıçağın soğuk metaline gözleri takıldı, parmakları bıçağın keskin kenarında gezinirken, Mavi Yaren’in kalbine saplamayı düşündü. O anın acısını, öfkesini üzerinde hissetti. Yanındaki haplara göz attı. Onları bugün içmemişti ve Rıfat’tan bu sebeple acı bir ceza alabilirdi. İçindeki korku bir an dağılmadı, sadece daha derinleşti. Bir tek anlık korku bile onu harekete geçirebilirdi.
O korku içinde, ani bir şekilde ayağa kalktı ve ilaçlara yöneldi. Hızla iki tanesini içti. Rıfat’ın cezaları çok acımasızdı ve hem Rihem hem de Mavi Yaren bu acıları yakından biliyordu. Ama Mavi Yaren, Rihem’den çok daha iyi biliyordu. Mavi Yaren, o karanlık dünyada her şeyi yaşamıştı. Rihem’in yaşadığı acılar da zordu, ama Mavi Yaren’in yanında bunlar hiçbir şeydi.
Rıfat, Rihem’in üzerindeki güç oyununu her geçen gün daha da derinleştiriyordu. O ilaçlar, Rihem’in kafasında sadece bir çare olmaktan öte, korkuların, unutulmuş anıların silahıydı. Rihem, bu ilaçları içmeyi bıraksa, geriye kalan her şeyi hatırlamaya başlardı. Ama bir türlü cesaret edemiyordu. Rıfat’tan duyduğu korku, onu susturuyor, içindeki fırtınayı yavaşça donduruyordu.
"O ilaçları içiyorsun değil mi?" dedi Rıfat, bakışları soğuk ve rahatsız ediciydi. Yüzü, bir zamanlar sevdiği kadınla karşı karşıya gelmenin verdiği yabancı duygularla doluydu.
Rihem, bacaklarını sararak yatakta oturuyordu. Oğlu sandığı adamın ölüm yıl dönümünü hatırlayarak kendi içine gömülmüştü. Yalnızdı ve keder içindeydi.
"O ilaçları içmen gerektiğinin ikimiz de farkındayız." dedi Rıfat, eğilip Rihem’in yanağını öperek. "Yoksa neler olacağını biliyorsun değil mi sevgilim?"
Rihem, direndi. "O ilaçlar bana iyi gelmiyor." diye yanıtladı, ama sesindeki korku hala gizliydi. Rıfat, kadının yüzüne ellerini sarmıştı, boynuna adeta bir yılan gibi sessiz ve soğuk bir dokunuşla. Rihem, gözlerinde korku ve çaresizlikle Rıfat’a baktı.
"O ilaçlar senin iyiliğin için var sevgilim." Rıfat’ın sesi, bu sefer daha yumuşaktı, ama bir tehdit içeriyordu. "Mor ile aynı kaderi paylaşmak ister miydin, Rihem?" dedi, boynunu gevşeterek ve onu yavaşça okşayarak. O an, Rihem’in vücudu bir kez daha, bu karanlık geleceği hissetti.
Mavi Yaren’in yaşadığı acılar, her zaman bir tehdit gibi Rihem’in ruhunda yankı yapıyordu. Mavi Yaren, sevdiğini kaybetmişti. Abla dediği kişi, sırtından vurmuştu. Abi dediği kişi, ablası yerine onu tercih etmişti. Bir yıl boyunca işkenceye tabi tutulmuştu. En sonunda, Rıfat ve oğlu tarafından neredeyse tecavüze uğrayacaktı.
Eğer Mavi Yaren onları öldürmeseydi, onlar tarafından tecavüze uğrayacaktı. Ama Mavi Yaren, sonunda onlardan kurtulmuştu, Rıfat’a zarar vermiş, ama ölmeyerek hayatta kalmıştı.
Bir cesedin karşısında bıçaklanmış, bağlanmıştı. Gökhan’la her gece, bu acıları rüyalarında yaşıyorlardı. Mavi Yaren, öleli çok olmuştu ama sadece gözleri açıktı.
Ve o, büyümüş, asker olmuş, yalnız kalmış bir kadındı. Kimsesizdi, kimse ona doğru bir yaşam vermemişti. Ama Aykız, yani Rihem, sevdiği adamı yanlış anlamıştı. O, sadece bir göreve gitmişti. Ama geri dönmedi. Ve Aykız, görevinden hiç haberdar edilmemişti. Tek bildiği, bir kızının olduğuydu. Mavi Yaren’i biliyordu ama ikizinin kim olduğunu bilmiyordu.
"Asena'm." dedi, elindeki sararmış fotoğrafa gözleri dolarak bakan Mavi Yaren'in öz babası. "Af et beni kızım. Seni annenden koruyamadım." Fotoğrafın üzerindeki yüz, yıllar önce kaybolmuş o masum bakışları taşıyor, ama babası ne kadar baksa da, o yüzün gerçekte kaybolmuş olduğunun farkında değildi.
Mavi Yaren'in anlatımıyla
Gözlerim yavaşça araladı, etrafına bakındı. Şimdi gözlerim, yıllardır biriken acıyı ve çaresizliği barındıran derin boşluklarla doluydu. Ama etrafımdaki dünya, bir zamanlar tanıdığı her şeyin çok ötesindeydi. Bir anlık şaşkınlıkla, nasıl bir yer olduğumu anlamaya çalıştım.
Ya ben ölmemedim mi? diye geçirdim aklından. Ben ölüydüm. Benim bedenim, Gökhan’la aynı toprakta olmalıydı. Peki ya şimdi? Neredeyim ben?
Rihem, biraz ileride bir şeyler yapıyordu. Ellerimi yarama attım, bir an için hissettim. Yaramda bir sıkıntı vardı, ama vücudum buna alışmıştı. Düşmanım belki de bana bir şeyler yapmıştı, onu kontrol etmek için usulca vücudumu okşadım. Ancak güvenim yoktu. Hiçbir zaman güvenim olmadı.
Yaranın içine her şeyi koyarak zarar vermek konusunda üzerlerine yoktu. Bazen askerlerin yarlarına bomba bile yerleştirdiklerini biliyordum.
Gözlerim, kenarda duran neşterlere kaydı. Usulca birini aldım. Parmaklarım neşterin kenarını kavrayıp, onu avuçlarıma sıkıca yerleştirirken, Rihem'in hiç fark etmediği şekilde ona doğru adım attım. Yavaşça, sessizce. Bir yılan gibi.
"Mal." dedim, sesim sanki bir fırtına öncesi gibi sessiz ama keskin bir şekilde çıkmıştı.
Rihem'in arkasına yaklaştım. Bunu yaparken hissettiğim soğuk, öfke dolu bir hissiyat vardı. Ona yaklaşırken, boynuna, her an damarlarından akan kana kadar neşteri dayadım. Neşterin ucu, cildine dokunduğunda bir titreme hissettim. "Keser döner sap döner sonra o sap Yaren'e geçtiğinde götünüze girer." dedim, o an cümlemi kurarken içimdeki acı ve kin de bir şekilde dışa vuruyordu.
Rihem’in yüzü, aniden buz gibi kesildi. Korku, suratında net bir şekilde okunuyordu. "S-sen na-nasıl uyandın? Uyanmaman gerekiyordu." dedi titreyen bir sesle.
"Valla kendim de bilmiyordum. Yolun sonu sanmıştım ama sağ olsun Allah'ım bana senin canını almadan benim canımı almadı." dedim. Cevap verirken neşterin ucunu daha da bastırdım. Ardımda sessizlik vardı ama Rihem'in korkusu her şeyin önündeydi. Gözleri korku ile büyümüş, titremeleri git gide artıyordu.
Birkaç adım geri attım, hala neşteri elinde tutuyordum. Onun bana bakışlarıyla paralel olarak, ben de ona bakıyordum. O an, içimde bir boşluk vardı, bir yeri tam dolduramıyordum. Kendisini öldürebilirdim ama o an kendimi neden durdurduğumu da bilmiyordum.
İçimde, bir annenin ilgisini arayan o boşluk büyüyordu. "Anne," diye mırıldandım, ama sesim kısıktı. Annemi istemek, hala içimde o kaybolan özlemi hissettiriyordu. Bir kez bile olsa o beni sarılmalıydı, bir kez olsun "Kızım" demeliydi. Ama olmadı, olamadı.
Rihem'e baktım, gözlerimdeki hüzün bir an için gözlerinden kaçmadı. Yutkundum. O anın içinde nedenini anlayamadığım bir acı vardı. Gözlerinde hissettiğim o eksiklik, ona "anne" demek, hep kurduğum hayalimdi. Ama bu dünya, o hayali bana hiç vermedi.
Hafifçe, ama net bir şekilde ona döndüm. Gözlerim, onun ellerindeki ilaç şişesini takip etti. Elimi uzattım, usulca, elime almak için.
"Bırak, dokunma!" diye bağırdı Rihem, sesi daha önce hiç bu kadar korkulu çıkmamıştı.
"Kes sesini. O şişeyi bana ver, senin zerrene kadar ayırırım." dedim, o an gözlerimde bir şeyler kırıldı. Artık bir an bile vakit kaybetmek istemiyordum. Gözleri bana baktı, biraz da olsa korktu. Sadece bıçakla değil, kelimelerle de onu köşeye sıkıştırabiliyordum.
Rihem, sonunda ilacını bana uzattı. Ben de onu avucuma aldım. Birkaç saniye boyunca sadece ona bakarak, şişeye gözlerimi dikmeye devam ettim. Ardından, tekrar ona döndüm. "Hastaymışım. Onun için kullanıyorum. Hem seni alakadar eden bir durum yok, sana ne?" dedim, sanki tüm zamanlarda biriktirdiğim nefret ve acıyı bir arada dile getirmeye çalışıyordum.
"Ne hastası?" dedim, gözlerimde şaşkınlık vardı biliyordum ama bir o kadar da ifadesizdi.
"Bilmiyorum," dedi. Sesimdeki soğukluk, onun ruhunu donduruyordu. Gözlerimdeki soğuk bakışlar, içimdeki öfkenin bir yansımasıydı.
"Bilmediğin hastalık için ilaç içecek kadar aptalsın." dedim, gözlerimi ona dikerken.
Rihem, bir anlık sessizlikten sonra bana baktı. Yavaşça "İlaçlar hastalık için değil." dedi.
O ilaçları, Rıfat’ın bana ne kadar acı çektirdiğini ve her şeyimi unutturduğunu bilerek içmiştim. İlaçlar her şeyi silip atıyordu, adımı, kimliğimi, her şeyimi. Gökhan'ı, geçmişimi... Rıfat’ın her türlü eziyetinin bir parçasıydı bu ilaçlar.
Rihem’in yüzünde korku vardı. "Ne saçmalıyorsun sen?" dedi, ama sesi o kadar da kendinden emin değildi.
"Hani ben can çekişirken sen kapının ardında izliyordun ya." dedim, daha sonra gözlerim yine ilaca kaydı. "O beyaz odada, Rıfat Gökhan'ı ve diğer Gece Kuşlarını unutmam için bana verdiği ilaç." dedim, her kelimeyle içimdeki soğuk ve karanlık katmanları açıyordum.
Rihem'in gözlerinde bir soru vardı, ama onun gözlerindeki şüpheyi görebiliyordum. "Bu imkansız." dedi, hala anlamıyordu.
"Mal," dedim, artık daha sert bir şekilde. "Kaç yıldır kullanıyorsun? Kullandığın yıldan itibaren geçmişini hatırlamazsın."
Sadece birkaç saniye sonra, arkamdan bir ses geldi. "Gökhan'ı unutmak için?" dedi. O sesi tanıdım. Şeyma'ydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |