(LANNNNNNNN
BEN 21.500 OLMAK ÜZEREYİMMMMMMMMM
YEYOOOOO
KALKIN HANIMLAR GÖBEK ATICAZZZZZZ
Erkek okur da vardı ama sjsjsjsjsj neyse o da gelsin.
OLUMMM ÇOK MUTLUYUM LENNNNN
SİZ VARYA SİZ CANSINIZZZZZZZ
ÖPERİM SİZİİİİİİ.)
Zaman : Şehit olduklarını sandıkları zaman
Mavi'nin anlatımıyla
Ölüyordum…
Ve bu, ilk kez değildi.
Ölüyordum...
Ve bu, son kez değildi.
Ama bu sefer farklıydı. Soğuk, kemiklerimin arasına sızan bir lanet gibiydi. Tenimde değil, ruhumda yankılanan bir ölüm vardı. Kanım toprağa damlıyordu ama içimdeki boşluk daha önce sızdırmaya başlamıştı zaten.
Vurulmuştum. Gerçekti bu. Ama yere düşen ceset… o ben değildim. O çoktan ölmüştü. Belki yıllar önce, belki de bir çocukken, annemin ilk nefret dolu bakışında.
Gözlerimi kaldırdım. Annem… o çürümüş sevgi yoksunu kadın. Yanında, yüzü tanımadığım ama varlığı sinirlerimi haşlayan o adam vardı. Ve bir siluet daha.
Onu gördüğümde içimden bir şey koptu. Sessiz, çığlıksız bir yırtılma…
İkizimdi.
Aynı yüz. Aynı hatlar. Aynı damar yapısı belki. Ama onun gözleri paslı bir bıçak gibiydi kahverengiydi. Benimkiler ise… mor. Şiddetin ve karanlığın arasında yanan bir renkti benim gözümdeki ton.
Ama mesele renk değildi. Mesele, ruhumuzun neyle yoğrulduğuydu.
O bir teröristti. Ailem gibi. Çürük bir ideolojinin, ölü bedenlerden yükselen yalanların ürünüydü. Gözleri nefret kusuyordu. Ama benim içimde bile nefret yoktu artık. O bile tükenmişti. Sadece donuk bir bakış kaldı geriye. Taş gibi. Ölüm gibi.
İkizimin varlığından haberdar değildim. Ama sanırım bu dünyada hiçbir şaşkınlık sonsuza dek sürmüyor. Gerçek, eninde sonunda dişlerini gösteriyor. Ve en kötüsü annemin eli onun omzundaydı. O el, bir zamanlar bana ait olması gereken, bir çocuğu okşaması gereken o el şimdi bir caniye destek oluyordu.
İşte tüm fark buradaydı.
O annemin siperindeydi, ben ise hedefindeydim.
O sevgisini hak etmişti onların gözünde. Ben ise sadece ihanetin bedeliydim.
Ben Türk askeriydim. Toprağın, halkın ve gerçeğin tarafındaydım. O ise kandırılmış, çürümüş bir düzenin silahıydı. Biz savaşın iki ayrı ucuyduk. İkizdik evet ama birimiz hayat, diğerimiz ölüm olmuştu.
Annem gözlerimi her gördüğünde, içinde bir katil büyüyor gibiydi. Baktı. Yine nefretle.
Ayağa kalktığımda, üçü birden silahlarını doğrulttu.
Ne ironik beni doğuran kadın, şimdi beni gömmeye hazırlanıyordu.
Ama güldüm.
Ölüm bile içimdeki yarayı kapatmaya yetmezken, ben hâlâ gülebiliyordum.
“Selam,” dedim. “Aynı görünmemize rağmen bambaşka olan o şerefsiz…”
Kan sızıyordu elimin arasından. Bastırdım, ama nafile. Bu yara tenime değil, varlığıma açılmıştı çünkü.
“Kes sesini, asker!” diye tısladı biri. Silahını daha da dikleştirdi.
Bir adım attı. Ölümle aramızdaki mesafeyi kısalttı.
“Dur, Abd,” dedi öteki.
Ve ben kahkahayı patlattım. Öyle kuru bir kahkaha ki, sanki boğazımdan değil, mezarımdan geliyordu.
“İsim hiç uymamış,” dedim. “Ama kızının adı tam isabet. Rihem. Ne kadar da iğrenç bir tesadüf.”
Acı vardı, ama önemsemedim. Belki bu acı, içimde kalan son gerçekti.
“KES SESİNİ!” diye bağırdı Abd.
Bağırışı, içindeki çatlağın ilk yankısıydı.
Yüzüne baktım. “Adının anlamını biliyor musun lan sen?” dedim. Gözleri bomboştu. Anlamıyordu.
“İtaat etmek. Boyun eğmek. Hiç isyan etmemek.” dedim.
Bu kadar alçak bir anlam, ancak bu kadar boş bir bedende yer bulabilirdi.
O sırada Rihem, sinsice yaklaştı Abd’ye.
Hepsi birlikte, karanlığın içinde birer gölge gibiydi artık.
Ben ise o karanlığın en derin noktasında, gülerek ölüme yürüyordum.
“Seni kandırmaya çalışıyor kızım,” dedi o kadının tıslayan sesi. “Onun cezasını vermen gerek. Sana yalan söyleyip beni sana düşman etmeye çalışıyor.”
Bir adım geri çekilmediğim gibi bir adım daha attım. Gözlerim hâlâ ona dikiliydi. "Neden anlamıyorsun ki, Abd?" dedim, sesim bir bıçak gibi keskin. “O senden nefret ediyor. Neden, neden bunu kabullenmiyorsun?”
“Beynini bulandırıyor kızım, onu dinleme,” diye atıldı Rihem, sesinde hâlâ o yapmacık sevgiyle karışık kin vardı.
“Ne seni sevecek, ne beni. Asla.” dedim. Gözlerinin içine baka baka. “Ben kabullendim. Ve kabullendiğim andan beri doğru yoldayım. Sen de uyan artık, harcanmadan önce.”
Abd bana baktı. Gözlerinde hâlâ o çatlak umut vardı. “Doğru yolda olan sen değilsin." Dedi kendine ezberletilmiş cümleler ile. "Sen bir askersin.”
İşte o cümleydi yırtıcı gülümsememi saklamadım. “Tam da bu yüzden doğru yoldayım.”
Annesi yine araya girdi, zehrini kusmaya devam etti. “Ona inanma. Eğer onu isteseydim senin gibi onu da yanımda tutardım.”
Başımı hafifçe yana eğip dalga geçer gibi baktım. “Benim beynimi seninki gibi yıkayamadı Abd. Onun için değildim. Onun lanet planına sığmadım.”
Ve sonra geldi o cümle ölüm gibi soğuk bir sır gibi.
“Hayır, Abd. Daha bebekken tren raylarına bıraktığım bebek oydu. Yanımda tuttuğum sendin.”
Dondu zaman. Sessizlik, bir bomba gibi kulaklarımda patladı. Abd’nin yüzündeki şaşkınlık nefes aldırtmıyordu.
Üzülmemem gerekmez miydi? Bunu bende bilmiyor muydum zaten? Neden şimdi kalbimde aptal bir hüzün bulutu vardı?
Neden kelimeleri bedenimde olan yaralardan daha çok yakıyordu canımı?
Küçükkken izlerdim aileleri yanındaki çocukları... Bazen saatlerce bazen dakikalarca...
Salıncakta kızını sallayan babalar, kızının saçını yavaş yavaş ören anneler, kızına bir köpek gibi değil de bir melek gibi anlatan anneler, sevgiyi iliklerine kadar his etmiş çocukla...
Onlardan biri olmam için ne olması gerekiyordu?
"Allah kulluna taşıyamayacağı yukler vermez kızım." Demişti bana eski timimdeki Albay.
Allah beni çok mu güçlü görmüştü?
Bu kadar acı bir kalbe yetmez miydi?
Bu kalp artık durması gerekmez miydi
“Çünkü deney çocuğuyduk… değil mi?”
“Sende sorun yoktu. Ama onda…” diye girdi Rihem hemen.
“Sapkın bir doğayla geldi bu dünyaya. Mor gözlü. Hipertimezik. Burnu bir köpek gibi, gözleri bir kedi gibi. Onu insan sayamadım. Sadece bir prototipti. Ve hep senin yanındaydım. Hep seni sevdim. Baban da hep seni sevdi. Onu yalnızca… deneylik bir varlık olarak gördü. Canlı bir numune…”
Yüzüme iğrenç bir övgü gibi yağdı bu kelimeler. Ama içim soğuktu. Sıfır noktasının bile altındaydım. “Teşekkür ederim beni övdüğün için,” dedim alayla. “Ama bunların hiçbirinin umrumda olmadığını bilmiyorsun hâlâ.”
Abd kıvrandı. “Ondan nefret mi ediyorsun? Beni seviyorsun değil mi anne?”
Yüzüne baktım. Gözlerinin ta derinine. "Sevmek öldürmek midir Abd?" Dedim ona aynı şekilde bakmaya devam ederken. “Onun sevgisi ölümdür, Abd.”
Başını bana çevirdi.
"İstersen söyleyeyim birazdan neler olacak. Önce seni öldüreceğim. Ardından anneni. En son da o yanındaki iti. Ailecek gideceksiniz Abd. Ve ben… bu aldığım yara için ölürsem, haber bültenlerinde ‘şehit’ diye geçeceğim. Arkamdan binlerce insan dua edecek. Belki ağlayacak. Ama sizin için? Sadece beddua. Lanet. Sessiz bir yok oluş."
Hepsi sustu. Solukları bile dondu. Beni izliyorlardı.
Abd öne çıktı. "Dualar işe yaramayacak. Sende bizi öldüremeyeceksin. Tek başınasın. Hem de yaralısın."
Bir adım daha attım. Gölgem üstlerine düştü.
“Unuttuğun bir şey var, Abd.” dedim, dişlerimin arasından. "Ben… Türk askeriyim.”
Ve o an, her şey kırıldı.
Bir hamlede Rihem'in elindeki silahı kaptım. Hiç düşünmedim. Konuşurken yeterince düşünmüştüm zaten. Yumruğum Abd’nin suratında patladı, yere savruldu. Adrenalinin gücüyle birkaç adım geri çekildim, silahı iki elime aldım ve nişan aldım. Gözlerim alev gibiydi. Onların gözünde ise korku vardı.
Abd silahı kaptı yanındaki her kimse o pislikten. Karşılıklı nişan aldık.
İkizimin kahverengi gözleriyle, benim mor gözlerim havada çarpıştı.
Gülümsedim. Delice, ölümcül bir gülümsemeydi bu.
"Hadi ama Abd… indir şu oyuncağını. Seninle daha fazla zaman kaybedemem.”
Elini cebine attı. Tetikteydim. Ama sadece bir telefon çıkardı.
Ve görüntülü arama açtı.
“Ablacığım,” dedi, karşıdaki kişi açınca.
"Çok vaktim yok, acele et."
Ses tanıdıktı. Mideme oturdu resmen.
Şeyma’ydı bu.
"Birazdan bu salak kızı öldüreceğim," dedi bana bakarak.
Sesi tıpkı kendisi gibiydi; iğne gibi, soğuk ve ukala.
"Ne kadar trajik, değil mi? Annem nerede? Ona bir şey olmasın Abd," diye ekledi.
Annem?
Ne annesi lan?
"Annem yanımda, abla," deyince gözlerim Rihem’e döndü.
Göz göze geldik.
Bir an beynimden vurulmuşa döndüm.
Şeyma... benim ablam mıydı?
"Ebesinin amı," dedim. Tonum diken gibiydi. "Kaç çocuk doğurdun sen? Biri daha çıksın, tören yapalım bari!"
Kafamdan geçen tek düşünce buydu:
BUGÜN DAHA KAÇ KARDEŞİMLE TANIŞACAĞIM?!
Şaşkındım, evet. Ama bunu şimdi yaşayamazdım. Dikkat dağıtmak lükstü.
Bunların hesabı sonra sorulurdu.
Gözümü Abd’ye diktim.
İkizim olması… onu öldürmeyeceğim anlamına gelmezdi.
"Ulan gerizekalı," dedim. İğrenerek. "Ablan bu ha? Tam da senin gibi bir piç!"
"Kes sesini!" diye bağırdı.
"Sen kes amına koyayım!" diye tısladım.
"Birazdan seni yok edeceğim, hâlâ havalı triplerde... Üstüne bir de şu malı aradın."
Telefona baktım. Şeyma’nın o donuk yüzü karşımdaydı.
"Tipe bak. Şeytan görse tövbe eder. Bu mu kardeşim şimdi? Şaka gibi."
Sonra Rihem’e döndüm.
"Ve sen... anneymiş. Hah. Senin anneliğin batsın."
Hepsine aynı tiksintiyle baktım.
Hayır.
Tiksinmiyormuş gibi yapmadım. Gerçekten tiksiniyordum.
Abd bir adım attı.
Ben de.
Silahlar kafa hizasında. Nefesler sıcak, tetikler diken üstünde.
"Hele bak hele, yarağa bak," dedim. Sözlerim cam gibi kesiyordu.
"Bana yaklaşıyormuş. Hadi gel de seni tarihten sileyim."
O tetiğe basmak üzereydi. Ama önce ben bastım.
Kurşun alnına saplandı.
Annesinin çığlığı o an içimi parçaladı mı?
Hayır.
Yüzüme sıçrayan kan kadar soğuktu hislerim.
Abd yere yığıldığında, gözleri hâlâ açıktı.
Annesine son bir kez bakmıştı.
Belki sevgi ummuştu. Belki affedilmek istemişti.
Ama ikimiz de biliyorduk.
Bu kadın...
Bizi hiçbir zaman sevmedi.
Koşarak uzaklaştım oradan.
Arkamda bir ceset, bir anne ve bir telefon ekranında hâlâ bizi izleyen bir canavar bırakarak.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |