(Ağlamak istiyorummmm
ABİ YİNE KİTABIMI SİLMİŞLER!
Bir gün Gece Kuşları veya Lavinia'yı da silerlerse bok yazarım daha.
Valla kitabın sonunu söyler giderim ki bana ne.
YA SABIR YA SABIRRRRR!
He şeyi de söylim ben. Ben bu kitabı başka hesapta yada bu hesapta bilmiyorum bölümleri en baştan uzatarak yazcam. Konu aynı olacak. İçimde kalan her şeyi eklemek istiyorum.
Tekrar baştan okumanıza gerek kalmaz. Yani şey yapıcam aynı hesaptan da olabilir iki tane gece kuşları kitabı olacak. Uzun ve kısa. Hangisini okursanız.
Yıldızlar kadar öpüşkoo)
Yazarın Anlatımıyla
Sonbaharda dökülen yapraktım, ilkbaharda geri geldim ben.
Yeniden dirilişin, bir kırık dalın inadıydı bu. Fırtınada savrulmuş, soğukta donmuş, toprağın bağrına gömülmüşken; baharın serin nefesiyle uyanmıştı. Ama ne tam canlıydı ne de ölü… Arada bir yerde, içi hâlâ acıyan bir hayal gibi.
Test sonucuna ne kadar inanmak istemese de üzerinden geçen bir ay, inkârın yerini kabullenişe bırakmıştı. İlk başta her şey bir kâbustu; gözlerini her açışında aynı gerçekle yeniden yüzleşmek gibi… Şimdi, gündelik hayatın çarklarına bir şekilde kendini uydurmuş olsa da, bir şey vardı değişmeyen: Acı.
Ona alışamıyordu.
Hayır acıya değil. Onsuz olmaya alışamıyordu.
Oysa Mavi Yaren yıllarca onsuz kalmıştı.
O onsuzluğa alışmıştı.
Kalbinin tam ortasında, yanmaya devam eden bir kıvılcım vardı. Her an, her saniye yanıyordu o kıvılcım. Onun adını andığı an ise bu kıvılcım, alev alıyor, içini cayır cayır yakıyordu. İlk günkü kadar şiddetli, ilk günkü kadar tazeydi herşey. Sanki zaman onun için ilerlemiyor, sadece acıyı uzatıyordu.
Geçer demişlerdi. Geçmiyordu.
Mavi Yaren ise... Gün geçtikçe kötüleşiyordu.
Dışarıdan bakıldığında dimdik bir dağ gibi görünüyordu belki ama içi çürüyordu. Her defasında kendi kendini tedavi ediyordu ama yaranın iltihabı artık derine işlemişti. Sızısı, geceleri uykusunu kaçıran bir yoldaş olmuştu. Et etin içine batarcasına zonkluyor, teni ateş gibi yanıyordu.
Ama buna rağmen... Durmuyordu.
Türkiye’ye dönmesi gerekiyordu. Bu bir istek değildi; zorunluluktu. Onu biri bulmadıkça tek başına gidemeyeceğini biliyordu. Buna rağmen içindeki inatla, yola çıkmaya hazırdı.
Ellini az önce sardığı yaranın üzerine koydu. Parmakları, hafifçe sargının üzerinden geçti. Her dokunuşta, acı bir ok gibi saplandı içine. Ama köyde kimseye belli etmedi. Onun Türk askeri olduğunu öğrenen köylüler, üzerine titriyordu. Ellerinden bir şey gelse, onu sırtlayıp sınırdan geçirirlerdi ama… Telefon yoktu. Medeniyetin uzağındaydılar.
Yalnızdı.
Yavaşça doğruldu. Dizleri çatırdadı, omuzlarındaki yük bedenine fazlasıyla ağır geliyordu. Derin bir nefes aldı; tozlu, kuru bir hava ciğerlerini doldurdu.
"Bu kadar yeter," dedi, sesi çatlak, ama kararlı. "Artık yuvama dönmem gerek."
Yuva kelimesi... dudaklarından döküldüğünde, yüreğinde bir gölge hareket etti. Gökhan. Aslında kastettiği oydu. Kalbinin bir köşesinde hâlâ ışığı sönmemiş tek kişiydi.
Ama ona olan öfkesini bastıramıyordu.
Yiğit’in gerçeği saklaması, kırgınlık değil, bir ihanetti onun gözünde. Gökhan olduğunu sakladığı her saniye, ona duyduğu güveni parçalayan birer kıymık gibiydi.
Annesi… Aklından silip atmak istediği ama her yalnız anında yeniden karşısına çıkan o acı suret. Gözlerinin önüne gelince, artık gülümseyemiyordu. Normalde, kendisine tebessüm eden birine karşılık verirdi. Küçücük de olsa bir gülümseme... Ama artık içinden gelmiyordu. İçindeki çiçekler solmuştu.
Çok yorgundu.
Bedeni ağır, ruhu yıkıktı. Umutları, yavaş yavaş yerle bir olmuş bir şehrin yorgun taşlarına benziyordu.
"Hadi kızım..." dedi kendi kendine, sanki içindeki küçülmüş, yaralı çocuğu ikna eder gibi. "Vatanın sana ihtiyacı vardır."
Silahını kavradı. O metalin soğukluğu, içini soğuttu ama aynı zamanda bir amaca bağladı onu. Bir askeriyeye ulaşmalıydı. Yakınlarda bir yer yoktu belki ama... yürüyerek de olsa bulacaktı. Artık durmak istemiyordu. Durursa çökerdi.
Bu sırada Yiğit...
Elinde bir fotoğraf, bakışları donuk. Mavi Yaren’in yüzüne her baktığında, gözlerinin kenarında acı bir gülümseme beliriyordu. Dudakları, hatırladığı bir kelimeyi söylemeden kıpırdıyor, sonra susuyordu.
Akın Komutan’ın talimatıyla, psikolojik destek almaya başlamıştı. Zor olmuştu, ama başarmışlardı. Bu seansların gizli kalması gerekiyordu, çünkü Yiğit'in sırtında sadece kendi acısı değil, birliğin de yükü vardı.
Anlattığı her şey saklanıyordu. Kimse bilmiyordu. Ama anlatmak bile yetmiyordu. Çünkü kalbindeki boşluk, hala Mavi Yaren’in adını yankılayarak büyüyordu.
Yiğit gitse de şu anda yaptığı tek şey…
Fotoğrafına bakmaktı. Mavi Yaren'in o anlık, donmuş bir zaman parçasında kalan yüzüne… O yüz, her gün biraz daha aklının kıyılarına çarpıyor, hatıraların üzerinden ağır ağır geçiyordu. Gözlerinin buğusuna karışan hatıralar, sanki fotoğrafa kazınmış gibiydi. Dudakları kımıldamıyordu ama içinden geçen fırtınalar gözlerinin derinliğinde yankılanıyordu.
Karşısındaki kadın ise onu izliyordu sessizce. Gözlerinde, Yiğit’in yüzünde görmeye çalıştığı bir duygu kırıntısı vardı. Ne olduğunu bilmese de, içten içe bir boşluğu doldurmak istiyordu. Belki de bir teselli, belki de bir cevaptı aradığı.
"Çok mu seviyorsunuz?" dedi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltıydı. Kırılgan, çekingen ama kararlıydı.
Yiğit’in gözleri ilk kez ona döndü. Kadın, o boşlukta bir kıpırtı beklerken, karşısında çatlak bir aynada kendine bakan gözleri buldu. Yiğit sadece bir kelimeyle yanıtladı: "Çok."
O kelime, ağır bir taş gibi düştü aralarındaki sessizliğin ortasına. Tok, net ve keskindi sesi.
"Ne kadar?" dedi kadın, yumuşak bir tonla.
İçindeki merakı bastıramamıştı. Konuşmasına izin verildiğini hissetmişti. Belki, Yiğit anlatırsa, acısının yükü biraz olsun azalırdı. "Onu ne kadar sevdiğinizi anlatabilir misiniz bana?"
"Yıldızlar kadar." dedi Yiğit. Başını bile kaldırmadı. Gözleri hâlâ Mavi Yaren’in fotoğrafında takılıydı. Yüzünde bir gölge gibi duran ifadesizlik, yerini hafif bir titremeye bırakmıştı.
"O sizi seviyor muydu? Ona bunu hiç sordunuz mu?"
Yiğit durdu. Parmakları fotoğrafın üzerinde ağır ağır gezinmeye başladı. Kadının sorusu bir neşter gibi kalbine saplandı. Yanıtı bildiği ama söylemek istemediği o gerçekle bir kez daha karşı karşıya kaldı.
"Gökhan'ı çok seviyordu," dedi.
Sesi bir kırık plak gibi çıkmıştı. Fotoğraftaki yüzün üzerinde parmağını kaydırdı, sonra iç çekti. "Yiğit'in yüzüne bile bakmadı."
Kadın kaşlarını çattı. O an anladı ki, bu adam kendinden iki farklı kişi gibi söz ediyordu. "Gökhan ile Yiğit aynı kişi değil mi?" diye sordu şaşkınlıkla.
Yiğit’in yanıtı daha da şaşırtıcıydı.
"Aşk duygusunu dibine kadar tatmış biriyle, daha önce hiç âşık olmamış biri aynı mı?" diye karşılık verdi.
"Hangisi âşık olan?"
"Gökhan."
Kadın yutkundu. "Aşkı tatmayan Yiğit mi?"
Kafasını usulca salladı Yiğit. "Kalsaydı… ona da öğretirdi." dedi.
"Ona ne oldu?" diye sordu kadın. İsmini bile bilmediği birine, yavaş yavaş yaklaşıyordu. Anlamaya çalışıyordu.
"Şehit," dedi Yiğit. Boğazı düğüm düğüm oldu. İkinci kelimeyi zorla söyledi. "Oldu."
O iki kelime, boğazını ateş gibi yakmıştı. Her sözcük, içini içten içe yakan bir kurşundu. Yutkunmaya çalıştı, ama acı geçmiyordu.
"Başınız sağ olsun," dedi kadın.
"Vatan sağ olsun," diye yanıtladı Yiğit, otomatikleşmiş bir asker refleksiyle… ama sesi titremişti.
Kadın sustu. Daha önce onları sadece bir ayrılık sanmıştı. Ama şimdi… konunun ne kadar derin, ne kadar kanayan bir yara olduğunu anlamıştı.
"Peki nasıl biriydi?" dedi usulca.
Yiğit başını kaldırdı. Gözlerinde geçmişten bir parıltı çaktı. Hafifçe, çok hafifçe gülümsedi.
"Deliydi." dedi.
Kadın şaşırdı. Bu, onun yüzünde gördüğü ilk gülümsemeydi.
"Kimse tutamazdı onu. Dalardı. Düşmanın üzerine öyle bir yürürdü ki... kendine hayran bırakırdı. Manyak manyak huyları vardı ama düşmanı hizaya getirmenin en kral yolunu bilirdi." Gülümsedi yine, gözlerinin kenarında minik çizgiler oluştu.
"İyi bir askerdi yani."
Yiğit başını salladı. "Öyle böyle değil… taş gibi askerdi. Adamı ver eline, konuşturması 50 saniye."
"Vay…" dedi kadın. Hayranlıkla iç geçirdi. O an, tanımadığı bir kadına içten içe saygı duydu.
"Son kişi kalmış olsa bile, ona güvenirdin. Sana bir kurşun bile isabet etmezdi. Kendi canından çok bizimkini korurdu."
Gözleri yeniden fotoğrafa kaydı.
"Güzeldi…" dedi. "Ama öyle yüz güzelliği değil. Kalbinin güzelliği, yüzüne yansımıştı… öyle bir güzellik."
Tam o anda bir telefon sesi odayı böldü. Sessizlik bir bıçak gibi kesildi. Yiğit irkildi, telefonunu cebinden çıkardı. Ekrana baktı: Karargâh.
Hemen ayağa kalktı. Kadına bir şey demeden kapıya yürüdü. Ceketini hızlıca düzeltti ve açtı telefonu:
"Emredin komutanım."
İbrahim Albay’ın sesi netti: Karargâha acilen gelmesi gerekiyordu.
Yiğit hızla oradan ayrıldı.
Arabanın içinde oturmuşlardı. Araç, sessizce bekliyordu. İçerideki hava, karanlık bir haberin öncesi gibi kasvetliydi. Herkes yerinde ama kimse rahat değildi.
Yiğit’in ellerinde Mavi Yaren’in silahı vardı. Parmakları o silaha öyle bir sarılmıştı ki, sanki bırakırsa kalbi de düşecekti yere.
Görev belliydi:
Köydeki gençlere zorla uyuşturucu veriliyor, sonra da teröre alet ediliyorlardı. Bu sefer, çok dikkatli olunmalıydı.
"Yiğit komutanım?" dedi Aren. Karşısında oturuyordu. Endişesi yüzüne yazılmıştı.
Yiğit, bakışlarını ağır ağır ona çevirdi. "İyi misiniz?"
"Hayır." dedi Yiğit, dürüstçe. Sesi donuktu ama içinde fırtınalar kopuyordu.
Kaan da dayanamayıp sordu: "Olacak mısınız?"
Yiğit bir kez daha aynı kelimeyle yanıtladı: "Hayır."
Tim en son ne zaman Yiğit ile sohbet ettiklerini bile hatırlamıyordu. Öyle bir sessizlikteydi ki Yiğit kimsenin sesini dahi duymak istemiyordu. Duymak istediği tek bir ses vardı o da artık yoktu.
Araçtaki sessizlik derinleşti. Herkesin içinde bir yumru vardı. Çünkü Mavi Yaren sadece bir komutan değil, kalplerinde derin iz bırakan bir insandı.
Batur, sessizliği bozdu.
"Ondan Gökhan olduğunuzu saklamamalıydınız."
Yiğit dişlerini sıktı. Gözlerini cama dikti. "Neden sakladığımı biliyorsunuz."
Evet… artık her şeyi biliyorlardı. Ama Mavi Yaren... sadece onun Gökhan olduğunu bilmişti. Gerisini öğrenememişti.
"Sak-"
Birden bir silah sesi yankılandı. Ardından kulağı sağır eden bir patlama.
"TUZAKLAMIŞLAR!" diye haykırdı direksiyon başındaki Akın Komutan.
Aracın etrafı toz duman olmuştu. Gökyüzü bir anda kararmış gibiydi. Ve Yiğit’in içinde o an sadece bir his yankılandı: Koruyamadım.
"ÇIKIP VURALIM!" diye haykırdı Aren, sesinde çaresizlikle karışık patlamaya hazır bir öfke vardı. Göz bebekleri büyümüş, alnındaki terler patlayacak bir volkanın habercisi gibiydi. Parmakları tetikte titrerken, gözleri camın arkasındaki dumanlı kargaşaya saplanmıştı.
"Bomba patladı! Arabanın kapıları açılmıyor!" dedi Yiğit, yumruklarıyla kapıya abanarak. Metal kapıdan yankılanan her darbe, içerdekilere zamanın azaldığını fısıldıyordu. Camlara toz yapışmış, dışarısı silik bir tablo gibi görünüyordu artık. Kapı bir gram bile kıpırdamıyordu; sanki kader onları o çelik gövdenin içine hapsetmişti.
Dışarıda, barutun keskin kokusu havaya sinmiş, çatışma sesleri gökyüzünü yırtıyordu. Kurşunlar birer yıldız gibi parlıyor, her biri bir hayata değmeye hazır şekilde uçuyordu. Toz bulutlarının arasında, düşmanın sesi duyuldu:
"ÜZERİNE ATIN FÜZELERİ! ÖLSÜNLER!" diye kükredi terörist. Sesi, bozkırın ortasında yankılanan bir cehennem borazanı gibi tüy ürperticiydi.
Tam o anda, ellerinde roketatarlar taşıyan adamlar birer birer yere devrildi. Kafalarından vurulmuşlardı. Silahları parmaklarından süzülerek toprağa gömüldü. Her biri, göğe açılmış gözleriyle son bir kez yaşama bakıyor gibiydi.
"SİZ BENİM KARDEŞLERİME VE SEVDİĞİME...?" diye gürledi Mavi Yaren. Sesi, çatlayan gökyüzünden fırlayan bir yıldırım gibiydi. "BANA AİT OLANA EL UZATANIN O ELLERİNİ GÖTÜNE SOKARIM!" diye devam etti, kelimeleri adeta havayı delip geçti. Öfkesiyle içindeki yangını birleştirmişti; yüzündeki keskin çizgiler ve gözlerindeki yanan kıvılcım, onun artık sadece bir insan değil, sevdikleri uğruna savaşan bir efsane olduğunu haykırıyordu.
Tam o sırada Yiğit başını kaldırdı, alnındaki kanın arasından bakarak fısıldadı: "Şarkı sesi mi o?"
Herkes kulak kesildi. Dışarıdaki çatışma sesinin arkasından gelen ezgi, zamanın içinden süzülen bir rüya gibi yankılanıyordu. Toz, duman ve ölümün ortasında, bir şarkı... Gerçekliği sarsan bir melodi.
Ve şarkıyı herkes duymaya başladı:
Şair olmak isteyen bir gezgin
Yaşama hevesi kalmamış bir bezgin...
Şarkı, kurşunların arasında yükseliyor, savaşın ortasında barutun içinden yankılanıyordu. Mavi Yaren, düşmanların arabasını çalmış, kendi savaş alanını ilan etmişti. Camdan sarkan kolu, güneşin altında parlayan tabancası ve aracın içinden gelen o sözler... Hepsi birer meydan okumaydı.
Kanadımı kırdılar uçamadım anne
Savaşa soktular koşturdum...
Şarkı, onun iç sesiydi artık. Kalbinin en karanlık köşesinden yankılanan bir ağıt. Direksiyon başında, gözleri ufka dikilmişti. Her kelime bir yara gibi, her nota bir anıydı.
Kafa salladı herkes. Dışarıdan gelen uğultular, kulak zarlarını delen kurşun sesleri ve ara sıra patlayan bombalar arasında o müziğin nasıl duyulduğuna kimse anlam veremedi. Tüm gözler birbirine çevrilmişti; yüzlerde soru işaretleri, kaşlarda gerilim birikmişti. Herkesin aklında aynı soru vardı: Bu müzik de neyin nesi?
Ve sonra… o sözler, o ezgi yankılandı çatışmanın ortasında:
Mavi Yaren’in açtığı şarkıydı bu. Arabayı çalmış, içindeki düşmanları etkisiz hale getirmişti. Şimdi ise müziği son ses açıp meydan okurcasına çatışma alanında dolaşıyordu. Gecenin karanlığına karışan far ışıkları, onun silüetini dans eden bir hayal gibi gösteriyordu. Sürücüsüz bir savaş, müziğin ritmine ayarlı bir öfke gibiydi o an.
Rengi kalmamış ki kiminin engin…
Denizde lodosa yakalanan bir gemicinin
Yaşamı hep çetin, metanetin de sınırı var beyim…
Arabanın içindeki hoparlörlerden yankılanan sözler, birer kurşun gibiydi. Mavi Yaren’in öfkesiyle, geçmişiyle yoğrulmuştu bu şarkı. Kalbi, sesin her kıvrımında yeniden sızlıyor, her dizede biraz daha kanıyordu. Elinde silah, direksiyon başında dimdik duruyordu. Gözleri doluydu ama yaşlar akmıyordu; çünkü onun gözyaşı bile artık silaha dönüşmüştü.
Ve şarkı devam etti.
Kanadımı kırdılar uçamadım anne
Savaşa soktular koşturdum…
Araba hızla çatışmanın ortasında dolanırken, Mavi Yaren’in iç sesi de dışa vuruyordu artık. Kanadını kıran kişinin annesi olduğunu biliyordu. Bunu kalbinin en derin yerine kazımıştı ama hâlâ… hâlâ o kanadı yok saymak yerine annesine şikâyet ediyordu. İçindeki o çocuk, hâlâ bir anneye seslenmek istiyordu.
Yağmur sonrası güneşim ben…
O sırada… bir adam fırladı toz bulutlarının içinden. Koşuyordu. Gözü dönmüş gibi, belki kaçmaya çalışıyor, belki bir saldırıya hazırlanıyordu.
Mavi Yaren’in gözleri bir anda küçüldü. Sanki zaman yavaşladı. Parmakları tetikteydi. Sesini alçak ama soğuk bir tonda mırıldandı. "Hele bak bak… domalta domalta sikilmiş sikiğe bak. Dokun da göreyim ben seni."
Tetiğe bastı.
Adamın bedeni yere yığıldı. Yanındaki birkaç kişi daha peş peşe vuruldu. Kurşunlar, adeta bir besteye eşlik edercesine ritmik bir şekilde sıktı yüreğe. Geriye sadece cesetlerin arasından yükselen müzik kalmıştı:
Gökkuşağındaki bir rengim ben…
Birden ikinci şiir başladı. Bu artık Mavi Yaren’in ruhunda yankılanan bir iç monologdu sanki.
Zamanda yolculuk beyinde meşgul edebilir
Fakat objektif olmaz
Zararı yoktur yararı olmadığı gibi…
Araç etrafında dönüyor, etrafa dehşet saçarken, içeride kapana kısılmış olanlar hâlâ ne olduğunu anlayamıyordu. Camlardan hiçbir şey görünmüyordu. Toz, duman ve alevler dışarıyı bir hayal perdesine çevirmişti.
"DIŞARDA NE OLUYOR?!" diye bağırdı Davut. Sesinde sabırsızlık değil, korkuya bulanmış bir öfke vardı.
"Biri dışarıda sağlam temizlik yapıyor ama… ne için yapıyor?" dedi Yiğit, sesi neredeyse fısıltıydı ama o fısıltının içinde gerginlik damar gibi atıyordu.
"Amacı yardım mı etmek, yoksa bizi mi ele geçirmek?" dedi Akın Komutan. Gözleri göremediği şeyleri çözmeye çalışırcasına sağa sola çevrildi.
Ve dışarıda hâlâ o sözler yankılanıyordu:
Kalp karalayanlar yansın…
Kanadımı kırdılar uçamadım anne…
Kanadını kıran annesiydi. Bunu biliyordu. Ama yine de annesine şikâyet etti. İçinde çocuk kalan o kısmı, hâlâ bir anneye sığınmak istiyordu.
Yağmur sonrası güneşim ben...
Ve o anda gökyüzü biraz daha aydınlandı. Belki de artık yalnızca silahlar konuşmuyordu. Belki bu savaş, bir ruhun intikamıydı.
Kafa salladı herkes. Dışardaki çatışma sesine anlam vermeye çalışıyorşardı.
Şair olmak isteyen bir gezgin
Yaşama hevesi kalmamış bir bezgin
Bezirgânın önde gideni zengin
Rengi kalmamış ki kiminin engin
Denizde lodosa yakalanan bir gemicinin
Yaşamı hep çetin, metanetin de sınırı var beyim
Kimisinin mutluluğu bir resim, kimisininki dört mevsim
Kelebeğin ömrüne bedel bir geleceğin
Getirecek hediyesi nedir ki? Bilemedim
Vay haline elekte elenenin
Hayata ağlamaklı başlayan bu insanoğlu gördü geleceği
Bir dilim ekmeğin sonunda bedelinin de alınacak olması gibi
Düşünenin, düşenin de dostu olmamış ki batanın olsun
Müttefik de belli değil ittifak da, mutlak mücadele kazanmak, zafere koşmak
Yenilince ağlamak, yenmek için hile yapmak
Her sonuçta pay kapmak dünya kuralı olmuş
Taştan bozma kalplerse hep kanla dolmuş
Mavi Yaren sevdiklerini kurtarmaya çalışırken bir yandan da şarkıyı son ses açmıştı. Adamların arabasını çalıp sonra da onun arabasında kendine şarkı açmıştı.
Kanadımı kırdılar uçamadım anne
Savaşa soktular koşturdum
Kalbini açamayan herkesin aklına
Eğriyi doğruyu ben soktum
Sonbaharda dökülen yapraktım
İlkbaharda geri geldim ben
Aileme dostuma selamlar olsun
Gökkuşağındaki bir rengim ben
Timdeki herkes etrafına bakıyordu. Dışarıdaki çatışma sesine anlam vermeye çalışıyorlardı, ama hiçbir şey net değildi. Boğuk patlamalar, kurşun sesleri, çığlıklarla karışık bir kaos yankılanıyordu içeride. Sanki zaman durmuş, dış dünya başka bir evrene kaymıştı.
Ve o an, uzaklardan yankılanan bir ses yükseldi. Önce fısıltı gibiydi. Sonra bir şiir döküldü çatışmanın ortasına, barut kokusuna inat, kelimeler mermi gibi düştü yüreklere.
Mavi Yaren, sevdiklerini kurtarmaya çalışırken, çaldığı arabanın içinde radyoyu son ses açmıştı. Yaralıydı; karnında yanmakta olan bir acı vardı ama yüzünde bir ifade yoktu. Gözleri bir noktayla kilitlenmiş, elleri silahın soğuk metaline yapışmıştı. Dışardaki adamları birer birer temizlerken, içinden geçen her kelime, radyodan gelen her dizeyle birleşiyordu:
Kanadımı kırdılar uçamadım anne
Savaşa soktular koşturdum...
Karnındaki yara zonkluyordu. Ama o sadece dişlerini sıktı. Yarayı değil, ihaneti düşünüyordu. Kanadını kıran... annesiydi. Bunu kendi de biliyordu ama yine de anneye şikâyet etmekten geri duramadı. Bu, bir isyandı.
Arabanın önüne doğru koşmaya çalışan adamlardan birine nişan aldı.
Adam yere yığıldı. Yaren sustu. Gözleri başka bir hedef aradı.
Zamanda yolculuk beyinde meşgul edebilir
Fakat objektif olmaz...
Şarkı devam etti. Kelimeler ağırlaştı. Zamanın terazisinde hesap masasına oturmuştu sanki; yalnızlık, geçmiş, acılar, kırık hayaller... Her şey hesap sormaya başlamıştı. Ama onun hesabı silahın ucundaydı.
“NERDE BU ASKER! BULUN ŞU APTAL KIZI!” diye bağıran bir adamın sesi yükseldi megafondan. Cevap gecikmedi.
“EBEN APTALDIR GÖT!” diye bağırdı Mavi Yaren, silahını kaldırırken. “Burada işte, alsanaa!”
Savaş devam ederken şarkı hâlâ çalıyordu. Her mısra, her nota, Yaren'in her kurşunuyla senkronizeydi. Vücudu isyan ediyordu ama ruhu dimdikti.
Koşturmak boş durmaktan iyidir
Boş durmak boş koşmaktan yararlı...
Son adam da yere yığıldığında, Mavi Yaren bitap düştü ama ayakta kaldı. Kan ter içinde, burnunun ucundan süzülen terle karışan kana aldırmadan arabanın tavanına doğru ilerledi. Yavaşça yukarı çıktı. Yaralı koluyla denge kurmak zorlaşmıştı.
Üstteki kurşun geçirmez camın altına geldiğinde, içeridekilere baktı. Gözleriyle teker teker süzdü hepsini. Şarkı hâlâ çalıyordu:
Aileme dostuma selamlar olsun
Gökkuşağındaki bir rengim ben...
Silahın kabzasıyla camın üzerine üç kere vurdu. Biri bilekle, biri parmaklarının eklem yerinden, biri de tüm bedeniyle... Cam titredi, çatladı, sonra tuzla buz oldu. İçeridekiler irkildi. Gözler fal taşı gibi açılmıştı.
“Mavi’m...” dedi Yiğit, sesi boğazında düğümlendi.
“Yaren...” dedi Akın Komutan, nefesi kesilmiş gibiydi.
Ve Mavi Yaren’in son hareketi geldi. Parmaklarını şakağına götürdü. Sert, meydan okuyan bir asker selamı. Ama içinde koca bir hayat vardı. Kayıp yıllar, alınmayan sarılmalar, tutulmamış sözler, yarım kalan umutlar...
Kanadımı kırdılar uçamadım anne...
Mavi Yaren şarkıya devam ederken, bir gölge gibi içeri süzülen anıları, birer hayalet gibi gözlerinin önünde dolandı.
Sonbaharda dökülen yapraktım
İlkbaharda geri geldim ben
Aileme dostuma selamlar olsun
Yağmur sonrası güneşim ben
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |