Yazarın Anlatımıyla
Yiğit, karargâhın ağır taş duvarları arasında yankılanan adımlarıyla içeri girdiğinde, göğsünde volkan gibi patlamaya hazır bir his taşıyordu. Zamanla yarışan bir nabız, ölümle kol kola yürüyen bir karardı bu. Gözleri kararlı, yüzü donuktu. Hemen Albay İbrahim’in odasına yöneldi.
İbrahim Albay, loş ışıkta ellerinin arasındaki fotoğrafa bakıyordu. Masasına vuran gün batımı, fotoğrafın köşesine altın gibi düşüyordu. Gözlerinin nemlendiğini fark etmemişti bile; yaş, kırışık ellerine sessizce süzüldü. Dudakları çatlamış bir dua gibi aralandı:
“Affet beni evladım...” diye fısıldadı, sesi kendi içinde yankılanan bir mezar taşı gibi. Başparmağıyla, fotoğraftaki genç kadının yüzünü usulca okşadı. Titreyen nefesiyle birlikte bir pişmanlık döküldü dudaklarından “Seni... aşkımdan koruyamadığım için affet beni.”
Tam o anda, ağır kapıdan gelen tok bir ses odayı yardı. Albay, hışırdayan bir kâğıt gibi suratını sildi, yaşını içine bastırdı ve gözlerini kapıya çevirdi. Sesi kısa ama otoriterdi: “Gel.”
Yiğit, her adımında yılların yükünü taşıyan bir asker edasıyla girdi içeri. Duruşu dimdikti ama yüreği alev alevdi. İbrahim Albay, alışkanlıkla yerinden kalktı. Göz göze geldiklerinde zaman bir an durdu, iki adam arasında sessiz bir savaş başladı.
“Rütbeden çıkmanızı talep ediyorum,” dedi Yiğit. Sesi tok, kararlı ama içinde fırtınalar saklıydı.
Albay, elindeki fotoğrafı hızla ceketinin iç cebine sıkıştırdı. Gözleri bu genç adamda asılı kaldı. Yiğit, ellerinin arasındaki sureti görmüştü ama kime ait olduğunu anlayamamıştı.
“Kabul edildi,” dedi İbrahim Albay. Sesi taş gibi düşmüştü odaya. Gözleri, yıllarını verdiği askerlere birini daha kurban verecek olmanın korkusunu haykırıyordu.
Gizemli bir telefon araması düşmüştü karargâha, kimden geldiği bilinmiyordu. Soğuk bir ses sadece koordinatları vermişti: “Türk askeri olan Yiğit Kurt... şu koordinatta.”
Sonra da hiçbir açıklama yapmadan, bir mezar taşı gibi sessizce kapanmıştı hat. Oysa bu aramanın ardındaki perde çok daha kanlıydı...
Mavi Yaren, geceyle konuşan gözleriyle bir adamı tehdit etmiş, korkuyla titreyen parmaklarına telefonu tutuşturmuştu. Adam, istemeye istemeye numarayı çevirmiş, sesi çatallaşarak koordinatları vermişti. Ardından, telefonu elinden alan Mavi, cihazı dizine bastırıp ezmiş, bir daha iz bırakmamak üzere yok etmişti.
Gelmemesinin bir sebebi vardı. Öyle basit bir mazeret değildi bu. Ayağındaki bileklik, çelik gibi sessiz ama ölümcül bir bekçiydi. İçinde yüksek dozda zehir vardı. O bileklik vücuduna temas ettiği anda, yalnızca birkaç saniyede tüm organları durduracak kadar güçlüydü. Çıkarmak mümkün değildi. Her adımı bir saatli bombayla yürüyen bir hayalet gibiydi Mavi.
Şifreye ulaşmak için tek çaresi vardı: Adamları temizlemek. Her öldürdüğü isimden yeni bir bilgi alıyor, her bilgi onu kurtuluşa bir adım daha yaklaştırıyordu. Geriye sadece bir ev kalmıştı. Sadece bir...
Oraya doğru ilerlerken, ince bir dal parçasını bilekliği ile teni arasına sıkıştırmıştı. Acıyı bastırmak değil, zehri engellemek içindi bu çaba. Gözleri karanlığa alışmış, kulakları sessizliğin çığlıklarını dinliyordu. Dudaklarından neredeyse duyulamayacak kadar kısık bir melodi döküldü:
“Dur daha yakışıklı...” dedi kendi kendine, gözlerinde tarifsiz bir kararlılıkla. “Daha senden alınacak bir hesabım var.”
Sesi çatallıydı, susuz kalmış bir nehir gibi, kuruyup gitmeye yüz tutmuştu. Ama hâlâ şarkı söylüyordu… Çünkü başka türlü hayatta kalamıyordu. Mırıldandığı şarkı, ruhunun kırık kemiklerinden çıkan bir iniltiydi: “Son bir defa boynuna sarılıp gitsem, huzuru koklasam… Ege’de aşk… nereden… nereye...”
Karargâhta, Yiğit bir taş gibi duruyordu. Komutanı ona sıkı sıkı sarılmış, bırakmak istememişti. “Senin de şehit olacağını düşündüm,” dedi gözleri dolarak.
Yiğit, başını iki yana salladı. Gözleri cam gibi parlarken, titreyen bir cümle döküldü dudaklarından: “Abi yaşıyor.”
İbrahim Albay, ne duyduğuna tam emin olamamıştı. Kaşlarını çatıp baktı. “Ne dediğini anlamıyorum, Yiğit.”
Yiğit’in gözleri parlıyordu, yandığı yerde bir umut kıvılcımı parlamıştı. “Mavi yaşıyor abi,” dedi titreyerek.
Albay’ın gözleri büyüdü, dudakları aralandı. Onun dalga geçip geçmediğini anlamaya çalıştı, ama Yiğit’in yüzündeki ifade çok netti. Umutla çığlık atan bir çocuğun gözleri gibiydi. “Ne saçmalıyorsun oğlum sen?”
Ama Yiğit gözlerini ondan ayırmadı. Sanki orada değilmiş gibi, bir hayalin içinde konuşuyordu. “Abi, gördüm. Yemin ederim gördüm. Kokusunu aldım... huzur gibi kokuyordu. Ellerini boynumda hissettim. ‘Yakışıklı’ dedi abi… Yemin ederim, onun sesi... onun dokunuşu... onsuz kaldığım her şey... Abi yaşıyor... Yemin ederim, yaşıyor.”
İbrahim Albay ona bakmaya devam etti. "Bu imkânsız olduğunun ikimiz de farkındayız. Saçma sapan konuşma. Kendini bile inandırmışsın," dedi, sesi soğuk ama içinde gizlenmiş bir öfkeyle.
"Ben kendimi kandırmıyorum. Yaşıyor… Yemin ederim yaşıyor. Abi, bana inanmak zorundasın!" dediğinde Albay birden ona döndü, gözleri öfkeyle dolu.
"BENİM GİBİ, SÖYLEMEDİĞİ HER ŞEY İÇİN PİŞMANLIK DUYAN BİRİ SANA NASIL İNANSIN YİĞİT? O SENİN GÖKHAN OLDUĞUNU BİLE BİLMİYORDU! SANA YAKIŞIKLI DEME İHTİMALİ SIFIR! BENİM GİBİ VİCDAN AZABI ÇEKİYORSUN SEN DE! VE APTAL KALBİNDEKİ AŞK, SENİ KÖR EDİYOR, YANILTIYOR!"
Yiğit de bastı bağırdı. "İŞTE O AŞKLA, ONUN YAŞADIĞINA EMİN OLUYORUM!"
Allah’tan bu odanın duvarları kalındı. Yoksa şu an tüm karargâh başlarına toplanırdı.
"SEN DE AYNI AŞKI YAŞAMADIN MI? SANA ÖLDÜ DEDİLER AMA YAŞIYOR ÇIKMADI MI? SENİN ÇOCUĞUNU TERK EDİP BAŞKA BİR ADAMLA EVLENMEDİ Mİ? GÖRMÜYOR MUSUN ABİ? ÖLÜ SANDIKLARIMIZ YAŞIYOR OLABİLİYORMUŞ!"
"BENİM AŞKIMI KARIŞTIRMA YİĞİT!"
"Senin o aptal aşkın yüzünden çocuğun yok abi! Hem de değmeyecek biri uğruna! Şimdi bana da inanın artık! Kalbim acıyor abi, yalvarıyorum anlayın artık beni! Onsuz… ölmekten beterim ben!"
İbrahim sustu bir an. Sonra gözleri dolu dolu fısıldadı. "O da sensiz ölüyordu… Sen bir kere mutlu gördün mü onu? Gamzesi varmış… sen gördün mü? Ben görmedim. Bir kere lan, bir kere… sen onun başkasına baktığını gördün mü? Ben onu da görmedim. Bana bile bakmadı Yiğit, bana bile… Bana aşktan bahsetme. İnsan aşık olduğu kadının canını yakmaz. Sen aşkı sorgulayabilecek bir adam değilsin. Benim aşkımı hiç… sorgulayamazsın. Sen benim aşkımı sorgulayacak son kişi bile değilsin."
"Onun ölmemesi için yaptım ben," dedi Yiğit. Gözleri artık doluydu. "Abi… senin çocuğunun adı ne?"
Bu soruyla beraber İbrahim’in kalbi çatladı sanki. Ama yanıt vermedi.
"Cinsiyetini biliyor musun peki?" diye sordu Yiğit, ses tonunu değiştirmeden. "Yaşıyor mu? Sokakta yaşamak kolay değil abi. Ben bilirim. Sokak çocuğuyum ben. Mavi Yaren’e de sorarsın bir gün… ‘Kolay mı?’ diye."
Sonra elini kalbine götürdü. "Ben… dokunmaya kıyamadığım bir kadının kalbini kırmam. O yaşasın diye benimle olma ihtimalinden bile vazgeçtim. Hayallerimden… hayattan… bir çocuk sahibi olmaktan… hepsinden vazgeçtim. Onun yaşaması için."
Bir adım geri çekildi. Acı bir gülümseme yerleşti yüzüne.
"Kendi kızıma vermek istediğim ismi kardeşime verdim ben. Çünkü… Mavi Yaren’den bir kızım olmayacağını biliyordum. Kabul ediyorum abi, Mavi Yaren çok güzel seviyor. Her şeyin en iyisi onda olduğu gibi… aşkın da en iyisi onda. Mavi Yaren Yıldırım, her şeyin en iyisine sahip olduğu gibi aşkın da en iyisine sahip."
İbrahim Albay, kırgın ama soğukkanlı sordu "Onun aşkını hak ediyor musun peki?"
Bu sefer gerçekten canını yakmak istemişti. Kendi kalbi yandığı için artık başkasının kalbi de yansın istemişti.
"Hak ediyor muyum bilmiyorum," dedi Yiğit dürüstçe. "Ama o aşkın sahibi olmak için, o aşkı hak etmek için ölürüm ben."
"Şehit olmuş birinin aşkını kazanmak için mi çabalayacaksın?"
"Olmadı, şehit olmadı. Olsa, bu kalp atmazdı," dedi. Elini kalbine koydu. "Bu kalp o, abi. Her milimetresi o. Dört odacık varsa… hepsi tıkabasa dolu onunla."
"Mezarını açtıralım," dedi aniden İbrahim Albay.
Yiğit hiç tereddüt etmeden kafa salladı. "Açtıralım abi. Ama o çıkmazsa yemin ederim o dağı milim milim ararım."
İbrahim gözlerini kaçırmadan baktı Yiğit’e. "Tamam," dedi sadece.
Yiğit kapıdan çıkarken İbrahim Albay’ın gözünden bir damla yaş süzüldü usulca. Cebinden buruşturulmuş bir fotoğraf çıkardı, titreyen elleriyle. "Affet beni yavrum… Lütfen babanı affet. Yalvarırım affet. Seni koruyamadığım için affet beni babam..."
Gözyaşları artık durmuyordu. Parmak uçlarıyla fotoğraftaki yüzü okşadı. "Ne olur affet. Keşke keşke ‘Affettim seni baba’ deseydin bana. Biliyorum, affedilemem ben. Ama sen affet."
Oysa onun çocuğu kendine yapılan bir hatayı asla affetmezdi.
Çocuğu her zaman kindardı. İnsanlardan nefret ederdi. Babasını asla af etmezdi.
Ve o hata hayatına mal olmuşsa.
Kulaklık kulağında, sesi açtı. Mavi Yaren’in söylediği bir şarkı çalıyordu:
"İlk geceden belliydi
O zaman ner’deydin?
Dün daha seni öperken
Şimdi buna 'Dur' diyemezsin."
Bahçeye çıkmıştı biraz nefes almak için. Elinde, daha yeni bulduğu defter vardı. Sayfalarını usulca çevirdi. Her biri ayrı bir dünya. Hepsi Mavi Yaren’in ellerinden çıkma, hepsi ince ince dokunmuş çizimlerle doluydu.
Gece Kuşları’nın küçüklük halleri… Hepsi oradaydı. Yiğit ise çizimlerde hep biraz daha belirgindi. Daha çok onun üzerinde durmuştu. "Bir insanın her yaptığı şey bu kadar güzel olabilir mi?" diye fısıldadı kendi kendine. Sayfayı çevirdi. Bir anda durdu.
Bütün defteri kaplayan tek bir çocuk çizimiydi bu. Siyah beyazdı her şey. Sadece gözler yeşildi. Öyle bir yeşil ki, insana nefes aldırmadan içine çekiyordu. Bakar bakmaz tanımıştı. O gözleri binlerce kez görmüştü. Ayna gibi. Kendi gözleri gibiydi.
Altında belirli harflerle bir şeyler yazıyordu. Eğildi okudu.
"Siyah beyaz hayatımdaki ten renk de alınmak zorunda mıydı? O renk de mi sönmeliydi?"
Kulaklığındaki şarkı devam etti:
"Sözlerin, gözlerin, ellerin yalnız benim için
Düşlerim, gülüşlerim, hayallerim yalnız senin için
Seni bulamamışken ben kayboluyorum
Şimdi gökyüzünde kendimi ellerinle dans ederken buluyorum."
Yiğit, şarkıya istemsizce eşlik etmeye başladı. Mırıldanarak değil, sanki kendine söyler gibi. Bazen sesi titredi, bazen kelimeler boğazında düğümlendi.
Deftere tekrar baktı. Her bir çizimde bir parça daha gördü. Mavi’nin kalbi, çocukluğu, korkuları, özlemi… Ve en çok da Gökhan'ı görmüştü o defterde.
Mavi Yaren’in hayalleri sadece onun üzerine kurulmuştu. Ve Yiğit’in de öyleydi.
Bir zamanlar, hayatına birini alma hatasını yapmıştı. Dilara. İlk başta bir arkadaş gibiydi. Hatta ne zaman sevgili olduklarını bile hatırlamıyordu. "Sorsan doğum gününü bile bilmezdim." diye geçirdi içinden. Ama yine de bir ara sevgili olmuşlardı.
Dilara’nın hiç bitmeyen istekleri, sürekli cinsellik üzerineydi. Yiğit her defasında geri çekilmişti. Her defasında “hayır” demişti. Ve sonra ilişki, sessizce bitmişti.
Daha önce de aldatılmıştı. Defalarca. Ama bu onu yıkmamıştı. Çünkü hiçbiri Mavi değildi. Hiçbiri onun gözlerine benzemiyordu.
Dilara’yla hiç hayal kurmamıştı. Hiçbir “yarın” olmamıştı. "Ben onunla sevgili neden oldum lan gerçekten?" diye düşündü bir kez daha.
Birden, kulaklığındaki müzik değişti. Mavi Yaren’in sesinden başka bir parça yankılandı:
"Al beni yanına, sevgilim
Seni bana geri ver, sevgilim
N’olur geri dön, sevgilim
Seni bana geri ver, sevgilim..."
O an çözüldü Yiğit. Resme baktı tekrar. Mor gözlerin içine… O gözlere…
"Aklım almıyor be kızım." dedi. Sesi hışırtılıydı. "Geldin… neden kaçtın geri? Beraber dönseydik buraya. Olmaz mıydı?" Parmaklarıyla resmin gözlerine dokundu. "Neden seni bulmamı istedin? Sen zaten beni bulmuştun. Neden gittin tekrardan?"
Gözleri doldu. Dizlerinin bağı çözüldü. Bahçedeki soğuk zemine çöküverdi. Elindeki defter dizlerinin üzerinde açık kaldı. Ve o an sadece bir adam değildi. Bir enkazdı. Bir adamın kalbinden düşen mavi bir kuştu.
"Aklım almıyor be kızım." dedi, resme bakarken. Elinde tuttuğu sayfa, Mavi Yaren’in yıllarca cüzdanında sakladığı bir resimdi. Eskimişti köşeleri. Ama gözler... O yemyeşil gözler hâlâ parlıyordu. Sanki sayfaya değil, Yiğit’in içine bakıyordu.
"Geldin..." dedi usulca, sesi çatladı. "Neden kaçtın geri? Beraber dönseydik buraya. Olmaz mıydı?"
Eli titredi. Parmağı resmin üzerinden geçerken, gözbebekleri nemlendi.
"Neden seni bulmamı istedin?" diye sordu, kendi kendine. "Sen zaten beni bulmuştun. Neden gittin tekrardan?"
Dizleri çözüldü. Bahçedeki soğuk taş zemine oturdu usulca. Gözlerini resimden ayırmadan devam etti: "Ben sana gel dedikçe kaçan tek şey sen değildin. Zaman da kaçtı. Şans da kaçtı. Ama ben… ben hep geldim be Mavi. Hep sana geldim."
“DUR ARTIK, YALVARIRIM DUR!” diye bağırdı adam, acıdan sesini kaybedecek kadar yüksek bir çığlıkla.
Mavi Yaren başını yana eğdi, sanki onu ilk kez duyuyormuş gibi. “Bağırma lan göt. Sağır değilim ben.” dedi ters ters. Ardından gözlerini göğe kaldırıp, ellerini yana açtı. “Kurban olduğum Yarrabim… Bunları sen zebani olarak yaratacaktın da dünyaya mı düştüler?” diye söylendi.
Adamı bok görmüş gibi süzüyor, gözlerini bile kırpmıyordu. “DUR ARTIK, ASKER!” diye bir kez daha bağırdı adam. Nefesi titriyordu.
“Durmak mı?” dedi Mavi Yaren, dişlerini göstererek gülümsedi. “Ben daha yeni başlıyorum.” Ve kalan son parmağını da kopardı.
Adam yırtınarak bağırdı. “NE İSTİYORSUN?!”
“Götüne katana sokmak dışında mı?” dedi Mavi Yaren. Sanki çay içiyormuş gibi rahattı. Etrafına bakındı. “Şu sikik şeyi nasıl çıkaracağım?” diye mırıldandı, bileğindeki zehirli kilide bakarak.
Adam kafasını güçlükle eğip ayak bileğine yöneldi. “Şifreli…” dedi zorlukla.
“Hadi canım, ciddi olamazsın!” dedi Mavi Yaren, alaycı bir şekilde gözlerini büyüterek. Sonra bir anda yüzündeki ifade ciddileşti. “Vay amına koyayım, sen bunu nasıl fark ettin?” dedi, gözlerini kısıp. “Boş yapma. Şifreyi söyle.”
“Ben… bilmiyorum şifreyi.” deyince, Mavi kahkahayı patlattı.
“Sen şifreyi bilmiyorsun, öyle mi?” Gülerek duvarda asılı duran katanaya yürüdü. “Aaa ben öğretirim bebe sana. Tabii tabii. Bak, götüne katana girince bilgi de şıp diye beynine süzülürmüş.” Katanayı eline aldı. “İşte, götünde yol açılanın beynine de bilgi aktarımı için yol açılırmış. Bir Yaren atasözü öyle der, yaz kenara.”
Adam tir tir titriyordu. Geriye kaçmaya çalıştı, ama nafile. “YARDIM EDİN!” diye bağırdı, ciğerlerinden sökülen bir umutla.
Mavi dudaklarını büzdü, yalandan şefkatliymiş gibi yaptı. “Yaa kıyamam ki ben sana.” Adamın tam önüne geldi. “Ben senin itlerini de öldürdüm.” Başını eğdi, gerçekten üzgünmüş gibi bir bakışla ekledi: “Kusura bakma. Götüne katana girecek. Her türlü.”
“0602!” diye bağırdı adam, sesi çatallaşarak. “Şifre 0602!”
Mavi gülümsedi. “Aaaa bak görüyor musun? Ben senin götüne bir yol açmadan senin beynine şifre düştü.” Katanayı sırtına taktı. “Aferin.” dedi.
Ayağını kendine çekti, kilide şifreyi girdi. Tık sesiyle açıldı. Zehirli bilekliği kenarlarından tuttu. Mavi’nin karnı baştan aşağı yaralarla doluydu. Hepsi annesinin iziydi. Hepsi geçmişin yanıkları.
İğneyi koluna sapladı. Adamın çığlıklarını hiç umursamadı. Odadan çıkarken bastığı cesetler çatırdadı.
Sırtını düzleştirdi, başını dik tuttu. Arkasına bakmadan mırıldandı:
“Ve Mavi Yaren Yıldırım… efsane bir şekilde sahaya geri döner.”
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |