Yazarın Anlatımıyla :
Sisli dağ havasında yankılanan ayak sesleriyle yürüdü Yiğit, Toprak Timi’ne doğru. Adımları ağırdı ama kararlıydı. Her adımında bastığı toprak titriyor gibiydi sanki. Sırtında taşınan bir görev, kalbinde ise ağırlığını kimselerin bilmediği bir sır vardı.
Timin gözleri önce Yiğit’e takıldı. Dudaklar kıpırdamadı, ses çıkmadı. Ama gözbebeklerinde fırtınalar dönüyordu. Sanki her biri, Yiğit’in tenine, yüz hatlarına, bakışlarının derinliğine bakarak “iyi mi?” sorusunun cevabını arıyordu.
Ona baktıklarında gördükleri, ne tam bir komutan ne tam bir adamdı. Gördükleri tek bir şey vardı. Yaralı ama dimdik duran bir hikâyeydi.
"Nasıl his ediyorsun..."
"Geriye kalmış eksik bir hikaye cümlesi gibi..."
Birbirine anlamlı bakışlar atan tim üyelerinden biri, Aren, öne çıktı "Komutanım..." dedi. Sesi bile titrekti. Gözlerini Yiğit’ten ayıramadı. "İyisiniz değil mi?"
Sözü tamamlamasına fırsat kalmadan, Çağrı araya girdi. Korkusunu saklamaya çalışan o neşeli edayla, "Turp gibi komutanım, görmüyor musunuz?" dedi. Ama sesi inceydi, hafif titrekti aynı zamanda. Saklamaya çalıştığı endişe, mimiklerinden taşıyordu.
Tolga sessizce başını salladı. Ama kimse, Yiğit’in suratındaki ifadeyi çözemedi.
Yiğit, dudaklarının kenarını belli belirsiz oynattı. "Iyiyim," dedi.
Sonra başını hafifçe kaldırıp tek tek hepsine baktı. Bakışlarında bir tedirginlik yoktu. Ama öyle bir boşluk vardı ki… O boşlukta, dağın yamacında düşen gölgeler, rüzgârın uğultusu ve geçmişin hayaletleri dolanıyordu.
"Bir şey söylemem gerekiyor," dedi sessizce.
Ama sanki dağ sustu. Rüzgâr kesildi.
Kuşlar bile uçmayı unuttu.
Birbirlerine bakan tim üyelerinin içini bir huzursuzluk sardı. Sözlerinden önce, Yiğit’in yüzüne bakarak ne anlatmaya çalıştığını çözmeye çalıştılar.
Tolga öne atıldı. "Bir şey mi oldu komutanım?" Sesi, ilk defa bir askerinkinden çok küçük bir çocuğun sesine benziyordu.
Ve o anda, Yiğit’in arkasındaki kadın sözde kurtarıcı sanki sahnesi gelmiş bir oyuncu gibi öne doğru bir adım attı. Kendini göstermek istercesine. Göğsünü gere gere, kibirle, dikkatleri üzerine toplamaya çalıştı.
"Arkadaşınız ne yaşadıysa artık... herhalde kafasında bir şeyler kurmuş." dedi. "Ya da hayal dünyasında yaşıyor."
Sözleri kırıktı ama niyeti keskindi. Bir bıçak gibi, timin aklına şüphe sokmak istiyordu.
Yiğit dişlerini sıktı. İçinden bir ‘ya sabır’ geçti. Ama sabır, bu kadının suratına bakıldıkça dağılıyordu.
"Kim bu arkadaş komutanım?" dedi Davut. Sesi sertti ama içinde bir merak da gizliydi. Sanki sezgileri, burada bir şeylerin ters gittiğini fısıldıyordu.
Kadın, dudaklarında sinsi bir gülümsemeyle döndü. "Arkadaşı olmak isterdim," dedi. "Ama kendisi... biraz ters biri."
Yiğit’e dik dik baktı. O bakışta öyle bir yapaylık vardı ki… Gözlerinde, Yiğit’i ikna etmeye çalışan yalancı bir aktör parlıyordu.
"Pardon, siz kimsiniz?" dedi Batur.
Sesinde sorgulama değil, şüphe vardı.
Kadın hemen atıldı: "Bu arkadaşı kurtarmama rağmen, hâlâ benim kurtardığıma inanmıyor."
Herkes döndü, kadına baktı. Ama gördükleri şey bir kahraman değildi.
İnce bileklerine, düzgün ojesine, hafifçe titreyen ellerine baktılar. Elindeki silahı, sanki aksesuar gibi taşıyordu.
Yiğit göz ucuyla o silaha baktı. Adımları kesildi. Bir adım attı, bir nefes aldı ve kadına doğru yaklaştı.
"Emniyet kilidi bile açılmamış bir silahla mı kurtardın beni?" Sesinde alay yoktu. Ama tonundaki soğukluk, dağ taş ne varsa titretti.
Kadın, bir an duraksadı. "Ben... belki... sonra tekrar kapatmışımdır?" Cümle eksikti. Yarım yamalak savunmalarla gerçeği örtbas etmeye çalışıyordu.
Ama Yiğit biliyordu. Onu Mavi Yaren kurtarmıştı.
Bunu anlamak için göz görüsüne, kamera kaydına ihtiyacı yoktu. Sadece bir şeye ihtiyacı vardı:
O kokuya.
Yıllardır aradığı, burnunun ucuna geldiğinde bile içini kavuran o tanıdık kokuya. Başka hiçbir kadında olmayan,
Bırak benzerini, hayalini bile kuramayacağı o eşsiz kokuya.
“Gerçekti,” dedi içinden. “Yaşıyor…”
Ama kadın hâlâ rol yapıyordu. Hâlâ gerçeği saptırmaya çalışıyordu.
Çünkü o da biliyordu:
Mavi Yaren yaşıyordu.
Ve Yiğit… Gökhan’dı.
Daha Mavi Yaren’le işleri bitmemişti. Onun yaşaması gerekiyordu. Ölmesi, Yiğit’in umrunda bile değildi; çünkü Mavi ancak işini bitirince ölebilirdi. Ölüm, onun gibi biri için bir kaçış değil, bir ödüldü. Cehennemi bu dünyada yaşatıp sonra gitmeliydi, başka türlüsü yakışmazdı.
Ve eğer amaçlarına ulaşırsa… Mavi Yaren zaten o uğursuz hastalık yüzünden ölecekti. Öyleyse neden acele etmesine gerek vardı ki?
Yiğit sabır diliyormuş gibi etrafına bakındı. Dağın başı, rüzgarın bile yönünü şaşırdığı yerdi burası. Kuru dallar hışırdarken, gözlerini çevirdi.
“Burada, teröristlerin seni tepeden izleyebileceği bir noktada, elinde silah varken…” dedi ve ses tonu aniden yükseldi, “...silahının emniyetini mi kapatırsın sen?!”
Sözcükler değil, yumruk gibi iniyordu sesi. Öfkesi, yalnızca kadına değil; kendi içindeki çatlağa, şüpheye, zayıflığa da patlıyordu. Çünkü o şüpheye açık kapı bırakmak istemiyordu. Gerçek belliydi: Mavi yaşıyordu.
O kız… Mavi Yaren… Hâlâ bir yerlerdeydi. Belki bir duvarın arkasında, belki yerin altında, belki bir tetiğin arkasında. Ama yaşıyordu. Yiğit, bunu kalbinde duyuyordu. Belki şu an gelemeyeceği bir yerdeydi ama bir şekilde geri dönecekti ona. Adı gibi emindi.
“Peki kim kurtardı seni o zaman?!” dedi kadın, sesi tırnak gibi kazındı havaya. Kıskanıyordu. Mavi’nin zekasına, kontrolsüz gücüne, korkusuz varlığına… Her şeye sinir oluyordu. Odaya girişini bile engelleyememişti.
Ne zaman Mavi’yi durdurmaya kalksa, onun bakışlarında ölümün soğukluğunu hissediyordu. Timin birine zarar gelme ihtimali varsa, Mavi’yi tutmak zaten imkânsızdı. Gökhan’a zehir verildiğini duyduğunda yerle bir etmişti her şeyi. Kelimenin tam anlamıyla. Yaşayan tek bir insan bile bırakmamıştı.
Aren’e silah çeken adamı bir sandalyeye bağlamış, her seferinde başka bir uzvuna bıçak sokarak öldürmüştü. İnce işçilikti bu. Sanat gibi bir infaz.
Tolga’yı hedef alan herifi zehirlemişti. Vücuduna, kendisinde de kullanılan, acıyı son damlasına kadar hissettiren zehirden vermişti. Adam öylece titremiş, yalvarmış ve kendi kusmuğunda boğulmuştu.
Çağrı’nın omzundan vuran adamın omzuna benzin döküp tutuşturmuştu. Sadece intikam değil bu… adaletin benzin kokan, alev alev yanan hâliydi.
Akın Komutan’ı hedef alanı? Beynini parçaladığı yetmemişti. Kulağına yerleştirdiği el yapımı bombayla beyin kıyması duvara yapışmıştı. Ciddi anlamda uçmuştu adam. Adeta patlayarak yok olmuştu.
Ama en beteri, en iç yakıcısı… Yiğit’e tokat atan adamdı. Bir tokat… Sırf o tokat yüzünden, Mavi adamın vücuduna o lanetli zehirden basmış, sonra da uzuvlarını birer birer kesmişti. Gözleri açık, bilinci yerinde, yatağa bağlı şekilde günlerce işkenceyle ölmüştü. Mavi’nin elleriyle.
İyi de olmuştu.
Adam zaten şerefsizin tekiydi .
“Mavi.”
Tek kelime. Yiğit’in ağzından dökülürken, herkesin bakışları ona döndü. Donup kaldılar. O da döndü, gözleriyle timi taradı.
“Beni Mavi Yaren kurtardı.”
Batur’un gözleri büyüdü. Diğerleri donuk donuk bakıyordu ama Batur’un gözlerinde başka bir şey vardı. Hüzünle karışık bir... kardeşlik bağı. Çünkü o, Mavi’yi kardeşi gibi görmüştü. Herkes ona “abi” derken, onun da bir gün “abi” demesini istemişti ama Mavi kimseye o kadar yaklaşmamıştı.
“Anlamadım komutanım?” dedi Batur, sesi çatallaştı.
“Ne duyduysan o.” dedi Yiğit, bir adım ileri çıktı. “Mavi Yaren ölmedi.”
Bir uğultu çöktü üzerlerine. Kimse bir şey diyemedi. Buz gibi havada donan kelimeler gibi herkes sustu.
“Ölmedi zaten, şehit oldu.” dedi Çağrı hemen. Sesi öyle net, öyle kırılgan çıkmıştı ki… Ellerini yumruk yaptı. Mavi’ye “ölü” denmesini kabullenemiyordu.
“Çağrı, şehit olmadı. Yaşıyor o.” dedi Yiğit. Sesi kısık ama kararlıydı. Az önce ağzından “öldü” çıktığını fark etti, nefesi sıkıştı.
“Komutanım…” dedi Kaan. “Bunun imkansız olduğunun umarım farkındasınızdır.”
“Yaşıyor olmasını biz de isterdik.” dedi Efe, başını iki yana sallayarak. “Ama gözümüzün önünde… şehit oldu.”
“Olmadı!” diye patladı Yiğit. Sesinde öfke, çaresizlik ve inanç aynı anda yankılandı. “Şehit falan olmadı. Yaşıyor. Aldım ben kokusunu. Duydum sesini. Hissettim dokunuşunu.”
Gözleri uzaklara kaydı. Kimse inanmıyordu. Ama o inanıyordu.
Çünkü hâlâ bir yerlerde o kalp atıyordu. Atmaya devam ediyordu.
Ve bir gün geri dönecekti.
Yiğit, gözlerini kasvetli bir şekilde çevresine dikerken, sinirli bakışları, tüm timin üzerinde yoğunlaşıyordu. Aniden, etrafındaki havayı hissetti. Tüm bu gerginlik, bir türlü varamayacağı o doğruya dair bir isyan gibi vücut bulmuştu. Ellerini sıkıca cebine soktu, bacakları titriyordu ama gururunu kaybetmemek için dik duruyordu.
"Sadece hayal komutanım." dedi Efe, tekrar ve biraz daha ısrarcı bir şekilde. "Sadece bir hayal."
Efe’nin sözleri, sanki buzlu bir rüzgar gibi timde yankılandı. Gözler birbirine kayarak, tek tek Yiğit’in yüzüne odaklanmaya başlamıştı. Ama Yiğit, sanki tüm dünyayı silip atacakmış gibi, her birinin bakışlarını gördü ve bunu içine çekti. "Hayır," dedi, sesinde kırılamaz bir kesinlik vardı. "Hayal falan değildi. Gerçekti."
Sözleri havada asılı kaldı. Timdeki herkes birbirine bakarak, Yiğit’in gözlerinde bir delilik, bir boşluk aramaya başladı. Ama Yiğit devam etti, sesi daha da kararlı, neredeyse sinirli.
"Ben buz gibi olan ellerini hissettim." dedi, "Boynumda, yüzümde."
Sözleri, sanki bir dokunuşun izlerini geride bırakmış gibiydi. Her bir kelime, timin üzerine bir ağırlık gibi düşüyordu. "Eşsiz bir melodi gibi olan o sesini duydum." Gözleri parlıyor, sanki her bir anı içinde yeniden yaşıyordu. "‘Bul beni,’ dedi bana. Gökhan gibi, ‘yakışıklı’ dedi."
Yüzlerinde şaşkınlık, kulaklarında sessizlik vardı. O an, herkesin aklı birbirinden uzak yerlere gitmişti. Kimse sesini çıkaramıyordu. Hatta bir an için herkesin dudağı birbirine kenetlenmişti. Hiç kimse, Yiğit’in sözlerini kabul edemiyordu.
"Sadece bir hayaldi Yiğit," dedi Akın komutan, sinirle ve sabırsızca. Başını iki yana salladı. "Zor şeyler yaşadık."
Yiğit’in gözlerinde bir parıltı vardı ama Akın komutan buna rağmen katıydı. Yiğit’in her söylediği, onun içinde derin bir çatlak yaratıyordu.
"Hayal olamayacak kadar gerçekti komutanım." Yiğit’in sesi, şimdi bir çığlık gibi patladı. "Onsuz kalmak evet, aklımı kaybetmek gibiydi. Ama daha kaybetmedim."
Akın komutan, gözlerini iyice kısıp Yiğit’in her kelimesinde artan ısrarı ve inatçılığını görüyordu. Bu, yalnızca bir gerilim değildi. O an, Yiğit’in içindeki duygular, bir volkan gibi patlayacak gibiydi.
"Yiğit, bunun imkansız olduğunun farkında değil misin?" dedi Akın, burnundan nefes alarak, gözlerinde adeta bir ateş yanıyordu. "Bu imkansız! Tamam mı? Gözleri oyulmuş bir naştan başka bir şey kalmadı elimizde. Şehit oldu Yiğit. O şehit oldu!" Akın, her kelimesinde öfkesini biraz daha artırarak, hiddetle ekledi. "Zehir etkisindeyken bir hayal gördün sadece, o kadar."
"Ben mal değilim," dedi Yiğit, adeta dişlerini sıkarak. Vücudu gergindi ama kelimeleri netti, her biri keskin bir kılıç gibi. "Sevdiğim kadın bana dokununca, onun o olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyorum onu." Her bir cümlesi, timin içine işlemeye başlamıştı. "Ben hasretiyle yanıp tutuştuğum o kokusunu his edecek kadar iyi tanıyorum onu," dedi ve bir adım daha attı. "Sesine aşık olduğum o kadının sesini tanımayacak kadar da mal değilim."
O an, tıpkı bir yelken gibi rüzgarla savrulmuş gibiydi. Akın komutan, her kelimeyle daha da geriliyordu. Yüzü kıpkırmızıydı, nefesi kesiliyordu. "Aşık olduğun kadın?" diye sordu, dişlerinin arasından, öfkeyle.
Yiğit, bir adım daha atarak komutanla karşı karşıya geldi. Aralarındaki mesafe birkaç santime kadar daraldı. Yiğit boynunu biraz eğdi ve derin bir nefes aldı. "Aşık olduğum kadın," dedi ve bu kez sesi daha derindi. "Her şeyden önce, o benim kalbimde hâlâ hayatta."
"Sen başkasına aşık olan bir kadının ki, Yaren kadar sadık bir kadının, sence olman mümkün müydü? O salak aşk sandığın duygularla hayal görmüşsün, olan bu Yiğit," dedi Akın komutan, sesindeki alaycı ton iyice belirginleşerek.
Yiğit’in gözleri hala parlıyordu. Ne olursa olsun, Yaren’in, onun kalbinde bir yer tuttuğunu hissediyordu. Hiçbir şey buna engel olamazdı. "Aşkımla karıştırmayın bunu," dedi Yiğit, öfkeli ama sakin bir şekilde. "Onunla bağımı kesmek kolay değildi. Ama ona olan inancımı, asla kaybetmedim."
Akın komutan daha fazla dayanamadı ve derin bir nefes alarak başını iki yana salladı. "Psikolojik destek aldırmam gerekiyor sana."
Mavi Yaren'e aşık olmuştu, bu konuda en ufak bir şüphe yoktu. Ama Akın komutanın Yiğit’in duygularına yaklaşımı farklıydı. Yiğit’e karşı koymuştu, ama Mavi Yaren’in Yiğit’in kalbinde nasıl bir yer tuttuğuna dair duyduğu öfke, bu duvarı daha da kalınlaştırıyordu.
"TOPRAK!" diye bağırdı Akın komutan, tam anlamıyla patlayan bir öfke ile. "YUVAYA DÖNÜYORUZ!"
Bölüm Sonu
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |