54. Bölüm

46. Bölüm : "Beyaz Gül"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

Yazarın Anlatımıyla

Okuduğu şeyler, zihninde hiddetle yankılandı. Bazı şeyleri yaşamaması gereken insanlar vardı; hayatta olmamaları gereken insanlar. Ama, kimseye acı yoktu. Hayat, adaletin en uzağındaydı. İyi insanları cezalandırıyor gibiydi, hep bir şekilde…

Hayat, içinde savaşı barındırıyordu. Kimi zaman zaferi tatıyor, kimi zaman sonu görünmeyen bir kaybın gölgesine saplanıyorduk. O savaş, ölene kadar sürüyordu. Sonunda bir kazanan yoktu. Belki bir kaybeden vardı, ama kazanan yoktu.

"Bir Mavi Yaren Yıldırım geçti bu hayattan." dedi. Sesindeki titremeyi hissedebiliyordu, neredeyse gözlerinde yaşlar birikmişti. Mezarın başında, tüm zamanını oraya vermiş gibi durmuştu. "Sevdiğine bile kavuşamadın…" diye fısıldadı, dudakları sanki o kelimeleri sarf etmek için bile fazla güçsüzdü.

Evet, öyleydi. Ve bu kayıpların acısını çekerken kendisini yiyip bitirmesi, içindeki her bir parçanın eriyip kaybolması da başka bir kayıptı.

Mavi Yaren’in aşkına ne kadar sadık olduğunu, gözleriyle, her bakışında içindeki o korkuyu ve sevgiyi gördükçe anlamıştı. Ancak ona bu sevgiyi hiç ifade edememişti. Şimdi, yıllarca içinde boğulacak kadar büyük bir acıyı taşıyordu.

Elindeki papatyaları mezarın başına bırakırken, narin çiçeklerin köklerine karışan toprağa ne kadar değerli bir ruhu emanet ettiğini düşündü. Ellerinden bir daha asla kaymayacak olan o hayatı düşündü… Ve sonra, sadece bakarak durdu. Gözleri mezarın taşlarında kayboluyordu, ruhu orada sıkışmıştı, orada hapsolmuştu.

Telefonun sesi, şehitlikte yankılandığı anda, her şey biraz daha ağırlaştı. Başka hiçbir ses, bu kadar derin değildi. Ellerinin tüyleri diken diken olmuştu ama telefonu çıkardı, ekrandaki isme bakmadan, yalnızca Mavi'nin mezarına gözleri daldı.

"Komutanım, ben Kıdemli Üsteğmen Ebrar Üzülmez. Toprak timinin komutanı Yüzbaşı Akın Akyol sizinle görüşmek istiyor," dedi.

Yiğit, gözlerini bir an bile olsa yerinden ayırmadan, bir komutla konuştu.

"Bağla," dedi, ama kelimeler sanki ağzından çıkarken çok zorlanıyordu. Gözleri, mezara doğru sabitlenmişti. Ona her şeyin ne kadar uzak olduğunu hissediyordu, konuşmalar, olaylar, görevler... Sadece Mavi'ydi, o mezarda. Diğer her şey ona yabancıydı.

"Komutanım, görev için geldiğimiz bu evden ne yazık ki adamı alamadık. Ama—" Akın’ın sesi, geri planda bir cesedin bilehinde yankılandı.

"Ama ne Akın?" Yiğit’in sesi, kendini zorlayarak çıkıyordu. O an, toprağa gömülmüş bir ruh gibi hissetti. Mavi Yaren’i her yere taşıyor gibiydi, her şeyi ona göre biçimlendiriyordu.

"Komutanım, aranan iki terörist öldürülmüş ama normal bir öldürülme değil," dedi Akın, arkasındaki cesetlerin görüntüsüne bir bakış attı.

"Nasıl yani? Sizden biri öldürmedi mi?" Yiğit’in sesi, bir anlığa bile olsa sertleşti. Fakat gözleri hala mezarda. Mavi Yaren’in gövdesi, ruhu, her şey… Onu hayatta tutan her şeyin bir şekilde burada, o mezarda olduğunu düşündü.

"Hayır komutanım." Akın net bir şekilde yanıtladı.

"Nasıl öldürülmüşler?" Yiğit sormadan önce, ağzından çıkan her kelimenin kendisine batışını hissediyordu. Sanki tüm bu konuşmalar, Mavi’nin kaybını geri getirmiyordu.

"Birinin uzuvları parçalanmış. Diğeri, kesici aletler ile işkence edildiğini tahmin ettiğimiz bir şekilde öldürülmüş." Akın’ın sesi, garip bir soğuklukla yankılandı.

İbrahim albayın kaşları çatıldı. Askerlerden biri yapmamışsa, kim yapmıştı? Kim Mavi'yi bu kadar tanıyordu, ya da tanımadan bu kadar çok sevmişti?

"Tamam Akın, yuvaya dönün. Yapanın da elleri dert görmesin, ne diyeyim?" Yiğit, telefonu kapatmadan önce, en son bir nefes alıp, papatyayı son bir kez doğruca izlemişti. O mezarın başındaki kırık dökük hayalleriyle, bu dünya ona hiçbir şey sunamayacak gibiydi.

Elindeki papatyaya bir kez daha baktı. Onlar gibi basit bir yaşam vardı. Yiğit helikoptere binene kadar, her şey gözlerinin önünde belirdi: O papatyayı her zaman elinde taşımak, ona sarılmak, gözlerinde onun siluetini görmek… Hayatın tüm ağırlığı o birkaç yaprakla simgelendi.

Helikopterin motorları, mavi gökyüzünde yankılandı. Ama Yiğit, o kadar derin bir boşluk içindeydi ki, sadece papatyaları ve Mavi’yi düşünüyordu. Bütün bu yaşananlar onu bir ölü gibi hissettiriyordu.

Hayatta en büyük kayıp ölüm değildi, yaşamın ortasında içinin ölmesiydi. Yiğit, yıllardır bu acıyı çekiyor muydu? Neden acı, bıçak gibi kalbinde kesiliyordu? Ya da her şeyin başında, o sevda… İleriye bakmak, ama bir türlü izini kaybetmemek… O gözleri, yüzündeki o gülümseme, her şeyde en büyük kaybı hissettiren o soğuk bakış. Bu içindeki sızı mıydı?

Helikopter durdu. Gözlerinde tek bir düşünce vardı: Sevdiğinin mezarına gitmek ve o toprakla bir olabilmek.

Yiğit, gerekli her şeyi dinleyip yaptıktan sonra, içinde fırtınalar koparken, dışarıya yansıyan tek şey sakinliği olmuştu. Her adımı, adeta bir nehrin üzerinde süzülen yaprak gibi narin, fakat içinde ezici bir yük vardı. Mezarına doğru yürürken, her adımında toprağın derinliklerinden gelen çağrıyı duyuyordu. İçindeki ağrı, buradan başka hiçbir yere gitmeyecekmiş gibi hissediyordu.

Yolun üzerindeki çiçekçiye yaklaştığında, kadın daha önce de görüp selamlaşmalarına rağmen, bu seferki hali bambaşkaydı. “Papatya alabilir miyim?” dedi. Sesinde tanıdık bir sızlama vardı, ama bu sefer farklıydı. Sanki cümlesi de, ruhunun her köşesinden yankı yapıyordu.

Kadın, başını sallayarak “Tabii oğlum,” dedi ve elindeki çiçekleri hazırlamaya başladı. "Geçen sefer de papatya almıştın benden. Papatya mıydı?" diye sordu. Yiğit yalnızca kafa sallayarak onay verdi, ama gözlerinde bir hüzün vardı.

"Senin kız papatyaları çok mu sever?" diye sordu kadın, tebessüm ederek. Yiğit’in gözleri biraz daha donuklaştı, ama cevap verdi: "Çok sever be abla."

Kadın, tebessümüne devam etti. Ama sonra yüzündeki sevinç aniden kayboldu. "Ben gördüm be, senin yanında burdan geçen kızı. Siz yürüyüş yolunda giderken de görmüştüm," dedi. Kadın, sözlerini bir nebze heyecanla, sanki zamanın gerisinde bir anı yeniden canlandırıyormuş gibi söyledi. "Çok güzeldir be o kız. Nur yağmış yüzüne maaşallah. Hele o gözleri..."

Yiğit, kadına bakarken bir gülümseme belirdi, ama bu gülümseme acının ta kendisiydi. Gözlerindeki ağırlık, sevdanın ve kaybın birleşiminden doğmuştu. “Papatyalar o kızın güzelliğinden solar be ya...” dedi, ama sesi sanki yorgun, kırgın ve uzak gibiydi. Ellerindeki papatyaları tezgaha koyarken, yine bir boşluk içinde kayboldu. "Ama ne bilim, farklı bir şey vardı o kızda be..." dedi.

Kadın, Yiğit’e bakarak biraz durdu, gözleri şaşkın bir şekilde parladı. “Ne gibi abla?” diye sordu Yiğit, biraz da merakla.

Kadın, yüzünde endişeli bir ifadeyle “Hayata küsmüş gibiydi,” dedi. “Ne bileyim be oğlum, senin sevdiceğindir. Gidip soru versen be?”

Yiğit’in içindeki deniz daha da kabarmıştı, ama sesini hiç bozmadan cevap verdi. “Soramam ki abla,” dedi, gözlerinde bir yıldız kayıyormuş gibi. Ellerindeki papatyaları kadına uzatarak, “Bu sefer ellindeki papatyaları onun kucağını doldurmak için değil, mezarını doldurmak için götürüyorum,” dedi.

Kadın, ellerindeki çiçekleri toparlayıp demet yaparken, sanki bu sözlerin ağırlığı da üzerine çökmüş gibi donup kaldı. “Ne dedin sen oğlum?” dedi, sesi titrek ve sarsılmış bir halde.

Yiğit’in yanıtı, havada derin bir sessizlik bıraktı: “Şehit oldu abla…”

Kadının elleri bir an titredi, sonra sanki bir anlığına zaman durdu. “Gencecikti, daha elleri kırılasacılar…” dedi, ama Yiğit’in sözlerine karşılık bir şey söylemedi. Kadın, çiçekleri demet yaptıktan sonra, Yiğit’e uzattı.

Yiğit, cebinden cüzdanını çıkararak kadına, “Borcum ne kadar abla?” dedi.

“Ne borcu oğlum?” dedi kadın, gözlerinde minik bir gülümseme. “Şehitler için alınan hiçbir çiçeğin parasını almam ben. Onlar zaten vatan için savaşırken ödemiştir borcunu.”

Yiğit, kadına bakarak, bir teşekkür sesi çıkarttı ama hala bir yük vardı ruhunda. “Teşekkür ederim,” diyerek çiçekleri aldı, kadının gülümsediği o anı arkada bırakıp dükkandan ayrıldı.

Yavaşça adımlarını atarken, elindeki papatyalara göz attı. Bir tarafı, her şeyden önce, o mezara gitmek istiyordu. Diğer tarafıysa gitmekten korkuyordu. İçindeki acı büyüdükçe, ruhundaki boşluk da genişliyordu. Ama yine de, Mavi’nin mezarına doğru adım atma kararı verdi.

Cüzdanını çıkarıp, Mavi’nin fotoğrafıyla karşılaştığında, sanki o fotoğrafın içinde gizli bir dünya vardı. “Seni görmeyi o kadar çok istiyorum ki. Görsem kendimi kaybedeceğim. Fotoğraflarına bakmaya devam edersem aklımı yitireceğim,” dedi, içindeki boşluğu daha da derinleştirerek.

Mezara gitmek, içindeki acıyı daha da büyütecekti, fakat en başından beri bildiği bir şey vardı: Mavi Yaren kadar güçlü değildi. Bu kaybı, kalbinde bir delik açmıştı.

Mezarlığa ulaştığında, kapıdan içeri girdiğinde, adımlarında hâlâ bir eksiklik vardı. O yol, sanki ona hiç ait değilmiş gibi hissediyordu. Ama bir yandan da, o yolların Mavi’ye ait olduğunu, onunla ilgili olduğunu hissediyordu.

Mezara geldiğinde, bir papatya buketinin daha olduğunu gördü. Birinin ondan önce geldiğini fark ettiğinde, aklına İbrahim Albay geldi. Çiçeklerini toprağa bırakırken, “Naber güzelim,” dedi. Sanki hala ona yakınmış gibi, her anı paylaşıyormuş gibi, içindeki hüzünle.

“Mavi Yaren gibi yakışıklım,” dedi yine, ama ismini değiştirmedi. Eskisi gibi, basitçe “güzelim” dedi.

Yiğit, mezarın yanına oturdu, elleriyle toprağı okşarken. "Ben geldim," dedi. "Ses yapıyorum şu anda, keşke uyandırsa be güzelim bu sesler seni," diye ekledi, telefonunu göstererek. "Seslerin burada, biliyor musun?"

Bir süre sessizce oturdu, içinde verdiği bir sözle. Gözleri, papatyalara dalmışken, Mavi’nin sıcaklığını arayarak, her şeyi geride bırakma arzusuyla kucakladı sessizliği.

"Bana bir şey olursa Yigit-"

Bütün vücutları savaşla şekillenmişti ama duyguları, fırtınalarla savaşıyor gibiydi. Yiğit’in sesindeki soğukluk, Mavi’nin kalbini derinlere gömmüşken, içindeki boşluk, tıpkı bir yüke dönüşen savaş sonrası kalp ağrısı gibiydi. Ne kadar dirense de, kelimeler bir şekilde çıkıyordu, her biri kabuklarını döken yaralar gibi.

“Mavi, saçma sapan konuşma be kızım.” Yiğit’in sesindeki sertlik, sanki bir çekiçle duvara vurmuş gibiydi. Bir an için, gözlerindeki kırılganlıkla ne kadar yorgun olduğunu fark etti, ama asla göstermemek için direniyordu. Kafasını iki yana salladı, sanki bu konuşma, ona acı veren bir anlamı vardı. O bakış, Mavi'yi içsel bir boşluğa düşürüyordu.

Mavi’nin hafifçe gülümsediği o an, Yiğit’in içine bir diken saplanmıştı. Gülüş, kaybolmuş bir sevdanın son izleriydi, ama Yiğit hiç de öyle düşünmek istemedi. İçinden, “Bu ne gülüş böyle?” diye geçirdi. Ama sözünü söyleyemedi.

“Beyaz gül götür olur mu ona?” diye sordu Mavi, alaycı bir tonda, ama gözlerinde hâlâ derin bir anlam gizliyordu. Beyaz güller, hep onların ortak anısıydı. Her bir tanesi, bir kaybı simgeliyordu. Yiğit, o an fark etti ki, gözlerinde kaybolmuş bir ışık vardı; sanki bir zamanlar tuttuğu el artık çok uzaklardaydı.

Yiğit, yüzünde sabırlı bir gülümseme oluşturdu, ama içindeki öfke onu öldürecek kadar büyüktü. “Sus. Sana bir şey olmayacak.” dedi, ama bu sözler ne kadar gerçekti ki? Ne kadar netti, o kadar yalan söylüyordu. Mavi’yi kaybetme korkusuyla yüreği titriyor, her kelimesi her geçen an daha fazla içinden çıkmaya zorluyordu.

Mavi, yine şaka yaptı. “Askerim oğlum ben, her an kafama mermi de füze de yiyebilirim.” Bu şaka, ne kadar dalga geçiyormuş gibi dursa da, Yiğit’in içinde bir yaraya daha tuz basıyordu. Gözleri bu sözlerde gizlenmiş derin korkuyu okurken, Mavi’nin güçlü duruşunu takdir etmek zorunda kaldı. Ama hiç bir zaman kabul etmek istemediği bir şey vardı; o da Mavi’nin de tıpkı kendisi gibi korkuyor oluşuydu.

Bir süre sessizlik çökmüştü aralarına. O an, sanki yıllar öncesine gitmiş gibi, Mavi’nin bir lafı, Yiğit’in kulaklarında yankılandı. O eski günlerden bir hatıra gibi. “Yıldızlar kadar söz ver bana.”

Yiğit’in kaşları çatıldı. “Yıldızlar kadar söz?” dedi, yine kafasını sallayarak. Sanki zamanın da, sözlerin de bir anlamı kalmamış gibi, Mavi’nin dilinden dökülen bu söz onun içindeki her şeye karşı bir meydan okuma gibiydi. “Hala kullanıyor musun sen bunu?” dedi, sesi biraz daha sertleşmişti. Ama gözlerindeki yaralı ifadeyi kimse göremezdi, sadece Mavi anlayabilirdi.

Mavi, her zaman olduğu gibi, o gülümsemeyi bir kez daha yüzüne yerleştirdi. Kafasını salladı, içinden geçen acıyı gizlemeye çalışarak. "Yıldızlar kadar söz," dedi, ama bu kez gülümsemesi daha yıkık, daha tükenmişti. Sanki o eski ışık, sönmüştü.

Yiğit, bu sözlerin ardındaki anlamı, her zamankinden daha derin hissediyordu. O eski güven vardı, ama aynı zamanda içinde bir kaybın ve beklemenin acısı vardı. Gözleri, Mavi’nin gözlerine baktığında, her şeyin ne kadar zor olduğunu fark etti.

Ama işte tam o anda, Yiğit’in içindeki kayıp, Mavi’nin gözlerinde de yankılandı. “Yıldızlar kadar söz,” dedi Mavi, bir zamanlar birbirlerine söyledikleri o eski cümleyi yeniden dile getirdi. Ama bu kez, sözlerin altındaki boşluk, eski zamanların özlemi, sesinde duyuluyordu.

İçinde hem kaybolan bir geçmiş vardı, hem de yaşanmamış bir gelecek. Yıldızlar kadar uzak, belki de bir o kadar da yakındı.

"Ben şimdi o mezara da mı gideceğim?" diye mırıldandı Yiğit, dudakları arasından çıkarken.

Bilmiyordu, ama içindeki acı her geçen gün, neredeyse somut hale geliyordu. O mezara gitmek, her zamankinden daha zor geliyordu. Orada yatan kimse olmamasına rağmen, içindeki o boşluk, her defasında onu daha derinlere çekiyordu. O mezar, sanki Mavi’nin kaybolan kimliğini simgeliyordu. Yine de, ne olursa olsun, çiçeğini bırakmak zorundaydı.

"Geri geleceğim. Yıldızlar kadar verdiğim sözü tutmaya gidiyorum." dedi ve adımlarını kararlı bir şekilde mezarlığa yönlendirdi. Sözlerinin yankısı, kulaklarında kaybolan bir ezgi gibi çınladı.

Beyaz bir gül aldı eline, hem taze hem de sararmış anıların bir parçası gibi. Sadece bir çiçekti ama her biri ona sonsuz bir anlam katıyordu. Ve her zamanki gibi, mezarlık yine kimsesizdi; sessiz, soğuk ve terkedilmiş bir yer. Yiğit, adımlarını her attığında, bu mezarlığın yalnızlığını daha da hissediyordu.

"Kendi mezarıma da çiçek bırakmadım demem artık." dedi, sanki kendi içindeki boşluğa karşı bir cevap arıyormuş gibi. Ama bu söz, ne kadar gerçekti, bunu kimse bilmiyordu.

Mezara doğru her adım atıldıkça, mezarın silueti daha net bir şekilde gözlerinin önüne geliyordu. Sanki, bir zamanlar, ona ait olan her şeyin hatıraları arasında kaybolan bir şeyler vardı. Mezarın yanına gelene kadar, her şeyde biraz daha kaybolmuştu Yiğit.

Mezarın başına geldiğinde, bir an durdu. Gözleriyle ince ince taradı o eski, zamanla silinmiş olan yazıları. Beyaz güller, mezarın etrafına özenle yerleştirilmişti. O eski kurumuş dallar yerini temizlenmiş, canlı bir yeşile bırakmıştı. Zemin sanki bir dokunuşa ihtiyaç duymadan zaten sulanmış gibiydi. Bir huzur vardı orada, ama ne kadar huzur olursa olsun, içindeki acıyı bastırmaya yetmiyordu.

Yiğit, çiçeği mezarın başına yerleştirirken, bir an için zaman durdu gibi hissetti. Ne geçmişi ne de geleceği düşünüyordu. O an sadece o mezarın, yalnızca Mavi’nin bıraktığı izleri taşıyan bir şey olduğunu fark etti. Ve bir süre orada öylece durdu, sadece mezarın üstündeki beyaz gülleri izleyerek.

Bölüm : 04.12.2024 07:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 46. Bölüm : 'Beyaz Gül'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...