(Gençlik selamm.
Nasılsınız?
Şimdi bazı arkadaşların teorileri var anlaşılan Mavi Yaren'in şehit olması ile alakalı.
Aşırı merak ettimmmmmm. Teorilerinizi bıraksanıza buraya.
Yada şöyle öldüğünü kabullenen var kabullenmeyen var. Hangi taraftasınız.
Ve birşey diyim mi? Kitapta bol bol spoi vermeme rağmen kimse fark etmiyo zjskkskskaks
ARKADAŞIM BAKSANA BOS BOŞUNA Mİ YAZDİM BEN ONU ORAYA!
Allah Allah Allah.
Uyarmak için yazdım bu arada. Aslında bana sorduğunuz her sorunun cevabı bir yerlerde yaziyo.
Bilginizeee
Haydeee. Yıldızlar kadar seviyorum siziii.
İyi okumalarrrr)
Yazarın anlatımıyla
Ilgaz’ın yüzü kıpkırmızıydı, dudakları titriyordu ama gözlerinden tek damla yaş süzülmüyordu. Öfke, acının üzerine çöreklenmişti. Bir adım attı, sonra bir adım daha. Parmak uçları titriyordu, elleri yumruk olmuştu. Sonra bir anda bağırdı. "NEDEN LAN, NEDEN!" Sesi duvarları çınlattı. Yiğit, karşısında taş kesilmiş gibi duruyordu. Ilgaz bir anda üstüne yürüdü, göz göze geldiklerinde nefret ve kırgınlık, bir çığlık gibi aktı aralarındaki boşluktan. "BİZE NASIL SÖYLEMEZSİN SEN!?"
Omuzlarından tuttuğu gibi sertçe itti Yiğit’i. Yüzüne karışan hıçkırığını bile bastıramadı.
"BEN BURADA MAL GİBİ KARDEŞİMİ BEKLİYORUM!"
Bir kez daha itti. Bu defa Yiğit bir adım geriye sendeledi ama hâlâ susuyordu. Gözleri dolmuştu. Dudakları aralandı, ama kelimeler bir türlü dökülemedi.
"NASIL SÖYLEMEZSİN, NASIL!?"
Bu sefer Yiğit’in gözleri karardı. İçindeki fırtına sonunda dışarı taştı. Yumruklarını sıktı ve sesini yükseltti. "BİRİNİN SİZE SÖYLEMESİNİ BEKLEDİM, ÇÜNKÜ!"
Nefesi kesilir gibi oldu. Kalbi o an, bin iğneyle delinmiş gibiydi.
"BENİM İÇİM ACIYORKEN, BEN SANA NASIL SÖYLEYEBİLİRDİM? MORGDA YÜZÜNÜ GÖRMEZSEM, NABZINDAN ÖPMESEM... BEN BİLE ŞEHİT OLDUĞUNA İNANMADAN SANA NASIL SÖYLEYEBİLİRDİM!?"
Yaman bir adım öne çıktı. Sesi çatallaştı. "BENİM KARDEŞİM YALNIZDI!"
Tam o anda kapı hızla açıldı. Ayak sesleri yankılandı odada. İçeriye, bastığı her zemine öfkesini bırakarak giren kadın, Şerife Sultan’dı.
Gözleri şimşek gibi çakıyordu. Elindeki siyah başörtüsünü sımsıkı tutmuştu. Sesi tok ve netti. "SİZ DE ONU YALNIZ BIRAKMIŞTINIZ ZATEN! ŞİMDİ Mİ GELDİ AKLINIZA?"
Şerife Sultan’ın yüzü adeta öfkeyle oyulmuş bir taş gibiydi. Gözleri ateş saçıyordu, yanaklarındaki kızarıklık sinirinin bedenine nasıl yayıldığını gösteriyordu. Sakinliğiyle tanınan o kadın gitmişti; karşılarında duran kişi, kelimeleri kılıç gibi kullanan bir hakikat savaşçısıydı.
"KIZ SİZE GELMESE…"
Sesi derinlerden kopup gelen bir çığlık gibiydi. Boğazında biriken acı, her kelimeyi bıçak gibi kesiyordu.
"O SİZE GELMESE, SİZ ARIYOR MUYDUNUZ ONU!?"
Odaya ağır bir sessizlik çöktü. Herkesin gözleri yere indi, ama Şerife Sultan'ın gözleri tek bir kişide, Yaman’ın gözlerinde kilitliydi.
"Aynı şey değil," dedi Yaman, sinirle, ama sesi cılız bir fısıltıdan öteye geçemedi.
Şerife Sultan bir adım öne çıktı. Ayak sesleri, kırık dökük vicdanların üzerinde yürüyormuş gibi yankılandı odada.
"AYNI ŞEY!" diye haykırdı. "VE O SESİNİ KES, BENİ DİNLE!"
Normalde suskun bir limandı Şerife. Ama söz konusu haksızlıksa, dalgaları gemi batıracak kadar kuvvetliydi. Öyle de oldu.
"Şerife, sen karış—"
Ilgaz konuşmaya yeltenmişti ki, Şerife’nin gözleri onu dondurduğu yerde çiviledi.
"Ben karışmayayım… O karışmasın… Hep sustunuz, hep yok saydınız! Oldu mu şimdi? Oldu mu böyle güzelce? KIZ GİTTİ GİTTİ! O KIZ VATAN UĞRUNA ŞEHİT OLURKEN KALBİ ZATEN ÇOKTAN ÖLMÜŞTÜ!"
İç çekti. Sanki ciğerinden nefes değil, ateş çıkıyordu.
"Siz kardeşinizi kaybetmediniz. Siz onu zaten çoktan, çok çoktan kaybettiniz. Onu öldüren ilk kurşun değil. Onu öldüren sizin sessizliğinizdi."
Ellerini kaldırdı, havada asılı kalmış gibi yavaşça indirdi.
"Bir gün aramadınız. Bir gece merak etmediniz. Kendi yaralarınızı sararken, onun can çekişen yüreğini hiç fark etmediniz."
Sonra döndü Ilgaz’a. Gözleri nemlendi ama sesi daha da keskinleşti.
"Kendi sevdikleriniz için onu kullandınız," dedi. Bu cümle, Ilgaz’ın üzerine soğuk bir mezar taşı gibi düştü.
Olduğu yerde dondu kaldı. Ne nefes alabiliyordu ne gözünü kırpabiliyordu. Sadece yutkunmak istedi, ama boğazı sanki kurşunla mühürlenmişti.
Şerife Sultan hızını alamamıştı. Şimdi de Yaman’a döndü.
"Sen… Sen kardeşini az bir şey tanımadın be Yaman! O kadın... O kız... Öyle bir yürek taşıyordu ki bırak seni terk etmeyi, senin için dünyayı karşısına alırdı."
Gözleri Elif’i aradı, ama o burada değildi. Adını anmasa da kelimeler ok gibi saplandı kalplere.
"Sen ona içinde hep nefret sakladın. 'Beni terk ettin' dedin. Asıl terk edilmesi gerekeni sarıp sarmaladın. Asıl nefret etmen gerekeni baş köşene koydun."
Ve sonra Ilgaz’a döndü tekrar.
"Sen…" dedi, sesi çatladı. "Sen kardeşine sahip çıkmadın."
Bir anda durdu. Nefesini tutmuş gibiydi. Söylemek istediği o kadar çok şey vardı ki, Yiğit ve Yaman’ın yanında bazılarını yutmak zorundaydı. Ama yutkunamadı, susamadı.
"Mavi Yaren seni uyardı, Ilgaz."
"Elif hakkında uyardı. Gösterdi sana, söyledi. Ve siz… Siz kendi ağzınızla kabul ettiniz, o uyarının ne kadar doğru olduğunu."
Bir damla yaş, gözünden süzülüp çenesine ulaştı. Elini silmeden konuştu.
"Ama dinlemediniz onu. Çünkü onun suskunluğunu, güçsüzlük sandınız. Onun sessizliğini önemsememek kolay geldi size."
Ve nihayet, gözlerini Yiğit’e çevirdi. En çok ona kırgındı. En çok ona… Çünkü onun hikâyesi, en yarım kalandı.
Yiğit’e döndü. Öfkesi en çok onaydı. Onun yarası başkaydı, kanayan bir yerden sızıyordu kelimeleri.
"Sevdiğin yaşıyordu, Yiğit. Yaşıyordu!" dedi gözlerini kısmadan. "Ama seni sevmiyordu işte... Çünkü sen yaşarken bile yoktun onun için."
Bir adım attı, elini kaldırdı Yiğit’e doğru bu kez. "O kız var ya..." dedi ve sesi çatladı. "Seni görmek için kabuslara bile razı geldi."
Yiğit’in boğazı düğümlendi. Yutkundu, ama kelimeler o boğazdan geçip çıkmak istemedi.
"O kız var ya sana gelebilmek için Allah'a yalvardı lan. O kız var ya sen yaşarken adını yaşadı. Seni gamzelerine gömdü. Kimse seni almasın diye oradan" dedi ve elini havaya kaldırdı "bir kere bile gülmedi."
"Yaşadığın halde… söyledin mi ona? Söyleyemedin!" dedi Şerife Sultan, elindeki defteri havaya kaldırarak. "Bak, sana yazdı bu defteri. Her kelimesi senin için. Her harfi gözyaşı."
Yiğit deftere baktı. Parmaklarını sıktı. Gözleri doldu.
"Her gün geldi mezarına," dedi Şerife Sultan. "Her gün. O bomboş, yalan dolu mezarın kurumasına izin vermedi. Beyaz rengi sevmezdi, gülden nefret ederdi... Ama yine de geldi. Görevden çıkıp geldi. Yağmurda geldi. Sessizce geldi. Hep geldi."
"Ben..." dedi Yiğit, sesi titrek. "Söyleyemezdim. Onu kaybetmekten korktum."
"Sen zaten kaybettin!" dedi Şerife Sultan. "O senin yanında olsa, yedi cihan birleşse yıkamazdı sizi. Ama sen korktun. Gizledin. Yalnız bıraktın."
"Öldürürlerdi Sultan, yemin ederim. Onu koruyamazdım..."
Şerife Sultan’ın bakışı keskinleşti. "Korurdunuz!" dedi gür bir sesle. Sonra sesi buz gibi oldu. "Ama şimdi kourya bildin mi Yiğit? Söylesene Yiğit degdi mi içindeki acısı ile şehit olmasına? Şehit oldu."
Derin bir nefes aldı. Ardından hepsine baktı. Yaman’a, Ilgaz’a ve yeniden Yiğit’e.
"Hiçbiriniz konuşmayın. Hiçbiriniz!" dedi. "O kızı siz öldürdünüz. Siz parça parça ettiniz. Gülüşünü, aşkını, kalbini, umudunu… siz gömdünüz daha önce."
Gözleri kıpkırmızı olmuştu. "O kızın içi çoktan ölmüştü. Şimdi sadece gözlerini kapattı."
Yaman başını öne eğdi. Sesi kısıktı: "Yeter... Sus artık."
Şerife Sultan gözlerini ona çevirdi. "Gerçekler acıtır," dedi. "Ama bilmen gerekiyordu."
Elini kaldırdı. Yaman’a baktı. "Bir kez güvenseydin kardeşine. Bir kez nefret etmeseydin."
Ilgaz’a döndü. "Bir kez o kıza değil de kardeşine inansaydın."
Yiğit’e baktı en son. "Bir kez ona gerçekten Gökhan olarak gitseydin... her şey başka olurdu. Ama siz... siz ona zarar verdiniz."
Ilgaz konuştu boğuk bir sesle. "Seviyordum Şerife... Yemin ederim seviyordum... Gözüm açılmadı işte."
Şerife Sultan yüzüne hiddetle döndü. "Sen seviyordun da... Mavi Yaren sevmiyor muydu sanıyorsun, Ilgaz?" dedi. "Bir tek sizin mi kalbiniz vardı? Bir tek sizin mi sevginiz kıymetliydi?"
Sırt çantasını açtı. İçinden bir dosya çıkardı, sinirle Ilgaz’a fırlattı. "O kadar aptaldınız ki! O kız… evet, şüphelendiğiniz gibi… terörist ilan edildi. Ama buna rağmen bir gün bile sırtını dönmedi size!"
Donakaldılar. Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Sanki dünyaları bir kez daha başlarına yıkılmıştı.
"Şehit törenini size haber vermedi. Çünkü bazen insan, sevdiğine ölüm haberini vermeye bile dayanamaz."
Sonra dosyayı gösterdi Ilgaz’a. "Biliyor musunuz... Mavi Yaren’i kimin öldürdüğünü?"
Herkes sustu.
"Evet, söylememem gerekiyordu. Ama artık önemi yok." dedi soğuk bir tonla. "Senin sevdiğin kadın verdi o emri, Ilgaz. Bilgin olsun."
Ilgaz’ın yüzü boşluğa dönüştü. Gözleri büyüdü. Dudaklarından tek bir kelime çıktı:
"Ne?"
"Mavi Yaren'i öz ve öz annesi öldürdü Gece Kuşları."
Tam o anda, Yiğit’in telefonu çaldı. Mavi’nin en çok söylediği şarkının melodisi yankılandı ortamda. Herkes dondu.
Yiğit cebinden çıkardı, isme baktı.
İbrahim Albay.
Cevapladı. "Emredin komutanım."
Telefonun ucundaki ses acıyla doluydu. "Kızımın intikamını alacağız," dedi İbrahim Albay. "Benim kızım oydu. Hepimizindi..."
"Geliyorum komutanım," dedi Yiğit. Ve telefonu kapattı.
(Bilinmeyen biri tarafından küçük bir sahne)
Gece, karanlığın en ağır tonunu giyinmişti sanki. Yağmur, gökyüzünün sessiz gözyaşları gibi toprağa düşüyordu, yavaşça ama kararlılıkla... Yeni atılmış toprak, hâlâ nemli ve yumuşaktı. Ay ışığı bulutların arasından ince bir çizgi gibi sızıyor, mezar taşının üzerine düşen gölgeyi daha da uzun, daha da uğursuz gösteriyordu.
Ayak sesleri çamura bastıkça derin izler bırakıyordu. Sanki yer bile bu yabancının kim olduğunu bilmek istemiyor, ayak izlerini yutmakla meşguldü. Adımlar yavaştı, hesaplıydı. Korkudan beslenen bir sessizlik içinde yaklaştı mezara. Siyah, uzun bir palto giymişti. Başındaki kapüşon yüzünü tamamen gizliyordu. Ellerini cebine sokmuştu; birinde, zarifçe sarılmış birkaç beyaz gül vardı.
"Yalnız kalmışsın yine," dedi. Sesi fısıltıdan biraz fazlaydı ama yankılanmayacak kadar sönük. Rüzgar bile bu sesi duymaya çekiniyor gibiydi.
Gözleri mezar taşında gezindi. Sanki ismi defalarca görmüş gibiydi ama yine de ilk kez görüyormuş gibi uzun uzun baktı.
Mavi Yaren Yıldırım.
Gülümser gibi yaptı, ama o gülümsemenin içinde bir hüzün değil, bir uğursuzluk vardı. Sonra eğildi, papatyalardan birini parmaklarının arasına aldı. Usulca burnuna yaklaştırdı. Derin bir nefes aldı.
"Seversin, tanı... papatya." dedi. Kelimeleri öyle ağır, öyle düşünerek söyledi ki sanki her harfin ucuna birer sır bağlamıştı.
Sonra cebinden beyaz gülleri çıkardı. Titizce, papatyaların hemen yanına bıraktı. Güller toprakla buluştuğunda bir şey değişti sanki; hava bir anlığına kesildi, rüzgar aniden durdu.
"Beyaz güllerden nefret ettiğini biliyorum..." dedi ve omuz silkti. "Ama ben seviyorum."
Mezar taşına yavaşça, ritmik bir şekilde vurdu. Üç defa. Her vuruşta taş sanki yankı yapıyor, ölü bir sessizlik mezarlığa daha da siniyordu. Sonra ayağa kalktı.
Yağmur yüzüne damlıyordu ama o kımıldamıyordu. Başını gökyüzüne kaldırdı. "Anca yağmur yağar zaten... İnsan ağlayamazsa, yağmurda saklanır." dedi.
Sonra gülümsedi. Bu kez daha farklıydı, karanlık bir bilgelik saklıydı o gülüşte. "Artık istediğin kadar ağla, Yaren... Artık sesini duyamayacaklar. Çünkü bu defa seni gerçekten kaybettiler."
Sırtını döndü. Gölgesi, mezarın üzerinde bir anlık durdu ve ardından yavaş yavaş karanlığın içine karıştı. Gecenin, toprağın ve sırların bir parçası olup uzaklaştı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |