Bölüm Şarkısı -Ben Sana Veda Edemem-
Çalan telefonu açmadan önce, ekranda beliren isme gözüm takıldı. “Mavi.” Kalbim, sanki göğsümün içinden dışarı fırlayacakmış gibi deli gibi çarpmaya başladı. Avuçlarım bir anda terledi. Göz bebeklerim titredi. O ismi bu ekranda bir daha görmeyeceğimi düşünmüştüm. Hem de görüntülü arıyordu.
Düşünmedim. Düşünemezdim. Bir saniye bile geçmeden parmağım ekrana dokundu.
Karşıma çıkan görüntüyle nefesim boğazımda düğümlendi. Göğsümün tam ortasına bıçak saplanmış gibi oldu. Dizlerimin bağı çözüldü.
Tepedeydi. O tepe. O lanetli tepe. Benim vurulduğumu duyduğu, dualar ettiği, yeri göğü inletip Tanrı'yla pazarlık yaptığı tepeydi.
“Lan!” diye haykırdım istemsizce. Sesim çatallaştı. Boğazımda bir yumru vardı, yutkundukça büyüyordu.
Kamera titriyordu. Görüntü bulanıktı ama titremekten değil... Çeken kişinin elleri titrekti. Kamerayı yüzüne doğrulttu bir kadın. Tanımıyordum onu. Ama gözlerindeki doluluk, içimde uğuldayan fırtınayla birebir aynıydı. “Bu asker… benim canımı çok yaktı,” dedi. Sesi çatallı, gözyaşları boğazını tıkamış gibiydi. “Şu halime bir bakar mısın? Eşimi, çocuklarımı, ailemi yok etti.”
Kamerayı ağır ağır Mavi’ye çevirdi.
Ve ben… donakaldım.
O hâlini gördüğümde içimde bir yer paramparça oldu. Zincirlerle bağlanmıştı. Vücudu yara bere içindeydi. Üstü başı perişandı. Ama gözleri… Tanrı şahit olsun ki o gözler hâlâ meydan okuyordu.
“Beter ol, amını siktiğimin evladı!” diye kükredim. Yumruklarımı sıktım. Sesimi bastıramadım. Öfkemle baş edemedim. O an, elimde silah olsa o ekrandaki herkes cehennemi görürdü. Burada hiçbir şey yapamıyordum.
Allah'ım yaşatma bana bu acıyı...
“Şşş, küfür etmesene bayım,” dedi Mavi.
Ve sonra… gülümsedi.
Bitkin, yorgun, can çekişen bir gülümsemeydi bu. Ama o lanet gülümseme yine de güzeldi. Her şeye rağmen hâlâ güzeldi. Aklımı başımdan alacak kadar güzeldi. Savaşı susturacak kadar güzeldi...
Ama gamzeleri olmayan bir gülümsemeydi.
Telefon bir yere sabitlendi. Kadın geriye çekildi. Arkasındaki adam öne çıktı. Adımları, toprağa ölümü kazıyan bir cellat gibiydi. “Hırçın ama fazla güzel,” dedi pis bir sırıtışla. Elini Mavi’nin yüzüne uzattı.
Mavi, elindeki zincirle adamın koluna vurdu. Zayıftı diyemezdim. Yorgundu. Bu yorgunluk sanki çektiği hiçbir işkence değildi. O yorgundu ama hayat onu yormuştu. Güçsüz hiç değildi. Aksine o şu zamana kadar gördüğüm en güçlü kadındı.. Ama yine de durmadı. Direndiği her saniye, içimdeki umut biraz daha büyüyordu. “Sen kimsin de bana dokunuyorsun siktiğimin salağı?!” diye bağırdı.
Adam sendeledi. Mavi'nin gözleri, hâlâ savaşan bir kadının bakışlarıydı. O gözlerde, ölümü bile küçümseyen bir inat vardı.
Ama adam çabuk toparlandı. Bu kez ayaklarına bastı. Eğilip yüzüne iyice yaklaştı. Bir anlığına Mavi’nin gözlerinde başka bir duygu gördüm. Ama hemen sildi o ifadeyi. Sanki hiç olmamış gibi his ettirdi o ifadeyi bu kadar hızlı sildiğinde.
“Köpek,” dedi adam.
Mavi başını dik tuttu. Dudaklarından nefretle süzüldü kelimeler. “Anandır, anan! Anlayamadı gerizekâlı. Beş metreden fazla yaklaşmaması gerektiğini. Siktiğimin salağı!”
“Bayan... küfür etmeyin...” dedim kısık sesle. Sesim titriyordu. Onu kaybetme korkusu iliklerime kadar işlemiş, sessime de yansımayı başarmıştı.
“Bayan sensin lan!” dedi. Kameraya baktı. “Şuradan çıkayım, o zaman sana kafa atacağım, sözüm olsun.” Gülümsedi. Ama bu defa o gülümsemede başka bir şey vardı. Gözlerinde bir değişim… Bir geçiş… Bir veda. “Öldüğüm yerde ona kavuşuyorum.”
Kısık, titrek bir sesti bu. Zar zor duydum. Ama o cümle... içimi lime lime etti.
Ve sonra bir fısıltı geldi. O çocukluk cümlesi. “Bir gün buluşacağız tekrar seninle… Ya bu dünyada, ya da yıldızlarla demişti bana.” dedi yüzünde hala duran gülümsemesiyle. "Bu dünyada kavuşamıyormuşuz. Yıldızlar ile olması lazımmış..."
Boğazım düğümlendi.
Adam doğruldu. Silahını çekti.
“Elveda, değin güzelliğe,” dedi.
“Hayır!” diye bağırdık hep bir ağızdan.
Yağmur başlamıştı. İnce, soğuk damlalar Mavi’nin yüzüne düşüyordu. Başını gökyüzüne kaldırdı. Bir saniyelik sessizlik… Sadece Mavi’nin sesi kaldı geriye. “Sana geliyorum... yakışıklı.”
"O günde böyle yağmur yağıyordu değil mi Mor?" dedi Kadın Mavi Yaren'in yüzüne bakarken. Mavi Yaren'in canını yakmaya çalışıyordu. Aklından silinmeyen her anı tekrar hatırlatmak için çabalıyordu. "Söylesene Mor. Sevdiğini böyle bir günde kaybetmiştin öyle değil mi?"
Sonra silah sesi.
Kameraya sıçrayan kan.
Adam kameraya dönüp sırıtıp şöyle dedi. “Bir Yaren devri de kapandı, beyler.”
“Hayır! Hayır! Hayır!”
Çığlık attım. Kameradaki görüntü kapanırken içimde bir şey koptu. Telefonu yere fırlattım. Toz toprağın içinde savrulup kırıldı. O tepeye doğru koşmaya başladık. Koştuk. Ama ben... kalbimi çoktan orada bırakmıştım. Yirmi dakikada vardık tepeye. Yağmur toprağı çamura çevirmişti. Gök gürlüyordu. Her yer yanık, yıkım ve ceset kokuyordu.
Ama Mavi yoktu. “Mavi!” diye bir kez daha bağırdım.
Cevap gelmedi. Toprak susmuştu. Ağaçlar bile ağlıyordu sanki. Şehir bir kez daha yaşadığı kayıptaydı.
Sonra...
Yerde yatan bir ceset gördüm. Ayaklarım titreyerek yürüdü ona doğru. Dizlerimin üstüne çöktüm. Yüzü görünmüyordu. Uzun, saçları yüzünü örtmüştü. Zincir hâlâ bileklerine dolanmıştı. Ellerimle, titreyerek boynuna uzandım. Künyeyi çevirdim.
“Mavi Yaren Yıldırım.”
O an… dünya durmuş gibi oldu.
Gözlerim yaşla değil, yanıkla doldu.
Bu oydu. Zaten yüzüne bakar bakmaz anlamıştım ama… Ama belki… belki değildir diye beklemiştim.
Saçlarını araladım. Elim titriyordu onun saçlarına uzanırken.
Ve o anda...
Kalbim, içimde patlayan bir bomba gibi ikiye bölündü. Başını kucağıma aldım. Dudaklarım titriyordu. Ellerim, saçlarına dokunmaya korkuyordu. Bakıyordum sadece. Anlamaya çalışan gözlerle. Kabullenmeye direnen bir adamın gözleriyle. "Mavi kalk..." dedim elime yüzüne koyduğum anda. "Mavi'm kalk..." “Kalk... Mavi... Ne olur kalk... Kalk güzelim, ne olur kalk... "MAVİ YALVARIRIM KALK!"
Avazım çıktığı kadar bağırdım, sanki sesimi göğe taşırsam biri duyacak, biri gelecek ve zamanı geri saracak sandım. Parmaklarım refleksle uzandı; boynuna gitti ellerim. Bir nabız aradım. Bir sıcaklık. Bir kıpırtı… Ama orada yalnızca... soğuk vardı. Öyle sert, öyle hissiz bir soğuk ki… İçimde ne varsa tek tek dondurdu.
Titreyen ellerimi çektim, nefesim düzensizdi. Gökyüzü kurşuni, toprağın kokusu ağırdı. Hava nefes aldırmıyor, göğsümde bir fil oturuyordu sanki. Her şey sustu o an. Her şey durdu.
"Mavi kalk yalvarırım kalk..." dedim yüzüne düşen kendi yaşlarımı silerken. Yağmur yaşlarıma karışıyordu. "Yalvarırım ses yapın uyanır o." dedim çaresizce.
Sonra bir çift el omzuma dokundu, neredeyse fark etmedim. Aren ve Çağrı sessizce yaklaştı, Mavi’nin cansız bedenini usulca kucağımdan aldılar. Sanki bir kelebekti, kırılacak kadar hafifti. Ay yıldızlı örtüyü çıkardılar. Yavaşça, sanki hâlâ nefes alıyormuş gibi üzerine sermeye başladılar.
“Örtmeyin!” diye haykırdım, aklımı yitirmiş gibiydim. Ellerim titredi, dizlerimin üzerine çöktüm. “Bırakmaz o! Daha sözü var onun bana! Daha sözümüz var bizim!”
Bayrağı kaldırdım öfkeyle, sanki örtü onun üstüne değil de benim ciğerime serilmişti. Hayır kalbime serilmişti o örtü. Aren ve Tolga kollarımdan tuttu, beni kendilerine çekmeye çalıştılar. Direndim. “BIRAK! BIRAKIN! BIRAK DİYORUM! GİDEMEZ!”
Gözüm kararmıştı. Sadece onun nefesini istiyordum, gözlerini... o deli gülümsemesini. Sonra Batur’a döndüm, gözlerim yaşla dolmuştu ama hâlâ inatçıydım.
“Komutanım...” dedi Batur, sesi o güne kadar hiç duymadığım kadar sessizdi. “Şehit oldu.”
“Batur...” dedim, yalvarırcasına. "Ben daha kavuşamadan gömemem onu. Ben daha bir kere sarılmamışken saramam bayrağa." Dizlerimin üstünde süründüm neredeyse. “Yalvarırım sana. Bir şey yap. Ne olur. Bir şey yap... YALVARIYORUM!”
“GİTTİ KOMUTANIM! GİTTİ!” diye bağırdı Batur. Sesindeki acı gökyüzünü yırtacak gibiydi. Omuzları titriyordu, gözleri dolmuştu. “İstediği oldu... Şehit oldu... GİTTİ!”
Kafamı iki yana salladım. Hayır. Hayır, bu mümkün değildi. Bu son olamazdı. Biz daha hiçbir şey yaşamadık ki... Biz daha biz olmamıştık ki... “Gidemez…” dedim boğuk, kırık, yorgun bir sesle.
“Gitti…” diye fısıldadı Batur.
“Batur… ben yaşayamam. Ben onun kadar güçlü değilim… Kaybedemem onu.”
Arkamızda sadece sessizlik yoktu. Acı vardı. Gözyaşı vardı. Kırılmış umutların yankısı vardı. Tim… paramparça olmuştu. Her birimizin içinde Mavi’yle birlikte ölen bir parça vardı artık.
Kaan ve Aren yeniden eğildiler. Bayrağı tekrar Mavi’nin üzerine kapattılar. Bu defa sessizdi her şey. Sadece rüzgâr vardı, yaprakları usulca savuran bir rüzgâr. Ve ben... ben hâlâ yere çakılmış bakıyordum.
“Gidemez.” dedim yine. Bu iki kelimeye tutunuyordum. Dudaklarım başka bir cümle kurmayı unutmuş gibiydi.
Sonrasını hatırlamıyordum. Ne kim vardı etrafımda, ne zaman geçti… bilmiyordum. Sadece ay yıldızlı bayrağın üzerine kapanmıştım. Kafamı koymuştum onun göğsüne, bir şey olur da dönerse diye.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama biri geldi. Yanıma çömeldi. Batur'du. Sesi titriyordu.
“Komutanım…” dedi.
“Mavi huzur kokardı" dedim bir anda. Sessim çıkıyor muydu? Ben duymuyor muydum kendi sessimi? . Bu… bu huzur gibi kokmuyor. Onun gibi gülümsemiyor artık. İçimi ısıtmıyor. Ben yapamam. Ben güçlü değilim onun kadar.”
Gözleri doluydu. Dudakları titriyordu.
"Olmak zorundasınız komutanım." dedi Batur acı gerçeği yüzüme vururken. “Sizin sevdiğinizdi, bizim kardeşimizdi.” dedi sonra. “Verelim toprağına. Ama toprağı kurumadan da alalım intikamını. Yıkılamayız komutanım. Yaren Komutan izliyordur bizi şimdi. Omuzlarımız düşük, başımız eğik… Çok kızardı. Küfrederdi hatta.”
Acıyla gülümsedim. Mavi’nin sesi kulaklarımda yankılandı. “Kızsın Batur… Etsin küfür. Yeter ki bir daha duysam o sesini…”
“Komutanım…” dedi Alparslan. Yanağından bir damla süzülüyordu. “İntikamını alalım.”
“Acısını sonra yaşarız.” diye ekledi Çağrı. Gözlerini kaçırıyordu.
“Şimdi savaş zamanı.” dedi.
Aren yaklaştı. Elini omzuma koydu. “Komutanım, onun acısını intikam ateşi olarak kullanmalıyız.”
Başımı eğdim. Kafamı yavaşça salladım. Gözlerimden akan yaşların sıcaklığı, kalbimin buzunu eritmeye yetmedi. Ayağa kalktım. Ayakta duracak hâlde değildim ama ayakta kalmalıydım. Acımı içime gömdüm. Kanayan yaramı sıkıca sardım.
Çağrı, Aren, Kaan ve Davut, Mavi’nin cansız bedenini aldı. Ay yıldızlı örtüyle sarılı bedenine son bir kez baktım. Batur yanımda yürüyordu. Gözleri kıpkırmızıydı.
“Komutanım,” dedi. “Bize kızgındı ya… Sizce affetmiş midir bizi?”
Gözlerim doldu. Kalbim burkuldu.
"Komutanım... Hepimizi affetmiş midir?" dedi Aren, sesi çatallanmış, gözleri kızarmıştı.
Sadece başımı sallayabildim. Konuşacak hâlim yoktu. Dilim damağıma yapışmıştı sanki.
Helikoptere bindik. Motor sesi kulaklarımı dövüyordu ama ben… hiçbir şey duymuyordum. Gözlerim boşluğa bakarken içimde bir şeyler parça parça kopuyordu.
Sonrasını hatırlamıyordum.
Bir an sonra kendimi Mavi'nin dolabının önünde buldum. Parmaklarım titreyerek uzandı o askıya asılı duran üniformasına. Yavaşça aldım, yüzüme bastırdım. Burnuma o tanıdık koku geldi. İçimi titreten, ruhuma sinen, sanki gökyüzünden süzülüp gelen bir huzur…
İşte bu... Bu huzur onunla birlikte geliyordu hep. Şimdi ise o koku… bir vedanın izlerini taşıyordu.
Ama o bedeni öyle kokmuyordu...
Sıkıca sarıldım üniformasına. Ama ağlamadım. Çünkü gözyaşlarım... içime akıyordu. İçimi yakarak, sessizce akıyordu..
Dolabın köşesinde bir telefon gördüm. Kenarları çizilmiş, arka kapağı biraz soyulmuştu. Mavi’nin telefonuydu. Arkasında taşıdığı Türk bayrağı ve papatya adeta ona ait bir telefon olduğunu bana bağırıyordu.
Elime aldım. Ekranına dokundum. Şifresizdi. Bir parçasını bana çoktan bırakmıştı belli ki.
Galeriye girdim. “Videolar” klasörü vardı. Ve içinde biri... Diğerlerinden daha farklı görünüyordu. Üzerine titreye titreye bastım. Tıklamak istemiyordum aslında… Ama dayanamadım.
Ekran karardı, ardından Mavi belirdi.
“Ateş… Kardeşim. Bu videoyu izliyorsan, şehit oldum. Ağlama, tamam mı?" Konuşurken dudakları hafif titriyordu ama sesi sakindi. Gözleri ışıl ışıldı. Yanaklarının iki yanında zar zor fark edilen iki minik çukur belirdi. Gamzeleri. İlk kez… Ve son kez… Gamzeleriyle gülümsedi Mavi.
Gülümsemesi için ölüm mü gerekiyordu?
Ay yıldızlı bayrak uğruna kan mı dökmesi lazımdı?
“Hatırlıyor musun, sen benden büyük olmana rağmen ben sana abi demiyordum. Sen de sırf bunu duymak için uğraşıyordun. Neden demediğimi biliyor musun? Çünkü ben seninle aynı anda doğmuşum gibi hissediyordum. Aynı göbekten, aynı yıldızdan kopmuşuz gibi… Bir de… Hayatımda sadece ama sadece Can abime ‘abi’ dedim." Kameraya eğildi biraz, yüzüne daha çok ışık vurdu. Gözlerinin içindeki yorgunluk, yılların izlerini taşıyan bir savaşçının huzuru gibi yansıyordu. "Her şeyim Gece Kuşları'ydı. Sen de benim kardeşimdin." dediğinde gözleri mi dolmuştu bilmiyorum. Şeffaf bir tabaka vardı. "Hayallerim vardı..." dediğinde acı daha da çok büyüdü içimde. Ama gamzesi... hâlâ oradaydı. Ve bir daha asla görünmeyecekti.
Karşımda hiçbir hayallini gerçekleştirmeyen o kadın vardı.
"Benim çok hayallim vardı. Ama tek kişilik tek bir hayalim vardı." dediğinde kafasını iki yana salladı. "Aslında benim bir hayalim yoktu bir ihtiyaçtı bu." diye düzeltti kendini. "Ben şehit olup ona kavuşmak istiyordum." dedi ve elini kalbine koydu. "Çok canımı yakıyor Ateş kendi kalbim."
Bir itiraftı bu.
Kendine biraz zaman verip sustu. Devam etti sonra tekrardan. “Portugam… İyi ki vardın. Keşke seninle yıldızları izleyebilseydik bir kez olsun. Ya da parka gitseydik… Sen yine beni hızlıca sallasaydın, Can abim ile Gökhan da sana kızsaydı." Kısacık bir kahkaha attı. Ama içinde öyle bir hüzün vardı ki… "Ben onu gülüşünü özledim." Yüzündeki tebessüm bile ağlıyordu sanki. “Sizi ilk bulduğum andan beri birlikte yapmayı hayal ettiğim şeylerin sonu yoktu. Ama yapamadık. Benim hayallerim, benimle birlikte toprağa gömülüyor. Siz yaşatın onları, olur mu?" Son bir kez derin nefes aldı. Gözlerini kısıp kameraya baktı. "Sen bana Zeze dedin ama Zeze'nin hikayesinin de mutlu bitmediğini hesaba katmadın." dedi kafasını eğerken. “Bu arada... Senin adına açtığım yuva hâlâ orada. Hani hep derdin ya, içinde çikolatalı süt olan kocaman bir odan olsun isterdin… O hayalin gerçek oldu kardeşim. Haberin olsun. Seni çok seviyorum. Bunu sakın ama sakın unutma. Senin Zeze'ne böyle bir son yakışırdı."
Gülümsedi.
Ve o gamze...
Küçük bir yıldız gibi parlayıp kayboldu yanağında.
“Mektuplarım ve defterlerim çekmecede. Kendi adın yazanını alırsın.” Son bir kez el salladı. Sonrası… karanlık ekran.
Ben kıpırdayamadan kaldım yerimde. Ama parmaklarım istemsizce başka bir videoya gitti.
“Abim. Aynı girişle başlayayım: Kardeşin şehit oldu. Ama bana bak, sakın ağlama. Yakışır mı senin gibi dağ gibi bir adama yıkılmak?" Bu sefer sesi daha sakindi. Yüzünde o tanıdık ama hüzünlü tebessüm vardı. Gözlerinin kenarında ince çizgiler... Sanki yıllarca gülmemiş, sadece bu an için biriktirmiş gibiydi. “Sana çok teşekkür ederim abi. Bana, öz abimin bile yapmadığı kadar kıymet verdiğin için teşekkür ederim.”
Gözleri doldu ama akmadı yaşları. Çünkü o da benim gibi gözyaşlarını içine akıtıyordu. “Anlatmam gereken çok şey var sana abi… Ama şu anda vaktim yok. Daha yakışıklıya video çekeceğim." Yine… o gamze. Sanki her veda, bir gülümsemenin içine gizlenmişti. “Bavulumun içinde bir siyah defter var. Okursun. Sana bunu yaptığım için kendimi asla affetmeyeceğim. Ama seni koruyamam, abi. Ölü bedenim hiçbir işe yaramıyor…”
Ekran yavaşça kararırken, içimde kopan şeyin sesini duyabiliyordum. Kelimeler değil, sadece yutkunmalar vardı içimde. Boğazıma oturmuş bir çığlık. Ve o çığlığın adı... Mavi idi.
“Seninle de hayallerim vardı benim…” Sesi yumuşaktı, neredeyse fısıltı gibi. Gözlerini yere indirdi, sonra tekrar kameraya baktı. Dudakları hafifçe kıvrıldı, gülümsedi ama gözleri… gözleri gülmüyordu. “İkimiz bir maça gitseydik ya… Fenerbahçe – Galatasaray. Tabii sen Galatasaraylısın, ben Fenerbahçeliyim.” Başını iki yana sallayıp kısa bir kahkaha attı. Ama sesi, içinde bir yerleri acıtıyordu. “Biz maçı almışız. Yakışıklıyla ben yan yana, senle Ateş de arkadan geliyorsunuz. Benle yakışıklı sizi kızdırıyoruz, siz de bizi kovalamaya başlıyorsunuz. Sırf yakışıklıyı geride bırakmamak için yavaş koşardım. Onunla yan yana kalasın diye değil ona hep yakın olabileyim diye.” Bir an sustu. Gözleri doldu ama alışkındı belli ki, o gözyaşlarını tutmayı ezberlemişti. Yüzünü toparladı, derin bir nefes aldı. “Bu hayal de… Tarih oldu.”
Sadece iki kelime. Ama içlerinde, gerçekleşememiş bir ömrün acısı vardı.
“Ha, bu arada… İmzalı forman bizim evdeki senin odanda asılı. Sana ben verecektim ama yapamadım abi. Affet beni.”
Gözleri bu kez kameraya kilitlendi. “Affet beni.” derken sesi çatladı. İçinden kopan şeyin aynısını biz de duyduk. “Seni çok seviyorum.” dedi sonra.. Yavaş, net. Ve bir daha tekrarlamayacak gibi.
Ardından son videoya geçtim. Bir tık. Ve ekranda Mavi belirdi. Ama bu kez… başka bir hâli vardı.
“Merhaba, Yiğit.” dedi sadece. İçten, sakin… Ve bir o kadar da sarsıcı. Bana video çekmesini beklemiyordum. Ama yapmıştı. “Sana neden video çektiğimi ben de bilmiyorum.” Başını hafif yana eğdi. Kameraya değil, sanki bana baktı. Doğrudan gözlerimin içine.
“Bilmiyorum… Sadece içimden geldi.” Bir an sustu. Derin bir nefes aldı. Sonra...
Gülümsedi.
Ve… o an zaman durdu. Gamzeleri çıktı ortaya. İki küçük çukur gibi değil, geçmişin içinde saklı bir çocukluğun izi gibiydi. Ben… o gamzeleri… Bir daha asla göremeyecektim. “Hayatımda olduğun her dakika için… sana teşekkür ederim.” dedi sadece.
Ne bir veda vardı cümlesinde, Ne de bir son. Ama içimizde sonsuz bir eksiklik bıraktı.
Gülümsedi. Son bir kez. Ve ekran karardı.
BÖLÜM SONU
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |