5. Bölüm

3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"

Yaren Yaşar
yaren_yasar11

"Resim," dedi Emir ve sesi biraz kısıktı, biraz temkinli. Ardından gelen cümle soğuk bir bıçak gibi saplandı kelimelerin arasına. "Sana ait."

Ne? O an yüzüne baktım, sadece baktım. Gözlerinin içine değil, yüzüne. Anlayamamıştım çünkü. Yani anlamıştım ama kabul etmiyordum. “Ne demek bana ait Emir?” dedim, sesim soğumaya başlamıştı bile. “Bu dediğin saçmalık. İmkânsız.”

“Niye imkânsız?” dedi hemen. Gözlerimi kaçırdığımı fark edince gözlerini kısmıştı. Eliyle hâlâ etkisiz hâlde duran adamı gösterdi. “Bana hiç düşmanın yokmuş gibi konuşma.”

“Hiç düşmanım yokmuş gibi konuşmuyorum.” dedim. Düz. Sakin. Sert. “Ama o silah bana doğrultulmamıştı. Bunu anlayacak kadar da salak değilim.”

Göz ucuyla adama baktım, sonra yine Emir’e döndüm. Hâlâ diretmesinin, ısrarla kafama işlemek istemesinin bir anlamı olmalıydı ama bu kadarı da saçmalıktı.

“Adamın cebindeki fotoğraf öyle demiyor ama Yaren,” dedi. İnatçıydı. Sinirime dokunan tam da bu huyuydu zaten.

Elimle işaret ettim adamı. “Lan mal,” dedim buram buram sabırsızlıkla. “O adam oradayken beni hedef alması için önce kaç kişiyi geçmesi gerekiyor farkında mısın? Önümdeki timi unuttun sanırım.”

“Yaren, ne kızıyorsun acaba bana?” dedi, sesi sertleşmişti. O da sinirliydi artık ama ben başından beri bir sinir yumağıydım. “Fotoğraf sana ait, ben ne yapayım?”

“Sana ait olsa bile,” dedim ve gözlerimi ona diktim, “şu anda elinde olmamalıydı. Silahın ucundaki hedef ben değildim. Az önce durduğum yeri gösterdim. ‘Beni vurmak isteyen’ biri için çok saçma bir pozisyonda duruyordum. Hedef bendiyse niye önümdeki insanlara aldırmadı?”

O an bir sessizlik oldu. Sonra Emir değil, bu defa Yiğit konuştu. “Bir dakika…” dedi, gözleri kısıldı. Düşünüyordu. “Senin önünde o an Elif vardı.” Başını çevirdi, Elif’e baktı. “Boy farkına bak Mavi… Aranızda neredeyse yirmi santim var. Kurşun tam kafana isabet edebilirdi.” dediğinde sesi düşmüştü, belki de fark etmeden yutkunmuştu.

Sinirden alnımı ovuşturdum. Kan beynime çıkmıştı. “Şu salak için uğraştığım şeye bak,” dedim ve başımı geriye attım. “Üstüm de mahvoldu. Kan içinde kaldım.”

Elif tam önümden geçerken suratına öyle bir bakış attım ki o bakış tokat gibi inerdi bazı suratlara. “Allah’ın yeloz piçi,” dedim buz gibi.

Yiğit’in sesi şaşkındı. “Şu anki tek sorunun kıyafetinin kan olması mı?”

Başımı çevirip ona baktım. “Evet.” Sesim kupkuru ve netti.

Bana bakarken gözleri hafif büyüdü. “Sen… vurulmuş geliyorsun ve diyorsun ki ‘Üstüm kan oldu’.”

“Sana ne?” dedim, ona bakmaya devam ederek. Ama gözlerine değil, burnuna, alnına, kaşına… Yüzüne. “Sana ne benim vurulmamdan ya da neyi önemsediğimden.”

Birden sustu. Nefes aldı, sabır çekti. Laf dinlemeyeceğimi, kırk kere anlatılsa da umrumda olmayacağını bilmesi gerekiyordu.

“Yaren,” dedi Emir, biraz yaklaşarak. “Koruma talep etmelisin.”

Başımı eğip ona baktım. Kaşlarım tek bir hareketle yukarı kalktı. “Sana mı?” dedim.

Göz devirdi. “Salak salak konuşma istersen.”

“He, amına koyayım. Bi’ ben salak salak konuşuyorum. Herkes çok mantıklı.”

Askerdim. Beni birileri koruyacaktı da ne olacaktı? Kendini koruyamayan askere kim ne yapsın?

“Askerim ben, farkındasın değil mi?”

“Farkındayım.” dedi. “Sen de farkındasın değil mi Yaren, peşinde bir seri katil var.”

Omuz silktim. Gökhan’ın mezarının olduğu yöne baktım. O mezarın taşında hâlâ ilk günkü gibi duran yazıyı ezberlemiştim. Oraya her baktığımda aklımdan sadece bir cümle geçiyordu.

“Bir şey olmaz. Hayalime kavuşurum, olur biter.”

Emir sadece başını salladı. Sabır diliyordu. Yaşamamı değil. Yaşamak istemediğimi bilirdi çünkü. En iyi o bilirdi hatta.

Ruhu ölen birinin kalbi, atsa da sadece ona acı verirdi. Her attığında içimde bir yangın daha harlanır, yavaş yavaş her şeyin sonu gibi düşerdi yüreğim. Canım yanıyordu. Ölüyor, ama bunu hissediyordum; sanki bedenimle ruhum birbirine düşman kesilmişti.

Ruh, insana verilen en kıymetli hediye, varoluşun en gizemli parçasıydı. Onunla belirlenirdi insan; ruh huzur bulmuşsa, yüzün o an parıldardı, kalbin hafifler, dünyaya karşı kollarını açardın. Ruh mutluluğu tattıysa, gözlerindeki o ışıltı başkalarını da etkiler, sevgiyle dolar her yan. Ama ruh kaybolmuşsa, çırpındığında düşercesine, insanın dünyası biterdi aslında. Ölürdü, bir anlamda.

Her şey ruhun içindeydi. Benim ruhum çoktan ölümü kabul etmişti. Yavaş yavaş, sessizce, unutuşa gömülmüştü.

Ve kalbim, atan ama sadece bana acı veren bir sıkıntı gibiydi. Her atışı, yıldızların soğuk parlaklığı kadar keskin, yıldızlar kadar uzak ve soğuk acıtıyordu canımı.

“Hayalin derken?” dedi Can abim, sesi yumuşak ama meraklıydı. Gözlerine bakamadım; bakışlarımı yere sabitledim, kendi içimde çırpınırken.

“Sizlik bir şey değil.” dedim, sesim istemsizce sert çıkmıştı. Elimi cebimden çıkardığım telefonuma götürdüm, tam o sırada gelen bildirim ekranda parladı. Aynı anda Yiğit'in telefonunda da çaldığını görmek, işin ciddiyetini doğruladı.

Telefonu havaya kaldırdım. “Bu kız kaçar.” dedim, sesim keskin ve netti, hiçbir tereddüt yoktu içinde.

“Görev mi?” dedi Emir, kaşlarını çatarak. Başımı salladım hemen, gözlerim telefondan kopmamıştı.

“Allah’a emanet ol, görüşürüz.” dedim, yumruğumu uzattım ona. Emir de yumruğunu yaklaştırdı, kısa bir tokuşturma; aramızda sessiz bir yemin gibiydi.

“Ölme ha.” dedi gülümseyerek, gözlerindeki o samimi endişeyi saklayamadı.

Kafamı iki yana salladım, dudaklarımda beliren kısacık bir kıvrım ancak gülüş diyebilirdi buna. Sanki dudaklarım kıpırdayıp duruyordu ama ruhum o an gülmüyordu.

Bu aptal acı, ne zaman geçecekti? Daha ne kadar dayanacaktım?

Biliyordum. Kavuşunca... o zaman geçecekti.

“Koru ya Rabbi’m şu salağı.” dedi Emir, sinirli bir edayla, kaşlarını çattı. “Bu kadar erken alma.”

Hayatımda eğilmek zorunda kaldığım ikinci yer tam olarak burasıydı. Diz çöktüm toprağın üzerine; ellerim yumuşak toprakta gezindi. Kıyametin ortasında, küçük bir huzur anıydı bu. Parmaklarımın arasından toprak taneleri akarken, sanki zamandan kopmuş gibiydim.

“Geleceğim.” dedim, sesim fısıltıya dönmüştü. Mezar taşına bakarken nefesim daraldı, kalbim daha da sıkıştı. Derin bir nefes aldım sonra, ciğerlerime temiz hava çekip acımı biraz olsun dağıtmaya çalışarak. “Ya bu dünyada, ya da yıldızlarla tekrar buluşacağız.” diyerek ayağa kalktım, gözlerim hala mezarda, geçmişin soğuk yüzünde geziniyordu.

Yürümeye başladım, yanı başımda Yiğit vardı. Nefesi hafif, sessiz adımlarla.

“Mavi,” dedi mırıltı gibi, sesi neredeyse rüzgârla kaybolacak kadar hafif. Döndüm ona doğru. “Nasıl hissediyorsun?”

Cevap vermek kolay değildi. “Geriye kalan, tamamlanmamış bir hikâye cümlesi gibi...” dedim sadece. Kırık, yarım, eksik.

“Çok mu özlüyorsun onu?” dedi, gözleri bana kayarken. Bakmamaya çalıştım ama göz ucuyla kıpırdanan umudu yakaladım.

“Özlememek mümkün mü?” dedim, motoruma doğru ilerlerken. “Buraya nasıl geldin?” diye sordum.

“Aslında bir arabam var, ama Ilgaz’a bıraktım.” dedi. “Can’a yani.” Sözleri bir ışık gibi üzerime düştü, yüzüm aydınlandı aniden.

“Atla.” dedim, kaskı uzatarak. Motoru kaşlarımla işaret ettim.

“Almışsın.” dedi, motoruma hayran hayran bakarak. Kaşlarımı kaldırdım hafifçe, ona inat.

“Sen benim hayallerimi nereden biliyorsun lan?” diye çıkıştım. Gözlerini kaçırdı, o an ben kazandım.

“Gökhan anlattı.” dedi, sakince.

“Yalan söylüyorsun.” dedim, sert ve kesin. Ona bakarken gözlerine değil, yüzüne. O ise her zerreme nüfuz eden bir merakla gezdiriyordu bakışlarını. “Gökhan, benim tek bir hayalimi bile kimseye anlatmaz. Hiç kimseye.”

Ona duyduğum güven öyle derindi ki, hiçbir ihtimal tanımıyordum buna. Sesim bu yüzden keskin ve net çıkıyordu. Hayallerimi bir başkasına açıklamaz, adımı bile söylemezdi. O verdi bana bu güveni. Biliyorum. Hep o oldu.

“Bu kadar net olamazsın, Mavi.” dedi, sesi hem şaşkın hem de hafif bir hayranlıkla karışık.

“Ben ona öyle bir güvenirim ki,” dedim, gözlerim ufka dalarken, “bana dese güneş batıdan doğup doğudan batıyor dese, ona bile inanırım.” Sözlerim hem inançla, hem de içinde saklı bir sarsılmaz bağlılıkla doluydu.

“Karargaha geç kalacağız.” dedi, sesinde konuyu değiştirme çabası barizdi. Farkındaydım ama onun bu nafile çabasına sadece ayak uydurdum.

“Bildirim geleli sadece yedi dakika yirmi yedi saniye oldu.” dedim, motoruma hafifçe vururken. “Bu bebekle geç kalma ihtimalimiz yok.” Kaskı tekrar uzattım, keskin ve kesin bir ifadeyle.

“İstemem.” dedi sadece, omuz silkti. Cevabını umursamadan, kaskı takmadan motorun üzerine bindim. Göz ucuyla beni izliyordu Yiğit.

“Binmezsen uçarım.” dedim, beklemekten ya da bekletmekten nefret ederdim. Sabırsızlık iliklerime kadar işlemişti.

“Dur.” dedi ani bir kararlılıkla. Hızla motora atladı. Gaza yüklenir yüklenmez, motorun sesi geceyi yırtarak karargaha doğru yol aldı.

Elleri, arkada, tutunacak bir yer ararcasına geziniyordu ama hâlâ tam olarak nereden kavrayacağını bulamamış gibiydi. Yalandan yapıyor muydu, yoksa gerçekten mi bilemiyordum.

“Sar belime.” dedim sadece. Motorun aynasından kısa bir an için göz göze geldik. Yemyeşil gözleri benimkine kilitlenmişti. Ben ise bakışlarımı hemen çekip, uzaklara daldım.

Birinin gözlerinin içine bakmaktan nefret ederdim. Eğer birinin gözlerine bakıyorsam, iki sebebi vardı: Ya ölecekti, ya sevecektim.

Ölüm her zaman daha çoktu. Ölen herkesin son gördüğü gözler benim gözlerim olurdu. Herkes kendi Azrail’in gözlerine bakarak giderdi bu dünyadan.

Belime sardığı kollarıyla birlikte, içimde tanımlayamadığım bir ürperti yükseldi. Sebebini bilmiyordum.

Kafasını sırtıma yaslamak istedi ama boyu uzun olduğu için yapamıyordu. Allah’tan uzun boyluydu; o kadar da fazla gelirdi bana.

Sanki onu tanıyordum. Öyle bir tanışıklık ki bu…

Gökhan’a benzetmekle açıklamaya çalıştım bu hissi.

Ama bu Yiğit’ti, farklı bir şeyler vardı onda. Bir insan hem bu kadar tanıdık gelip, hem de bu kadar yabancı olamazdı.

Rüzgarda uçuşan saçlarım yüzüne değiyordu ama umursamıyor gibiydi. Motoru hakimiyetim altına alırken, bir elimle saçlarımı öne aldım. Motor başında saçımı bağlamak mümkün değildi; bu yüzden tişörtümün içine sıkıştırdım.

Yiğit’in kollarından biri hafifçe gevşedi, uzaklaştı ve yüzüme dokundu. Az önce tişörtümün içine attığım saçımı nazikçe çıkardı, rüzgarda özgürce uçmasına izin verdi.

Kapalı gözlerine baktım aynadan. Sonra tekrar yola döndüm.

Çok geçmeden vardık.

Motoru park ettim ama kolları hâlâ belime sıkıca doluydu. Gözleri kapalıydı; ben de o anı fırsat bilip yüzünü inceledim.

“Yiğit.” dedim, koluna dokunarak. Beni duymadı ya da duymamazlıktan geldi. Emin değildim.

“Yiğit.” dedim bir kez daha. Gözleri ağır ağır açılırken, sanki derin bir uykudan uyanıyormuş gibiydi.

“Dalmışım.” dedi, sesi uzak ve yorgun. Kolu gevşemedi.

“Çek kolunu artık.” dedim, motorun üzerinden inerken. Park yerini ayağımın ucu ile açtım ve arkasından ben de indim.

“Bir de bana diyordu ‘dalgın’ diye.” diye sırıttım hafifçe.

“Kokunun suçu.” dedi, belirsiz bir ifadeyle.

“Anlamadım.” dedim, ona bakarak. Omuz silkerek yürümeye başladı. Ben de arkasından adım adım izledim.

Soyunma odasına girdim, hızlıca üniformamı giydim. Tişörtü hiç tereddüt etmeden çöpe attım.

Üniformamı üzerime geçirir geçirmez, onun ağırlığı üzerime çöktü. Anında dikleştim.

Üniformam benim için güçtü. Atan kalbimin sebebiydi. Yaşama sebebimdi. Aşkımdı.

En azından, yaralı da olsa, kalbim atıyordu.

Üniformamın sert dokusu parmaklarımda yankılanıyordu; yüzümde o nadir ortaya çıkan gamzelerim, ruhumdaki buzdağının altında saklı bir kırılgandı sadece. Saçlarımı hızlıca topladım, keskin bir çizgi gibi sırtımda toplandı. Odadan çıkar çıkmaz, artık sadece Yaren Yıldırım komutandım; soğuk, sert, kontrol altında. Koridorun loş ışığında adımlarım yankılanıyordu. Karşıda Yiğit’i gördüm; gece nöbetindeki birkaç adam selam veriyordu, o ise her selamı tek tek, titizlikle karşılıyordu. Ben ise, kendime ait bir dünyadan kopmuş gibi, kelimelere ihtiyaç duymadan yürüdüm.

“Hop hop!” dedi arkamdan, sesi gölge gibi yapıştı. Durdurmadım, adımlarım devam etti. “Seni bırakmam, aynı timdeyiz, beraber yürüyelim.”

“Birçok insanla aynı timdeyim,” dedim, ağır ve soğuk bir sesle. Yanıma kadar gelmişti. “Hiçbiriyle yan yana yürümem, üsteğmenim.”

“Herkese karşı buz dağı mısınız?”

“Ruhumun donduğu günden beri, evet.” Karargâhın soğuk kapısından içeri girerken bir komut yankılandı: “Dikkat.”

“Rahat.” dedik aynı anda, buz kesilmiş havada.

Kapı arkamızda kapandığında herkesin bakışları üzerimizdeydi. Yüzüm, mekanik bir ifadeyle donmuştu; görevden başka bir şey yoktu aklımda. İçeri girdiğimizde Aren, masanın kenarında çakısını oynatıyor, alaycı bir gülümseme dudaklarında gezinirken önce bana, sonra Yiğit’e kaydırdı bakışlarını. “Sizi yan yana görmek tuhaf,” dedi, sesi zehirli bir yılan gibi. Cevap vermedim. Dosyayı aldım, Yiğit de yanımda sert durdu.

Kaşlarını çatarak Aren’e döndü. “Ne demek istiyorsun?” Aren çakısını masaya sapladı, omuz silkti.

“Hiçbir şey komutanım, sadece… fazla uyumlusunuz.”

Bakışlarımı ona diktiğimde sesim bir bıçak kadar keskinti: “Uyum, işimizin bir parçası.”

Gözleri kıvrıldı, sinsice gülümsedi. “Biliyorum. Ama bazen işler farklı yerlere kayabilir, değil mi?” İlgilenmedim.

“Sezgilerinle savaş kazanamazsın, Aren.” Yiğit de başını salladı; bu saçma sapan oyunlara girmeye niyetimiz yoktu. Aren mırıldanıyordu ama benim için toz zerresi bile değildi. Görev tek bir gerçekti. Dosyaya hızlıca göz attım, her detayı beynime kazıdım.

Tolga sabırsızlandı. “Komutanım, hızlı bir özet?”

Omuz silktim, dosyayı ona attım. “Sikcez.” Sözlerim buz gibi keskin.

Tam o anda kapı pat diye açıldı. İbrahim Albay ve ardından Tim Komutanı Akın içeri girdiler. Odanın havası aniden ağırlaştı. Albay’ın sert bakışları üzerimde ağır ağır gezindi, sonra dosyayı masaya bıraktı. “Toprak Timi’nin yeni üyesi Yaren. Uzmanlığı sızma ve operasyonel planlama. Sorununuz varsa şimdi söyleyin. Burada bireysel hareket yok.”

“Emredersiniz.” dedik, soğuk ve net. Operasyon odasında harita önümüzdeydi. Kırmızı kalemle işaretli düşman mevzileri, kan lekeleri gibi parıldıyordu.

Akın, haritaya işaret ederek konuştu: “Helikopterle direkt iniş, açık hedef. Keskin nişancılar her yerde.”

Batur önerdi: “Gece, termal kamuflajla kuzeyden sessizce sızarız.”

Yiğit hemen itiraz etti: “Kuzey mayınlı, kapan dolu.”

“Doğudan ormanlık alandan girebiliriz,” dedi Akın.

Kaan uyardı: “Orman da gözetimli, insansız hava araçları var.” Sessizlik çöktü. Her plan çıkmaza saplanmıştı.

Ben haritaya baktım, soğuk ve keskin düşüncelerle: “Yer altından gireriz.” Herkes sustu, üzerime döndü.

“Detay ver, Yaren.”

Parmağımı eski su tünellerinin üzerine koydum. “Köyde eski, kurumuş su tünelleri var. Doğru noktayı bulursak, düşmanın beklemediği yerden gireriz.” Albay kaşlarını çattı.

“Bu tünellerin hâlâ sağlam olduğuna emin misin?”

“Bölgedeki yaşlı köylülerden biriyle konuşmuştum. Göreve gittiğim bir köydü orası. O tünellerin çocukken içine girdiğini söylemişti. Haritalarda tam işaretli değil ama bazı geçitleri kullanabiliriz. Eğer giriş noktasını bulabilirsek, doğrudan köyün içine çıkarız.”

Akın komutan haritaya dikkatle baktı, başını salladı. “Riskli ama mantıklı. Düşman yer altından bir saldırı beklemiyor. Eğer su tünelleri çökmediyse, buradan köye sızabiliriz.”

Albay İbrahim birkaç saniye düşündü, sonra kesin ve net sesle konuştu: “Onaylandı. Toprak Timi, yer altından sızarak köye girecek. Mavi Yaren, rehberimiz sensin. Operasyonu bu plana göre düzenleyin. Harekete geçiyoruz.”

Albay’ın son sözüyle odadaki hava değişti; artık konuşmaların yerini hazırlık sesleri aldı. Haritalar, silahlar, planlar...

Masadaki haritaya son bir kez daha baktım. İçimde en ufak bir heyecan, korku ya da tereddüt yoktu.
Sadece tek bir şey vardı: Görev.

 

 

Bölüm : 03.10.2024 14:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yaren Yaşar / GECE KUŞLARI / 3.Bölüm: 'Gölgelerin Altında'
Yaren Yaşar
GECE KUŞLARI

43.51k Okunma

4.05k Oy

0 Takip
82
Bölümlü Kitap
GİRİŞBÖLÜM 1 : "GEÇMİŞ"2. Bölüm: "KARŞILAŞMA"KARAKTERLER3.Bölüm: "Gölgelerin Altında"4. Bölüm : "Kurşunlardan Ağır Sözler"5. Bölüm : "Gökhan"6. Bölüm : "Hastane"7. Bölüm : " Mor Gözlü Süper Kahraman"8. Bölüm : " Pişmanlık"9. Bölüm : "Görev adı : Panzehir"10. Bölüm : "Vicdan Azabı"11. Bölüm : "Mavi"12. Bölüm : "Uyandı."13. Bölüm : "Kriz"14. Bölüm : " Tepede Hep Birlikte"15. Bölüm : "Küllerinden Doğan İhanet "16. Bölüm : "Papatyaların Düşüşü"17. Bölüm : "Elif"18. Bölüm : "Yaralı Ruh"19. Bölüm : "Doğruluk Mu Cesaret Mi?"20. Bölüm : "Bilinmeyen Numara"21. Bölüm : " Sırt Sırta"22. Bölüm : "Kayıp Kardeş"23. Bölüm : "Süt Anne"24. Bölüm : "Anneler Günü"25. Bölüm : "Belki Üstümüzden Bir Kuş Geçer"26. Bölüm : "Pusu"27. Bölüm : "Ben Türk Askeriyim."28. Bölüm : "Aşığım"29. Bölüm : "Soru Cevap"30. Bölüm : "Gizli Saklı"31. Bölüm : "Şeyma"32. Bölüm :"Yiğit"33. Bölüm : "Mavi"34. Bölüm : "Görev"35. Bölüm : "Cehennem"36. Bölüm : "Kurt Timi"37. Bölüm : "Tutsak"38. Bölüm : "Yiğit"39. Bölüm : "Mavi Nerede?"40. Bölüm : "Şehit"41. Bölüm : "Acı"42. Bölüm : "Doğum Günü"43. Bölüm : "Şerife Sultan"44. Bölüm : "İntikam Ateşi"DuyuruWhatsApp kanali45. Bölüm : "Defter"46. Bölüm : "Beyaz Gül"47. Bölüm : "Köy"48. Bölüm: "Tim"49. Bölüm : "Bul Beni"Açıklama50. Bölüm : "Yaşıyor"51. Bölüm: "İnandırma Çabası"52. Bölüm : "Mavi"53. Bölüm : "Açılan Mezar54. Bölüm : "Otopsi Sonucu"55. Bölüm : "Mavi'm"56. Bölüm : "Aşk"57. Bölüm : "Mavi neler yaşadı?"58. Bölüm : "Rihem"59. Bölüm : "Mavi"60. Bölüm: "Gökhan"61. Bölüm : "Kalp Acısı"62. Bölüm : "Eski Aşklar"Yazar ile soru ve cevapları63. Bölüm : "Çift seçimi"64. Bölüm : "Eski Günler"65. Bölüm : "Balo Hazırlığı"66. Bölüm : "Balo"Yazar ile soru cevap 267. Bölüm : "Biten Görev"68. Bölüm :"Yüzbaşı"69. Bölüm : "Yara"UyarıDuyuruu70. Bölüm : "Kabuslar"71. Bölüm : "Tolga"72. Bölüm: "Kız benim"Duyuruu
Hikayeyi Paylaş
Loading...