Yazarın Anlatımıyla
Yiğit, karargaha nasıl vardığını bile hatırlamıyordu. Haberi alır almaz koşmuş, kendini bir anda orada bulmuştu.
Gözlerini dikmiş, gelen aracı izliyordu. Heyecan neredeyse içinden taşacak gibiydi. Araç durdu. Kapılar birer birer açıldı. Kurt Timi, teker teker inmeye başladı.
Bir kişi, iki kişi, üç kişi derken herkes araçtan inmiş, doğrudan onları bekleyen ailelerine koşmuştu.
Yiğit’in kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Gözleri hâlâ Mavi Yaren’i arıyordu. Derken Üsteğmen Alparslan Arca, yanına gelip dirseğiyle hafifçe dürttü. “Vay be kardeşim, sizin timdeki kız neydi öyle?” dedi.
Yiğit anında Alparslan’a döndü, gözleri hâlâ etrafta geziniyordu. “Bizden önce mi geldi yoksa?” diye sordu endişeyle.
“Mavi nerede?”
Alparslan, bu beklenmedik soru karşısında kaşlarını çattı. “Ne demek nerede oğlum? Motorla geliyordu kız.”
Yiğit, bakışlarını aracın geldiği yola çevirdi. “Gelmedi oğlum. Gelse niye sana sorayım?” dedi Yiğit Alparslan'a bakmadan.
“Geriden geldiği için gecikmiştir biraz, şimdi gelir,” diye devam etti, ama sesindeki huzursuzluk saklanacak gibi değildi.
Yiğit, Alparslan’ın söylediklerini içinden tekrar etti. Gözleri hâlâ yolda. Motorla gelen birinin daha önce gelmesi gerekirdi oysa. Bunu ikisi de biliyordu ama Alparslan, Yiğit’in yüzündeki gerginliği görünce belli etmemeye çalıştı. Gözlerinin içi kıpkırmızıydı, altı mosmordu. Uzun zamandır uyumadığı her halinden belliydi.
“Abi, gelmesi gerekmiyor muydu şimdiye kadar?” dedi Yiğit, gözlerini yoldan ayırmadan. Önüne baktı sonra. “Motoru hızlı kullanır o. Nerde oğlum kız?” dedi fısıltıyla.
“Bir yere uğramış olamaz mı? Belki ailesine gitmiştir direkt?” dedi Alparslan.
Yiğit sadece, “Yok,” dedi. Sesi soğuk, kısa ve netti.
Sonra cebinden telefonunu çıkardı ve hiç beklemeden Yaman’ı aradı. İlk çalışta açtı Yaman telefonu. Yiğit’in sesini duyar duymaz, arka arkaya soruları sıraladı. “Geldi mi lan? Nerede? Eve mi geliyorsunuz? Geleyim mi?”
Yiğit bir an duraksadı. Yaman’ın ne sandığını anlamıştı artık. Mavi Yaren eve gitmemişti. “Gelmedi,” dedi, eli ensesine giderek. Telaşlandırmak istemiyordu kimseyi. Bir bahane bulmalıydı. Aklına ilk gelen kelime döküldü ağzından. “Gece.”
“Zeze gittiğinden beri zaten huysuz ki o,” dedi Yaman hemen. Mavi’nin geldiğini sanmıştı. Günlerdir kardeşini bekliyorlardı.
Evdeyse tam bir kıyamet vardı. Gece, kimsenin kucağında durmuyor, susmak bilmiyordu. Ancak bir yere yatınca susuyordu. Mavi Yaren’in yatağına. Ya da eline Mavi’ye ait o kazak verilince. Göreve gitmeden önce yatağın üstüne bırakmıştı o kazak. O gün bugündür Gece o kazakla yatıyor, sanki Mavi’yi bekliyordu.
Yatağa yatmadığı sürece ne yemek yiyor, ne de uyuyordu. Yaman çaresiz, her seferinde Gece’yi o yatağa yatırıyordu. Mavi, Gece’yi de kendine bağlamıştı. Herkesi olduğu gibi. “Biliyorum,” dedi Yiğit, sesi kısık. “Şu an ne yapıyor?”
“Zeze’nin kazağına vatoz gibi yapışmış, öyle uyuyor. Alıp yıkayalım diyorum da, yok. Bırakmıyor.”
“Alma Yaman,” dedi Yiğit hemen. “Boşver, uyusun.”
“Almıyorum,” dedi Yaman.
“Neyse, kapatmam lazım.”
“Tamam. Kardeşim gelince haber ver.”
“Tamam,” dedi sadece Yiğit.
Telefonu kapattı. Yanındaki Alparslan’a döndü. “Eve gitmemiş anlaşılan,” dedi Alparslan.
Yiğit’in gözleri yoldaydı hâlâ. Dudakları kıpırdadı, sesi alçaldı. “Yok... Gitmemiş.”
Bakışlarını Alparslan’a çevirdi. Gözlerinde korkuyla karışık bir öfke vardı. “Nerede oğlum kız?”
Alparslan düşünmeye başladı. Yolda bir kaza yapmış olsa, bu saate kadar haberleri gelirdi, değil mi? O kadar dağ başında değillerdi sonuçta. Biri mutlaka duyardı.
Ama sonra... Aklına bir detay geldi. Kaşları bir anda çatıldı.
Bişar.
Dışarıda Mavi Yaren’in sıktığı silah seslerinden sonra bir yere saklanmıştı. Oranın çıkışı olmadığını biliyordu. Daha önce bir kızı da oraya saklaması için talimat vermişti. Boncuk muydu adı? Tam hatırlamıyordu ama yaşları 17 civarıydı. Bişar evden çıktığında, Alparslan’ın yönlendirmesiyle üst kattaki bir camdan kaçmıştı o kız.
Ama o pencereden çıkmak? Mümkün değildi görünmeden. Adı gibi emindi buna. Mavi Yaren’in oradan çıktığına da emin değildi. Dönmesi mantıklıydı. “KURT!” diye bağırdı. Ses bir anda yankılandı. Herkes ona döndü. Gözleri ciddiyetle parlıyordu. “Koşun. Askere bakmaya gitmemiz gerekiyor.”
İbrahim Albay, alnını kırıştırarak onlara baktı. O da defalarca Mavi Yaren’i aramıştı. Hiçbir aramaya cevap gelmemiş, ne bir dönüş, ne bir mesaj...
“Ne demek askere bakmamız gerekiyor komutanım?” dedi Batur hemen. Sabahtan beri herkes gibi onlar da kardeşlerinin bir yerden çıkmasını bekliyorlardı.
“Komutanım...” dedi Tolga, öne çıkarak. Sonra Alparslan’ın suratına baktı, dümdüz. “Yaren Komutanım nerede?”
Alparslan yutkundu. “Bişar,” dedi önce.
“O kim?” dedi Yiğit hemen. Sesi gergindi. Cümleyi kurarken bile nefesini tuttuğunu fark etti.
“Bizi tutsak eden piç.”
Alparslan da korkmaya başlamıştı artık. Daha tanımadığı bir asker için içi bu kadar sıkışıyorsa, Toprak Timi’nin halini düşünemiyordu bile.
“LAN SÖYLE ADAM GİBİ, SİKERİM ŞİMDİ!” diye kükredi Yiğit. Öfke damarlarını patlatacak gibiydi.
Alparslan hemen yanaştı, sesini yükseltmeden ama panikle konuştu. “Bir odaya girdi. Çıktı mı bilmiyorum. Yıldırım da oradaydı.”
“VE SEN ONU UYARMADAN ORADA MI BIRAKTIN?!” Yiğit öne atıldı, yumruklarını sıkmıştı.
“Ben bırakmadım! Bilincim tam yerinde değildi...” diyebildi sadece, çaresizce.
Yiğit hâlâ ona bakıyordu. Boğazını sıkmamak için kendini zor tutuyordu ama Yıldırım’ı bulmak için geç kalmak daha büyük bir yıkım olurdu. “Yürü. Gidiyoruz. O sikik yeri göstereceksin bana.”
Döndü ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. “Kurt!” diye seslendi Alparslan timine. “Yıldırım’ı almaya gidiyoruz!”
Kurt Timi tereddütsüz harekete geçti. Kendilerini o cehennemden çıkartan askerin orada kalma ihtimali, her birinin içinde bir kıvılcım yakmıştı. Ne kadar yorgun olurlarsa olsunlar, ailelerine daha yeni kavuşmuş olsalar bile, Mavi Yaren için yola düşmeye hazırdılar.
“Biz de geliyoruz!” dedi Toprak Timi.
“Koşun!” dedi Yiğit sadece. Ne albaya haber vermek, ne de prosedür düşünmek... Bunların hiçbiri umurunda değildi artık.
Tek bir soru vardı zihinlerinde.
Mavi Yaren nerede?
Toprak ve Kurt timi araçlara bindi. Yiğit ön tarafta direksiyondaydı. Yan koltukta Alparslan oturuyordu. Diğerleri arkadaki araçlarda, telsiz sessizdi, kalp sesleri gür.
“YA SEN NASIL ONU ALMADAN YOLA ÇIKARSIN?!” diye patladı Yiğit, gözleri delirmiş gibiydi.
“Ruh hastası bir silah arkadaşın vardı! O kadar adamı tek başına temizledi!” Alparslan da bağırmaya başladı. “Zaten bina temiz olmasa bırakır mıyım lan?!”
“Kıdemli üsteğmen.” dedi Yiğit, dişlerini sıkarak. “O da.”
“Bak işte! Kız benden rütbeli! Ben emir mi çiğneyeyim?!”
“Senden ben de rütbeliyim ona bakarsan.”
“Sen kardeşimsin benim!” dedi Alparslan, sesi çatladı bu kez. “Sadece kardeşim.”
Bir de şöyle bir şey vardı: Alparslan ile Yiğit'in babası aynıydı ama anneleri farklıydı.
Mavi Yaren, Yiğit’in ailesini tanıdığını sandığında aslında Alparslan’ın ailesiyle tanışmıştı. “Kes sesini Allah’ın cezası. Yemin ederim, kılına zarar gelirse kardeş falan dinlemem, döverim seni!” dedi Yiğit, gözleri öfkeyle kıvılcımlandı.
“Abi, olmaz ona bir şey.” dedi Alparslan.
“Ben sana ‘bana abi deme’ demedim mi?” diye terslendi Yiğit.
“İyi.” dedi sadece Alparslan, gözlerini devirdi. “Oğlum, kız o kadar adamı gebertmiş, sence bir adama mı yenilecek? Hem arkasından gelen bir adamın ayak seslerini alabilirdi.”
“Birincisi, Mavi Yaren yenilmez.” dedi Yiğit dişlerinin arasından. “İkincisi, eğer o sizin iyi olduğunuza emin olana kadar sadece size odaklanmıştır, etrafında olan başka bir şeye dikkat kesilmemiştir.” Alparslan’ın kaşları çatıldı. “Ve üçüncüsü… eğer ona biri yaklaşsa, kokusunu alırdı. Ama hastaydı. Burnu tıkalıydı. Bu yüzden fark etmemiş olabilir.”
“Komutana saygısızlık yaparsam ve kulağına giderse beni şikâyet edebilir ama koku ile tanıma ne?!” dedi Alparslan. "Köpek mi bu?" sorusu dilinin ucuna kadar gelmişti ama yutkundu.
“Alparslan, rütbedeyiz.” diyerek susturdu onu Yiğit. Yumruklarını sıkıyordu, kardeşini dövmemek için kendini zor tutuyordu.
“Emredersiniz, komutanım.” dedi Alparslan hemen. Ciddiyetini kuşandı. Aslında Yiğit’i sakinleştirmek istemişti ama pek başarılı olamamış gibiydi.
“Burası mı?” dedi Yiğit.
“Burası, komutanım.” diye cevapladı Alparslan. Yiğit başını sallayarak araçtan indi. Diğerleri de onu takip etti.
Ortası cesetlerle dolu bir göldü sanki. Nereye baksa, serilmiş bedenlerle karşılaşıyordu. Kanın kurumuş izleri, duvarlara kadar tırmanmıştı. Yiğit koşmaya başladı. Arkasından Kurt Timi ve Toprak Timi de adımlarını hızlandırdı.
“Alt kat, komutanım!” diye seslendi Alparslan.
“MAVİ!” diye bağırdı Yiğit, sesini her yere duyurmak istercesine. İçinden, bir yerlerden çıksın, koşarak gelsin diye dualar etti. “MAVİ!” diye bir kez daha bağırdı.
Ama cevap yoktu. Sessizlik her yere sinmişti. Alt kata indi. Silahı elinde, kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Kimse yoktu. Bomboştu. İçeri doğru bir adım daha attı. Yalvarır gibiydi içten içe. Ama hâlâ yoktu. Hiçbir yerde. Sonra yerde bir şey gözüne çarptı. Eğildi. Tanıdı onu.
Bileklikti.
Kendisiyle aynı anda aldığı, birlikte taktıkları bileklik. Üzerinde Fenerbahçe logosu vardı. Parmakları titreyerek aldı onu eline. Bir yanının boşaldığını hissetti.
Tam o sırada cebindeki telefon çalmaya başladı. Görüntülü aramaydı. Ekranda tek bir isim yazıyordu:
Yuvam
Yani... Mavi Yaren.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
43.51k Okunma |
4.05k Oy |
0 Takip |
82 Bölümlü Kitap |